web analytics

 Üyesi olduğum bir amatör fotoğraf derneğinin iki aktif jeoloji profesörü danışmanlığında bir foto-safari düzenlediğini duyduğumda  hiç tereddüt etmedim. İki nedenle: birincisi defalarca ziyaret ettiğim bu ilginç ÖDA (Önemli Doğa Alanı)’na jeolojik açıdan nasıl bakıldığını merak ettiğim için; ikincisi de çok etkisinde kaldığım iki dağ kütlesinin (Erciyes ve Hasan dağları) fotoğraflarını doya doya çekme fırsatı bulacağımı düşündüğüm için.

Beş günlük programda Kapadokya’nın önemli vilayetleri olan Kayseri, Nevşehir, Niğde otellerinde geceleyerek yoğun bir tempoda bölgenin önemli jeolojik ve kültürel değerlerini keşfedecek, fotoğraf çekecektik. Aşağıda bölgede ziyaret edeceğimiz yerler işaretlenmiş olarak belirgin. 

Şekil 1Kapadokya Gezi Planı

Öncelikle Kapadokya adı verilen coğrafi bölgenin  etimolojisi ve tarihi coğrafyasına değinelim: “Geç Antik Çağ “ olarak tanımlanan dönemde kuzeyinde Galatia, güneyinde Cilicia ve Commagene, batısında Asia vilayetlerinin bulunduğu bir Roma vilayeti olarak tanımlanıyordu. Antik Çağ olarak tanımlanan dönemin sanat tarihçileri ve arkeologlar tarafından 20. Yüzyılda popülerleştirildiğini de söylemek gerekir. Roma imparatorluk öncesi ise Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi klasik siyasi kronolojiyi izlemektedir.

 Bölgede kültürel yaşamın izleri MÖ 7. Binlere kadar uzanıyor ama bununla alakalı arkeolojik kanıtların düzenlenmesi gerekli. Öte yandan tarihçilerin Anadolu’da imparatorluklar ve krallıklar dönemini başlattıkları Hattiler sonrası  Hititler’in ilk izlerine Neşa (Kaniş) yani bugünkü Kayseri/Kültepe’de rastlanmaktadır.(M.Ö. 1800-1700) Asurlu ticaret kolonileri sahipleri  Anadolu’yu terk ettikten bir süre sonra M.Ö. 1700’lerde Anadolu’da ilk siyasi birliği kurmuşlardır. Hitit Devleti’nin kurucusu Labarna‘dır. Labarna, devletin başkentini Neşa’dan Hattuşa‘ya (Çorum/Boğazköy) taşımıştır.Labarna’dan sonra gelen diğer krallar da Labarna (Büyük Kral) unvanını kullanmışlardır.

 Hititler’de kral ülkeyi yönetmesinin dışında başrahip, baş yargıç ve başkomutan unvanlarına sahiptir. Kraldan sonra en yetkili kişi Tavananna (Büyük Kraliçe) unvanlı kraliçedir. Kral savaşa gittiğinde ülkeyi yönetme yetkisi kraliçededir. Hitit İmparatorluğu, iç karışıklıklar, taht kavgaları, Asur tehlikesi ve kuraklık sonucu baş gösteren kıtlıklar nedeniyle zamanla zayıflamıştır. Kargaşanın hâkim olduğu bu dönemde batıdan doğuya göç eden ve Mısır kaynaklarında “Deniz Halkları” olarak bahsedilen halklar, Anadolu ve Suriye’yi istila ederek Hitit İmparatorluğu’na son vermişlerdir.

Frigler, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra güneydoğu Avrupa’dan Anadolu’ya göç etmişlerdir. 8. yüzyılda başkenti Gordion olan güçlü bir krallık kurmuşlardır. Frigya Krallığı ile kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bazı Yunan ve Roma kaynaklarına göre, krallığı kurucusu Gordios; en meşhur kralı da Gordios’un oğlu Midas’tı. Doğu kaynakları da Muşkili Mita’nın (Midas) Doğu’da Asurlulara karşı mücadele verdiğinden bahsederler. Krallık Kafkaslardan Anadolu’ya giren Kimmer istilası sonucu M.Ö. 700 civarında yıkılmış ve batıda Lidya; doğuda ise ilk önce Med daha sonra Pers hâkimiyetine girmişlerdir.

Lidyalılar, Batı Anadolu’da Gediz (Hermos)  ve Menderes (Meander) Irmakları arasında kalan bölgede yaşamışlardır.  Antik Çağ’da Lidya, bu topraklar üzerinde yaşayanlara da Lidyalılar denilmiştir. Lidyalılar Hint-Avrupa kökenli bir kavim olup doğudan Anadolu’ya gelerek önce Hititler ve daha sonra Frigler’in egemenliği altında yaşamışlardır. Güçlü bir krallık kurmuş ve Pers’lerin Anadolu’yu işgaline kadar geniş topraklara yayılmışlardır.

Urartular, M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren Asur baskısı altında olan Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Hurri kabileleri veya beyliklerinin, bu baskının etkisiyle M.Ö 9. yüzyılda I. Sarduri (M.Ö 832-825) liderliğinde bir krallık kurmuşlardır. Kurulurken savunma amacı taşıyan krallık, Sarduri ve ardılları tarafından sınırları; kuzeyde bugünkü Ermenistan içlerine, doğuda Aras, güneydoğuda Urmiye gölü ve güneybatıda Fırat’ın batı kıvrımına kadar genişletilmiştir. Krallık 7. yüzyılın sonlarına doğru iç çekişme, Asur baskısı ve Kimmer istilaları nedeniyle yıkılmıştır.

Bu aşamada geziyi gerçekleştireceğimiz topraklarda hüküm süren Kapadokya Krallığı (MÖ 320-MS 17)’ndan da söz etmek gereklidir. Pers ordularının Anadolu’yu işgalinden sonra (MÖ 550) Anadolu’ya Pers kabilelerinin  büyük ölçüde göç ettiğini daha doğrusu Pers kralı tarafından yerleştirildiğini ve başlarına da Pers vali atayarak siyasi bir birlik oluşturmayı amaçladıkları açıktır.  Kapadokya satraplığı Pers ordularının İskender karşısında yenilmesinden sonra  Kapadokya krallığı siyasi birliğine dönüşmüştür. Zaman içinde iki yüz yıl birbiriyle karışan halkın kökü Pers ama yerel kabilelerle birlikte yaşayan karma bir halk olduğunu söylemeliyiz. Kapadokya Krallığı, kral Ariarathes tarafından MÖ. 332 yılında kurulmuştur. Antik Makedon kralı olan İskender’in, Persler üzerine gerçekleştirmiş olduğu seferler neticesinde bağımsızlığını kazanan Kapadokya Krallığı, yaklaşık olarak 350 sene boyunca bölgede hüküm sürmüştür. Makedonya Kralı İskender, MÖ. 334 ve MÖ. 332 tarihlerinde Pers İmparatorluğu’na iki büyük sefer düzenlemiş ve Persleri bozguna uğratarak Kapadokya’da dâhil olmak üzere Anadolu’da birçok Pers toprağını ele geçirmiştir. Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından, Kapadokya’da yaşayan Persler hariç Anadolu’nun diğer bölgelerinde yaşayan halklar ve krallıklar  İskender’in hâkimiyetine boyun eğmişlerdir.

Kapadokya bölgesini de ele geçiren İskender; buraya iki Makedon  vali atamış ancak bölge halkının direncini hiçbir şekilde kıramamıştır. İskender’in, bu bölgeyi denetim altına alması için ordularına emir vermesinin ardından zaten var olan tepki hızla büyümüş ve eski bir Pers soylusu olan 1. Ariarathes önderliğinde bağımsız Kapadokya Krallığı kurulmuştur.

Sonuç itibariyle bugün Kapadokya olarak bildiğimiz bölge; Kayseri, Nevşehir, Niğde, Aksaray illeri de dahil olmak üzere Hatti ve Hitit sonrası karma Anadolu halklarının hangi etnik kökenlerden oluştuğunu tespit etmek kolay değildir. Kapadokya  yarı Pers ama tarihsel gelişim paralelinde Helenistik özellikleri giderek belirgin hale gelen bir krallık olmuştur. Pontus kralı Mithridates’in (ki o da Pers soylusudur) Kapadokya’yı fethi ise ayrı bir tarihsel olaydır.  MÖ 120-63 yılları arasında Pontus Kralı VI. Mithridatis ile Roma Cumhuriyeti arasında gerçekleşen Mithridatis Savaşları’nın bir parçasıdır. Mithridatis, Anadolu’daki Roma ilerleyişine karşı koyabilmek için Kapadokya Krallığındaki iç karışıklığı fırsat bilerek buraya seferler düzenlemiş ve bazı toprak kazanımları elde etmiştirAncak Roma’nın Bitinya’yı ilhak etme kararı üzerine başlayan Üçüncü Mithridatis Savaşı’nda Pompey’e yenilerek Kapadokya’daki hakimiyetini kaybetmiştirKapadokya Krallığı daha sonra Roma tarafından ilhak edilmiştir. Pontus kraliyet ailesi Mithridatis’in Roma imparatorluğu ile mücadelesi yaklaşık kırk yıl sürmüştür.

Akademik çalışmalarda bir geçiş dönemi olarak ilk defa 20. yüzyılın başında sanat tarihi çalışmalarında kullanılan Geç Antik Çağ tanımı , günümüzde artık farklı bir disiplin ve tarihsel dönem olarak kabul edilmiştir. Modern tarih ve arkeoloji çalışmalarında “kısa ve uzun Geç Antik Çağ” olarak iki farklı kronolojik çerçeve ile sınırlandırılan bu dönem, Diocletianus’tan, Iustinianus’a (3–6. yüzyıl) veya 2–8. yüzyıllar arasına, hatta 10. yüzyıla kadar uzatılmaktadır. Geç Antik Çağ’ın coğrafi odağı büyük oranda Roma İmparatorluğu’nun doğu topraklarıdır. [1]

Seyahatnâme kitaplarımda Anadoluyu gezerken antik kent harabelerinin, akarsu, göl ve dağ gibi görünen varlıklarının tarihi coğrafyasını, flora ve faunasını  yazmaya çalıştım. Oysa şimdi önüme daha önce hiç farkında olmadığım yeni bir alan çıkıyordu. Karşımda tüm heybetiyle duran Erciyes Dağı, Hasan Dağı  bana bir şeyler anlatmaya çalışmışlar ama ben duymamışım.

İki jeoloji profesörüyle Kapadokya’yı gezmek bilincinizde yeni boyutlar açıyor. Milyon yıl kavramı gelip aklınızın önünde poz veriyor. 14 milyon yıl, 5 milyon yıl, 2 milyon yıl. Bu kadar uzun bir zaman dilimini atlayarak coğrafyaya bakmayı nasıl başaracağınızı düşünüyorsunuz. Antik kentleri gezerken aklınız 2 bin yıllık bir sıçrayış yapmayı önerirken şimdi 2 milyon yıl nasıl sıçrayacaksınız. Zamanı bir fotoğraf gibi mi düşünmek gerek? Erciyes dağı acaba bu durduğum yerden 2 milyon yıl önce nasıl görünüyordu? Erciyes dağına bakarken   “kaldera” kelimesi akademik bir dille anlatıyor: Magma odasındaki volkanik ürünün dışarı çıkmasıyla oluşan çapı en az 2 km olan çöküntüye kaldera deniyormuş. Kapadokya bölgesindeki volkanik faaliyetler 14 milyon yıl önce başlamış. Erciyes volkanik oluşumlardan sadece bir tanesi. Dağların püskürttüğü lavların oluşturduğu “ignimbrit”diye adlandırılan  kayaların günümüzdeki görüntüleri çeşitli renkler alabiliyor. İgnimbrit kavramını araştırdım. 1935 yılında Marshall adlı bir araştırmacının “kızgın halde akan” anlamında kullandığı bir terimmiş ignimbrit. Ateş anlamına gelen “ignis” ve bulut anlamına gelen “nimbus” kelimelerinin bileşiminden oluşan bir jeloji terimi olan ignimbrit örneklerini tüm seyahatimiz boyunca bol bol görme fırsatımız oldu. Bir yanda Erciyes öbür yanda Hasan ve Melendiz dağları farklı zamanlarda püskürttükleri lavlarla tüm bölgeyi şekillemişler. Bu arada daha küçük volkanlar (bunlara da parazit volkanlar deniyormuş) da lav püskürterek katkıda bulunmuşlar.

Gezilerimde ilgilendiğim şeyleri sıralarsam öncelikle insansız  dağ, göl, akarsu, bitki, hayvan, çiçek, ağaç, gibi konulara bu seyahatimle birlikte  taşlar ve oluşumlarını da eklemeyi başardım diyebilirim. Kapadokya’nın volkanik kaya oluşumları geometrik harikalar yaratıyor. Özellikle de ışığın değişimiyle ortaya çıkan muhteşem görüntüleri yakalamak için her şeyden önce orada olmak gerekiyor. Fotoğrafçılığın birinci ve en önemli kuralı: orada olacaksın. İkinci önemli kuralı sabırla ışığı bekleyeceksin.

Bu seyahatte çekmeyi umduğum kareler arasında Erciyes, Melendiz  ve Hasan Dağları da vardı. Ama ne yazık ki bu kareleri çekmek için çok fazla beklemek gerekiyordu. Işığın dağlara ilk vurduğu zaman ya da ışığın gün batarken kayalıklardan, tepelerden çekilirken yarattığı gölgeli kızıllık zamanını yakalamak, fotoğraflamak bu seyahatin kapsamında yok. Seyahatimiz boyunca bölgedeki hava durumu ve aşırı bulutlanma fotoğraf için engeller çıkarıyordu. Beklemek için ise yeterli zamanımız yoktu. Biraz da şansın yaver gitmesi gerekli.

Hangi fotoğrafçıya sorarsanız sorun Kapadokya’da çekilecek kareler arasında balonları atlarsak (Bu balon fotoğraflarını pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim)  peri bacalarını ve Erciyes dağını da sayacaktır. Tuz gölünden Van gölüne kadar uzanan  büyük Kapadokya topraklarında peri bacaları en belirgin kaya oluşumlarıdır. Erciyes dağının fotoğrafını çekmek için belki de birkaç gün beklemek gerek.

Zaman bazen tersine akar ya. İşte öyle. Bölgenin her yerinden görülebilen Erciyes Dağı 3917 metrelik yüksekliğiyle dikkat çeker aslında. 18 kilometre çapındaki dağ 1100 kilometrekarelik bir alanı işgal ediyor. Volkanik bir dağ. Dağ eteklerinde seyrek de olsa insan tahribatından geriye kalan yer yer meşe ve ardıç türleri görülebiliyor.

Endemik bitkiler arasında Doğa Derneği’nin tespit ettiği iki tür öne çıkıyor. Her yerde görülen “geven/keven” türlerinden Astragalus argaeus ve peygamber çiçeği türlerinden Centaurea amaena. Bölgede 39 bitki taksonunun varlığından söz eden doğa derneği raporu küçük akbaba (Neophron percnopterus) , kaya kartalı (Aguila chrysaetos) gibi türlerin de geniş çapta yaşadığı topraklardaki erozyon tehlikesine işaret ediyor.[2]

Bu bölgede erozyon kaçınılmaz. Aşırı ve düzensiz su kullanımının açtığı kuraklık kapısından ilk giren erozyon olur. Hörmetçi sazlığı civarında yılkı atlarını fotoğraflamaya gittiğim yıl her yerimiz sarı tozla kaplanmış kameralarımızı korumak için poşetlere sarmıştık.  

Kayseri programımız sabah erken saatlerde başlıyor. Oldukça yoğun bir program. Sadece doğa manzara değil gastronomi ve kültürel alanlarda da bazı öğelerin yer aldığı ilginç bir foto safariye dönüşüyor. Nedense yöresel yemeklerin ön plana çıktığı geç vakit akşam yemeği programlarından hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Günde iki öğün yemek yiyen ve ikinci öğünümü en geç saat 17 de yiyen  biri olarak saat 21 de restorana oturmak bana göre değil. Geç vakit  yenen ağır yemeklerin sağlıklı olduğu söylenemez.[3]

Bölgenin arkeolojik potansiyeli her ne kadar küçükse de yine de Kapadokya Bölgesi’nde geçmiş uygarlıkların  kalıntıların günümüze ulaştığı üç yerleşim yeri özellikle dikkat çekicidir.

Araştırmalarıma göre bunlardan Roma ve Bizans dönemlerinde aktif olan Mokissos ve Tyana kent statüsüne sahip, başkentlik yapmış yerleşim yerleriymiş.  Sobesos daha küçük ölçekli bir piskoposluk merkezi olarak karşımıza çıkıyor. Arkeologların yoğunlaştıkları kazı alanları önümüzdeki yıllarda daha fazla bilgi sahibi olmamıza yardımcı olacağa benziyor.

Kemerhisar (Tyana), Helvadere (Mokissos), Şahinefendi (Sobesos) Geç Antik Çağ yerleşimleri hakkında daha detaylı bilgi edinilmesinde önemli bir rol oynayacaktır. İnternet üzerinde yaptığım araştırmalarda çok fazla detaylı ama ispatlanmayan bilgiye rastladım. Bunlardan biri de Erciyes Dağı’nda olduğu söylenen “Gölgeler Tapınağı”. Pagan dönemde ölüm ve ölüler üzerinde tapınım (Nekromania) yapan kabilelerden söz ediliyor. Bu iddianın ilginç bir bilgisayar oyunu gibi olmasına karşın yine de ispata muhtaç birçok yönü var. Eğer tapınaktan geriye bir şey kalmadıysa ve bu kabilelerin varlığını kanıtlayacak bir belge yoksa geriye “fantastik”  daha doğrusu bir hoax  hikâye kalıyor kanımca.        

  • Erciyes[4] ve Kayseri Panorama (Erkilet) (Kayseri)[5]
  • Talas-Osmanlı Sokağı, Rum ve Ermeni Evleri (Kayseri)
  • Ali Dağı (Kayseri)[6]
  • Kaniş-Kültepe Ören Yeri (Kayseri)[7]
  • Mimar Sinan Evi (Ağırnas) (Kayseri)
  • Ağırnas Yeraltı Şehri (Kayseri)
  • Koramaz Vadisi (Kayseri)

Mimar Sinan evinin bulunduğu Koramaz vadisinin  Ağırnas Mahallesi olarak anılmasının mutlaka bir sebebi vardır. Bu isimlerin sonradan bürokratlar tarafından kimseye danışmadan konduğu çok açık. 15. yy. kayıtlarına göre mahallenin %95 ini Rumlar oluşturuyor.[8] Roma imparatorluğunun idaresi altına girdiği  3. yüzyılın sonunda İmparator Diokletianos oldukça büyük bir eyalet olan Kapadokya’yı dört küçük eyalete bölüyor. Bunlar: Helenopontos, Pontos Polemaniakos, Armenia Minor ve Kapadokya eyaletleridir. Bu eyaletlerin halkları Rum, Ermeni ve kadim yerli kabileler olarak  bilinen halklardır.

Aradan geçen yıllar içinde Kapadokya çok göç almış ve çok savaş görmüştür. Bölgenin etnik kimlikleri konusunda yapılmış araştırma mutlaka vardır ama bunun önemli olduğunu düşünmüyorum. Mimar Sinan ‘ın da büyük bir olasılıkla hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun bir Osmanlı vatandaşı  olması gerekir. Ağırnas mahallesinde dolaşırken görülen yapılaşma büyük ölçüde kadim geleneksel  taş Anadolu mimarisidir.

Bölgenin gerçek tarihini saklamaya yönelik siyasi yan tutan çalışmalar mevcuttur. Günümüzde giderek artan “milliyetçi” söylemler, Anadolu’ nun çok kültürlü yapısını yok etmeye çalışan Jakoben İslamcı siyasi eğilimler giderek artmaktadır. Günümüzde yandaş Jakoben bürokratların gayretkeşliğiyle Türkçeye uydurulmaya çalışılan isimlerin ötesinde belirgin etnik, dilsel, dinsel,  ve mimari tarzların da var olduğunu unutmamak gerekir.[9] Binlerce yıldır Kapadokya vadilerinde saklı kilise duvarlarında duran Hıristiyanlar için kutsal olan freskler Jakoben İslamcı propaganda etkisinde kalan bazı  fanatikler tarafından yok edilmişlerdir.    

Koramaz vadisi hiç şüphesiz vadi boyunca uzanıp giden kayalara oyulmuş köyleriyle ve tapınaklarıyla çok daha fazla zaman harcanması gereken bir yer.[10][11] Koramaz Vadisi’nde bulunan, kayalara oyulmuş tüm bu yapıların geçmişi en az 5 bin yıla, olasılıkla daha da eskiye dayanıyor diyebiliriz. Korunması gereken kültür varlıkları kapsamında UNESCO listesine aday olan vadinin ne kadar korunduğunu bilmiyoruz. Vadide yürürken ayaklarımıza kadar akıp gelen kanalizasyon sularından çıkan fena kokunun her şeyi yok ettiğini ve korunma olayının bir balon olduğunun ispatı olduğunu da söylemek mümkün.

(Devam Edecek)


[1] GEÇ ANTİK ÇAĞ’DA LYKOS VADİSİ VE ÇEVRESİ, Editörler / Celal ŞİMŞEK – Turhan KAÇAR,Ege Yayınları, 2018

[2] https://www.dogadernegi.org/wp-content/uploads/2018/11/ort037-erciyes-dagi-o

[3][3] Çemen’s – Yöresel Ürünler: Pastırma Sucuk Mantı (cemens.com.tr)

[4] Erciyes Dağı is a mountain in the Central Anatolia Region of Turkey. It is a large stratovolcano that rises from the Sultansazlığı plains 25 km southwest of Kayseri city center. It has a height of 3,917 meters and covers an area of 3,300 square kilometers. It is the highest mountain in Central Anatolia and the fifth highest in Turkey. It is also considered to be the highest point of the Aladağlar range and part of the Alpine belt123

[5] Mount Erciyes has a long and rich history that spans many civilizations and cultures. According to some sources, the mountain was named after Argaeus, the founder of the Argead dynasty and the king of Macedon in the 7th century BCE1 The mountain was also a sacred site for various ancient peoples, such as the Hittites, Phrygians, Persians, Romans, and Byzantines2 Some of these civilizations left behind monuments and inscriptions on the mountain, such as rock-cut tombs and temples2

The mountain also played a role in the history of the Cappadocian clan of vampires, who took over a monastery on the mountain in the 1st century BCE and used it as their stronghold and haven3 The monastery was known as the Monastery of Shadows, because it received little sunlight due to the high cliffs surrounding it3 The Cappadocians conducted their experiments and studies on death and the soul in the depths of the mountain, until they were betrayed and destroyed by the Giovanni clan in the 15th century CE3

[6] Talas İlçesi’nin yamaçlarına kurulduğu Ali Dağı, ülkemizdeki belli başlı yamaç paraşütü merkezlerinden biridir. Ali Dağı, Kayseri il merkezine 15 dakika uzaklıktadır. Zirve çıkış kolaylığı, mesafe yarışları için iyi termik ve hava akımları sunan Ali Dağı, sporcuları 130 kilometre uçabilmelerine olanak sağlamaktadır. 5400 metre yüksekliğe kadar uçuş yapıla bilinen Ali Dağı, yamaç paraşütü konusunda uluslararası bir merkez niteliği taşımaktadır. 600 ile 750 metre irtifa farkına sahip, birisi güney, diğeri kuzey rüzgarlarına uygun iki kalkış pisti bulunmaktadır.

[7] Kayseri tarihini 6 bin yıl önceye dayandıran belgelerin gün ışığına çıkarıldığı Kültepe, Kayseri merkeze 24 kilometre uzaklıktadır. Hititlerin Anadolu’da kurduğu ilk kentin kalıntısı olan höyük ve onu saran Karum’dan oluşan Kültepe Ören Yeri’nde yönetim binalarının, dini yapıların, ev, dükkân ve atölyelerin kalıntıları görülmektedir.

[8] Ağırnas – Vikipedi (wikipedia.org)

[9][9] 1313886 (dergipark.org.tr)

[10][10] Koramaz Vadisi – Kayseri’nin Bağrından Yükselen Bir Dünya Kültür Mirası

[11][11] Koramaz Vadisi, UNESCO listesinde – Atlas (atlasdergisi.com)

Kapadokya

Post navigation