Bir coğrafyada tarih bilinci nasıl oluşuyor? Mistik hikâyeler, mitolojiler, masallar, destanlar, türküler bu bilincin oluşmasında ne kadar etkili olabilir? Bütün bu folklorik öğeler hep geçmişte olanları anlatmaz mı? Hem coğrafya hem tarih gibi iki disiplini bir potada eritmek modern zamanlarda gerçekleşti. Ünlü İngiliz “Geographical Society of London” 1830 yılında kurulduğunda belki de siyasi amaçlarını ön plana alan muktedirler ham madde temini, doğal zenginlikleri tanımak ve yayılma alanları için bilgi toplamak amacını gütmüyordu. Seçkin akademisyenlerin bir akşam yemeğinde bir araya gelerek seyahat raporlarını sundukları sosyal bir kulüptü. 1859 yılında “Royal” ünvanı verilerek siyasallaştı denebilir. Bugüne kadar dünyanın bir çok ülkesinde sekiz binden fazla “expedition”[1] organize eden topluluğun dünyanın en zengin coğrafya eserlerini barındırdığı bir kütüphanesi olduğu da vurgulanmalıdır.[2]
Bir “expedition” acaba nasıl gerçekleştirilebilir. Türkçe “sefer” kelimesini kullanabiliriz. Diyelim ki “Fırat”, “Sakarya” ya da “Menderes” akarsuyunun keşfi için bir sefer düzenleyeceğiz. Öncelikle bir sefer planına ihtiyaç var. Bu seferden ne amaçlanıyor? Kimler katılmalı, lojistik nasıl sağlanacak, zamanlama nedir? Sponsor kim? Yani masrafları kim ödeyecek? Sefer sonrası sunumlar kime ve nerede yapılacak? Rapor bir kitap olarak yayınlanacaksa, editör heyeti kimlerden oluşacak? İşte bütün bu soruların cevabının verilmesi gerekiyor. Üstüne üstlük bu plan 1800’lü yıllarda yabancı bir ülkede yapılacak.
Frenk seyyahların Anadolu daha doğrusu onların deyimiyle “Küçük Asya” seferleri kitaplardan okuduğumuz kadarıyla son derece kapsamlı idi. Örneğin Charles Fellows[3] yayınladığı üç kitapta özellikle kendisine eşlik eden İngiliz asıllı ressam gravürcü ve arkeolog Sir George Scharf (1820-1895) ‘ın çalışmalarına da yer vermiştir. Hem ressam hem arkeolog nadir bulunan bir yetenek. Buna ilave olarak da bir harita uzmanı da gerekir. Genellikle bu haritacılar asker kökenli oldukları için genellikle “casusluk” işleri de yaparlardı. Sadece Pisidia bölgesine gelen Frenk seyyahlara örnek olarak William Martin Leake, Louis Alexander Olivier de Corancez, Otto von Richter, Léon de Laborde, Pierre de Tchiatcheff, Louis Duchesne, Maxime Collignon, Charles Texier, William J. Hamilton, Thomas A. B. Spratt, Edward Forbes, Charles Fellows, L. Vivien de Saint-Martin, William H. Waddington, E. J. Davis, Friedrich Sarre, İngiltere’nin İzmir konsolosu Francis Vyvyan Jago Arundell ve Gertrude Bell[4] verilebilir.
Frenk seyyahların arasında en kapsamlı bilgileri verenlerden biri de Fransız seyyah Charles Texier’dir.[5] Üç cilt olarak yayınlanan eseri (1862)“Küçük Asya” Ali Suat[6] tarafından Arapça harflerle Türkçe’ye 1924 yılında çevrilmiştir.[7] Daha sonra 2002 yılında sadeleştirilerek Latin harfleriyle basımı yapılmıştır. Texier kitabının önsözünde “seyyahlara öğütler” adı altında çok ciddi bilgiler vermiştir. İlki ve en önemlisi güvenlik meselesidir. Kırsal alanda eşkıya çetelerinin varlığına işaret etmektedir. Bir albay olan İngiliz Leake’in bir askeri müfrezeyle seyahat ettiğinden söz eder. İkinci konu izin konusudur. Seyahat belgesi olan “tezkire” nin yeterli olmadığını padişah “ferman” ının neden zorunlu olduğunu anlatır. 1835 yılında verilen ferman metni kitabın birinci cildinde yer almaktadır. Texier ikinci olarak seferi organize edecek olan “dragoman” rolüne dikkat çeker. Bu şahıs genellikle birkaç lisan bilen ama dikkatle izlenmesi ve her attığı adımın kontrol edilmesi gereken güvenilmemesi gereken bir tüccardır. Hatta Texier gezginlere Türkçe öğrenmelerini de salık verir. Çünkü dragomanın ne söylediğinin hayat memat meselesi olduğuna da işaret eder.
Lojistik destek olarak bir “dragoman”[8], katırcı, silahlı güvenlik elemanı , ahçı, birkaç yardımcıdan oluşan neredeyse on kişiye yakın bir grupla seyahat ederlerdi. Üç dört ay süren seferlerin lojistik bir kabus olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca yiyecek ve taşıma masraflarının kaç liraya mal olduğu hesabını yapmak da kolay değil. Günümüzde özellikle arkeoloji ana bilim dalı olan üniversitelerde bu hesaplar yapılıyor olmalıdır. Fransa, İngiltere, Avusturya, Almanya gibi ülkelerin on sekizinci yüzyılın başından itibaren Anadolu’ya arkeolojik kazılar için uzmanlar gönderdiklerini biliyoruz. Bu uzmanların çok sıkı güvenlik önlemleriyle ve padişah fermanlarıyla seyahat ettikleri de unutulmamalıdır.
Anadolu medeniyetlerinin araştırılmasında “Frenk Seyyahlar” olarak adlandırdığım farklı disipline mensup araştırmacıların arasında topluluk üyelerinin de bulunduğu ve eserlerinin yayınlanmasında devletlerin katkı sağladığını da söylemek mümkündür. Günümüzde “Tarihi Coğrafya” adını verdiğimiz çalışmaların temellerinin bu devlet destekli coğrafya, arkeoloji topluluklarının üyeleri tarafından atıldığı da düşünülebilir.
Nedir tarihi coğrafya?
“.. herhangi bir bölgenin coğrafi özelliklerinin araştırılmasını ve tasvirini konu edinerek bir bölgede yaşayan insan topluluklarının kurdukları siyasi örgütlenmelerin coğrafi durumlarını incelemektedir. Tarihi coğrafyanın temel amacı, tarih öncesi ve tarihi dönemlere ait arkeolojik araştırmalar sonucunda elde edilen buluntular ile geçmişe ait bilgileri kullanarak coğrafi bir sentez meydana getirmektedir. Genel olarak bir tarihi coğrafya çalışmasında en önemli materyal kaynakları; arkeolojik buluntular, yer isimleri, tarih ve coğrafya eserleri, seyahatnameler ve haritalardır.”[9]
Şimdi biraz da Yunanca “Istoria” (ιστορια) kavramı üzerinde duralım. İlk kullanan kişinin de Heredotos (Ηερεδοτος) olduğu söyleniyor. Istoria ne demek acaba ? Türkçedeki tarih kavramı Istoria kavramını açıklıyor mu? Maalesef açıklamıyor. Istoria Ion (Ιον) lehçesinde “bildirme, haber yoluyla iletme” anlamını taşıyor. Attika (Αττικα) lehçesinde ise “görerek tanık olarak bilme” anlamını taşıdığını söylemek mümkündür. Latince’ye Yunanca’dan geçen kavram “historia” olarak belirleniyor. Bu kavram kökeninin Yunancadan mı yoksa Sami dillerinden (İbranice, Arapça) mi kaynaklandığı “köken” tartışmaları sürüp gidiyor. Anlam olarak tarih kavramını birkaç açıdan incelemek mümkün:
- Olayların zaman içindeki yerini bildiren tarih,
- Geçmişin bilgisi olarak tarih,
- Geçmişi inceleyen çalışma alanı olarak tarih.
- Geçmişten olaylar anlatan tarih,
Tarih felsefesi açısından bakıldığında tarih kavramının zaman içerisinde “insani olayları, toplumsal olayları nakletme” haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Gerçek olayları görerek tanık olarak bilme, iletme anlamından sosyal olaylara dönüşüm biraz da Heredotos’un naklettiği olaylarla bağlantılıdır. Heredotos bir hikaye anlatıcısı mıdır, yoksa bir tarihçi midir? Bilge bir arkeoloğun söylediği “Geçmiş değişmiyor ama geçmişi anlatan hikayeler değişiyor” sözü ne kadar doğrudur. Bilinmez. Modern tarih acaba belgelere mi yoksa anlatılanlara, nakledilenlere dayandırılarak mı yazılıyor? Yoksa nakledilenlere dayandırılarak anlatılan tarihi biz gerçek tarih olarak kabul etmek zorunda mı kalıyoruz? Bunun cevabını herkes kendi bilgi dağarcığına başvurarak verebilir. Nihayetinde gerçek olanla (fizik), gerçek ötesi olan “metafizik” birbirine karıştığında işin içinden çıkmak zordur. Bunun en belirgin örneği din kitaplarında anlatılan hikayelerdir. Havra, Kilise ya da Cami kendi inancı doğrultusunda bir “tarih tezi” ortaya koymuştur. Bu tezlerin taraftarları da vardır. İnanç ekseninde geçmişe bakmak burada tartışmaktan kaçınacağımız bir konudur. İnanç konusu hassas bir konu olması itibariyle yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir. Bizim üzerinde duracağımız konu coğrafyanın tarihi gelişimi konusudur. O araştırılmak istenen coğrafyada zaman ekseninde meydana gelen olaylarla ve değişimlerle ilgiliyiz. Bu araştırmayı yaparken de anlatılanların gerçeğe ne kadar yakın olduğunu belirlemenin yanı sıra elde edilen belgeleri de inceleyerek bir sonuca varmak durumundayız.
Ege denizi kıyılarında İlkçağda Anadolu’da nasıl bir yaşam sürülüyordu? Hangi limanlarda ticaret yapılıyordu? Hangi lisanlar konuşuluyordu? Hangi inanç sistemleri vardı? Hangi akarsularda taşıma yapılıyordu? Bu soruların cevaplarını nasıl bulacağız? Arkeolojik kazılar bize MÖ. İki Bin yıllarında Anadolu’nun batı kıyılarında yaşayan halkların “Kar”, “Leleg” ve “Lydialı”lardan oluştuğu bilgisini veriliyor.
İlkçağ tarihçilerinin eserlerinden anladığımız kadarıyla Thucydides (M.Ö. V.Yüzyıl), Polybius (M.Ö.204-122), Livy (M.Ö.59-M.S.Î7), Tacitus (M.S.14-70) “göçler” ve halkların yer değiştirmesi savaş, iklim, kıtlık ve doğa olayları vb. gibi bir çok nedenle yapılıyordu. Geç Tunç Çağı sonlarından itibaren Batıdan doğuya, kuzeyden güneye doğru olan büyük göçler anlatılıyor. Örnek olarak Deniz Kavimleri göçü, Dor, Akka, Kmer ’lerin göçleri kayda değer. Batı Anadolu kıyıları boyunca yerleşen kavimler bu bölgelerdeki yerli halkların kültürüyle kendi kültürlerini sentezlemiş ve ortak yeni kültürler meydana getirmişlerdir. Göçle gelen kaçınılmaz olarak yerli halklarla siyasi ve sosyal consensus oluşturmak zorundadır. Fetih de olsa zorunlu göç de olsa kültürel sentez kaçınılmazdır. Bunun aksini iddia eden tezler de vardır. Her türlü karışımı reddeden görüşler genellikle siyasi amaçlar için ortaya atılmıştır. Arkeolojik kazılarda ilkçağ kentlerinde iki dilde üç dilde yazılı kitabeler bulunmuştur. Birden çok hatta dokuz farklı inanca ait tapınakların aynı kentte var olduğu da arkeolojik bir gerçektir. Günümüzde İstanbul dahil olmak üzere bir çok şehirde üç farklı inanca ait tapınakların olduğu herkesin malumudur.
Batı Anadolu kültür tarihi incelenirken Ege’deki kültürel sentezin tarihlendirilmesi Arkeoloji dalında dünyaca tanınmış Ordinayüs Prof. Dr. Ekrem Akurgal (30 Mart 1911 – 1 Kasım 2002) tarafından aşağıdaki kronolojide verilmiştir.
- Kuruluş Evresi ( M.Ö.1050-750)
- Homeros Çağı (M.Ö. 750-700)
- Yükseliş Evresi ( M.Ö. 700-650)
- Ege’nin Altın Çağı (M.Ö. 650-545)
- Orta ve Geç Arkaik Evre ( M.Ö. 545-470)
- Klasik Evre 1 (M.Ö. 470-400)
- Klasik Evre 2 ( M.Ö. 400-333)
- Helenistik Dönem ( 333-30)
- Roma Çağı( M.Ö. 27-M.S. 395)
Bu kronoloji yaklaşık bin beş yüz yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Bu süre içinde Ege coğrafyasında köklü değişimler meydana gelmiştir. İlk akla gelen akarsu ağızlarına kurulan ticaret limanlarıdır. Tüm Ege sahili boyunca yirmiden fazla ticaret limanı kurulmuş ve tarihin akışını etkilemişlerdir. Akarsu ağızlarına kurulan liman kentleri zaman içerisinde alüvyonların limanı doldurması nedeniyle önemini kaybetmiş, şehir halkı göç etmek zorunda kalmıştır.
Ege bölgesi olarak tanımladığımız batı Anadolu kültürleri araştırmalarında en fazla ilgi gören bölgeler arasında birinci sırada gelir. Coğrafi bölgelerin tanımları da zamanla değişmiştir. İlkçağda çizilen haritalarda bulunan gerek bölge, dağ, akarsu, göl adları gerekse de şehir adları günümüzde ya değiştirilerek ya da hiç kullanılmamaktadır. Yer adlarının tarihsel gelişimi dikkate alınmadan yeni adlar verilmiştir.
Yer adları daha doğrusu coğrafi bölgelere ayırarak sınıflandırma 1648 yılında Katip Çelebi tarafından başlatılmış daha sonra Hüseyin Paşa’nın 15 bölgelik tasnifi, 1915 yılında Faik Sabri Duran, 1921 yılında Hamid Sadi Helen sınıflandırması olarak bilinen çalışmalar yapılmıştır. Nihayet 1941 yılında 1. Türk Coğrafya Kongresinde katılımcılar Danyal Bediz’in altı bölgeli tezini kabul etmişlerdir.
- 1— Marmara ve Trakya Bölgesi
- 2— Karadeniz Bölgesi
- 3— Merkez Yaylası Bölgesi
- 4— Ege Bölgesi
- 5— Akdeniz Bölgesi
- 6— Şark Yaylası Bölgesi
Bu çalışmalarda yeterli detay yoktur. Doğu Anadolu Bölgesi tanımı daha sonra Şark yaylası bölgesi içerisinde ikiye ayrılarak yedi bölge olarak coğrafya kitaplarına yansıtılmıştır. Kavim adlarından arındırılan bölgeler (Trakya hariç) yönlerle ve deniz adlarıyla belirlenmek istenmiştir. Oysa bu sınıflandırmalar ve verilen adlar o coğrafyanın tarihi niteliği hakkında bir bilgi vermez. Yüzeysel siyasi kaygılarla verilen bu isimler coğrafi bölgelerin gerçek tarihinin silinmesi anlamını da taşır.
Kaynakça :
- Uysal, Fatma, Göller Yöresi’nin Tarihi Coğrafyası, YLT, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Konya 2018
- Texier, Charles, Küçük Asya, Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi
Cilt 1-2-3, Çeviren: Ali Suat, Latin Harflerine Aktaran Prof. Dr. Kâzım Yaşar Kopraman, Sadeleşriren Doc. Dr. Musa Yıldız, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara, 2002
- Tufanoğlu, Hüsniye Esra, Antikçağda Batı Anadolu’da Deniz Ticareti ve Limanlar, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2017
- AKURGAL, E . Anadolu Uygarlıkları, İstanbul.1988
- AKURGAL, E Anadolu Kültür Tarihi, Ankara. 2008
- BEAN, G E Eski Çağda Lykia Bölgesi, İstanbul. 1988
- STRABON Geographika-Antik Anadolu Coğrafyası, (Çev. Adnan Pekman), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul. 2000
[1] Araştırma veya başka bir amaçla bir grup insanın belirli bir bölgeye yaptığı seyahat.(a journey undertaken by a group of people with a particular purpose, especially that of exploration, research, or war.)
[2] https://www.rgs.org/about/
[3] Fellows 1832’de İzmir’e yerleşir, buradan yola çıkıp Anadolu’nun o zamana kadar Batı Avrupalılar tarafından hiç bilinmeyen yörelerine (Lidya, Misya, Bithynia, Frigya, Pisidia, Pamfilya, Likya, Karya) keşif gezileri yapar. Cesaretli bir karakteri olan Fellows yanına büyük sayıda yardımcı alarak özellikle o zamana kadar bilinmeyen Likya bölgesini (üç kez 1838, 1839, 1844) araştırır. Ksanthos, Tlos, Telmissos, Myra, Olympos, Patara v.b. yerleri gezip buralardan Britanya devleti yararına sayısız arkeolojik eser taşır. Sadece bir seferinde, 1842 yılının Haziran ayında, İngiltere’ye heykel ve arkeolojik parçalarla dolu 72 adet sandık taşır. http://tr.travelogues.gr/travelogue.php?view=99&creator=985593&tag=9437
[4] Bell, Bağdat’ta İngiliz konsolosluk danışmanı olarak hizmet etti. Baal ve diğer antik kentlerde kazılar yaptı. D.H. Lawrance ile birinci savaş öncesi ve sonrasında casusluk faaliyetleri yaptı. 1907’in Mart’ında arkadaşı arkeolog William Ramsay ile birlikte Anadolu’ya geldi. Pisidia’da tespitlerde bulundu. Sagalassos’u ziyaret etti. Ocak 1909’da Geç Hitit dönemine ait olan Karkamış’da incelemelerde bulundu ve bu bölgede kısa süreli kazılar yaptı. Savaş sonrasında Mekke ve Körfez şeyhlikleri, Suriye ve Irak sınırlarının oluşmasında önemli rol oynadığı söylenir.
[5] Félix Marie Charles Texier 1802 Versailles’da doğdu, 1871 Paris’te öldü; Fransız mimar, arkeolog ve gezgin.
Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunu bitirmiş; Fransız Bilimler Akademisi ve Paris Arkeoloji Enstitüsü üyelikleri yapmıştır. Bayındırlık İşleri Müfettişliği görevi esnasında Fransız Hükûmeti tarafından Anadolu’ya gönderilmiştir. İlki 1833 ve ikincisi 1843 yılında olmak üzere Anadolu’da yıllarca süren seyahat ve incelemeleri sırasında Türkiye’nin çok büyük bir kısmını baştan başa gezip dolaşmış, kazılar yapmış, araştırmalarda bulunmuş ve bütün bu çalışmalarının sonuçlarını yayınlamıştır.
[6] Eserin Arap Harm Tiirktçe Adi: Kiip’ik Asya; Cografyaya, Tari/re, Aslir-1 Atikaya Air Tarif. Istanbul, Matbaa-i Arnire 1923- 1924, 3 c.
[7] Asie Mineure; Description Geograplrique, Historique et Arclulo/ogique des Provinces et des Vil/es de la Clrersonnese d’ Asie. Paris, Typographic de Firmin Didot Frcres, Fils et C., Editeurs lmprimeurs de L’ Institut de France, 1862, 1882.
[8] Tercüman
[9] Fatma Uysal’ın tarihi coğrafya tanımını aynen aldım. Umarım izin verir. (Kaynakça)