
Günümüzde toplumların kültürel yaşamında inanç boyutunun ne kadar öne çıktığını gördükçe binlerce yıldır Anadolu’da yaşayan halkların inanç yapısını araştırıp cevaplar bulmak ihtiyacı ortaya çıkıyor. Binlerce yıl içerisinde kaç tür inancın bu topraklarda yaşayan halklar için önemli olduğunun cevabını vermek kolay değil. Günümüz din tarihi araştırmacıları inanç kütür tarihini ikiye ayırmayı tercih ediyorlar. Birincisi “Çok Tanrılı” yani “Pagan” inançlar diğeri ise “Tek tanrılı” inançlardır. Günümüzde bu konu hala tartışılmaktadır. İnsanların çoğunluğunun çok tanrılı inanç kültürü içinde olduğu söylenebilir. Hindistan, Çin ve Uzak Doğu batı dünyasının tek tanrılı dinlerinin aksine çoktanrılı inanç yapısı içindedir. Amacımız Anadolu ezoterik kültür tarihi olduğu için coğrafya olarak sadece Anadolu inanç yapısına bakacağız.
Anadolu pagan inanç yapısının ortak noktalarından biri de ölümden sonraki hayatın, yeryüzü hayatının kötü bir suretinin olduğu düşüncesinin ağırlıklı olmasıdır. Yeraltında yani ölüler dünyasında bir tür “anti dünya” yani İslam inancına göre söylersek “cehennem” tablosu çizilmiş, “cennetin” yeryüzünde olduğu ima edilmiştir. İnsan öldükten sonra karanlık dünyaya yani sıkıntı, keder, yokluk ve kasvetten başka bir şey olmayan bir dünyaya göç edecektir.
Çok tanrılı kültlerde ibadet ve ritüeller, sadece yeryüzündeki ihtiyaç ve beklentilerin karşılanması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yapılan ibadetler ve tanrılara gösterilen saygı, daha iyi bir hayata ulaşmak ve hastalık, yokluk gibi istenilmeyen durumlarla karşılaşmamak içindir.
Anadolu’da kent yaşamının oluşmasına paralel olarak kentin koruyucu tanrısı ve “tanrıça kültü” de ortaya çıkmıştır. Kent hiyerarşisi de bu inanç doğrultusunda gelişmiştir. Kral ve rahipler piramidin en üstünde yer alırken askerler, idareciler, halk ve köleler diğer katmanları oluşturmuşlardır.
Çoğunluğu oluşturan halk, tanrıça inancı bağıyla kent devletine ve kralına biat ediyordu. Kralın tanrıça tarafından gönderildiği, tapınak rahiplerinin de tanrıçanın hizmetkarları oldukları bir düzende özel günlerde dualar, kurbanlar ve kutlama törenleriyle kent yaşamı kültürel niteliğine kavuşur bazı törenler günlerce sürerdi. Kentin kültür yaşamının temeli olan inanç ritüelleri insanların yaşamının önemli bir parçasıydı. Ayın ve güneşin hareketleri, doğa olayları, siyasi olaylar dini törenlerin nasıl şekilleneceğini belirliyordu. Gün doğumları, gün batımları, yeni ay, dolunay, vb. özel törenlerin yapıldığı zamanlar olarak rahipler tarafından kurgulanırdı. Bu kurguların ana teması genellikle mitolojik hikayelere dayanıyordu. “Eskatolojik”, “kozmogonik”, “teogonik” ve “antropogonik” mitlerin[1] çoğuna vakıf olan rahipler törenlerde özel olarak eğittikleri mitolojik hikayeler, şarkılar anlatan oyunculara görev verirlerdi. Bu mitolojik hikayeler insan ve tanrıçalar arasındaki ilişkileri konu edinirdi. Tanrıçaların birbiri ile rekabet halinde oldukları çok tanrılı kültlerde rahiplerin işi daha da zordu. Zaman içinde teknolojik üstünlüğe sahip olan kentler diğer kentleri idareleri altına alınca yenilen kentin tanrıçası da yenilmiş kabul ediliyor daha güçlü olan tanrı ya da tanrıçaya tapınım gerçekleşiyordu.
Bilinen en eski mitolojik hikayeler “Enki” ve “Ninmah”,” Sığır”ve “Tahıl” mitlerdir[2]. Bu Sümer mitolojisi hikâyelerinde insanın yaratılışı anlatılır. İnanç dünyasında en ilgi çeken mitolojik hikayeler de “insanın yaratılışı” mitidir. Bütün inanç sistemleri öncelikle yaratılış mitini ihtiva etmek zorundadır. Tanrı ve tanrıçalar insani özellikler taşırlar (antropomorfik). Dolayısıyla onlar da insanlar gibi bazı ihtiyaçlar içerisindedir. Yermek, yiyecek, giyim, cinsel, vb. gibi insani ihtiyaçlar tanrılar için de geçerlidir. Tanrılar ihtiyaçlarının giderilmesi için kendilerinden daha alt seviyede bir varlığın yaratılmasını uygun görmüşlerdir. İhtiyaçlarını karşılamak üzere yaratılan varlık da insandır.
Enki[3] ve Ninmah[4] aralarındaki rekabet yüzünden daha az özelliği olan, zayıf bir varlık yaratarak insanın varoluşunu başlatırlar. Bu yaratılış miti tanrıların güçlü insanlarınsa ne kadar güçsüz oldukları fikri üzerine inşa edilmiştir. Zaten tüm inanç sistemlerinde tanrılar güçlüdür. İnsanlar da güçsüz. Mitlerde yer alan tanrılar insanlar gibi ihtiyaçlara sahiplerdi. İlk ihtiyaç barınma ihtiyacı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da tanrıların ikametgâhı olarak kabul edilen tapınakların inşasının gerekli olduğu ve bunun bir ibadet olarak görülmesine neden olmuştur. İkinci olarak tanrı ve tanrıçaların yiyecek sorunu, insanların kurban, adak ve sunularıyla giderilmiş rahipler de bu yiyecek ve içecekleri tanrılar için hazırlama görevini üstlenmişlerdir. Bütün bu işlerin bir ibadet ritüeli olarak ortaya çıkmasını ve bunların bir kült oluşturmasının da yolu açılmıştır. Rahiplerin nesilden nesile aktardıkları ibadetler ve dualar zaman içerisinde karmaşık bir hale gelmiş sadece rahiplerin anladığı ve yönettiği ritüellerle icra edilmiştir. (Devam Edecek)
[1] http://blog.milliyet.com.tr/koken-ve-yaratilis-mitleri/Blog/?BlogNo=588798
[2] Sümer mitolojisi; Kuzeyden M.Ö. 3500’lerden itibaren Güney Mezopotamya’ya gelmeye başlamışlar ve bu bölgede Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Umma, Şuruppak ve Kiş gibi birçok şehir devletleri kurmuşlardır.
[3] Su tanrısı olarak sınıflandırılmıştır. Sümer ülkesine bereket veren Dicle ve Fırat nehirleri Enki’nin penisinden fışkıran su ile oluşmuştur. İnsanı yaratan, tohumların yeşermesini, hayvanların üremesini sağlayan, en güçlü büyüleri yapan tanrı Enki’dir. Enki’nin resimlerinde keçi ve balık sıklıkla kullanılmıştır. Balık figürü zaman içinde su ya da nehre dönüşmüştür, bu yüzden nehirli tanrı da denilir. Adının tam anlamı belirsizdir.Ortak çevirilerde ”toprağın(yeryüzünün) efendisi” olarak geçmektedir.
[4] Ana tanrıça. Bir çok ismi vardır. Doğum ve bereket tanrıçasıdır.