web analytics

 

Anadolu ezoterizminden söz ederken Zerdüşt kültünden ve bu kültün etkilerinden söz etmemek olmaz. En az Kybele Kültü kadar etkisi yıllara yayılan bir inanç akımı.

Yaklaşık 3500 yıl önce kadim İran’da “Mithraizm” ‘e karşı kurulan tek tanrılı bir din olarak biliniyor. Kurucusu olan Zerdüşt’ün adını aldığı dinin yazılı kitapları da var. Avesta adı verilen kutsal kitabın “gatha” adı verilen ilahilerden oluştuğu ve yıllar içinde tahrip edildiği, tahrip edilen bölümlerin “zend” adı verilen yorumlarla rahipler tarafından değiştirildiği söylenir. Sasani imparatorluğunun resmi dini olan Zerdüştiliğin  günümüzde çok küçük bir grup temsil edildiğini söylemek gerekir. Zaman içerisinde İran’da Hıristiyanlık ve Müslümanlık  etkili olmuş Zerdüştilik giderek önemini kaybetmiştir.

Binlerce yıl önce ateş tapınaklarında “Magu” adı verilen rahipler tarafından idare edilen ayinlere kral ve ailesinin, çok sayıda saray mensubunun da katıldığı, kimilerine göre büyü, kimilerine göre de afyon ve diğer uyuşturucu maddelerin karıştırıldığı içkilerin (soma) ritüellerde önemli rol oynadığı ifade edilir.

Zerdüşt kültünün Mithraizm’e tepki olarak doğduğu ve kurban  törenlerinin sona erdiği onun yerine ateş tapınaklarında “Ahura Mazda” adındaki iyilik tanrısına tapıldığını söylemek gerekir.

Bütün bu ezoterik yapılanmaların oluşma şekline ilişkin yaklaşımların ana çıkış noktası aslında “Syncretism” dir. Kavramı biraz daha açmak gerekirse: Birbirinden farklı inançların zaman içinde bir etkileşime girerek değişmesi ve bazı durumlarda yeni inanç sistemlerine dönüşmesi olarak izah edilebilir.

Yaklaşık üç bin yıllık bir zaman dilimi içinde aynı coğrafi bölgelerde inanç sistemlerinde syncretism görülmesini çok doğal karşılıyorum. Bunun nasıl geliştiği ve teknik olarak nasıl analiz edilebileceği şu anda bizim konumuz dışında kalıyor.  Bu analizi yapmak hiç te  kolay değil. Mircea Eliade[1] gibi din felsefecilerinin büyük bir cesaretle kaleme aldıkları kuramlar, kutsalı ve kutsalın oluşumunu açıklayıcı ipuçlarıyla doludur. Bu da  muazzam bir bilgi birikimini gerektiriyor. Bu konuda kitaplar, makaleler yazan, dersler veren  bilim adamları var. Din adamlarını ayrı değerlendirmek gerekiyor. Din ve bilim iki farklı kulvarda yürüyen iki farklı kişi gibi de tanımlanabilir. Gözleme dayanan bilim ile metafiziğe dayanan teoloji aynı kefeye konulamaz.  Dini sycretism alanı aslında tuzaklarla dolu. Dinlerini  “saf” olarak gören inanç sitemlerinin kuramcıları (teologlar)  etkileşimi yok sayıyorlar. Öte yandan bilim adamları bu etkileşim ve başkalaşımın kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlar. Bu tartışmaların içine girmek istemiyorum. Bana göre tüm dinler şu ya da bu şekilde birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bunun aksini ileri süren teologlar siyasi olarak  savundukları dinin “saf” olduğunu ileri sürerek daha üstün bir mevkiye yükselmek, bir ayrıcalık elde etmek istemektedirler. Mircea Eliade’nin dinler tarihi adlı dört ciltlik çalışmasında kutsalın nasıl oluştuğu üzerinde durur: İlk insanlar güçlü doğa karşısında diz çökmüşler, korkuları onları tanrılarla haberleşebilen insanların (Şamanlar) yönlendirmesine izin vermişlerdir.  Eliade gök, su, yer, taşlar gibi kutsalın farklı kozmik düzlemlerde ortaya konulan yüzlerini irdelemekle başlıyor; ardından ayın halleri, güneş, bitkiler ve tarım, cinsellik gibi kutsalın biyolojik tezahürlerini; kutlu yerler, tapınaklar gibi kutsalın mekanla ilgili tezahürlerini, son olarak da mitleri ve simgeleri inceliyor. Hinduizmin etkilerinin doğu İran steplerinde Zerdüşt dinine dönüştüğünü tahmin edebiliriz. İnsanlar inançları bir yerlerden bir yerlere hep taşımışlardır. Savaşı hangi taraf kazanmışsa onların tanrısı(dini) üstün kabul edilmiştir.

Konumuza dönersek Zerdüşt dininin Hinduizm’den  etkilendiği varsayımı üzerinde durmalıyız. MÖ. 3 bininci yıllardan söz ediyoruz. Hindistan, İran, Afganistan, Kafkasya, Suriye, Mısır ve Anadolu uygarlıkları dikkate alındığında en az yedi farklı ana “din” akımından söz ediyoruz. Bu dini akımların inançları paralelinde kutsalın kutsalı olarak binlerce birbirine benzeyen “tanrı” dan söz ediyoruz. Güneş, ay, fırtına, yağmur, dağ, nehir, orman, boğa, vb. gibi doğa  güçlerine tapan insanların kutsalı. Bu dinlere mensup insanlar birbirleriyle savaşıyorlar, ticaret yapıyorlar veya herhangi bir şekilde isteseler de istemeseler de  temas halindeler. İnsanlar tanrıların onları koruması için kurbanlar kesiyorlar, dualar ediyorlar, dans ediyorlar. Neden böyle bir şey yapıyorlar? Onları bu inanca yönelten kutsal olan ne?

Avesta’dan bir alıntı yaparsak:

“İnsanlar iyi kulak versin, iyi anlasınlar. Çünkü her iki dünyadaki kaderleri aydınlıkla karanlık arasında yapacakları seçime bağlıdır.”  Zend-Avesta

İlkel insan geceyle gündüzü, sıcakla soğuğu, iyilikle kötülüğü, açlıkla tokluğu, sevgiyle nefreti, zevkle acıyı özetle tüm zıtlıkların farkındaydı. Bu zıtlıklar arasında kendisinin bir seçim yapabileceğini ise hiç düşünmüyordu. Çünkü her şey tanrılardan geliyordu. Hangi tanrı olursa olsun bir kötülük gelmemesi için rahiplerin yönettiği ayinlere katılıp kurban kesmek ve dua etmek şarttı. Rahipler insanların kutsalıyla ilgilenmenin getireceği faydaları biliyorlardı. Bilgili insan, tanrıların  gizemlerini öğrenip rahiplik yolunda ilerliyordu. Neydi bu gizemler?

Gizem olmadan inanç ta ezoterizm de olmuyor. Zerdüştlüğün de kendine özgü gizemleri vardı. Bu gizemler geçmişten aktarılmıştı. Ondan öncekiler gibi.

Zerdüşt gizemlerine göre Zaratustra 30 yaşında Peygamber olmuştur, ve yanına ümmetinden bir kısmını alarak Belh’e gitmiştir. Yolda karşılarına çıkan Gaitya nehrini Zerdüşt’ün gösterdiği mucize ile yürüyerek geçmişlerdir. Bu noktada Musa’nın mucizesini hatılamakta fayda var.  Tevrat’ta ve Kuran’da geçer bu konu: Dört bin yıl kadar önce, Mısır’daki İsrailoğulları firavundan çok zulüm görünce göç etmeye karar verirler. 600 bin kişi toplanıp Kızıl Deniz önlerine geldiğinde Mısır ordusu da arkalarından kovalamaktadır. Liderleri Musa asasını kaldırarak denizi ikiye yarar; Yahudiler iki duvar gibi ayrılan Kızıl Deniz’in ortasından karşıya geçerler ama Firavun’un ordusu azgın sularda boğulur. Gizem budur. Bu gizem acaba Zerdüşt’ün Gaitya nehrini nasıl geçtiğiyle ilgili gizemden  alınmış olabilir mi? Neden olmasın?

 

Orhan Hançerlioğlu’na kulak verelim:

“İnanç, bilginin bittiği yerde başlar. İnsanlar bilmediklerini hayal etmişler ve hayal ettiklerine inanmışlardır. Bilgiyle açıklayamadıklarını hayal güçleriyle açıklarken, bilme ihtiyaçlarını karşıladıkları kadar, toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışmışlardır. Bir bereket tanrısı besin sağlamak için, bir sağlık perisi sağlığı korumak için hayal edilmiştir. İnançların altında yatan gerçek nedenleri bulup çıkarmak bilimin görevidir. Bunu yapabilmek için de onları bütün ayrıntılarıyla bilmek gerekir.”

Zerdüşt gizemlerinden bir diğer ise Zaratustra’nın göğe yükselişiyle alakalıdır. Zaratustra  Avaital gölü civarında 45 gün süren  bir ibadetten sonra gizeme göre bir gece göğe tanrıyla görüşmeye çıkmıştır.  Vohumenah adlı melek (diğer dinlerde Cebrail) Zaratustra’nın yanına gelerek ona dünya nimetlerinden el çekmesini  öğütlemiştir. Zaratustra  Vohumenah’tan sonra diğer bütün meleklerle de görüştükten sonra Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmıştır. Ahura Mazda ile yaptığı görüşmeden sonra Zaratustra, dinini yaymak için vaizlerine başladığı rivayet edilir. Bu gizemin de diğer dinlerdeki gizemlerle benzerliği dikkat çekicidir.

Bir diğer Zerdüşt gizemi ise “Şinvat (Çinvat) Köprüsü” gizemidir.

Zerdüş inanışına göre insanlar öldükten sonra dirilirler ve öteki dünyada iki safa ayrılırlar. Tüm insanlar cennete girebilmek için “şinvat” köprüsünden geçmek zorundadırlar. Kötüler için şinvat köprüsü kılıcın keskin tarafı gibi olur. İyiler için ise köprü genişler. Zerdüşt, geçişleri izler ve kendi ümmetinden kimselerin geçişi sırasında  Ahura Mazda’ dan şefaat diler.  Bu gizemin daha sonra başka dinlerde de benzer şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Bu da en azından dinler arası etkileşimin var olduğunu, “saf din” tezinin doğru olmadığını ispat eder.

Bir diğer Zaratustra gizemi ise ateş gizemidir. Zerdüştînin, namaz kılarken kıblesi ateştir. Günde beş vakit namaz, ateşe yönelerek kılınır. Ancak ateşe tapma, her şeye rağmen bahis konusu değildir. Temizleyici bir unsur olarak kabul edildiğinden Yasalarda ateşin faydalarından bahis olunmakta ve ateş övülmektedir. Aynı mantıkla Müslümanlıkta da beş vakit namaz vardır. Bu namazlar Kabe’ye dönerek kılınır. Müslümanlıkta Kabe’ye tapınmak söz konusu değildir. Kabe semboliktir.

Örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Dinler arası benzerlikleri, zıtlıkları, gizemleri, ritüelleri karşılaştıran ve kitaplaştıran bir çok yazar var. Bu aşamada benim dikkat çekmek istediğim nokta ezoterik yapılanmalarla alakalıdır. Ezoterik yapılanma olması için gizem olması ve bu gizemle ilgili hakikatin de gizli olması gerekir. Bu sır etrafında oluşan yapılanma bizim ilgimizi çekiyor.

Zerüşt kültünün gizemleri etrafında bir ezoterik yapılanma olmuştur. Ateşgedeler (Ataşgah)  inşa edilmiş tapınağın naos bölümünde sürekli bir ateşin yanması gizemin bir parçası olarak muhafaza edilmiştir. Ateşle ilgilenen rahipler, ateşbanlar (ahtravan) ağız ve burunlarını nefesleri ateşi kirletmesin diye tülbentlerle kapatırlarmış. Zerdüşt ezoterik yapılanmasında üç farklı rahip görevi vardır, “Herbat”, “Mobed” ve “Dastar Mobed”.

Zerdüşt[2] ezoterik yapılanması ateş üzerine kuruludur. Ataşgah’da göre yapan rahipler özenle seçilir. Bazı ataşgah’larda hukuki işlemler de görülür. Bunlara Dastar Ataşgah denmektedir. Dastar mevkiindeki rahip Avesta’nın tüm konularına hakimdir. Bir tür dini mahkeme de denebilir. Bu mahkemenin başı da Dastar  Mobed’dir. Yargılamayı o yapar ve hükmü o verir. Herbat görevindeki rahipler Ataşgah’ olarak görev yaparlar. Yüzlerinde her daim bir peçeyle dolaşırlar. Nefeslerinin ateşi kirletmemesi için.

Burada Dastar yani dini hakim (Kadı)  çok güçlü bir kişidir. Kralın kanunlarını bile hiçe sayan kararlar verebilir. Çünkü gücünü kutsal ateşten alır. Bu gelenek binlerce yıldır böyle gelmiş Zerdüştler azalmış olsa da yine aynı şekilde sürdürülüyor. Ateşin sırrını saklayan rahipler bunu sadece inisiye olan rahip adaylarına yani çıraklarına öğretebilirler. Bir yabancıya bir hariciye asla öğretmezler.

Uzun yıllar boyunca Zerdüşt rahipleri klasik Yunanca metinlerde  “Magi” çoğul “Magus” tekil  olarak anılmışlardır. Kadim İran’da Sasani, Parth ve Akamenid dönemlerinde tören rahipleri de  Magi olarak biliniyordu. Bu da Magi’lerin bir çok dine hizmet verdiğini göstermektedir. Bazı tarihçilere göre Magi’ler İran’da bir ruhban sınıfının üyeleriydi. Ayrıcalıklı bir topluluk. Sadece kendi kanlarından olanların Magi olabildiği bir kast sistemi. Önceleri bu “ruhban” kastın varlığı bilinmiyor ama tahmin ediliyordu. Magu’ların büyü ile uğraştıkları tezi batılı araştırmacılar arasında ağırlık kazandı. Doğuya bir gizem perdesi arkasından bakmayı tercih eden Hellen yazarları (Heredotos, Strabon, vb.) Zerdüşt rahiplerinin de büyü ile uğraştığını yazdılar. Gizli büyülerle insanları savaşa gönderdiklerini düşündüler.

Bu ruban sınıfının bilgi donanımı hakkında pek fazla araştırmacı çalışmadı. Neydi maguları farklı kılan? Ateşe tapanlar, ensest evlilikler yapan, büyücüler olarak bilindiler hep. Bugün dahi bunun doğru olduğunu düşünenler var. MÖ. 3 bininci yıldan tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı zamana kadar Anadolu’da bir çok dinin etkili olduğunu söylemiştik.

 

[1]Mircea Eliade (1907 – 1986)

Romanya’da doğmuş bir dinler tarihçisidir. Ama bundan fazlasıdır da: Felsefeci, kurmaca yazarı ve üniversite hocasıdır. Eliade’nin din üzerine incelemeleri, özellikle de kutsallığın tezahürleri üzerine çalışmalarıyla geçerliliğini bugün bile koruyan bir paradigma geliştirmiştir. Bükreş Üniversitesinde felsefe eğitimi almıştır. 1928 yılında Kalküta Üniversitesinde Sanskritçe eğitimi almak üzere Hindistan’a gitmiştir. Burada Hint felsefesi üzerine de çalışan Eliade Himalayalar’da altı aylık inzivaya çekilmiştir. Buradaki döneminde Gandhi ile de şahsen tanışmıştır. Romanya’ya döndükten sonra Yoga: Hint Mistisizminin Kökenleri Üzerine Bir Deneme başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır. Bu tez daha sonra Fransızca olarak yayımlanmıştır. 1945 yılında Paris’te Sorbonne Üniversitesinde İnsan Bilimleri Yüksek Araştırmalar Enstitüsünde çalışmaya başlamıştır. 1956 yılından emekli olduğu 1985 yılına dek Chicago Üniversitesinde dinler tarihi alanında çalışmalarını sürdürmüş ve ders vermiştir. 1986’da Chicago’da hayata gözlerini yummuştur. Eliade’nin din çalışmalarına en büyük katkısı geliştirdiği Sonsuz Dönüş teorisi olmuştur. Eliade’ye göre, yalnızca Kutsal’ın ve bir şeyin ilk ortaya çıkışının bir değeri vardır; bu nedenle, değer taşıyan sadece Kutsal’ın ilk ortaya çıkışıdır. Mitler ise Kutsal’ın ilk ortaya çıkışını tanımlar. Öyleyse mitsel zaman Kutsal’ın zamanıdır. Eliade’nin dinsel simgeler ve mit alanındaki incelemelerinde sosyal bilim alanında 50’yi aşkın kuramsal çalışması vardır. Ayrıca edebiyat alanında da çeşitli eserler vermiştir. Çalışmalarını Rumence, İngilizce ve Fransızca kaleme almıştır. Başlıca eserleri: Le Mythe de l’Éternel Retour (Sonsuz Dönüş Mitosu), Le Sacré et Le Profane (Kutsal ve Dindışı), Images et Symboles (İmgeler ve Simgeler), Traité d’histoire des religions (Dinler Tarine Giriş), Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy (Şamanizm), A History of Religious Ideas (Dinsel İnançlar ve Düşüncele Tarihi).” Kaynak: Doğu Batı yayınevi tanıtım yazısından alınmıştır.

[2] Zerdüştllik, ismini kurucusu Zerdüşt’ten almaktadır. Zerdüşt kelimesinin aslı Zarat-Ustra”dır. Zarat (güzel) ve Ustra (develer) kelimelerinin terkibinden oluşur. Dolayısıyla Zarat-Ustra “güzel develere sahip olan” anlamına gelir. Bunun Latinceleşmiş şekli “Zaratustra”, Yunancalaşmış şekli ise “Zoroastre”dir. Avrupa’da “Zarathustra” ismini kullanıma sokan Nietzsche ve Strauss’tur.

Zerdüşt’ün kurduğu dine Batı’da “Zoraastrianizm” veya bu dindeki tanrı için kullanılan Ahura Mazda ismine istinaden “Mazdeizm” veya ülkeye atfen “Parsizm” denir. Kur’an-ı Kerim ise, bu din mensupları için “Mecusî” Terimi  kullanılır. Kaynak: Doc. Dr. Ali Erbaş.Dinler, Tarihi Sempozyumu bildirisi, Konya 2000

Zerdüşt Kültü (Zoroaster,Mecusî)

Post navigation