web analytics

Bu yıl tüm dünya milletleri için kabus gibi bir yıl oldu. Sanki dünya ortaçağdaki kara veba günlerine döndü. Bilindiği kadarıyla son beş bin yılda sayısız salgın hastalık ortaya çıktı. Bir çoğunun kaydı yok. Ama kaydı olanlar da var. Milyonlar belki de milyara yakın insan kaybı. Sonra savaşlar var. Bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar.

Hala sürüyor. Her gün bir yerlerde insanlar adı sanı belli olmayan savaşlarda ölüyor. Salgın hastalıklara örnek olarak nispeten yakın bir tarih alalım.  1347 yılında tüm dünyaya yayılan salgın hastalık,(veba olduğu sanılıyor) beş yılda yaklaşık iki yüz milyon insanın ölümüne sebep olmuş.[1] Tarih boyunca salgın hastalıklar dünya insan nüfusunda çok ciddi  azalmalara  neden olmuştur.

Hangi kaynaklı olursa olsun salgın hastalıklar hiçbir zaman yok edilememiştir. Hastalıkların hayvanlardan mı yoksa insanlardan mı kaynaklandığı konusunda tespitler vardır ama bu bilgilerin güvenirliği de tartışmalıdır. Sağlık konusu insanlığın en önemli konularından biridir. Ama ne yazık ki tüm dünyada insan sağlığına yapılan yatırımlar örneğin silah endüstrisine göre çok düşüktür.

Bu yıla Covid-19 olarak tanımlanan ölümcül bir virüsle girdik. Aralık ayının yarısındayız ve salgın şiddetini artırarak sürüyor. İnternet medyası T24’ün 15 Aralık  haberine göre:

 “Türkiye’de Koronavirüs nedeniyle 235 kişi daha hayatını kaybetti, 5 bin 105 yeni hasta dahil olmak üzere 32 bin 102 yeni ‘vaka’ tespit edildi. Böylece toplam ölüm sayısı 16 bin 881’e vaka sayısı ise 1 milyon 898 bin 447’ye yükseldi. Öte yandan 235 ölüm, Türkiye’de Koronavirüs nedeniyle ilk ölümün yaşandığı 17 Mart’tan bu yana Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı en yüksek veri oldu.”

Sağlık Bakanlığı verileri ne kadar doğru bilmiyoruz. Çelişkili sayılar geliyor. Havada bir sürü sayı uçuşuyor. Gerçek sayılar gizleniyor izlenimi var. Biz nereden bileceğiz? Belli ki sorumlular gerçek sayılara hakim değil. Bu da şüphe doğuruyor doğal olarak.

Dünyadaki toplam sayılar ise şöyle açıklanıyor:

“Global confirmed cases: 72,912,822; total deaths: 1,622,654; total recovered: 41,331,840”

Geçmiş yıllardaki sayılarla karşılaştırıldığında daha salgının ilk yılında bu kadar kayıp verilmesi olumlu karşılanabilir, öte yandan teknolojinin bu kadar ilerlediği 21. Yüzyılda virüse daha çabuk bir çare bulunması gerekirdi diye düşünmek istiyorum. Sağlık sektörü tüm ülkelerde ihmal edilen bir sektör. Fakir fukaranın kayıplar vereceğine kesin gözüyle bakılabilir.

Ekonomik olarak bakıldığında bu salgın öncelikle emeklileri vuruyor. Risk grupları diye adlandırılıyor. Toplumların çalışmayan nüfusu. Belki de bu grupların yok olması arzu ediliyor.  Son birkaç haftadır geliştirilen aşılardan söz ediliyor. Ortada farklı şirketlerin geliştirdiği on beşe yakın  aşı formülü var. Klasik aşılar ve modern aşılar diye adlandırılıyor.

Geçtiğimiz hafta İngiltere ondan önce Rusya ve Çin geliştirdikleri aşıların dağıtımına başladılar. Önümüzdeki aydan itibaren sonuçları görebiliriz belki. Türkiye ise Çin aşısında karar kılmış. Yetkililerin söylediği bu.  O konuda da üçüncü faz deneylerinin sonuçları ortada yokken birinci olarak neden bu aşının seçildiği, ikinci olarak da bu seçime ne kadar güvenileceği sorularının muhatabı belli ama cevap yok.

 Neden alternatifli bir yaklaşıma gidilmiyor? Neden birkaç alternatifli bir aşı kampanyası planlanmadı? Hıfzıssıhha Enstitüsü neden hala açılmadı? Eğer insan sağlığından sorumlu devlet organı olan sağlık bakanlığı ve siyasi olarak seçilen  kişilerden oluşan “bilim kurulu”  bu konuda bir hamle yapmıyor? Bu soruları sadece covid-19 konusunda değil bir çok konuda kamu kurumlarına soruyoruz ama cevaplar ya yok ya da anlamlı değil.

Dünya sağlık örgütü verilerine bakarak hangi aşının ne kadar etkili olduğunu anlamaya çalışmaktan başka çare yok.[2] 

DSÖ, geniş kitlelerde aşının denenmesi anlamına gelen üçüncü fazı tamamlayan  11 aşıdan dördünün  öne çıktığı bildiriliyor:

  1. Biontech,
  2. Gamaleya Enstitüsü,
  3. Moderna
  4. Oxford

Bu dört aşının ortak özelliği, “RNA Teknolojisi”nin kullanılması. Geleneksel aşılarda enfeksiyona sebep olan virüsler, zayıflatılarak ya da etkisizleştirilerek vücuda enjekte ediliyor, böylelikle vücut, kendisine zarar veremeyecek hale gelen virüse karşı bağışıklık kazanmayı öğreniyor. Nasıl öğrenebiliyorsa?

RNA tabanlı aşılarda ise virüsün tamamı yerine, genetik bilgisini taşıyan RNA zincirinden kritik bir kısım vücuda enjekte ediliyor.

“Viral vektör aşıları”nda da yine “gen teknolojisi” kullanılarak, virüsün taşıdığı genetik materyalin bir kısmı, başka bir virüs içine yerleştiriliyor ve vücuda enjekte ediliyor.

BioNtech ve Moderna aşıları RNA tabanlı, Sputnik V ve Oxford/Astrazeneca aşıları da viral vektör tabanlı aşılarmış. Çin Coronavac aşısının verileri konusunda çelişkili bilgiler var. Viral olduğu söyleniyor. Benim konum değil, ne derlerse inanıyoruz.

Bir yetkili  Çin menşeili Coronavac aşısından Türkiye için 50 milyon doz sipariş edileceğini duyurdu ancak 2 doz yapılan bu aşının üçüncü faz denemelerinin sonucu belli değil, üstüne üstlük siparişin en az 200 milyon adet verilmesi gerekiyor kanımca. Sonuç itibariyle aşı siparişi verilmiş değil. Eğer verilen bilgi doğru ise  BioNtech aşısından da  için 1 milyon doz sipariş edildiği söyleniyor.

Sağlık Bakanlığı’nın kamuya yaptığı açıklamaların doğruluk derecesi tartışmalı olduğu için bu siparişlerin de henüz teyit edilmediği sonucu çıkarılabilir. Aşı konusunda Türkiye yeterince titiz davranmamıştır. Kanada ve Birleşik Krallık gibi ülkeler  nüfusunun on katı doz anlaşmalarını alternatifli olarak  derhal imzalamışlar; aşılara da başlamışlar.

Tüm Avrupa ve batı dünyası Noel olmasına rağmen tam kapanma kararı alırken, ekonomik destek paketleri açıklanırken Türkiye’de bu konuda  tatmin edici bir açıklama yok. Vaatler var. Önümüzdeki günlerde yeni açıklamalar olabilir.

Türkiye’de son bir aydır açıklanan yasakların ve kısıtlamaların çözüm odaklı değil de “siyasi” olduğu konusunda güçlü emareler var. Yetkililer  pandemi konusunda gerekli önlemleri alamıyor. Neden acaba?

 Batı ülkelerinde mağdur olanlara, işveren, esnaf ve işçi, memur kesimine büyük destek bütçeler açıklanıyor. Oysa Türkiye’de ekonomi yönetimi sıkıntı içinde olduğundan doyurucu bir açıklama yapılmıyor.Esnaf ve sanayici iflasın eşiğinde, işsizler geçim sıkıntısından perişan. Yönetim, sürekli artan enflasyon, döviz kuru, işsizlik vb. gibi göstergeler kırmızı çizgileri gösterirken Suriye, Libya ve diğer cephelerde savaş durumunu devam ettiriyor. Kamunun görünen harcamalarından da kısıntı yapılmıyor, aksine harcamalarda artış var.

 Camilerde ibadet devam ediyor, AVM ler açık, turistik oteller açık, siyasi  partiler hız kesmeden her türlü töreni gerçekleştiriyor. Öte yandan sendikal faaliyetler yasak, küçük esnafın dükkan açması yasak, toplantı ve gösteri, basın açıklaması yasak. Alkollü içki satışı yasak. Yeni yıla girerken de dört gün kesintisiz yasak var.    

 Yasaklar ve kısıtlamalarla geçen aylar ve koskoca bir yıl heba oldu denebilir. Sürekli bocalayan yönetim, yanlış kararlar almaya devam ediyor. Bireysel hak ve özgürlükler konusunda AB’nin işaret ettiği adımları ısrarla atmıyor. Aksine tutuklamalar, yargısız infazlar devam ediyor. Her türlü muhalefet baskı altına alınıyor. Medya tümüyle iktidarın kontrolü altında.

Önümüzdeki günlerde kayıpların artacağı, eriyen ekonominin ciddi toplumsal patlamalara sebep olacağına kesin gözle bakabiliriz.

Yeni yılda hissedeceğimiz ve giderek güçlenen esintileri  özetlersek:

  1. Salgının vereceği zararlar giderek artacaktır. Aşılama hızına bağlı olarak salgının şiddetinin hafifleyeceği tarih gelecek yılın sonlarına doğru belki mümkün olabilir.
  2. Ekonomik parametreler kolay kolay düzelmeyecektir. İşsizler ordusu her geçen gün büyüyecektir. Enflasyon, faiz, kur dengeleri üretime bağlı olarak düzeleceğinden ekonomide meydana gelen zararların birkaç yıl süreceğini söylemek mümkündür.
  3. Ekonominin kötüye gidişinin getirdiği siyasi krizler iktidarı yıpratacak muhalefeti baskı yoluyla susturmak isteyen iktidarı erken seçime zorlayacaktır.
  4. İşsizlik ve hayat pahalılığının yıprattığı  halk kitlesi sosyal krizlere açık hale gelecek, aile içi ilişkiler gerilecek, şiddet gören aile bireylerinin sayısı artacaktır.
  5. Gelecek yıl her şeyin normale gireceğini zannedenler kanımca yukarıda izah ettiğim nedenlerle çok yanılıyorlar.

Yeni yıla girerken alışıldık  kutlamalar bu yıl sonunda nasıl olacak acaba?

Binlerce yıldır kutlanan yeni yılın gelişi bu yıl biraz karmaşık duygularla karşılanacağa benziyor.

Kutlanacak ne var ki?

Her şey berbat. Ölüm kol geziyor. Ortaçağın karanlık günlerine geri dönüldü sanki.

Aradan geçen asırlar sanki boşa geçmiş gibi. Din adamlarının salgın hastalıklar dönemlerinde cemaatlerinin yarısından fazlasını kaybettikleri biliniyor. Bu salgında da din adamlarının açıklamaları var. İnananlar dua etmeye devam edecek, inanmayanlar çare arayacak.

Her şeyi takvimle ölçüyoruz. Bugün kullandığımız miladi takvimin ortaya çıkışı  ilk kez Papa XIII. Gregory tarafından  1582 yılında yeni yılın ilk günü olarak ilan etmesiyle olmuştur.  

Bilindiği gibi dini bayramların çoğu ay takvimine göre belirlenir. Günümüzde de öyle.  Miladi yıl ile ay takvimi arasında on bir günlük kaymalar vardır. İlk Roma imparatoru Romulus’un takvimi de ayın hareketlerine göre hazırlanmıştı ve 304 günü kapsıyordu.

 Romulus’un ardından tahta çıkan İmparator Numa, kış aylarını da takvime ekledi ve gün sayısını bir ay yılına eşitleyerek 355’e çıkardı. Numa, tek sayıların “uğurlu” olduğuna inanıyordu. 355’e ulaşmak için en fazla 11 ay tek sayı yapılabileceğinden yılın dört ayı 31, yedi ayı ise 29 gün olarak belirlendi.

Ay isimlerindeki kaymaların mucidi İmparator Numa’dır. Siyasi nedenlerle  ilave  iki ayı takvimin sonu yerine başına koyarak, günümüzde pek çok Avrupa dilinde bu isimlere sahip olan ayların sıralarının kaymasına sebep olmuştur. Örneğin  Aralık ayı yani December, “10” anlamına gelirken, yılın 12. ayıdır. Bu takvim karmaşası tüm Roma imparatorlarının değiştirmekten siyasi bir fayda sağladıkları eylemler arasında sayılır.

  Julius Sezar, da diktatörlüğünü ilan ettikten sonra  MÖ 46 yılında kendi ismiyle anılan ve güneş yılı ile uyumlu olan Jülyen takvimini başlattı.

Julius Sezar’ın astronomları bir güneş yılını 365 gün 6 saat olarak hesaplamışlardı. Ayların günlerini belirlerken gelişi güzel  bir kural uygulandı. Sırası tek sayı olan aylar 31, diğerleri 30 gün olacaktı. Şubat 28 günden 29’a çıktı, artık yıllarda ise şubat 30 gün olacaktı.

Sezar, takvimin uygulanmaya başladığı tarihten  kısa bir süre sonra öldürüldü. Yeni imparator Sezar’ın varisi Agustus,  Sezar’ın  doğduğu ay olan Quintilis’i (Temmuz) kendisine ithafen Julius olarak değiştirdi. İktidara geldiği ay olmasından ötürü; Sextilis (Ağustos) ayına da kendi adını verdi. Fakat Sextilis 30 gündü. Augustus’un ayı, Julius’un 31 gün olan ayından kısa olmamalıydı. Bu durumu çözmek için Şubat ayı  28 güne düşürüldü. Şubattan alınan bir gün ise Ağustosa eklendi. Ağustos’tan sonraki aylar sırayla 30 ve 31 gün olacak şekilde takvim son halini aldı.

Bugün astronomlar bir yılı, yaklaşık 365 gün 5 saat 49 dakika olarak ölçüyorlar. Bu da dünyanın güneş etrafında döngüsünün süresi olarak belirleniyor.  Jülyen yılı, astronomik yıldan 11 dakika uzun olduğundan 400 yılda bir 3 günlük hata oluşuyordu. Bu nedenle, Gregoryen takviminin ortaya atıldığı ve Avrupa’da çeşitli ülkelerde kabul edildiği 1582 yılına kadar takvimde 10 günlük kayma olmuştur.

Batı Gregoryen takvime geçtiğinde Osmanlı İmparatorluğunda  Hicri takvim uygulanıyordu. Hicri takvim, bir yılı 354 gün 8 saat 48 dakika olarak ölçen   ayın hareketlerini esas alan bir takvimdir. Bir ay yılı, bir güneş yılından yaklaşık 11 gün eksiktir. Başlangıcı Hz. Muhammed Peygamberin Mekke’den Medine’ye göç ettiği zamanı miladi 622 yılını ilk yıl kabul eder ve miladi yıldan 622 yıl eksiktir.

 Osmanlı İmparatorluğunda ayrıca Rumi takvim kullanılmıştır. Mali işlerin düzenlenmesi ve batı ülkeleriyle entegrasyon amaçlanmıştır. Güneş yılı esasına dayanan bu takvimde bir yıl 365 gün 6 saattir. 1839’dan itibaren mart ayı, mali yılbaşı olarak kabul edilmiştir. Miladi takvimle arasında 584 yıllık fark vardır. Cumhuriyet döneminde miladi takvim esas kabul edilince  üçlü takvim karmaşası uzun süre tartışmaların odağında kalmıştır. Günümüzde bir çok tarihi olayın hicri veya miladi takvime göre söylenmesi kafaları karıştırmaya devam etmektedir. Dini bayramların zamanlaması ay takvimine göre sürmektedir.  

İlkçağlarda vernal ekinokslarda kutlanan yeni yıl döngüsü Julius  Sezar tarafından MÖ.46 yılında Nisan ayından ocak ayına kaydırıldı. Mitolojik “Janus” günü yeni yılın başlangıç günü kabul edildi.

Kimdi çift yüzlü tanrı Janus.[3]

Janus yeni başlangıçların ve değişimin tanrısıydı. Janus adına kurbanlar kesilir, herkes birbirine hediyeler verirdi. Yeni başlangıçlar için iyi dileklerde bulunulurdu.

Antik çağlardan bu yana yeni yıl başlangıcı kutlamaları her kültürde farklılık göstermiştir. Tarım toplulukları yeni yılı güneşin hareketlerine göre belirlemişlerdir. Mısır medeniyetlerinde Nil nehrinin hareketleri bir çok özel günün başlangıcı kabul edilirdi. Antik Mısırda insanlar  yeni yılı Nil nehrinin yükselişiyle belirlemişlerdi. Bu aynı zamanda Sirius[4] yıldızının yükselişiyle de bağdaştırılırdı.

Fenike, Pers, Babil, Asur ve daha bir çok Mezopotamya uygarlığı ilkbahar ekinoksunu, Antik Yunan uygarlıkları kış gündönümünü,  Çinliler ise kış gündönümünden iki dolunay sonrasını yeni yılın başlangıcı kabul etmişlerdir.

Akitu Festivali

Babil uygarlığı ilkbahar ekinoksunu takip eden ilk yeni ayı yeni yılın başlangıcı ve Akitu bayramı olarak kutlarlardı. Rahiplerin önderliğinde tanrı heykelleri halkın omuzlarında kentin sokaklarında müzik ve şarkılar eşliğinde dolaştırılırdı. 11 gün süren festivalde Tanrıların kenti tüm kötülüklerden arındırarak yeni bir başlangıç yapıldığı metaforu gösterilerin ana temasını oluştururdu. Arpa o devirde en önemli tahıl olması itibariyle festivale ismini vermişti.  Akitu töreninin en önemli bölümü Babil Kralı’nın aşağılanması töreniydi. Kral tüm unvan ve görevlerinden feragat ederek Marduk heykelinin önüne getirilir yemin etmesi istenirdi. Gökyüzünün kralı Marduk’un kötülük tanrısı Taimat’ı sembolik olarak yenilgiye uğratmasıyla yeni bir dönemin başlayacağı varsayılırdı. İşte bu yeni dönemde yeni kral seçilmeliydi.  Baş rahip mevcut krala şiddetli bir tokat atarak kulağından tutup yerde sürüklerdi. Kenti doğrulukla ve iyilikle yönettiği üzerine yemin etmesi ve göz yaşı dökmesi beklenirdi. Kralın göz yaşları Marduk’un işareti kabul edilir ve bir yıl daha kenti yönetmesinin izni çıkmış olurdu. Bu sembolik törenin Babil kralları tarafından siyasi amaçlarla bir şova dönüştürülmüş olduğu bazı arkeoloji çevrelerince ifade edilmiştir. Burada dikkat çeken olay halkın seyirci olduğu kralın aşağılanma töreni esasında. Marduk yani gökyüzü kralının onayladığı yeryüzü kralı gücünü Marduk’tan alıyor. Halk seçmiyor. Halk sadece seyrediyor. Dört bin yıl öncesinden söz ediyoruz.

Yeni yıl kutlamaları Katolik Kilisesi tarafından “pagan” geleneği savıyla yasaklanmıştır. Bu yasağın ana nedeni antik çağda kutlanan kış gündönümü şenlikleridir. Antik Yunan kentlerinde 17 aralıkta başlayan Dionysos şenlikleri 6 ocak tarihine kadar sürerdi. Bu şenlikler Roma döneminde Saturnalia şenliklerine dönüştü. Yeni sezon üzümlerin  fermantasyonunun tamamlandığı bu günlerde şarap içilerek kutlanan bu şenliklerde  müzik, dans ve seks serbestti. Kölelerin de katıldığı bu şenlikler yönetici sınıfını rahatsız edecek boyutlara gelmiş zaman zaman yasaklanmıştı. Kilise yıllar içinde bu şenlikleri dini ayinlere dönüştürerek bugünkü Noel  kutlamaları haline getirdi. Ortaçağın koyu dini atmosferinde her tür eğlence yasaklandı. Şarap içmek ağır cezaları beraberinde getiriyordu. Saturnalia şenlikleri yok oldu gitti. Geriye Noel ayinleri kaldı.

Günümüzde yılbaşı şenlikleri konusunda Türkiye’de iki akım göze çarpıyor. Birincisi laik cumhuriyet değerlerine göre batı ülkelerinde de görülen bir gecelik 31 Aralık yeni yılı karşılama şenliği, ikincisi ise bu şenliği tümüyle Hıristiyan bayramı olarak gören ve reddeden dindar kesim. Modern yaşamın getirdiği bu bir gecelik kutlama bazı İslam aşırı uç taraftarlarının şiddete başvurdukları protesto eylemlerine dönüşürken emniyet güçlerinin çok zor bir gece geçirdikleri söylenebilir. Yılbaşı gecesi sokaklara çıkan lümpen grupların kutlama yapılan meydanlarda kadınları taciz ettikleri görüntüler hatırlardan henüz silinmedi. Hiçbir geleneğe bağlı olmayan lümpen gruplar bu pandemili yılbaşında da  toplumun baş ağrısı olmaya devam edeceğe benziyor.   


[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Salg%C4%B1nlar_listesi

[2] https://www.who.int/emergencies/diseases/novel-coronavirus-2019/covid-19-vaccines

[3]As part of his reform, Caesar instituted January 1 as the first day of the year, partly to honor the month’s namesake: Janus, the Roman god of beginnings, whose two faces allowed him to look back into the past and forward into the future. Romans celebrated by offering sacrifices to Janus, exchanging gifts with one another, decorating their homes with laurel branches and attending raucous parties.

[4] Sirius gökyüzündeki en parlak yıldız, 1718’de astronom Edmond Halley tarafından keşfedildi fakat ilk ciddi araştırmalar 1800’lerde yapıldı. 

William Huggins, yaptığı bilimsel araştırmalar sonucunda Sirius yıldızının Güneş’e doğru saniyede 7.6 kilometre hızla ilerlediğini hesapladı.

Yeni Yıl Esintileri

Post navigation