Lümpen[1] Kültürü
Kültür ve medeniyet kelimeleri zaman zaman eşanlamlı olarak kullanılıyor. Kelimelerin köklerine bakıldığında bakış açılarının farklı olduğu anlaşılıyor. TDK sözlüğüne göre kültür kavramından anlaşılan şöyle özetleniyor:
“Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.” TDK Sözlüğü
TDK’na göre bir değerler bütününü oluşturuyor kültür. Maddi ve manevi değerler bütünü. Öte yandan İngilizce ve Fransızca dillerine ise Latince “cultura” kelimesi vasıtasıyla girdiği ileri sürülmektedir.[2] Bu da kelimenin tarımla alakalı “ekmek”, “yetiştirmek” gibi eylemlerle ilgili kullanıldığını zamanla normlar ve davranışlar bütününe dönüştüğünü göstermektedir.
Medeniyet ise Arapça “şehir” yani “Medine” kelimesinden türeyen şehirleşmek, şehir hayatına ilişkin maddi ve manevi normları ifade etmektedir.[3] Kültür ve medeniyet kelimelerinin ilk kullanılmaya başladığı on sekizinci yüzyıldan bu yana “kültür tarihi” , “kültür felsefesi”,v.b. disiplinler ortaya çıkmıştır. Artık kültür kavramını tarif etmeye çalışan bir çok disiplin yirmi birinci yüzyılda yeni alanlar keşfetmiş ve bu alanlarda sosyolojik ve siyasal analizler geliştirme imkanına sahip olmuştur. Medeniyet ve modernizm üzerine çalışan akademisyenlerin de kültür tarifine bir örnek de aşağıdaki gibidir:
“Kültür başlıca üç öğeye sahiptir: Birinci öğe normatif düzendir. Tüm yazılı yazısız kurallardan oluşan normlar, hak ve ödevleri belirleyen ilkeler ve bireyin nasıl davranması gerektiğini vazeden tüm yaptırımlar bu öğenin içinde yer almaktadır. Gelenek, görenek, örf, adet, teamül gibi bireye davranış kalıpları dayatan toplumsal birikimin tümü ikinci öğeyi, insanlar arasındaki etkileşim ve iletişim sonucundaki tüm ilişkiler üçüncüyü öğeyi oluşturmaktadır (Lundberg vd., 1970:121).”[4]
Kültür üzerine kavramsal çalışmaların ötesine geçmek gerekirse: Uzun süredir toplumda gözlemlediğim bazı değişimlerin nedenleri üzerinde kafa yoruyorum. Öncelikle şehir yaşamının getirdiği birlikte yaşama normlarına uyum sorunlarının fazlalığı dikkat çekiyor. En bariz örnek, trafik kurallarına uyum katsayısı. Kural tanımamak bir erdem olarak algılanıyor çoğunlukla. Kurallara uymamak için para ödeyenler (memura rüşvet) de çoğunlukta. Kamusal alanın belli başlı normlarına uymama konusunda yıllar içinde giderek güçlenen bir eğilim var toplumda. Oysa yukarıda sözü edilen “Normatif Düzen” bireyin şehir yaşamında nasıl davranması gerektiğini harfi harfine belirlemektedir.
Bu normlara uymamayı erdem olarak algılayan çok geniş bir kesim var. Kurallara uymadıklarının yüzlerine vurulmasından da hoşlanmayan bu uğurda gerekirse şiddet uygulayan eğitimsiz vasat bir kitleden söz ediyoruz. Normatif düzenin dışında ayrıcalıklı olarak normları ihlal etmek ve bu ihlallerin söz konusu edilmesine tahammül edemeyen ve bu uğurda maddi manevi fedakarlıklar yapan kişiler. Bu kişilerin geleneksel davranış kalıpları konusunda da ikilem yarattıklarını söylemek mümkün.
Vasat kitle davranış kalıplarına uymayacak ama uyumsuz oldukları da bilinmeyecek. Gerçekler ört bas edilecek ve bu insanlar normlara ve davranış kalıplarına uymamalarına rağmen bazı çevreler tarafından örnek insan olarak gösterilecek. Siyasetçilerin bazılarının ikili bir yaşam sürdüğü bilinir. Yolsuzluklara adı karışan devlet adamlarının sırlarını saklayan geniş bir “medya network”leri olduğu da bilinmektedir. Kültürel anlamda yukarıda söz konusu edilen üç öğeye uymayan fakat uyuyormuş gibi algılanmaları için her türlü manevrayı yapan insanlardan söz ediyoruz. İşte kültürel anlamda bu insanlara “yabanıl”, “dışarlıklı” ya da “lümpen” sıfatı verilebilir. Bir anlamda “şehir magandası” kelimesi de 1950 yıllarından bu yana popülist siyasetin yarattığı yeni bir insan tipini anlatmaktadır.
Lümpen kavramını bu şekilde açıkladıktan sonra Marksist literatürde sözü edilen “Lümpen Proleterya”[5] sıfatının tarihçesini de incelemeye başlayabiliriz. Marks’a göre işçi sınıfı kökenli fakat sınıf bilincini yitirmiş olan bir gruptan söz ediyoruz. Marks bu yozlaşmış ve sınıf bilincini yitirmiş kural tanımayan grubu hiçbir değer yargısı olmayan, değer tanımamaları açısından toplumun en tehlikeli sınıfı olarak nitelendirmiştir. Marksistlere göre menfaatleri kapitalist sınıfın siyasi gücü elinde tutmasına bağlı olan bu grup, her fırsatta karşı devrim saflarında yer almışlardır. Çıkarları hakim gücün elinde olan lümpen sınıfı esasında halinden memnundur. Hakim güç de bu sınıftan memnundur. Bir ölçüde kapitalist hakim gücün sermaye sınıfından sonra dayandığı ikinci güç lümpen sınıfıdır.
Edebiyatımızda lümpen sınıfını en iyi anlatan şairlerden biri de Ece Ayhan’dır. Devletin çalışan insanlara uyguladığı baskının sonucunda ortaya çıkan eğitimsiz kitleyi anlatır şair.
“ORTA İKİDEN AYRILAN ÇOCUKLAR İÇİN ŞİİRLER
Sivil ölümden konuşuyoruz dağılan neftilikler
aqrkadaşlar Makedonyalı kalın usta marangozlar.
Kapaklanır bir adam daha kaçıncı, aktığımızı görünce
ters çevrilmiş kente karşı işte onun denizlerine
delikanlı kostaklarımızı çıkarmış ve ırmaktır.
Erkek ölümden konuşuyoruz yeni ormanlardan
dahi “dikeni seven gülüne katlanır bir kadın”dan.
Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları
bir küçük tabut tabakada gezdirirler ölüleri fakfon
burunları çekmek üzre, ince çağrışımlıdır.
Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan
askerler tabiatta hâlâ tramvaydan Sirkeci’de mi inerler?
süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için.”[6]
Lümpen kültürün nasıl ortaya çıktığına ilişkin çeşitli hipotezler var. Bu hipotezlerden biri de Hasan Bülent Kahraman’ın.[7] 1980 darbesiyle birlikte ülkede lümpen kültürünün devlet eliyle teşvik edildiğini ve geliştirildiğini ileri sürüyor. Lümpen kültürünün bir tür “postmodernlik” türevi olduğunu da açıklıyor.
“Bu dönemin beraberinde getirdiği unsurlardan biri devam eden aydın düşmanlığı, ikincisi buna bağlı olarak şimdi büsbütün yaygınlık kazanan bilimsel bilgi ve uzmanlık bilgisinin reddedilmesidir.”
Bilgiye ve bilgine düşmanlık, uzmanlık bilgisinin reddedilmesi ve bunların yerine “dini” değerlerin yerleştirilmesi 1950 yıllarından bu yana süre giden popülist siyasetlerin bir sonucu. Cumhuriyet kazanımlarının en başında gelen bilgi ve bilgine verilen önem eğitilmemiş “ilkokul ikiden terk” kitleler tarafından benimsenmedi. Bu kitleler zaman içerisinde muhafazakar siyasi partilerin tabanını oluşturmaya başladılar. Milliyetçi akım MHP saflarında, İslamcı akım önceleri MSP daha sonra AKP saflarında, ulusalcı akım ise CHP saflarında kendine yer edindi.
Ana akım lümpenlik giderek toplumun çoğunluğunu oluşturmaya başladı. Cumhuriyet kurumları normsuzluk konusunda birbiriyle yarışmaya başladı: İhaleler, yargı, maliye, gümrükler, TSK, emniyet teşkilatı, jandarma, medya,v.b. lümpen kitlenin hoşuna gidecek biçimde şekillenmeye başladı. HBK’ın sözünü ettiği değişimin ilk evresi yıllar önce Turgut Özal döneminde kemikleşti. Günümüzde ise artık kurumlaştı diyebiliriz. Devleti meydana getiren kurumların ortak özelliğinin bu olması “restorasyon” kavramıyla tanımlanıyor. Bu kavrama bir önceki yazımızda değinmiştik.[8]
Geniş halk kitlelerinin devletin yıllar boyunca yapmış olduğu yanlış icraatlardan ötürü derinlere giden bir güvensizliği giderek korkusu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu güvensizlik aslında karşılıklıdır. Devlet var olma sebebi olan halktan kopuk yönlendirici, buyurgan zaman zaman da şiddet kullanan bir organ olarak lümpen kitlesinin hareket alanını daraltmıştır. Zaman zaman geniş katılımlı protestolar haline de gelen eylemlerde devlet aşırı güç kullanmayı tercih etmektedir. Lümpen kitlelerin kısa sürede eylemlerin ön saflarına sızmaları nedeniyle protesto eylemleri geniş kitlelere yayılamamaktadır. İşte sınıfsal anlamda “tehlikeli sınıf” tanımı burada önem kazanmaktadır. Ne kadar haklı zeminde olursa olsun protesto eylemlerinde lümpen kültürü baskındır. Protestoların bilinçli ve düzeyli hukuksal eylemlere dönüşememesi hem STK’larını kadrolarının yetersizliğinden hem de kitlelerin lümpen kültürünü silkip atamamasından kaynaklanmaktadır.
[1] Yabanıl, Dışarlıklı ve Hiçlik
[2] http://www.oxforddictionaries.com/definition/english/culture
[3] “Medeniyet, kelime anlamı olarak şehirleşmek, şehir hayatnı benimsemek anlamına gelir; teknik anlamda kültürün maddi ve teknik unsurlarını ifade eden bir terimdir.
Arapça “şehir” demek olan Medine kelimesinden türetilen “medeniyet”, Batı dillerindeki civilisation’a. karşılık olmak üzere, XIX. yüzyıldan itibaren dilimizde kullanılmaktadır. Kaynak: Osman ÇETİN
[4] Doç. Dr. Cengiz ANIK,Arş. Gör. Ayşe Gül SONCU: KÜLTÜR, MEDENİYET VE MODERNİZM ÜZERİNE “YAPRAK DÖKÜMÜ” BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü,Ankara
[5] Marx’a göre, lümpen proleteryanın devrime katılmak için özel bir nedeni bulunmuyordu, ve hatta, var olan sınıf yapısının korunması çıkarlarına daha uygundu, çünkü lümpen proleterya hayatı sürdürebilmek için genellikle burjuva ve soylu sınıfa (aristokrasiye) bağımlıydı. Lümpen sınıf, tüketim alışkanlıklarının esir aldığı; tüketme dışında, başkasının üretimini mirasyedi misâli tüketen; mevcûdiyetlerinin hiçbir anlamı olmayan, irâdelerinin üzerine yatarak münzev ileşmeyi tercih eden; hiçbir duruşu, tavrı, projesi olmayan insanlardan oluşmaktaydı. Kaynak: Wikipedia.
[6] Ece Ayhan : http://www.siir.gen.tr/siir/e/ece_ayhan/orta_ikiden_ayrilan_cocuklar_icin_siirler.htm
7] 1999-2009: Türkiye’de Kültürün Siyaseti, Siyasetin Kültürü,Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman
3 Haziran 2009, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi.
[8] http://yavuzcekirge.com/?p=4545