web analytics

 Solo yürümekle bir insanın kendini bulması mümkün müdür? Bir insanın kendisi olmak ne kadar zor olabilir? Kalabalık içinde kendin olma ihtimalin var mı?

Nietzsche’nin “kendin ol” çağrısına kulak verelim vermesine de onun yaşadığı sade yaşama ulaşmamız mümkün değil. Gerek Nietzsche gerekse de onun ilham aldığı Schopenhauer[1] (1788-1860) yalnız yaşama konusunda ustalaşmışlardır. Schopenhauer’den yapılan alıntılara şöyle bir bakmakta fayda var:

“Tüm gerçekler üç aşamadan geçer. Önce alaya alınırlar; sonra kendilerine şiddetle karşı çıkılır; ve son olarak ise doğruluklarının çok açık olduğu ilan edilir. Hayat bir sarkaç gibi bir o yana bir bu yana, ıstıraptan can sıkıntısına salınıp durur.

İnsan istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez.” Kaynak : Vikipedi

İnsanlara ilişkin karamsar düşünceleri onların ortak noktasıdır.  Özel yaşantılarında ve  ilişkilerinde karamsar hatta zaman zaman  öfkeli olmalarının dost edinmelerine engel olduğu da söylenebilir. Öteki olanı cehennem zebanisi ilan etme eğilimi varoluşçuların ve nihilistlerin rağbet ettikleri düşünce mabetlerinden kabul edilebilir.

Neden öteki olan şeytanlaştırılıyor?

Ben olmayan kişi yadırgandığı için olabilir mi? Benliğinin farkında olan bireyin öteki olanı da fark etmesi her zaman mümkün olmayabilir. Öteki ile olan ilişkisinde “ben” ile konuşuyormuş gibi bir diyalog arayan kişiler hep “biz” kipinde konuşmayı sever. “Bizim dağlarımız”, “bizim çiçeklerimiz”, “bizde şöyle”, vb. gibi ben den yola çıkarak bir çok ben yaratma eğilimi ortaya çıkar. O vakit “ben” kavramını da tarif etmek gerekir.

“ben, kendi bilincine varmış bir öznedir… Kendi bilincine varmak demek, kendini bir ben olarak duyumsamak ve kendisiyle kendi olmayan arasındaki sınırı çizerek, bu suretle kendisi olmayanın da farkında olmak demektir”

Türkçe sözlüğe göre de;

 “insanın kişiliğini oluşturan temel öğe, onu diğer varlıklardan ayıran ve kendine has kılan bir bilinç halidir “
Her insanın kendi benliğini tanıdığını ve bildiğini varsaymak da doğru değildir. İnsanın kendini bilmesi yani benliğini ve karakterini tanıması bir çaba gerektirir. Sokrates’in “kendini bil” (Gnothi seauton yani “Kendini bil” bir Antik Yunan vecizesidir. Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde altın harflerle yazılıydı. Bu buyruğun kökeni Appolan’a isnat edilmiştir. Deyiş en azından beş antik Yunan bilgesine atfedilmiştir: Spartalı Chilon Miletli Thales Sokrates, Pisagor Atinalı Solon.  Kaynak: vikipedi.)

Benlik konusunda yazılmış bir çok kaynak var. İnsanların çoğu da benliklerinin farkında değildir. Bunun nedenini İnönü Üniversitesi’nden araştırmacı Şahin Efil şöyle açıklıyor:

(,,,,,,insanın nasıl bir benliğe sahip olduğu hakkında biraz daha objektif olması, yeri geldiğinde iç dünyasına yönelebilmesi, bu dünyanın sesine kulak verebilmesi ve kendine eleştirel olarak bakabilmesi oldukça zordur. Özellikle benin kendi davranış ve düşüncelerini eleştirebilmesi insan benliğine oldukça ağır gelmektedir ve onun böyle bir yüzleşmeyi kaldırabilmesi sanıldığı kadar kolay değildir. Bu da, onun kendi hakkında bilgi sahibi olmasına ve kendini bilmesine engel teşkil etmektedir. Bu engeli aşmak için benin yoğun bir çaba harcaması ve kendisiyle yüzleşmesi gerekir.)[2]  

Bu yüzleşme konusu “ego” ile bir çatışmanın ilk aşaması olması itibariyle çoğu kişi tarafından tercih edilmez. Ergenlik öncesinde benliği öteki veya ötekiler tarafından baskı altında tutulan bireyler kendi benliklerini bulma yolunda yalpalarlar. Özellikle Türkiye gibi feodal kültürden  tümüyle kurtulamamış  geç modernleşen ülkelerde bireylerin ben ve öteki arasındaki ilişkileri çok sağlıklı değildir.

İşte solo yürüyüşler bu süreçte  “Gnothi seauton “ yani kendini bilme aşamasında bireylere olanaklar sunar. Birey yürüyüşçü kendiyle baş başa kalarak  benliği ile yüzleşme imkanına kavuşabilir. Kent yaşamının hızlı temposu her zaman bireye “tefekkür” etmeye fırsat tanımayabilir. O toplumda ortak payda neyse o değer yargılarına göre bir yaşam biçimini beraberinde getirir.

Solo yürüyüşlerime yıllar önce öğrencilik yıllarımda  kentlerde başladım. Kent aylaklığı yani flanörlük zahmetli bir iş. İstanbul, Stockholm, Dublin, Londra gibi büyük metropollerde flanörlük bana çok şey katmıştır. Paris’de yıllar önce bir  ay kadar aylaklık etmiştim. Gece gündüz Paris’i karış karış dolaştığımı hatırlıyorum. Saatlerce yürüyorum elimdeki haritaya göre okuduğum kitaplarda adı geçen yerleri arayıp buluyorum. Günlük defterime notlar alıyorum. Kendimle yüzleşiyordum diyebilirim. Bir kafeye oturup geçmişi kurcalıyorsun. Sorunlarını düğüm düğüm çözmeye çalışıyorsun. Hayal kırıklıkları, yanlışlar, baskılar, yokluklar ve daha bir çok sorunu teker teker ele alıp çözümlemeye çalıştığımı hatırlıyorum. Günlük tutmanın en faydalı yanı da bu. Ortada bir kayıt var. Yirmi yaşımda başladığım günlük tutmayı otuz yıl kadar sürdürdüm. Sonra onları düzenleyip elektronik ortama aldım. Doğa yürüyüşlerine düzenli olarak da ondan sonra başladım. Orman patikaları en sevdiğim doğal alanlar. Yağmurlu, karlı ne olursa olsun. Ormanlık alanda yürümek hem de kendi ritminde yürümek çok dinlendirici. Grup halinde gidildiğinde ne kadar bilinçli olurlarsa olsunlar gürültü ediyorlar. Genellikle de Türkler. Yabancılar sessizce yürüyor. Özellikle de Almanlar. Benim Antalya’da birlikte yürüyüş yaptığım grupta Alman, Norveçli, Finlandiyalı, Yeni Zelandalı, Belçikalı, Rus  yürüyüşçüler vardı. Grubun ortak bilinç düzeyi çok yüksek olduğu için en ufak rahatsızlık veren bir olay olmuyordu. Öte yandan sadece Türk yürüyüşçülerin bulunduğu bir başka grupta yürümek tam bir ıstıraptı. Konuşanlar, müzik dinleyenler, molalarda sigara içenler, halay çekenler hiç eksik olmuyordu. İnsanlar eğlenmek istiyor. Nihayetinde çalışarak geçirdikleri bir haftanın tek boş gününde doğaya çıkıp kafalarını dinlemek isteyen bu insanları kesinlikle kınamıyorum. Onlara hak veriyorum. Ama herkesin dalga boyu farklı. Benim öyle bir beklentim yok. Ben doğayı dinlemek istiyorum. Yaban hayatının içine girmek istiyorum. Çiçeklerin fotoğrafını çekiyorum. Ağaçları inceliyorum. Amaçlar ve beklentiler farklı olunca grubun sakıncaları da ortaya çıkıyor.

Solo yürüyüşlerde tempoyu ayarlamak senin elinde. Nasıl istersen öyle oluyor. Yürüyüş yaparken fotoğraf çekmek yürüyüş temposunu etkiliyor doğal olarak. Eğer grupla gidiyorsanız ve grupta “selfi” çekenler varsa yürünen patikada onları beklemek zorunda kalabilirsiniz. Aslında fotoğraf çekmek isteyenin yürüyüş yolundan, patikadan kenara çekilerek geçecek olanlara yol vermesi beklenir. Ama grupta yürüyenlerin büyük bir çoğunluğu bunu yapmıyor. İkaz edince de sinirleniyorlar. “Koskoca dağda geçecek yer mi yok?” diye itiraz ediyorlar. Eğer geçecek yer varsa sorun yok ama geçecek yer tehlike arz ediyorsa sorun var demektir. Farkındalık katsayısı burada devreye giriyor işte. Solo yürüyüşçü kendisiyle yüzleşerek farkındalık katsayısını artırır.

Solo yürüyüşçünün her şeyden önce bir yürüyüş planı yapması doğru olur. Eğer günübirlik bir yürüyüş değil de birkaç gün süren bir yürüyüş ise mutlaka bir plan yapmak gereklidir. Öncelikle etaplar belirlenmeli, geceleme yapılacak yerler eğer çadır kurulacaksa elverişli yerler belirlenmeli, eğer pansiyonda kalınacaksa önceden rezervasyon yapmalıdır. Doğa yürüyüşlerinde fazla iniş çıkış yoksa saatte 3-4 kilometre yol yürümek normal sayılabilir.  Eğer iniş çıkış varsa 2-3 kilometreye düşecektir. Genel olarak 15-20 kilometrelik etaplar bir gün için normal sayılabilir. Ama yapılan plana göre bu mesafeler 10 kilometreyle de sınırlandırılabilir. Yürüyüşçü çadır ve uyku tulumunu yanında taşıyorsa beğendiği yerde kamp kurup istediği kadar kalabilir. Doğa yürüyüşlerine üç yüz yıl önce başlayan ülkeler milli parklarda yürüyüş parkurları oluşturarak turizmin hizmetine sunmuşlardır. ABD, Kanada, Almanya, İsveç, Fransa, İtalya, Avusturya başta olmak üzere  daha bir çok ülkede yoğun bir şekilde yürüyüşçülerin akın akın gittikleri milli parklar vardır. Bu parkurların bazıları 4-5 bin kilometre uzunluğundadır.

Avrupa’nın ve dünyanın en tanınmış yürüyüş yollarından biri de İspanya’daki 800 kilometre uzunluğundaki St. James Yolu (Aziz Yakup Yolu)’dur. (İspanyolca El Camino de Santiago, Fransızca Chemin de Saint-Jacques-de-Compostelle).  

Türkiye’de de minimum bir ay süren yürüyüş yolları vardır. Likya Yolu, Aziz Paul Yolu, Karya Yolu, vb. Bu yollarda genellikle solo yürüyüşçüleri görmek mümkündür. Bir ay süren bu yürüyüşlerin çok farklı lojistiği ve psikolojisi olduğunu söylemek gerekir.  


[1] Arthur Schopenhauer, Alman filozof, yazar ve eğitmendir. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Ayrıca Schopenhauer, Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır.

[2] Efil, Şahin: Kendini ötekinde fark etmek., İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Kış (Aralık) 2016, www.inijoss.net

Solo Yürümek

Post navigation