Yürümek insanları yüzyıllar boyunca kullandıkları tek ulaşım aracı olmanın ötesinde son iki yüz yılda teknolojinin ilerlemesiyle birlikte ticaret, keşif ve turizm amaçlı olarak da farklı bir perspektif kazanıyor. Günümüzde motorlu araçların yaygınlaşmasıyla yürümek ikinci plana itilmiş durumda. Artık yürümek istemeyen çoğunluk haklı olarak ulaşımda daha hızlı olan motorlu taşıtlar kullanımını yeğliyor. Yürümek tümüyle vakti bol olan insanların bir hobisi olma yolunda ilerliyor. On yedinci yüzyıldan itibaren zenginleşen ülkelerin yeni pazarlar ve kaynaklar arayan şirketlerinin amaçları doğrultusunda keşif gezilerinin arttığını görüyoruz. Bu seyahatlerin büyük bir bölümünün yürüyerek gerçekleştirildiğini söylemek gerekir.
Le Brreton kitabında “Ufuk Yürüyüşçüleri” adını verdiği yürüyen cesur kaşiflerden söz eder. Cabeza de Vaca’nın 1527 yılında yaptığı Endülüs’den Florida’ya , René Caillié Deux-Sévres’in 1816 yılında yaptığı Senegal ve çevresine, Richard Burton ve John Speke’nin 1856 yılında yaptıkları Afrika büyük göllere , Michel Vieuchange’ın 1929 yılında yaptığı Semara yolu gezileri örnek olarak anlatılır. Bu seyahatlerin ortak noktası seyyahların çok zor koşullar altında hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları yürüyüşlerdir. Adı üstünde ufuk yürüyüşleri.
Dublin’de bulunduğum yıllarda kutup kaşifi Ben Saunders’in[1] bir seminerine katılmıştım. Motivasyon ve liderlik konulu seminere Saunders konuşmacı olarak çağrılmıştı. Güney Kutbu kaşiflerinden Kaptan Robert Scott’un 1912 yılında yaptığı gezinin benzerini turizm amaçlı olarak düzenleyen Saunders bu yolculuğun o yıllarda ne denli zor olduğunu iki saatlik sunumunda fotoğraflar ve videolarla anlatmıştı. Kutbun keşfini tamamlayıp dönüş yolunda lojistik destek alamayan Scott ve ekibi donarak ölürler. Eksi elli derecede 2,900 kilometre yürümek zorunda olan kutup kaşiflerinin karşılaştıkları zorluklar tüyler ürpertici. Her an ölüm tehlikesiyle burun buruna geçen günler, haftalar ve aylar. Saunders o yıllarda bu insanları neyin motive ettiğini anlatmaya çalışmıştı. O soğukta yürümek günde 6000 kalori gerektiriyormuş. Bu kaloriyi hangi yiyeceklerden alacaksınız, nasıl aylarca muhafaza edip taşıyacaksınız, nasıl ölçeceksiniz gibi soruların yanı sıra yıkanma ve temizlik problemi de var. Saunders nasıl banyo yaptıklarını anlatmıştı. Eğer iki üç dakikadan fazla o havada çıplak kalırsanız uzuvlarınız donuyormuş. Özellikle de el ve ayak parmakları, kulaklar ve erkeklik organı. Önce bir banyo çadırı kuruluyormuş. Banyo yapacak kişi çadıra gidiyor soyunuyor çırılçıplak karlarda yuvarlanıyor sonra yuvarlanarak çadıra geri dönüyor ve kurulanıp ısınıyormuş. Eğer bu kar banyosu yapılmazsa vücutta yaralar oluşuyormuş. Saunders bize bu kar banyosu videolarını göstermişti.
Şimdi düşünüyorum da flanörlük ile kaşiflik arasında dağlar kadar fark var. Kaşiflerin karşı karşıya kaldığı tehlikeler saymakla bitmez. Öte yandan Flanör yaşadığı kentin gözlemcisi olarak kahvesini içerek kamusal alanda gözlem yapıyor, tespit ettiği ayrıntıları kayda geçiriyor. Günlük tutuyor. Sonra eğer yeri gelirse bu günlükleri yayınlıyor. Öte yandan kaşif hiç bilmediği topraklarda yabancısı olduğu bir coğrafyada farklı kültürler arasında keşifler yapmayı amaçlıyor.
Anadolu’yu gezip dolaşan Frenk seyyahların hemen hemen hepsi 17. Yüzyıldan itibaren Yunan ve Roma dönemine ait olan antik kentleri keşfetmek için yola çıkmışlardır. Bu keşiflerini bir müze ya da devlet birimi adına gerçekleştirmişler ve gezi sonrasında günlüklerini yayınlamışlardır.
Bugün bu günlükleri okumak onların gözleriyle o coğrafyayı tanımaya çalışmak, onların yürüdükleri patikalardan yürümek bana çok anlamlı heyecan verici geliyor. Yıllardır da bunu yapıyorum. Örneğin Charles Fellows’un izini sürdüğümde hemen hemen onun keşfettiği on kadar Likya antik kentini elimle koymuş gibi bulmuştum.
Bugün belediyeler ve özel turizm şirketleri adına yürüyüş parkurları haritası yapan girişimciler var. Bazı belediyeler turizm amaçlı olarak yerli ve yabancı doğa yürüyüşçüleri için parkurlar oluşturuyorlar. Önemli doğa alanlarında bu parkurların işaretleri görülüyor. Antik çağdaki isimleriyle Likya Yolu, Karya Yolu, Frig Yolu, St. Paul Yolu bunlardan en tanınmış olanları. Zaman içerisinde bu parkurların çoğalacağını söylemek mümkündür.
17. yy ile 20. yy arasında Anadolu’da farklı gerekçelerle olsa da bir çok Frenk seyyahın özellikle Yunan ve Roma dönemlerine ait antik kentleri keşfetme, kazı yapma, haritalama, söylentilere göre de istihbarat gibi faaliyetleri vardır. Frenk seyyahlar ülkelerinin elçileri vasıtasıyla padişah seyahat fermanı için başvuruyorlar. Seyahat teskeresi bu kapsamdaki yolculuklar için yeterli olmuyormuş. Padişah fermanı varsa, yatacak yer, yedek at, yiyecek, eşkıyalardan korunma gibi avantajlar da beraberinde geliyor. Seyahat edilen bölgenin amiri fermanı görünce tüm tedbirleri derhal alıyor aksi taktirde başına neler geleceğini biliyor. Biz de biliyoruz.
Bu seyyahların yayınladıkları kitaplardan faydalanarak onların izledikleri rotaların yürüyüş parkurlarını oluşturmak mümkündür. Bu bağlamda önce kitapları okuyarak harita çıkarmak, sonra haritaya göre yerinde uygulama ile günlük yürüyüş parkurları oluşturmak gibi son derece detaylı bir çalışma yapmak gerekmektedir. Bu çalışma tek kişinin yapacağı bir çalışma da değildir. Bir ekip işidir. Bu bağlamda GPS bağlantısı, topoğrafya, lojistik, vb. gibi detaylar incelenerek GR işaretleme sistemiyle parkurların işaretlenmesi ve levhalanması çok masraflı bir iştir. Örneğin Likya Yolu projesine bir banka sponsor olmuştur.
GR (Grande Radonnee) sistemi Fransız Hiking Federasyonunun kullandığı kırmızı beyaz işaretleme sistemidir. Avrupa’da bir çok ülke bu sistemi kullanmaktadır. Türkiye’de İngiliz asıllı seyyah Kate Clov’un işaretleme yaparak doğa severlere kazandırdığı Likya Yolu, St: Paul Yolu, vb. gibi parkurlarda GR sistemi kullanılmıştır.
Akıcı bir Türkçe ile konuştuğu ve yazdığı söylenen Kate Clov,1996 yılında Türk vatandaşlığına geçerek Kardelen Karlı ismini almış. Yaşadığı Antalya ve civar illerde yeni rotalar açmak için çalışmalar yapmaktadır.
Antalya bölgesinde doğa yürüyüş turları düzenleyen ve parkur oluşturan doğa rehberleri de var. Öncelikle neredeyse kırk yıla yakın bir süredir dağa tırmanış faaliyetleri düzenleyen ve tırmanış rotaları çizen Ömer Faruk Gülşen’den söz etmek gerekir. Gülşen bölgede en yüksek dağ olan Kızlar Sivrisi (3070 m.) olmak üzere Antalya, Burdur, Isparta, Denizli ve civar illerdeki dağların da tırmanış haritalarını çizmiş ve yayınlamıştır. Gülşen ve grubu ile bir çok zirveye birlikte tırmandık.
Akseki bölgesinde rota çalışması yapan Ümit Durak, Konya’ya kadar uzanan tarihi Melas kervan yolu üzerinde bir çok parkur oluşturmuş. Antalya, Akseki ve Geyik Dağları üzerinden uzanıp giden Melas yolu Kervan rotası zaman zaman Roma taş döşeme yollarıyla da birleşiyor. Sarıhacılar köyü görülmeye değer. Akseki bölgesinden geçerken hep o dağların güzelliği beni etkilemiştir. Özellikle de bahar aylarında dorukları karla kaplı dağların seyrine doyum olmaz. Dağların biri biter öbürü başlar. Anamas dağları, Geyik Dağları, Gidengelmez Dağları, Aksu kanyonu, Sülek yaylası ve Sarıhacılar köyü büyüleyici güzellikler sunar gezgine. Bu uçsuz bucaksız dağlar, yaylalar binlerce yıldır yörüklerin yurdu olmuş. Bölgenin insanı o dağları avucunun içi gibi biliyor. Zaten bir çok yere kimse ayağını bile basmamış. Bu nedenle yaban hayatı çok zengin. Bir çok yerde soyu tükenen yaban hayvanlarını o dağlarda görmek mümkün. Ama avcılar peşlerinde. Hali vakti yerinde büyük şehir avcıları yerel rehberlerle, arazi araçlarıyla, projektörlerle, dürbünlü tüfeklerle geliyor o dağlarda çadır kuruyor geceleri yaban hayvanlarını vahşice öldürüyorlar. Hesap soran da yok, arayıp soran da.
Frenk seyyahların eserlerinden Türkçeye ilk tercüme edilen benim bildiğim Fransız Charles Texier’in üç ciltlik eseri var.[2] Bu eser 1839 -1849 yılları arasında Paris de fasiküller halinde yayınlanıyor.[3] 1802-1871 yılları arasında yaşayan C. Texier, Anadolu’ya 1833 ve 1843 yıllarında iki ayrı seyahat yapıyor. Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulundan mezun olan Textier, Fransız Bilimler Akademisi ve Paris Arkeoloji Enstitüsü üyesi olarak bürokraside önemli görevler aldığı biliniyor. Fransız hükümeti tarafından “araştırmalar” yapmak üzere Anadolu ‘ya gönderilmiştir. Bu seyahatlerin arkeolojik amaçlı mı yoksa farklı bir amacı mı olduğunu söylemek hiç te zor değil. O zamanlar “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde ciddi bir parça kapma niyeti olan ülkeler arasında Fransa da vardır. Birinci savaşın sonunda yenilen Osmanlı İmparatorluğu çok ağır şartlar ihtiva eden 30 Ekim 1918 yılında Mondoros Mütarekesini[4] imzalamıştır. Bunu takiben Fransız birlikleri Tarsus, Adana, Urfa, Antep Maraş, Kilis başta olmak üzere güney doğu vilayetlerini işgal etmiştir.
Textier’in 1832-1837 yılları arasında, ikinci seyahati ise 1843-1845 yılları arasında yapmıştır. Seyahat notları 1839-1840 tefrika edilmiş kitapların basımı ise 1862 ve 1882 yıllarında gerçekleşmiştir.
Textier İstanbul’dan Tarsus’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaptığı seyahatler için zamanın padişahı olan 2. Mahmut’dan ferman almıştır. Sanırım bu fermanın Tarsus’a kadar olmasının belirli bir sebebi olmayabilir de. Batı yanlısı olarak bilinen 2. Mahmut, 31 yıllık iktidarında batılı elçilerle ve ticaret erbabıyla iyi ilişkiler kurmuş ve diplomasi alanında bir çok yenilik yapmasıyla tanınıyor. Bu yeniliklerin daha sonra Tanzimat fermanında yer alması da dikkat çekicidir.
Textier birinci kitabında kapsamlı bir Anadolu tarihçesi vermektedir. Anadolu’da yaşayan ırklar, kavimler, göçler ve savaşlara değinmektedir. Doğal olarak Heredotos, Strabon, vb. gibi ilkçağ tarihçilerini de yeri geldiğinde referans göstermektedir. Özellikle MÖ. 5.ve 6. Yüzyıllarda oluşan ilkçağın yer adlarını bir liste halinde vermektedir. Paflagonya, Likya, Karya, Kapadokya, vb. gibi. Coğrafi bölgeleri hem karadan hem de denizden tüm detaylarıyla anlatır. Bu bilgileri gözlem yaparak mı yoksa harita üzerinde çalışarak mı derlediğini söylemek zor. Kitabın anlatım dili bir günce gibi tutulmadığı için bunu anlamakta zorlanıyoruz. Örneğin, “bugün Kragos dağına çıktık” veya “Bugün pergamon’u ya da Sagalasos’u gezdik” gibi ibareler yok. Kitapta yer alan gravür ve haritaların bu geziler sırasında çizildiği anlaşılmaktadır. Textier’in ilk yolculuğunda dört yıl süren çok detaylı inceleme gezileri yaptığı ve bunu yürüyerek yaptığını biliyoruz. Anadolu coğrafyasının tarihini böylesine detaylı olarak yazmak için Textier’in yıllar süren gözlemlerini ve araştırmalarını bir sistematik içinde sunması hiç şüphesiz çok büyük ve değerli bir çalışmadır.
Anadolu’yu gezen Frenk seyyahların at üstünde veya yürüyerek yaptıkları seyahat notlarının arasında 13 Likya kentini keşfedip dünyaya tanıtan Sir Charles Fellows’un günlükleri önemli bir yere sahiptir.
Frenk Seyyahlar :
- Pococke, Richard , Description of the East and Some other Countries, Londra, 1765
- W.J. Child, Across Asia Minor on foot, Londra, 1917
- Arundell, F.V.J Rev. Discoveries in Asia Minor, Antioch and Pisidia, Londra , 1834
- Textier, Charles, Küçük Asya, Tarihi, coğrafyası ve arkeolojisi, Ali Suat çevirisi, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı, 2002
[2] Asie Mineure; Description Geographique, Historique et Archeologique des Provinces et des Villes de la Clzersonnese d ‘Asie (Paris, Typographie de Fim1in Di dot Freres, Fils et C., Editeurs de L’ Institut de France, 1862, 1882)/
[3] Yazann Tilrkiye’ye ilk seyahatinin (1833-1837) sonuçarını ihtiva eden Frans1zca orijinali, büyük boyda 862 sayfa metin, 239 gravilr ve plan ile 5 haritadan oluşmaktadir. C. TEXIER ilk seyahatinden on yil sonra (1843 yilmda) Tiirkiye’ye yaptğı ikinci seyahatini takiben bu eserini, yeni bilgi ve belgeler eklernek suretiyle, daha da olgunlaşt1rarak yeni bir versiyonunu, yine Paris ‘te once 1862, sonra 1882 y1llannda olmak ilzere iki kez daha bastmm~tir. Bu defa tek cilt halinde ve 757 sayfa. Kaynak: Orijinal metin
[4]https://tr.wikipedia.org/wiki/Mondros_M%C3%BCtarekesi