Son aylarda sosyal medya platformlarında “çürümenin ortasındayız”[1] sözleri viral olmaya başladı.[2] Çürüme metaforu kullanılarak toplumsal olayların analizi yapılıyor. Cumhuriyet kurumlarının başta kuvvetler ayrılığı olmak üzere adalet, sağlık, eğitim, kişisel özgürlükler, fırsat eşitliği, vergi adaleti, doğanın korunması, bağımsız medya, vb. gibi alanlarda halkın çoğunluğunun beklentilerine, değer yargılarına cevap vermediğini gören ve ekonomik zorluklarla boğuşan milyonlar giderek umudunu yitiriyor.
Gelecek beklentisindeki öğrenciler, geçim derdindeki emekliler ve dar gelirlileri oluşturan çoğunluk sessizce bir mucize bekliyor. Hiç kimse bu giderek hızlanan çürümeyi önleyemiyor. Çürüme, fiziki nesnelerden toplumsal değerlere kadar geniş bir yelpazede gerçekleşebilir. Bu süreçler, genellikle zaman içinde yavaş yavaş meydana gelir ve hem bireyleri hem de toplumun genel yapısını derinden etkiler.
Sembolik anlamdaki çürümeyi toplumsal olayların akışına bakarak bağdaştırmak ne kadar doğru olabilir? Siyasal bir sistemin çürümesi mümkün müdür? Nihayetinde sosyolojik olayları biyolojik olaylarla açıklamak ne derece geçerli olabilir? Bir toplumdaki bireylerin oluşturduğu anayasayla belirlenen devlet ve halk ilişkileri bütününde olumsuz yönde bir değişim yaşanmaya başlandığında kamusal alan bireylerin nefes almakta zorlandığı bir ortama dönüşür. Bu kaçınılmaz bir sonucu da beraberinde getirir.
Siyasi literatürde buna bazı araştırmacılara göre “Anayasal Çürüme” (constitutional rot,)[3] adı veriliyor. Bu kurama göre anayasal erozyon yaratan siyasi kararların, demokrasi katsayısını çok hızlı düşürdüğü, giderek devleti idare eden iktidarın halkın görüşlerine ve halk iradesine karşı baskıcı eylemleri yürürlüğe koymaktan başka çaresinin kalmadığını, iktidarda tutunmayı her ne pahasına olursa olsun halka karşı seçkin ve güçlü bir azınlığı memnun etmeye çalışan bir diktaya dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu vurgulanır.
Anayasal çürüme yaşanan toplumun bireyleri ve kamu çalışanları ruhlarının ve hafızalarının da çürümeye başladığını fark etmezler. İktidar yanlısı medya ağır suçların işlendiği kriminal olayları planlanan şekilde her geçen gün servis ederek bir fanus oluşturur: gündem sürekli olarak ana ekonomik ve siyasi sorunlar yerine kriminal olaylar parlatılarak ve sürekli kılınarak değişir; bir travmatik olay diğerini izlerken bireylerin hafızası zorlanmaya başlar ve hafıza kaybı bireysel çürümeyi de beraberinde getirir. Buna örnek arayanlar son bir ayın gündemlerini gözden geçirerek bir fikir sahibi olabilirler.
Çürüme kavramı, genel olarak fiziki veya manevi değerlerin bozulmasını ve eski niteliğini kaybetmesini ifade eder. Neyin çürüdüğü sorusu, çürümenin hangi bağlamda kullanıldığına bağlı olarak değişir. Meyve, sebze, et gibi gıda maddelerinin bozulması, çürüme olarak adlandırılır. Bu süreç, mikroorganizmaların bu maddeleri parçalamasıyla gerçekleşir.
Toplumda etik ve ahlaki değerlerin zayıflaması, bireylerin doğruluk ve adalet gibi temel ilkelere bağlılıklarının azalması manevi çürüme olarak tanımlanabilir. Aile bağlarının zayıflaması, toplum içindeki güven ve dayanışmanın azalması, sosyal çürümenin göstergeleridir. Yolsuzluk ve kötü yönetim, siyasi sistemlerin işlevselliğinin bozulması ve toplumsal güvenin azalmasıyla çürüme işaretleri gösterir. Bir toplumun sanat ve edebiyatta yenilik ve yaratıcılığı kaybetmesi, kültürel çürüme belirtileri arasındadır. Eğitimin kalitesinin düşmesi ve bilimsel araştırmaların geri planda kalması, toplumun kültürel çürümesini gösterir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta ruh ve hafıza arasındaki bağlantı olmalı. Bilinenle bilinmeyen dengesi de denebilir. İnsan ruhu genellikle bireyin bedeni ile ilgili değil manevi tarafı olarak açıklanır. Beden ve ruh insanda iki ayrı özellik olarak tanımlanır. İnsanın gözle görülmeyen, elle tutulmayan özelliklerini düşündüğümüzde oldukça çetrefil bir coğrafyaya girdiğimizi anlarız. Akıl, mantık, vicdan, sevgi, nefret, saygı, cinsel arzu, hırs, zeka, vb. gibi kavramların havada uçuştuğu bir coğrafya. Çoğu din, ruhun bedenin ötesinde var olan, ölümden sonra da yaşamaya devam eden bir varlık olduğunu öne sürer. Örneğin, İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerde ruh, insanın ölümsüz kısmı olarak kabul edilir. Öte yandan felsefede ruh kavramı, zihin ve beden ilişkisi, bilinç, kişisel kimlik ve özgür irade gibi konularla bağlantılı olarak ele alınır. Platon, ruhun ölümsüz ve bilgiyi arayan bir varlık olduğunu savunur. Descartes ise ruhu düşünen varlık olarak tanımlar ve bedenle ruhun ayrı olduğunu öne sürer. Düalizm, zihnin (ruh) düşünen bir varlık olduğunu, bedenin ise genişleyen ve fiziksel bir varlık olduğunu öne sürer. Monizm kuramı, ruh ve bedenin aslında tek bir varlığın farklı ifadeleri olduğunu savunur. Bu yaklaşım, fiziksel ve zihinsel süreçlerin birbirinden ayrılamaz olduğunu öne sürer. Fiziksel monizm veya materyalizm, zihinsel olayların tamamen beyin aktiviteleri ve sinirsel süreçlerle açıklanabileceğini savunur. Bu görüşe göre, ruh dediğimiz olgu, aslında beynin işlevlerinden biridir. Modern psikoloji, ruh kavramını genellikle bilinç, zihin ve zihinsel süreçler olarak ele alır. Ruh ve bedenin ayrı olup olmadığı sorusu, derin ve karmaşık bir konudur. Farklı bakış açıları, bu soruya farklı cevaplar sunar.
Çürüme kavramına yakın bir başka kavram da Dekadans. Çöküş, gerileyiş anlamına gelen Fransızca “decadence” sözcüğünden Türkçeye geçiş yapmış denebilir. Çürüme ve dekadans aynı anlama geliyor olabilir mi? Dekadans belirli bir coğrafyada kültürlerdeki çökme, bozulma, dejenere olma anlamında daha çok felsefe alanında kullanılıyor. Dekadans kavramında bireyin yerinin de sorgulanması gerekir. Örnekleme yaparak toplumdaki çöküşün, çürümenin bireysel ve kitlesel açılardan sorgulanması faydalı olacaktır.[4]
Her şeyin dekadans içinde boğulduğu bir çağda yaşıyoruz. Bir zamanların güçlü medya organı olan günlük gazetelerin etkisini on üzerinden puanlasak acaba gazete okumayan vasat çoğunluk ne puan verirdi? 18. Yüzyılda iktidarları titreten medyanın bugünkü gücü ne kadar?
Bir zamanlar siyasetçiler işlerini günlük gazeteleri okuyarak yapılıyorlardı. Hala da öyle yapılıyor. Bu coğrafyada “temsili demokrasi” adına siyaset yapılıyor. Temsil etmek ve bir başkası adına konuşmak, bir başkası adına düşünmek ve bir başkası adına karar almaktan ibaret olan bir siyaset anlayışı. Neye göre? Günlük gazetelerde yer alan yazılanlara göre. Doğrusu ve eğrisi dikkate alınmadan yapıştırılan etiketler üzerinden yapılan temsili siyaset.
Dekadansın tahrip ettiği siyasal yapıda ( Makyavelist felsefede olduğu gibi[5]) her ne olursa olsun iktidarda kalmak, birinin adamı olmak, yalanlar söylemek, kişisel menfaatini her şeyin üstünde tutmak, kendisine ayrıcalıklar sağlamak gibi özellikler seçmeninden uzaklaşan ve giderek çürüyen siyasetçinin genel profilini oluşturuyor.[6] İşin en ilginç yanı ise seçmenin tüm bu bariz yalanlara karşın bu profile oy vermesi.
Eğitimsiz birey “post-truth” çağının dolambaçlı yollarında kaybolmaya mahkumdur. Medya bireylerin önemli zamanlarının çoğunu işgal ettiği için eğitimsiz bireyler medyaya endeksli değer yargıları geliştirirler. Gerçeklerle olan bağlar gevşer ve zamanla kaybolur. Geriye medyanın yarattığı değer yargıları kalır. Medyanın yanlış veya yanıltıcı bilgiler yayması, toplumda güvensizlik ve kafa karışıklığı yaratabilir. Bu, ahlaki ve etik değerlerin erozyona uğramasına katkıda bulunur. Televizyon programları, filmler ve reklamlar aracılığıyla yayılan popüler kültür, bazen yüzeysel ve materyalist değerleri teşvik edebilir. Bu, toplumsal değerlerin zayıflamasına neden olabilir. Medyada şiddet ve suçu öven içeriklerin sıklıkla yer alması, bireyler arasında bu tür davranışların normalleşmesine ve kabul görmesine neden olabilir. TV dizilerinde çok sık görülen şiddeti ve kanun dışılığı ön plana alan rol modeller özellikle eğitimsiz kitle üzerinde ciddi bir çürüme başlatabilir.
[1] Bir çürümenin tam ortasında, bir şeyler düzelsin diye umut etmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimizden. Kimse güvende değil ve herkesin kafasında biraz yarın kaygısı biraz yaşama çabası var. Mücadele ederek düzelmeyen hayatlar ve yorulmuş bir toplum. Akıl sağlımızın her yerinde anksiyete kol geziyor. Yorgunuz ve sahiden nefes alamıyoruz. Bir çürümenin ortasındayız; İnsanlık dışı vahşice düşünceler içinde. Utançlarınıza tutunarak, İyi şeyler yaptığımıza inanarak, Yaşamaya çalışıyoruz…!Kaynak: Instagram
[2] Çürüme: Ayrışma veya çürüme, organik maddelerin, maddenin daha basit formlarına ayrıldığı süreçtir. Bu süreç biyomda yer kaplayan sonlu maddelerin geri dönüşümü için gereklidir. Canlı organizmaların organları ölümünden kısa bir süre sonra ayrıştırmaya başlar. Kaynak: Vikipedi
[3] Kaynak: Jack Balkin
[4] “Çürüme” ve “dekadans” kelimeleri, genellikle benzer bağlamlarda kullanılsalar da, farklı anlamlara sahiptirler.
Çürüme (Decay): Fiziksel veya moral bir bozulma sürecini ifade eder. Bir şeyin yavaş yavaş bozulduğu, eski gücünü, işlevini veya niteliğini kaybettiği durumu tanımlar. Çürüme, organik maddelerin bozulmasından toplumsal değerlerin kaybına kadar geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.
Dekadans (Decadence): Çoğunlukla kültürel, ahlaki veya sanatsal bağlamda kullanılır ve bir toplumun veya kültürün en yüksek noktasından sonra yaşadığı bozulma ve çöküş sürecini ifade eder. Dekadans, lüks ve aşırılıkla ilişkilendirilir ve genellikle bir dönemin veya medeniyetin sona ermesiyle bağdaştırılır.
Özetle, çürüme genellikle fiziksel veya moral bozulmayı ifade ederken, dekadans daha çok kültürel ve estetik bir çöküş sürecini tanımlar. Kaynak: Yapay Zeka
[5] Ahlaka karşı menfaati önceleyen yaklaşımlarla; davranışlarında ve devlet yönetiminde siyasi ahlaktan uzak kişiliği benimsemek olarak tanımlanabilir. Makyevelizm ya da Makyevelist terimi etik, politik ve psikolojik olguları tasvir etmekte olup ve çoğu zaman olumsuz anlamda kullanılmaktadır.