web analytics

Bugün de erken saatte yollardayız. Yüklü program erken kalkmayı gerektiriyor. Kayseri içindeki birkaç kültür varlığının fotoğraflarını çektikten sonra doğal oluşumların fazla olduğu Nevşehir bölgesine geçiyoruz.

Anadolu şehirleri artık o kadar birbirine benziyor ki ayırmak mümkün değil. Zaman içinde şehirlerin özellikli mimarisi yok olmuş. Batı ülkelerinde de gördüğümüz eski şehir/yeni şehir tanımları Türkiye’deki birçok şehir için de kullanılabilir.

Eski Kayseri, Eski Nevşehir ve yeni suretleri birbirinden o kadar kopuk ki. Aslında şehir mimarisi özelliği yok denecek kadar az. Eski yapılar yok olma aşamasında. Yeni yapılaşma ise son derece tekdüze. TOKİ yapılaşması diyebileceğim modern mimari göze çarpıyor. Şehirlerde meydanlar bilinçli olarak yok edilmiş. Büyük uygarlık başkentlerinin devasa meydanları artık yok. Taksim meydanı, Eminönü meydanı, Kızılay Meydanı, Basmane meydanı, vb. yok artık. Var diyenler de minyatürlerini işaret ediyorlar. Oysa bu topraklarda tüm dünyanın şehir planlamasında örnek aldığı Miletoslu Hippodamus (MÖ 498-408) gibi bir deha yetişmiştir. [1]

Günümüzde şehirler yerden mantar gibi fışkırıyor. Belediyelerin “rant” beklentisiyle açtığı hoşgörü kanalları çarpık yapılaşmanın teşvik edildiği uygulamalara dönüşüyor. Dere yataklarına ve insan yaşamı için tehlikeli olabilecek yerlere yapılan binaların sel, deprem ve erozyona dayalı toprak kaymalarıyla felaketlere sebep olduğunu her geçen gün daha fazla görüyoruz.

Şehirler planlanarak genişletilmiyor, binalar nerede boş arsa bulunursa oralara yapılıyor. Alt yapı hizmetlerinin aksayacağı, yolların trafik yükünü taşımayacağı hesap edilse bile uygulanmıyor. En önemlisi de eski şehir planlarında bulunan insanların toplanabileceği, ticaret yapabileceği klasik toplanma meydanları yok.

Eğer Kayseri gibi eski bir kenti Fransız, İtalyan, Alman kentleriyle şehir planlaması açısından karşılaştırsak acaba ne gibi sonuçlara ulaşırız? Sorunun cevabı çok açık. Betondan derme çatma ve kontrolsüz  yığma şehirler inşa eden geçmişiyle hesaplaşmamış, geçmiş kültürel eserlerini koruyamamış ama düşmanca (hostile) bir tutumla İslam olmayan eserleri yok sayan bir tuhaf kültürün giderek hakim olduğu bu şehirlerin halini görmek içimi acıtıyor. Ama yapacak bir şey yok.

Aslında bu şehirlerde benim çekecek fotoğrafım da yok. Neyin fotoğrafını çekeceğim? Stereotip binalar, pislik içinde sokaklar ve fakir fukara kızgın insanların, saldırgan ergenlerin  fotoğraf açısından bir anlamı var mı? Belgesel fotoğraf çalışması yapmadığıma göre bana uygun kareler yok bu şehirlerde. Camiler, medreseler, kaleler ise hiç  ilgimi çekmiyor.     

  • Kurşunlu Cami-Mimar Sinan eseri (Kayseri)
  • Roma Mezarı (Kayseri)
  • Selçuklu Kümbetleri (Kayseri)
  • Kayseri Kalesi (Kayseri)
  • Sultan Sazlığı (Kayseri)[2]
  •  Soğanlı[3] Vadisi (Kayseri)[4] Avla kanyonu mutlaka[5]
  • Mustafapaşa (Siniasos) Taş Evleri (Nevşehir)[6]
  • Cemil Köyü ve Cemil Kilisesi (Nevşehir)[7]
  • Damsa Vadisi ve Cemil Peribacaları (Nevşehir)[8]

Volkanik oluşumların en güzel örneklerinin görüldüğü Kapadokya’da son on milyon yılda onlarca vadi ve kanyon meydana gelmiş. Bunlardan yoğun bir biçimde insan yerleşimi görenler arasında Soğanlı vadisi ve Avla kanyonu her bakımdan bölgenin en ilginç doğa alanları denebilir.

İşlenmesi kolay volkanik kayalara oyularak yapılan evler, tapınaklar ve diğer kamusal yapıların aradan uzun bir zaman geçse de fanatik İslamcı unsurların tahribatlarına karşın yine de ayakta kaldığı  Soğanlı Vadisi, volkanik Kapadokya bölgesinin güneyinde, Kayseri ili Yeşilhisar ilçesinin sınırları içinde yer alıyor.

Kayseri’ nin 80 km . güney batısında, Yeşilhisar ilçesinin ise 15 km batısında. Soğanlı köyü ve vadiyi de içine alan bölge tarihçiler tarafından “ Soandos ” adıyla biliniyor. Büyük bir olasılıkla Soğanlı ismi de Soandos’un Türkçeleştirilmesiyle elde edilmiş olmalıdır.  Soandos Vadisi Toroslar üzerinden geçerek, Kayseri (Kaeseria) imparatorluğunun güney kentlerine bağlayan yol üzerinde bulunduğu tarihçiler tarafından kayda alınmış. Bu dönem ile ilgili detaylı bilgi edinmeye çalıştım ama kaynaklar çok kısıtlı. Soandos’un kayalardan oyulmuş evleri, kiliseleri ve mezarları ile bir Bizans piskoposluk merkezi olduğu açıktır.[9]

Bizim milliyetçi akademisyenlerimiz her ne kadar hoşlanmasa da Anadolu’nun arkeolojik keşfi ecnebi arkeologlar tarafından yapılmıştır. Ankara’da bulunan İngiliz Kültür Derneği bünyesinde oluşturulan bir arkeoloji grubu 1947 yılından bu yana resmi olarak çok ciddi araştırmalar yapmakta ve belge yayınlamaktadır.[10] Bu arkeoloji enstitüsünün birçok çalışması var. Trekking gruplarıyla yaptığım yürüyüşlerde antik Roma yollarının parçalarına rastlıyorduk. Akseki Sarıhacılar köyü belki de en bozulmamış ANTİK Roma yolunun görülebildiği bir yer. Ankara enstitü müdürlerinden French bu konuyu projelendirmiş tüm Anadolu antik Roma yollarının haritalarını çıkarmak üzere bir ekip kurmuş. Anadolu’daki antik Roma yol ağını ve mil taşlarını ortaya çıkarmayı hedefleyen raporlarını okumuştum.[11] Bunun ötesinde arkeoloji alanında çeşitli projeler geliştirdikleri ve kazılarda aktif rol oynadıklarını biliyorum.

Kapadokya bölgesi geç te olsa çoğunlukla ecnebi arkeologların ısrarıyla 1. ve 3. derece SIT alanı ilan edilmiş durumda. Aslında bu tarihi mirasın korunması konusunda hiç te istekli olmayan fanatik bürokratların tüm aksi çabalarına rağmen bazı kararlar alınabiliyor. Bürokrasi Kapadokya için bir Alan başkanlığı kuruyor. Aslında Kapadokya koruma başkanlığı kurulması gerekiyor.  Alan başkanlığı bu bölgenin sözüm ona korunmasını üstlenmiş durumda.  Kapadokya bölgesi için devletin bir arkeoloji ve kazı planı olduğunu söylemek zor.

Bu başkanlık, bölgedeki doğal ve kültürel mirasın korunması, geliştirilmesi ve tanıtılması için çalışmalar yürütmek amacıyla 2019 yılında kurulmuş. 80,000 hektar büyüklüğündeki alanın korunması için başkanlık acaba ne tür somut çalışmalar yapıyor? Başkanlığın web sitesinden faaliyet raporlarına ulaşıyorum.[12]

Öncelikle bu tür bürokratik yapılanmaların adet yerini bulsun, adı var etkisi yok kabilinden olduğu su götürmez. 73 personel başkanlık bünyesinde görev yapıyormuş.[13] Bölgenin korunmasına ilişkin usul ve esaslara rastlamadım. Anlaşıldığı kadarıyla başkanlık daha çok turizm ve tanıtım faaliyetleri üzerinde yoğunlaşıyor.

Başkanlığın tüm raporlarını incelemedim ama bölgeyi gezdiğimde bana koruma ve önleme açısından tuhaf görünen birçok uygulamayla karşılaştığımı söylemeliyim. Bölgede faaliyet gösteren turizm şirketleri alanı tekellerine almış gibi görünüyor. Baloncular, atçılar, motorcular, deveciler alanda diledikleri gibi işlerine geldiği gibi faaliyet gösteriyorlar. Şahit olduğum birkaç olumsuzluğu burada anlatmak isterim.

Bölgenin en gözde yerlerinden biri de “Kızıl Çukur Vadisi” adı verilen yer. Çok gözde bir kamp alanı. Trekking parkurları var. Yabancı yürüyüşçülerin, fotoğrafçıların  toplandıkları bir alan. Bizim ziyaret ettiğimiz akşam çok yoğun araç ve yaya trafiği vardı. Alana girmek ve çıkmak için araçlar iki yöne de “Türk usulü” park ettikleri için  bir süre beklemek gerekiyordu. Kamp alanında bulunan restoran, büfe, kafeterya  ve diğer işletmeler park alanını ve her tür yiyecek ve içeceği mantıksız fiyatlarla servis ediyorlardı. Bir şişe maden suyu 30 TL,meşrubatlar 50 TL, kahve 65 TL. Gözlemeler 120 TL. vb.   

Gün batımına doğru kalabalık arttı. Portatif sandalyeleri, şaraplarıyla ve yiyecekleriyle seyir noktalarında yer tutan çiftler  hafif müzik eşliğinde flört ediyorlardı. Trekkingciler çadır kurma telaşında, grupla gelen turistlerin acemileri zemine uygun olmayan ayakkabılarıyla çabalıyordu. Kayanlar düşenler, kalkanlar hiç te az değildi. Yürüyüş parkurlarında düzeltme yapılmamış. Çarsak zeminde yürümek de herkesin harcı değil. Bu tür yerlerin olmazsa olmazı bıçkın ergenliğini sürdüren Türk gençleri agresif tavırları ve aç gözlü bakışlarıyla kadınları hedefe koyarken gösteriş meraklısı motosiklet kiralama şirketi çalışanı bıçkın gençler kiralık motorlarıyla dik tepeleri tırmanma denemeleri yaparken inanılmaz bir motor uğultusu ve yankılanması ürettiklerinin farkında değillerdi.

 Koruma altında olan bölgede (tescilli 1. Derecede SIT alanı) motorlarıyla tahribat yaptıklarının acaba farkında değiller miydi? Umurlarında olduğunu da sanmıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam çok dik bir tepeye neredeyse 7-8 belki de daha fazla çıkış denemesi yaptılar. Alanı denetleyen kimse yoktu. Anladığım kadarıyla alanın korunması konusunda belirli bir prosedür izlenmiyor.  Faaliyet raporlarında koruma konusu belirtiliyor ama nasıl korunacağına ilişkin bir eylem planı yok. Ağırlıklı olarak tanıtım faaliyetlerine değiniliyor.[14] Zaten alanda korumayla ilgili ben bir faaliyet de görmedim. Eğer var olan bir koruma projesi varsa öğrenmek de isterim. Gün batımını  seyretmeye gelen binlerce insan ki bunların % 80 i turist (Uzak doğu, Arap, Doğu Avrupa) idi. Vadini tabanına yakın bir yere kadar yürüyerek ulaşıp çekimler için gün batımını bekliyoruz. Kızıl Çukur vadisi muhteşem renkleriyle bize göz kırpıyor.

Ertesi gün Kapadokya’nın en önemli vadilerinden biri olan Ihlara Vadisi’ni ziyaret ediyoruz. Araştırmalarım her şeyden önce bu bölgede kimlerin yaşadığı, nasıl yaşadığı üzerine yoğunlaştı. Kapadokya, Orta Anadolu’da bulunan ve volkanik faaliyetler sonucunda oluşmuş eşsiz bir coğrafya. Kapadokya’nın en önemli doğal ve kültürel miraslarından biri.

Ihlara Vadisi’nde son iki bin yıldır yaşayan halkın çoğunluğunun ilk beş yüz yıl pagan daha sonra ise Hıristiyan olduğu açıktır. Hıristiyanlar, Kapadokya Rumları olarak bilinen yerli bir topluluk. Bu topluluk, karma kadim  Anadolu halklarıdır. Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Anadolu’da yaşamaya devam etmişlerdir. Zaten tarihsel süreçte yeni krallar eski halkları yönetirler.

Kapadokya Rumları, hem Türkçe hem de eski Yunanca konuşan iki dilli bir topluluk. Türkçe konuşurken, Yunanca alfabesini kullanmışlar. Kapadokya Rumları, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da varlıklarını sürdürmüştür.[15]

Bu aşamada Faruk Pekin’in Kapadokya Gezi rehberi adlı kitabından söz etmek gerekir.[16] Kültür ve sanat dünyasının çok yakından tanıyıp izlediği Kapadokya sadece bizim gibi manzara fotoğrafçılarının değil kültür tarihçilerinin de gündeminden düşmüyor. Pekin bu konuda aşağıdaki bilgiyi aktarıyor:

Kapadokya 150 yıl öncesine kadar terra incognita (bilinmeyen topraklar) idi. Daha sonra üzerine sayısız yayın yapıldı. Bunların en önemlisi 20. yüzyılın başında Kapadokya’daki kiliseleri sınıflandıran Rahip Guillaume de Jerphanion’un ünlü Une nouvelle province de l’art byzantin: Les églises rupestres de Cappadoce’u (Bizans Sanatının Yeni Bir Eyaleti: Kapadokya’nın Kaya Kiliseleri) ancak belli başlı kütüphanelerin camekânlı dolaplarında yer alıyor. Kapadokya üzerine gerçekleştirilen önemli eserler Marcell Restle’ın Byzantine Wall Painting in Asia Minor’ı, editörlüğünü Luciano Giovanni’nin yaptığı Arts of Cappodocia ve Lyn Rodley’in Cave Monasteries of Byzantine Cappadocia’sı piyasada çok zor bulunuyor.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında bugünün penceresinden bakınca bazı konularda farklı düşünceler ortaya çıkabiliyor. 1920 lerin savaş sonrası atmosferinde hissedilen uluslararası baskının derecesini tahmin etmek zor değil. Lozan’ın belirli maddelerinde ısrarcı olmayarak günümüzde demokrasinin ve cumhuriyet fikrinin karşısında pusuda bekleyen fanatik dincilere ortam sağlayan  çok büyük hatalar yapılmıştır. Jakoben İslamcı eğilimlere yol veren bir grubun etkisiyle Kapadokya Rumları da dahil olmak üzere Anadolu’daki tüm gayri müslim halklar zorunlu olarak Yunanistan’a gönderilmiştir. Savaşı kaybeden Yunanistan 2,5 milyon civarında olan bir Osmanlı elit sınıfı transfer etmiştir. Bu nüfus mübadelesi sonucunda, Anadolu’daki tüm Rum köyleri ve Ihlara Vadisi’ndeki Hristiyan nüfusu tamamen ortadan kalkmıştır. Kiliseler, ticarethaneler, imalathaneler, konaklar ve hastaneler  ise terk edilmiş ve zamanla harap olmuştur. Yeni cumhuriyet kendi eliyle orta sınıfını ortadan kaldırmıştır. Vadiyi akademik bir dille anlatan hocamıza kulak verelim:  

“Ihlara Vadisi, Aksaray ilinin Güzelyurt ilçesinde yer alan ve 14 km uzunluğunda bir kanyon vadisidir. Vadi, Melendiz Çayı tarafından Pliyosen sedimanlarını ve altındaki erken Pliyosen-Miyosen ignimbiritleri 160 m derinliğinde yarmıştır. Vadinin duvarlarında peribacaları, mağaralar ve kaya kiliseleri bulunmaktadır. Vadi, Bizans döneminde Hristiyanların sığınma yeri olmuş ve burada yaklaşık 4000 kaya oyma yapı inşa edilmiştir. Bu yapılar arasında Selime Katedrali, Yılanlı Kilise, Sümbüllü Kilise gibi önemli eserler vardır. Vadi aynı zamanda doğal güzellikleri, bitki örtüsü ve yaban hayatı ile de dikkat çekmektedir.”

Ihlara kanyonunu yukardan fotoğrafladıktan sonra 14 kilometrelik kanyon içindeki trekking parkurunun bir bölümünü yürümeye karar veriyoruz.  Melendiz Çayı’nın aktığı vadi tabanı cennetten bir köşe, bir saklı vadi. Melendiz çayı  Kapadokya’nın batısında Tuz Gölü kapalı havzasına akan en önemli akarsudur. Çayın kaynağı Hasan dağı ile Melendiz dağı arasındaki buzullar arasındadır. Çay, Ihlara Vadisi’nden geçerek Selime kasabasına ulaşır. Buradan sonra genişleyen çay yatağı boyunca ilerleyerek Tuz Gölü’ne dökülür. Çayın uzunluğu yaklaşık 110 km’dir. Çayın akım rejimi kar ve yağmur sularına bağlıdır. Çay aynı zamanda jeotermal enerji kaynağıdır. Melendiz Çayı havzasında yüksek sıcaklıklı (150-200 °C) jeotermal sistemler bulunmaktadır. Bu sistemler, Melendiz Dağı volkanizması ile ilişkili olup fay zonları boyunca sıcak su sirkülasyonu sağlıyormuş. Bu bölgenin bir jeo-park olarak incelenmesi sonucunda vadi tabanında iklimi uygun olduğu için Akdeniz tipi ürün tarımı bile yapılabilirmiş.

Kapadokya’ya ilişkin çok sayıda yerleşim ya da kişi adı Latince, Eski Grekçe, Orta Grekçe, Çağdaş Grekçe, Ermenice, Arapça, Osmanlıca, Türkçe yazılmış durumda. Kaba bir Grekçe konuştukları belirtilen Kapadokyalıların ve Karamanlıca (ya da Karamanlı Türkçesi) konuşan Anadolulu Ortodoksların 19. yüzyılın ikinci yarısından önce özel adları nasıl söylediklerini bilmiyoruz. Bugün Yunanistan’da bile bazı özel adları Yunanistan kökenlilerle Kapadokya’dan göç etmiş mübadillerin torunları farklı söyler durumdadır. Anadolu Rumcası Yunanistan’da konuşulan yeni Yunancadan farklıdır. Az da olsa akademik dil çalışmaları bunu teyit eder niteliktedir. Terk edilen Rum köyleri bugün gerek Kapadokya’da gerekse de Ege’de turistik lokasyonlara dönüşmüştür. Köylerin şehir planlaması ve yapı tekniği, meydanları İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerin eski kentleri görünümündedir.  

Örnek olarak Sinasos yeni adıyla Mustafa Paşa verilebilir. 1890 yılında bu köyde 5,500 kişi yaşıyormuş. Bunların da 5,000 ‘i Gayri müslim Rum ve 500 kadarı da Müslüman Türk imiş. Bir Osmanlı ticaret kasabası olan Sinasos deniz ürünleri, şarap ve kumaş ticaretinde önde gelen bir merkez olması itibariyle imalathanelere, ticarethanelere görkemli konaklara ve kamu yapılarına sahipmiş. Günümüzde kasaba yeni ahalisiyle(çoğu Karadeniz den gelen göçmenler) turizmin hizmetinde. Restore edilmeye başlanan yapıların fotoğraflarını çekmeye gelen turistler geniş meydanlarda açık hava kafe ve restoranlarında  çalınan Yunan/Rum  müziği eşliğinde yiyip içip  dinleniyorlar.

Ne tuhaftır  Sinasos ‘un günümüz esnafı Türk değil Rum kimliğiyle para kazandığının bilincinde. Mavi beyaz masa örtüleri, mavi boyalı tahta sandalyeler, vb.  Terk edilen Rum köyleri konusunda bir liste aradım ama bulamadım. Lozan çerçevesinde acaba devlet nasıl bir çalışma yaptı? Hangi kriterlere göre kararlar aldı? Kurtuluş savaşı sürecinde Anadolu’da yaşayan tüm Rumlar ihanet içinde miydi? Bu ihanetlerin belgeleri var mı? Hiç sanmıyorum.

Pragmatist idarecilerin olsa olsa metoduyla tüm gayrimüslimlerin mübadele kapsamına kayıtsız belgesiz alındığı bir gerçek. Söylenenler doğruysa Kapadokya’daki Rumların çoğu İstanbul’a göç ettirilmiş. İkinci aşamada zaten kırk yıl sonra da İstanbul Rumları Jakoben fanatik derin devlet planıyla 6-7 eylül olayları ertesinde göçe zorlandılar. Şimdi ne zaman bu terk edilmiş Osmanlı Rum kasaba ve köylerine gitsem orada aynı iki yüzlü fanatik esnafı görüyorum. Anadolu Rum şapkasını giyip sırıtıyorlar.  

  AI marifetiyle yaptığım araştırmada aşağıdaki liste oluştu. Bu liste çok yetersiz. Belki de Lozan kayıtlarına bakmak gerek.

Anadolu’da terk edilen Rum köylerinin bir listesi:

  • Kayaköy (eski adı Levissi, Fethiye, Muğla)
  • Çamlıbel (eski adı Hamidiye, Göynük, Bolu)
  • Sille (eski adı Agios Eleni, Selçuklu, Konya)
  • Aya Nikola (eski adı Myra, Demre, Antalya)
  • Sinasos (eski adı Mustafapaşa, Nevşehir)
  • Potamia (eski adı Kızılçullu, Yenipazar, Aydın)
  • Cunda (eski adı Alibey Adası, Ayvalık, Balıkesir)
  • Gökçeada (eski adı İmroz Adası, Çanakkale)
  • Doğanbey (eski adı Domatia, Söke, Aydın)

Ihlara vadisini yürüdükten sonra Melendiz Dağı’nın eteklerinde fotoğraf aramaya başlıyoruz. , Dağ Kapadokya’nın doğusunda yer alan ve 2,963 m yüksekliğindeki bir strato volkan. Dağın volkanik tarihi üç ana volkanik evreden oluştuğunu göstermiştir:

  • Erken Miyosen’de başlayan ve geç Miyosen’e kadar devam eden büyük ölçekli ignimbrit püskürmeleri;
  • Geç Miyosen’de başlayan ve Pliyosen’e kadar devam eden lav akıntıları ve kubbe oluşumları;
  • Pliyosen’de başlayan ve Kuvaterner’e kadar devam eden stratovolkan oluşumu.

Hocaların söylediğine göre  Melendiz Dağı’nın volkanik ürünleri kals-alkalen karakterdedir ve orojenik bir magmatik ark ortamını yansıtmaktadır. Bunun teknik olarak ne demek olduğunu bilmiyorum.

Melendiz ve Ihlara adlarının kökeni konusunda farklı görüşler var. Bazı kaynaklara göre, Melendiz adı, dağın eski adı olan Melendós’tan gelmektedir. Melendós, Yunanca “kara dağ” anlamına gelmektedir. Bu ad, dağın koyu renkli volkanik kayaçlarından kaynaklanmaktadır. 

Ihlara adı ise, iki farklı kökenden türemiş olabilir. Bir görüşe göre, Ihlara adı, Arapça “ıhlal” kelimesinden gelmektedir. Ihlal, “hilal” anlamına gelmektedir. Bu ad, vadinin hilal şeklindeki eğrisine benzetilir.  

Diğer bir görüşe göre, Ihlara adı, eski Türkçe “ilhara” kelimesinden gelmektedir. Ilhara, “akarsu kenarındaki yerleşim yeri” anlamına gelmektedir. Bu ad, vadinin akarsu boyunca uzanan yerleşimlerini ifade etmektedir. 

Bu konuda küçük te olsan bir kaynakça var:

  •  Yılmaz E., Doğan U., Koçyiğit A. (2018) Volcanic history, petrology and geochemistry of Melendiz Mountain, Central Anatolia, Turkey. Journal of Volcanology and Geothermal Research, 357, 1-20.
  •  Doğan U., Koçyiğit A., Yılmaz E. (2019) Geomorphological evolutionary history of the Melendiz River Valley, Cappadocia, Turkey. Mediterranean Geoscience Reviews, 1(2), 203-222.
  •  “Ihlara Vadisi”. www.kulturportali.gov.tr. 13 Aralık 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi.

Melendiz Dağı ayrıca dağcılar için çok önemli bir mekan. Özel ve teknik tırmanış parkurları ihtiva eder: Uzman dağcılara göre Melendiz Dağı’na çıkış için iki ana rota vardır:

  • Doğu Yüzü ve Sırtı rotası,
  • Klasik Doğu Yüzü rotası.

Bu rotaların özellikleri şöyle izah ediliyor:

Doğu Yüzü ve Sırtı rotası: Bu rota, dağın doğu yüzündeki dik ve kayalık bir yüzeyden başlar. Rota boyunca çeşitli zorluk derecelerinde tırmanışlar yapılır. Rota, dağın sırtına ulaştığında daha kolaylaşır. Sırttan zirveye doğru ilerlenir. Bu rota teknik dağcılık becerisi gerektirir. Rota uzunluğu yaklaşık 3 km’dir. Zorluk derecesi D’dir.

Klasik Doğu Yüzü rotası: Bu rota, dağın doğu yüzündeki daha yumuşak bir eğimden başlar. Rota boyunca karlı ve buzlu alanlar geçilir. Rota, dağın sırtına ulaştığında daha dikleşir. Sırttan zirveye doğru ilerlenir. Bu rota kış dağcılığı becerisi gerektirir. Rota uzunluğu yaklaşık 4 km’dir. Zorluk derecesi PD’dir.

Zaman zaman Melendiz dağı çıkışlarında ölümcül kazalar  da meydana geliyor. Bu da teknik dağ çıkışlarının kontrollü olarak yapılmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Melendiz Çayı ve Melendiz Dağı’nın jeotermal potansiyeli, yüksek sıcaklıklı (150-200 °C) jeotermal sistemlerin varlığını göstermiştir. Bu sistemlerin, Melendiz Dağı volkanizması ile ilişkili olduğu ve fay zonları boyunca sıcak su sirkülasyonu sağladığı belirlenmiştir. Melendiz Çayı havzasında jeotermal enerji üretimi için uygun alanlar tespit edilmiş.

Jeotermal alanlar arasında sayılan “Narlı Göl” yolumuzun üzerindeydi. Bir krater gölü. Deniz seviyesinden 1365 m yükseklikteki dağlık bir arazinin ortasında, 2500 metrekarelik bir alanı kaplayan bir göl. Derinliği ölçülebildiği kadarı ile 70 – 90 m civarında imiş. Aldığımız bilgiye göre bu bölgenin jeotermal özelliğinden ötürü turizm yatırımları planlanıyormuş. Akla hemen “kaplıca” turizmi geliyor. Göl kıyısına bir takım tesisler yapılmaya başlanmış. İlk etapta gözlemeciler, dürümcüler ağırlıklı işletmeler göze çarpıyor. Gölün fotoğrafını çekmek için tepelere tırmanmak gerekiyor. Tepelere tırmanacak zaman yok. Yarım göl manzaralı fotoğraflarla yetinmek zorundayım. Bu gölün birkaç efsanesi de var. Gölün tepelerden görünüşünün kalp şeklinde olduğuna ilişkin aşk hikayeleri. Gölün etrafında piknik alanları var. Anladığım kadarıyla hafta sonlarında göl kıyısında piknik yapanların sayısı hiç te az değil. Göl etrafında dolaşırken piknikçilerin bıraktığı çöpler hemen göze batıyor. Bu çöp bırakma sorunu sadece Narlı gölün değil Anadolu da tüm piknikçilerin çevre bilinci katsayısıyla alakalı. Gölün oluşumu ve suyunun bileşenleri hakkında bilgi ediniyoruz.

“ Aksaray-Niğde sınırında bulunan termal suyu  kalsiyum, sodyum ve bikarbonat açısından çok zengin olduğu için çeşitli hastalıklara iyi geldiği belirtilen Narlıgöl (Acıgöl) bir  krater gölü.  Narlıgöl, 65 derece sıcaklıktaki suyu sayesinde termal turizm potansiyeliyle de dikkat çekiyor.”

Zamanımız kısıtlı olduğu için Hasan Dağı’nın fotoğrafını çekmek için yola koyuluyoruz. Her üç dağın( Erciyes, Melendiz ve Hasan )  fotoğrafını çekmek için özel bir programa ihtiyaç var. Mevsim gereği dağlarda aşırı bulutlanma var. Şansımız yaver gidiyor birkaç kare alabiliyoruz.

Programın son etabı olan Konya Meke gölüne yaklaşırken çok şiddetli bir sağanak yağmura yakalanıyoruz. Sığındığımız kafeteryada çay içip beklerken Meke gölü etabını bir sonraki geziye bırakmaya karar veriyorum. Konya yönüne giden bir arkadaşla geziyi erken sonlandırıp son akşam otobüsüne yetişiyorum.  


[1][1] Hippodamus of Miletus – Wikipedia

[2] (18) Sultan Sazlığı Ekosistemi | Mehmet Somuncu – Academia.edu

[3] Avla Kanyonu is a canyon in Kayseri’s Yeşilhisar district that has a unique and impressive structure. It is a huge crack on the earth that is about 20 meters deep and can be walked through in about 3 hours. It is the only canyon of its kind in the Cappadocia region. It has a cool and shady atmosphere inside, even in August, and it has rocks and trees hanging above. Some of the web pages that have more information about Avla Kanyonu are:

  • Bu kanyona giren 3 saatte çıkıyor – Seyahat Haberleri – CNN TÜRK1: This page gives a detailed description of Avla Kanyonu and its features. It also has some photos of the canyon and its surroundings.
  • Avla Kanyonu, görenleri kendine hayran bırakıyor – Sanat Haberleri2: This page gives a similar description of Avla Kanyonu and its uniqueness. It also has some photos of the canyon and the visitors.
  • Buraya giren 3 saatte çıkıyor! ‘Gökyüzünü görüyoruz ama güneşi hissetmiyoruz’3: This page gives a brief introduction to Avla Kanyonu and its attractions. It also has some photos of the canyon and the people who walk through it.

[4] SOĞANLI VADİSİ | Kültür Portalı (kulturportali.gov.tr)

[5] #PRODOSS SOĞANLI VADİSİ-AVLA KANYONU (Yeni Parkur) DOĞA YÜRÜYÜŞÜ ve FOTOĞRAF ÇEKİMİ – YouTube

[6] Dünya’nın En İyi Turizm Köyü Seçilen ‘Mustafapaşa’ Köyünü Tanıyalım – FİB HABER, Nevşehir Haberleri,kapadokya (fibhaber.com) Mustafapaşa (Sinasos) – Ürgüp / Nevşehir (rehberim.gen.tr)

[7] CEMİL KÖYÜ VE ÇEŞMELERİ – ÜRGÜP – NEVŞEHİR – Tarih Gezisi Nevşehir Ürgüp’te Rumların izlerini taşıyan mübadele köyü: Cemil – HyeTert

[8] Ürgüp Gezi Rehberi | Ürgüp Hakkında Her Şey – Kapadokya @yoldaolmak

[9][9] Nilay Çorağan Karakaya: Soğanlı Vadisindeki yılanlı şapel, Erciyes Üniversitesi

[10] About Us | BIAA (archive.org)

[11] Safeguarding Archaeological Assets in Turkey (SARAT) | BIAA

[12] 112374,2022-yili-idare-faaliyet-raporupdf.pdf (ktb.gov.tr)

[13] Faaliyet Raporları (ktb.gov.tr)

[14] Ziyaret Noktaları (ktb.gov.tr)

[15] Kapadokya Rumları (zahn-info-portal.de)

[16] kapadokya.pdf (iletisim.com.tr)

Ihlara Vadisi

Post navigation