web analytics

Anadolu’nun orta ve batı Karadeniz bölgelerinin en önemli akarsuyu bugünkü adıyla Sakarya nehridir. Tarih kitaplarında geniş olarak yer verilen Türk ordusu zaferi bu akarsuyun adıyla anılır: birinci savaş sonrası 20 gün süren ve 13 eylül 1921 tarihinde Yunan ordusunun yenilgisiyle sonuçlanan  muharebenin önemli bir bölümü   Sakarya nehri kıyılarında gerçekleşir. Millî Mücadele’nin en çetin muharebelerinin gerçekleştiği binlerce insanın öldüğü ve Türk ordusunun binlerce şehit vererek kazandığı “Sakarya Subay Muharebesi” referansı ile de bilinir. Sakarya nehri taraflar için bir sınır oluşturmuştur, batı tarafına  Yunan kuvvetleri doğu tarafına ise  Türk kuvvetleri konuşlanmıştır.[1]

Sakarya nehri Anadolu Platosunun ikinci uzun akarsuyu olarak hayati bir öneme sahiptir. Akarsuyun birinci kolu  Afyon’un kuzeydoğusundaki Bayat Yaylası’ndan, diğeri ise Eskişehir Çifteler Sakarya başından doğar. Akarsu 824 kilometre boyunca dokuz ilin topraklarından geçer: Bunlar Sakarya, Bolu, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Bursa, Kütahya, Konya, Afyon illeridir. Geçtiği topraklarda Porsuk Çayı, Ankara Çayı, Mudurnu Çayı, Koca Çay, Kirmir Çayı, Çark Suyu ve Darı çay dere sularını da toplayarak Karadeniz’e dökülür.

Sakarya Nehri’nin üzerinde bana göre taşıyacağından daha fazla HES santrali kurulmuştur.[2] Aladağ ve Kirmir çaylarının sularını aldığı yerde Türkiye’nin en büyük santrallerinden biri olan Sarıyar Hidroelektrik Santrali ile Gökçekaya Hidroelektrik Santralı ve Yenice Barajı toplam 13 adet baraj ve/veya HES bulunmaktadır.[3] Bu HES santrallerinin faydadan çok doğaya verdiği zararla değerlendirilmediği bir yönetim anlayışının hâkim olduğunu söylemeliyiz. Öncelikle akarsuyun çıktığı yerde; Sakaryabaşı olarak adlandırılan yerde havuz oluşturan kaynakların her geçen yıl daha fazla ziyaretçiyi kendine çekmesinin  hatırı sayılır bir çevre kirliliğine sebep olduğu açıktır.[4] Bölgede video ve fotoğraf çekimi yapan doğaseverler ve STK üyelerinin gösterdikleri ambalaj atıklarının doldurduğu havuz ve  kaynaklar, akarsuyun akış yatağında birikmekte  çok ciddi sorun yaratmaktadır.[5]

Akarsuyun geçtiği her bölgenin ortak noktası tarımsal, kimyasal ve ambalaj atıklarının yarattığı tehlikelerdir.[6] Türkiye’de ambalaj atıklarının önlenmesi, zehirli atıkların ve kanalizasyonların akarsulara karışımı konularında gerek yerel yönetimler gerekse de sorumlu bakanlıkların ciddi bir programı yoktur. Sorumlu kamu yöneticileri kendilerine çevre kirliliği konusunda soru sorulduğunda kirlenme olayının gerçek olmadığını ileri sürerek siyasal yaklaşımlarla sorunu reddetmeyi tercih ediyorlar. Yıllardır bu tavrı sürdüren bürokratlar doğanın yani akarsuların kirlenmesini de pek umursamazlar. Türkiye’deki çevre sorunları ne yazık ki siyasi olarak önemsenmez; hep hasır altı edilmek istenir. Bunun nedenleri her şeyden önce halkın çevre bilincinin hiç olmamasıdır. Halk çevre kirliliğinin en başta gelen yaratıcısı olduğunu da bilmez. Bilmek istemez, ambalajları çevreye atmaya devam eder. Halkın ilgi göstermediği bir konuya yatırım yapmak istemeyen siyasi yöneticiler daha  çabuk netice alacakları gelir getirici arsa spekülasyonları yönüne ağırlık verirler. Fabrika sahipleri  devletin bu yetersiz yasalarını ve pasif tutumunu bildikleri için arıtma tesisleri yatırımlarını yapmazlar. Çok düşük olan cezaları ödemeyi tercih ederler. Çevre kirliliği bazı yönetmeliklerle kontrol altında tutulmaya çalışılır, fakat kirliliğe sebep olan faktörlerin önlenmesi için caydırıcı  yaptırım uygulanmadığı için akarsuların ve göllerin, denizlerin, ormanların kirlenmesine engel olmak çok güçtür.[7]

 Her ilkbahar ve sonbaharda sel ve su baskını, toprak kayması, kuraklık çevre kirliliği, iklim krizi  gibi felaket haberleri yapan medya, hiçbir zaman HES’lerin, insanların  ve fabrikaların doğaya verdiği zararların bu felaketlere yol açtığını belirtmez, araştırmaz, uzmanlara mikrofon uzatmaz.  Malum büyük holdingleri ve iktidarı eleştirmeyi göze alamazlar. Onun yerine sapkın din tacirlerinin “ abuk subuk” masallarını yayınlarlar. Devlet yardımıyla yağmur duaları düzenlerler. Nehirlerin sebep olduğu felaketler binlerce yıldır nehir tanrılarının gazabı olarak algılandı. O nedenle bugün eğer HES’lerin verdiği zarar olarak değil de tanrının gazabı olarak algılanıyorsa bunun hayret edilecek bir yanı yok.

“Nehir tanrısı her yıl kurban ister.”  

Saggarios (Sangarius);  Yunan mitolojisindeki nehir tanrısı ve günümüzdeki Sakarya nehrinin antik dönemdeki adıdır. Saggarios Antik Yunanca kökenlidir ancak asıl kökenin Sankara/Sangara kelimesine dayandığını savunanlar da vardır. Bilge Umar’ın iddiasına göre bu isim Luvi kökenlidir ve “Kutsal ve Güzel” anlamlarına gelen  “Swa” ön takısı almıştır. S(wa)-Anka-(u)ra… Ki Umar’a göre Ankara adı da bu kökene dayanmaktadır.  Sangarios adı Frigya (Phyrigia) bölgesine ait birçok mitolojik hikâyede geçmektedir.

Nehir Tanrısı Sangarios;Bütün ırmak tanrıları gibi Yunan mitolojisine göre Okeanos ile Tethys’in oğludur. Troya kraliçesi Hekabe’nin babasıdır ve aynı zamanda Athena’ya flüt çalmasını öğreten tanrıdır. Bir başka söylenceye göre  Phyrgia sınırlarında yer alan tapınım alanında Agdos adlı bir kaya varmış. Kybele’ye âşık olan Zeus, onunla birleşmeyi başaramayınca tohumunu o kayanın üstüne bırakmış. Bu tohumdan çift cinsiyetli Agdistis doğmuş…  Dionysos, Agdistis’i sarhoş ederek erkeklik organını kesmiş. Onun attığı uzuvdan bir badem ağacı çıkmış, onun meyvesini Sangarios ırmağının kızı Nana göğsüne almış, gebe kalıp Attis’i doğurmuş.

Sangarios, Nana’ya çocuğu dağa bırakmasını buyurmuş. Bebek gelen geçenin ilgisini çekmiş, onu bir tekenin sütüyle beslemişler.  Agdistis ile Kybele ikisi birden gönül vermişler bu güzel delikanlıya, ama Phrygia kralı Midas onu kendi kızına almak istiyormuş. Derken Agdistis Attis’i çıldırtmış, delikanlı bir çam ağacının dibinde erkekliğini keserek can vermiş. Kybele tanrıça onu gömmüş, toprağa akan kanından biten menekşeler dibinde öldüğü çamı çepeçevre sarmışlar. Midas’ın kızı da umutsuzluğa düşerek canına kıymış, Kybele onu da gömmüş ve onun mezarı üstünde de menekşeler bitmiş. Ayrıca mezarı üstünde bir badem ağacı büyümüş. Agdistis Zeus’a yalvarmış Attis’in bedeni hiç bozulmadan kalsın, çürümesin diye, Zeus da bu dileğini yerine getirmiş. Attis’in saçları büyümeye, küçük parmağı da oynamaya devam edecekmiş. Bu sözü aldıktan sonra Agdistis sevgilisinin ölüsünü Pessinus’a götürmüş, orada gömmüş ve anısına bir bayram ile bir rahip heyeti kurmuş. Kybele kutlamalarında rahiplerin kendilerini hadım etmeleri ritüeli de bu hikayeye bağlanabilir.

 Sangarios (Sakarya) ırmağının kızı Agdistis efsanesi de benzerlikler taşır:  su perisi Nana sıcak bir günün akşamı serinlemek için, kendini Sakarya suyuna atmış. Su perisi badem ağacından bir badem koparmış bademi kırıp soyup yemiş.  Dokuz ay sonra çok güzel  bir erkek çocuk  doğurmuş.

Bir diğer efsaneye göre de Nikaia, Sangarios ile  Kybele’nin kızıdır…. 

Tarihçiler, Sakarya adının “Sangarius” tan geldiğini, bu adın da eski Frikya bölgesinde Sakarya’nın doğduğu yer olan “Sangia” şehrinden alındığını yazarlar. Bu şehir, Eskişehir sınırları içindeki Çifteler ilçesinin 3 kilometre güney doğusunda yer almaktaydı. Bu gün de burada kaynayan ve küçük bir göl haline gelen yer altı suları, Sakarya’nın kaynağı olarak bilinmektedir.

İlk yerleşimci olan Frigyalılar M.Ö. VII. yüzyılda bu bölgede hüküm sürmekte iken, bu nehre kendilerince kutsal sayılan “Sangari” adını vermişler ve bu isim sonraları, “Sangarios” (Sangarius) ve saldırgan anlamına gelen “Zakharion” biçimine dönüşmüştür. İlin adı olan “Sakarya”nın MÖ. III ve MS. IV. yüzyıllar arasında bölgede yaşayan Bithynlerin Kraliçesi “Sangarius”un adının zamanla söyleniş değişikliğinden geldiği rivayet edilmektedir.

Friglerin Ana Tanrıçası Kybele’nin kocası Attis’i, Sakarya Nehrinin peri kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya’nın güzellikte eşsiz kutsal perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına aşık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmış, sonunda Attis, ya da kimine göre Tammuz’u doğurmuştu. Temmuz ayı, adını buradan almaktaydı. Ana Tanrıça Kybele’nin şehri, bugün Sivrihisar’ın on iki kilometre güney doğusundaki Pessinus olarak bilinir. Bugün, bu şehrin yerinde arkeolojik kazılar yapılmakta ve Kybele Tapınağı meydana çıkarılmaktadır.

Eskiçağ Anadolu efsanelerine göre, Kybele Anadolu “mater” yani tanrıça kültünün baş tanrıçasıydı, tabiatın anası sayılıyordu. Yunan mitolojisindeki Ceres gizemleriyle benzeşen yönüyle yeniden doğuş ;İlkbaharda genç kız, yaz mevsiminde de çeşitli ürünleri doğuran ana oluyordu. Kybele’ye Celine ay tanrıçası gözüyle de bakılıyor, ay hilâl şeklindeyken kızı, dolunayken doğuran kadını temsil ettiğine inanılıyor dolunayda tohumların toprağa gömülmesinin bereket getireceğine inanılıyordu.

Sakarya Anadolu topraklarında dolaşan, ona can veren, güç kazandıran eşsiz bir hayat kaynağıydı. Bundan dolayı Sakarya nehri binlerce yıldır kutsal sayılmıştır. Sakarya Kybele’nin tanrıça ananın yıkandığı akarsudur ve kutsaldır.


[1] Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) – Atatürk Ansiklopedisi (ataturkansiklopedisi.gov.tr)

[2] Sakarya Nehri (enerjiatlasi.com)

[3] Hidroelektrik Santralleri Faydaları ve Zararları (ekolojist.com)

[4] Sakarya Nehri can çekişiyor… – Medyabar

[5] Eskişehir’de Sakarya Nehri’nin doğduğu bölge, su altından görüntülendi (aa.com.tr)

[6] Sakarya’yı tehdit eden çevre felaketi! Kimyasal atıklar Sakarya Nehri’ne karışıyor (youtube.com)

[7] Akarsu Kirliliği | CEVREONLINE

Sakarya/ Sangarios

Post navigation