web analytics

Astro fotoğraf çekimleri için Melikler Yaylası’na gidiyoruz. Isparta Yenişarbademli Yaka köyü yakınlarındaki yaylaya verilen ad bu; denizden 1700 m irtifada kızılçam ağırlıklı orman yapısıyla karanlık derecesi  22.4 Kadir ile dikkat çekiyor. Bazı araştırmacılara göre Türkiye’nin en karanlık yeri gibi tanımlar da yapılıyor.

Ne kadar doğru bilmiyorum. Bana kalırsa bu dünyanın, Türkiye’nin, dünyanın,  enler birinciler gibi sıfatlar gerçeği yansıtmaktan çok ticari amaçlar taşıyor. “Meşhur köfteci” gibi.  Elektronik çağda artık cep telefonlarından bile ışık kirliliği alanları tespit edilebiliyor. Astronomide kullanılan “kadir” ölçüsünün açılımı konusunda hiçbir fikrim yok. Ama Melikler yaylası için kadir değerinin 22.4 olduğu ileri sürülüyor.

Uzay gözlemi için en karanlık Isparta – Son Dakika Haberler (hurriyet.com.tr)

Kadir ölçü birimi astronomide kullanılan bir terim. Detaylı bilgiye aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

 Kadir ölçeği nedir? (isikkirliligi.org)

Yayla bugünkü adıyla Anamas sıradağları yani Orta Toroslar olarak adlandırılan sıradağların en yüksek yeri “Dedegül” dağı (2,998 m) eteklerinde. İlçe merkezine 15 km uzaklıkta. Yenişarbademli-Aksu karayolu üzerinde, Vali Çeşmesi mevkiinden, güney yönünde toprak yolda 2 km ilerlendiğinde, yayla alanına ulaşılmakta imiş. Özellikle dağcıların yakından tanıdığı bir yayla. Dedegül dağı çıkışı için 1700 m deki yayla “aklematizasyon” gecesi için ideal konumda.

Gece yaylada kamp kuran dağcılar sabahın ilk ışıklarıyla tırmanmaya başlıyor; gidiş dönüş yaklaşık 10 km. lik  ve 1300 metrelik bir tırmanma ve iniş parkuru yaklaşık 7 saatte tamamlandığı söyleniyor.  

Bölge Isparta’nın en yeşil doğa alanlarının bulunduğu Aksu ilçesi , Anamas sıradağları eteklerinde yer alıyor. Köprüçay’ın (Eurymedon)  doğduğu topraklar burası. Anamas dağlarının kar suları gizli mağaralarda toplanıyor, kimsenin bilmediği kanallardan akıp önce derelere sonra akarsulara karışıyor.

Kartos suyu adı verilen su kaynağı da bunlardan biridir. Bölge insanının Kapız kanyonu adı verdiği  Yaka kanyonu (4km), renginden ötürü Karagöl adı verilen göl ise trekking meraklılarının ilgi odağıdır. Karagöl bir buzul gölüdür. 2,335 metre irtifada yer alan gölün çevresinde endemik çiçekler (Dedegül çiçeği) bulunur. Bu gölü krater gölü olarak tanıtanlar da var. Ama krater gölü değil.

Bölgenin bilimsel envanterine ben rastlamadım. Kamu kuruluşlarının  bu konularda yetersiz kaldığı ise tartışmalıdır. Bölgeyi ziyaret edecek olan turistler, sporcular veya akademik  amaçlı ziyaretçilerin ihtiyacı olan bilgileri elde etmek neredeyse imkansızdır.

MELİKLER YAYLASI | Kültür Portalı (kulturportali.gov.tr)

Örnek olarak birkaç uluslararası milli park kaynak değerlerinin ihtiva eden web sitelerine bakalım:

ABD’nin ünlü “Yellowstone Milli Parkı” değerlerine bakalım.

Yellowstone National Park – Yellowstone Fact Sheet (U.S. National Park Service)

Tarım ve orman bakanlığı bünyesinde yapılandırılan milli parklar koruma müdürlükleri incelendiğinde ortada milli bir paradigma sorunu olduğu ortaya çıkmaktadır. Doğayı korumak amacıyla kurulan bakanlık ana görevi olarak av ve avcılığı geliştirme ve av turizmi konularına daha fazla önem verdiğini görmekteyiz.  

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü (tarimorman.gov.tr)

Veri tabanları yetersizdir. Yetişmiş doğa eksperi ve kalifiye uzman raporları yok denecek kadar azdır. Özellikle de doğa kaynak değerleri envanterleri çok eksiktir. Araştırma yapıldığında saçma sapan bilgiler, asılsız hikayeler anlatılıyor. Dedegül dağı dünya kaya tırmanışı literatüründe yer alıyor olması yerel belediyelerin, STK’larının umurunda değil anlaşılan.

 Oysa bölgede akademik çalışma yapması beklenen üniversiteler var. Yerel belediyelerin, valiliklerin, bakanlıkların kaynakları var ama ortaya çıkan cılız yarısı doğru yarısı yanlış paragraflara engel olunamıyor.  21. Yüzyılda hala gözler önündeki doğa alanlarının bilinmeyenleri arasında debeleniyoruz.[1]

Anamas dağları adı verilen sıradağların Dedegül (2998 m), Davraz (2637 m), Barla (2798 m), Sarp (2326 m) adlı zirvelerinin çıkış rotalarının, flora ve faunasının, haritalanmasının envanterinin çıkarılması bu kadar mı zor? Bunu bir hafta içinde yapacak o kadar çok insan var. Türkiye’nin bu içine düştüğü liyakatsiz yöneticilerin kuyusundan çıkması çok zor. İki yüz yıl önce başlayan “batılılaşma” hareketi ile birlikte kamu kurumlarına bilimsel yöntemlerin girişi ile gelişen Türkiye doğa alanlarını koruma konusunda önemli adımlar atmasına karşılık son yıllarda “doğululaşma” adımlarıyla hızla batılı bilimsel yöntemler yok oluyor onların yerine doğunun karanlık tutucu yöntemleri ve   değerleri öne çıkmaya başlıyor.

Astro Fotoğrafçılık neden ilgimi çekiyor diye sık sık kendime sorarım. Gökyüzü ve yıldızlar, gezegenler, ay, güneş gündüz ve gece çekimleri de düşünüldüğünde ortaya çok geniş bir fotoğraf alanı çıkıveriyor. Işığı takip edenler olarak gökyüzünü aydınlatan bu cisimleri yok saymak mümkün mü?

Aysız gecelerde samanyolu fotoğrafları çekmek yani bir “samanyolu avcısı” olmak tecrübe gerektiriyor. Fotoğraf çekmeye ilk başladığım yıllarda portre fotoğrafçılığı ilgimi çekiyordu. İsveç’te yaşayan rahmetli Lütfi Özkök ile sık sık buluşup şiir çevirileri yapar onun çektiği SB portre fotoğraflar üzerinde konuşurduk. Özkök uzun yıllar boyunca ünlü yazarların portre fotoğraflarını çekip geçimini bu fotoğraflar üzerinden sağlayan başarılı bir portre fotoğrafçısıydı. Sanırım yazar portre fotoğrafları konusunda ilk akla gelen isimlerden biriydi. Nobel ödülü almaya aday olan yazarların portre fotoğrafları sanatçının arşivinde bulunuyordu. Bu konuda özel bir çalışma planı vardı. 50’li yıllarda geldiği İsveç’te kamerasıyla ailesini geçindirmiş, batı medyasında arşiviyle ünlenmişti. Şair ve fotoğrafçı ekolünün temsilcilerindendi. Birlikte şiir kitapları çıkarmıştık. Yeditepe yayınlarından yayınlandı. Film fotoğraf okuluna başladığımı da ona söylememiştim. Benim ilgi alanım daha çok doğa ve manzara fotoğraflarıydı. Yazar da olsa felsefeci de olsa insanın egosunun kameraya yansımasından hoşlanmıyordum. Narsist entelektüellerin fotoğrafları, özgeçmişleri, portreleri benim ilgi alanımdan uzaktı. Bunu Lütfi Abi’ye hiç söylemedim esasında. Birlikte şiir çevirilerimize uzun süre devam ettik. O portrelerini çekmeye devam etti. Dünyanın her yerinden medya organlarına fotoğraf satıyordu.

Benim İsveç maceram 1982 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yapınca noktalandı. Lütfi Abi 2017 yılında vefat etmiş. Eşi Ann Marie daha önce vefat etmişti. Bir oğulları vardı. Mermi. Stockholm’ün banliyölerinden birinde mütevazi bir yaşam sürüyorlardı. Aradan neredeyse kırk yıl geçmiş. Zaman anıları bulanıklaştırıyor.

Türkiye 1972-1982 yılları arasında ağır siyasi ve ekonomik bunalımlar geçiriyordu. Her geçen gün yüzlerce  siyasi mülteci akın akın Stockholm’e geliyordu. Özellikle de faşist rejimden kaçan muhalifler. Stockholm belediyesi o yıllarda çok kişiye sığınacak bir barınak ve yiyecek verdi. Toplantı salonları doldu doldu taştı. Türkiye’nin siyasi sureti  sol ve sağ fraksiyonlar birbirinin üzerine yürüdü durdu. Hiçbir anlaşma zemini bulunamıyordu. İsveç’in siyasi yapısıyla değil Türkiye’nin  fraksiyonlar arası çatışmaları Stockholm ve diğer İsveç şehirlerinde görülmeye başlayınca konsolosluğun ajanları devreye girmiş, tutuklamalar başlamıştı. İsveç fikirlerin şiddete dönüşmesine izin vermeyen bir hukuk sistemine sahipti.

Lütfi Abi siyasi tartışmalardan hep uzak dururdu. Şiir, edebiyat, fotoğraf ve seyahatler üzerine konuşurduk. Siyasi eğilimli kişiler bundan hoşlanmazdı. Oysa denklem son derece basitti. Türkiye’deki hakim siyasi güç faşist tedbirler uygulayarak baskıyı artırıyor, tartışma ve iletişim ortamlarını yok ediyordu. Sonuç olarak siyaset yapmak imkansızdı. Sadece şiddet ve baskı kalıyordu geriye. Herkes bunu görmekten uzaktı. Onlar hala tartışma ortamının demokratik geleneklerle sürdürülebileceğine inanıyorlardı. Oysa kapılar sadece şiddet ve faşist baskı odalarına açılıyordu.

Astro fotoğraf çekmek için beni motive eden dürtü ne acaba? Bu her şeyiyle kokuşmuş dünyadan kaçıp yıldızlara mı gitmek istiyorum ne? Etrafımdaki her şey çürüyüp gidiyor. İnsan ilişkileri mi desem, iş hayatı mı desem değerler dünyası allak bullak olmuş, dümeni kırık bir tekne gibi savrulan bir siyasi ortamda düş kırıklıklarıyla dolu günler geçip gidiyor.

Biraz önce haberlerde Milan Kundera’nın vefat ettiğini okudum. Stockholm’deki bir yayın evinin (Bonniers) 70’li yılların ikinci yarısında  düzenlediği bir tanıtım toplantısına gelmişti. Edebiyat ve  yaşam üzerine konuşuyordu. Geçen gün The Guardian’da vefatı üzerine bir yazı gözüme ilişti. Aşağı yukarı aynı hayal kırıklıklarını dile getiriyordu.  

“It seems to me that all over the world people nowadays prefer to judge rather than to understand, to answer rather than to ask, so that the voice of the novel can hardly be heard over the noisy foolishness of human certainties.”[2]

Çek yazar “Şaka” adlı romanıyla totaliter komünist rejimi eleştirince kara listeye alındı ve tacize uğradı. 1968 Çek liberal hareketinin savunuculuğunu üstlendi. Birkaç yıl içinde de 1975 yılında Fransa’ya göç etmek zorunda kalıyor. Doğu bloğunun katı komünist geleneğiyle hesaplaşıyor. Rejim affetmiyor. Sürgün yılları başlıyor.

Soğuk savaşın yükünü taşıyan yazarlardan biri Kundera. Sürgün yıllarında Fransızca yazmaya başlıyor. Dilini değiştiriyor. Ünlü romanı “Var olmanın dayanılmaz hafifliği” 1984 yılında uluslararası bir başarı kazanıyor. Totaliter rejimle hesaplaşmanın yaşam biçimine dönüşümü uzun yıllar alıyor. Demir perdenin çöküşünden sonra Sovyetler Birliği’nin çözülme hareketi başlıyor. Polonya, Çekoslovakya ve diğer doğu Avrupa ülkeleri bağımsızlıklarına kavuşuyorlar. Kundera  2019 yılında Çek vatandaşlığına tekrar alınıyor. Kundera toplantısına o zamanlar Stockholm’e yerleşen Demir Özlü ile birlikte gitmiştik. Şimdi düşünüyorum da iki yazar da artık aramızda değil.

Demir Özlü bir Türk yazarı olarak yaşamın bireysel yönüne yani varoluş yönüne eğildi hep. Kundera’nın varoluşu ile Demir Özlü’nün varoluşu farklı parametrelerde dolaşıyordu kanımca. Türkiye’nin siyasi gelişimi ile Çekya’nın siyasi gelişimi benzer olmadığına göre yazarların eserlerinin de benzer olması beklenemez. Oysa astro fotoğrafçılık öyle değil. Dünyanın neresinde olursanız olun samanyolu galaksisinin içindesiniz. Samanyoluna  bakarken düşünceler farklılaşabilir mi?

Samanyolu çekimlerine ilk kez Machael ‘de Lekoban yaylasında başlamıştım. Sonra Beşparmak Dağları, Salda Gölü, Kızlar Sivrisi, Aladağlar, Geyik Dağları civarında, Bergama’da, Frig vadisinde ve birkaç yerde daha çekimler yaptığımı hatırlıyorum. Samanyolu avcılığı çok keyifli bir iş. Karanlık yerlerin giderek azaldığı dünyamızda çekim yeri bulmak da çok zor. Işık kirliliği giderek yayılıyor. Bu hafta sonu Melikler yaylasında yeni kamera ve lensimle çekim yapacağım. Bakalım farklı fotoğraflar çıkacak mı?


[1] MELİKLER YAYLASI | Kültür Portalı (kulturportali.gov.tr)

Melikler Yaylası nerede? Gökyüzü fotoğrafçılarının yeni adresi: Melikler Yaylası (hurriyet.com.tr)

https://onedio.com/

Her Gün Bir Yeni Bilgi: Türkiye’nin En Karanlık Noktası Melikler Yaylası Tanıyalım (onedio.com)

[2] Milan Kundera: The Unbearable Lightness of Being author dies aged 94 | Milan Kundera | The Guardian

Melikler Yaylası

Post navigation