web analytics

Yolcu insan ya da gezgin insan  diye çevireceğimiz bir kavram. Frederic Gross’un kitabında karşıma çıktı.

Gabriel Marcel[1]’in üzerinde çalıştığı konu: Homo Viator:Introduction to a Metaphysic of Hope (Gezgin İnsan: Bir Umut Metafiziğine Giriş) adlı yapıtındaki Sketch of a Phenomenology and a Metaphysic of Hope (Bir Fenomenoloji Taslağı ve Bir Umut Metafiziği) isimli deneme olduğu söylenebilir.

Marcel’e göre insan, olmuş, tamamlanmış bir ürün olmayıp, oluş halindeki bir varlıktır. Yani o, somut bir durumdan bir diğerine geçecek surette daimî yolculuk halinde olan, gezgin bir varlık, Marcel’in ifadesiyle bu tür bir insan bir “homo viator” dur.

Doğal olarak burada metafizik bir tamamlanmadan söz ediliyor. Marcel, umut kavramını da gezginlikle bağdaştırarak bir metafizik (belki de dinsel)  yolculuk kurgular. Bu düşünce bana pek yabancı değil. Örneğin Kierkegaard umudun değil de umutsuzluğun felsefesini bize göstermiştir. Hıristiyan teolojisinde “umut” kavramı temel taşlardan biri olarak karşımıza çıkar. Teizm yani tanrıcılık doğrultusunda  bir tür tasavvuf yaklaşımı Marcel’in “homo viator”unu kuşatır. Varoluşçuluğun felsefi önderlerinden  Kierkegaard’ın bazı fikirlerini[2] de kapsayan umut ve umutsuzluk, sevgi ve sevgisizlik gibi kavramlar arasında düşüncelerini açıklar. Umut olmadan gezgin olunmayacağını söyler. Bu umut kavramı dinsel varlıkla bütünleşme umudu olarak görünüyor bana. Bu da bildiğimiz tasavvuf yolculuğundan başka bir şey değil. Tasavvufta “aşk” kavramı Marcel’in umut ve sevgi kavramına yaklaşır. Yüce varlıkla birleşme umudu da diyebiliriz. Tasavvuf  “teist” bir düşünce yapısını öne çıkarır. Yapılan geziler ya da yolculuklar hep yüce varlığa ulaşmak için yapılır. Marcel’e göre Viator  bu yolculuğu yapar.

Umut kavramının olumsuz bir duygu olduğunu düşünenler de vardır.  Platon ve Aristo umut kavramını olumsuz bir duygu olarak tanımlamıştır. Platon, umudun kişiyi kolayca yoldan çıkarabileceğini, Aristo ise umudun aldatıcı olduğunu vurgulamıştır. Spinoza, umudun cehaletten kaynaklanan istikrarsız bir haz olduğunu söyler. Nietczhe ise umudu yanıltıcı olarak yorumlamış, insanlara yarar sağlamaktan çok acı verdiğini belirtmiş, acıların devam etmesini sağlayan kötü bir duygu olduğunu ileri sürmüştür. Umudu sürdürmek acı çekmeyi uzatmaktan başka bir şey değildir düşüncesindedir.  

Burada yaşama bakış açısı olarak felsefi bir kulvara girdik. Bu kulvara girmemize neden ise Marcel’in yürümek ile umut etmeyi birlikte görme isteğidir. Oysa benim ilgilendiğim taraf “yolcu” yani “viator “ kavramının eni ve boyudur. Marcel yürümenin felsefesine fiziki açıdan değil metafizik açısından bakıyor. Tasavvuf kavramlarına benzer “Mükemmel insan, İnsan-ı Kamil” atıfla hemen hemen her dinde sözü edilen insanın kendini geliştirerek mükemmel hale getirmesi düşüncesini kuram olarak geliştiren Marcel’in fiziki yürümek, yolculuk etmek, gezginlik gibi diğer filozoflarda görülen yaklaşımlardan ayrılır. Bu bağlamda Marcel   Nietzche, Rimbaud, Rousseau, Thoreau, Nerval, Kant, F. Gross ve diğer yürüyüşçülerin penceresinden bakmıyor. Giderek Anadolu’yu yürüyerek keşfeden Frenk seyyahların bakış açısından da hiç haberdar değil.

Bu nedenlerle “Homo Viator” benim açımdan yürümeyi bir yaşam biçimi haline getiren insanlarla  ilgileniyorsa incelemeye değer.  Her ne amaçla olursa olsun yürümek bir koltuğa oturup hayaller kurmaktan çok farklı bir eylemdir. Din adamlarının “içsel yolculuk” öğretileri her ne kadar birbirine benzese de yine de belirgin farklılıklar vardır. Mısır rahipleriyle başlayan ezoterik öğretilerin ana teması yolculuktur. Gerçeği arama yolculukları. Bu yolculuklar insanların iç dünyalarında yapılan alegorik anlamı olan sembolik yolculuklardır. Belirli  aşamalar içeren bir dizi ritüellerin toplamıdır. O inanca özgü bir tür öğreti haline getirilmiş ritüellerin toplamıdır. Bu yolculuklarla benim seyahat kitaplarımda anlattığım yolculuklar aynı değildir. İncelediğim Frenk seyyahların yolculukları da aynı değildir.

Zeynep Çetin doktora tezinde Anadolu’da çeşitli amaçlarla seyahat eden Frenk seyyahların gözlemlerini konu ediniyor ve  inceliyor:[3]

Richard Chandler, Robert Walsh, William Martin Leake, Francis Vyvyan Jago Arundell, J. M. Tancoigne, William Turner, Charles Fellows, George Thomas Keppel, William Knight, Charles Texier, William John Hamilton, Hugh Edwin Strickland, Karl Von Scherzer, Charles Thomas Newton ve Hans Barth.

Zeynep Çetin seyyahların gözlemlerini değerlendirirken seyyahların Hıristiyan  ve batılı olmalarından kaynaklanan sübjektif bir yaklaşımla Anadolu insanlarını ve Osmanlı düzenini eleştirdiklerini söyler. Oysa tüm Frenk seyyahların kitaplarında Osmanlı toplum yapısının Rum, Ermeni, Yahudi ve Türklerden meydana geldiği ; Halkın ne kadar cahil ve fakir olduğu, idarecilerin rüşvetle iş yaptıklarını anlatırlar. Tarihi eserleri önemsemeyen tahrip etmekten çekinmeyen halkın tarihi eserlerin kendilerinin tarihi olduğunu da kabul etmediklerini ileri sürerler.  

 Azınlıklar ve din konusunun örneklerine tezinde yer verir. Bu tezin eleştirisini yapmak bana düşmez. Ama bilimsel bir çalışma olması gereken doktora tezinin her şeyden önce seyyahların kitaplarıyla Anadolu’nun kültürel tarihinin keşfedilmesinde ne kadar önemli rol oynadıklarını belirtmesi gerekirdi. Antik kentlerin  yerlerini keşfeden Frenk seyyahların katkısı göz ardı edilmiş gibi geldi bana. Birlikte seyahat ettikleri ressamların çizimlerinde görünen Anadolu insanının kıyafetlerinin perişanlığı ve aykırılığı objektif gözlem değil de nedir acaba? Batılı arkeologların  kültür düzeyi ve Anadolu’nun tarihi coğrafyası hakkındaki bilgisi hiç de azımsanacak seviyede değildir. Giderek eğer bir örnek vermek gerekirse Kapadokya bölgesinin tarihi coğrafyasına etraflı bir biçimde kitabının üçüncü cildinin başında  yer veren Fransız seyyah Charles Textier çok ciddi bir kronolojik takvimi de kitabına ekler. Ben kendi adıma C. Textier’in kültürel birikim ve kaynak tarama da dahil olmak üzere döneminin tüm Frenk seyyahları arasında ön sırayı aldığını söyleyebilirim.

Türk arkeologlar Frenk seyyahların tarihi eser kaçakçılığı yaptıklarını ileri sürüyorlar. İngiltere, Almanya, Fransa, ABD, Avusturya ve daha birçok ülke müzelerinde Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserler bulunduğu açıktır. Bu ülkelere yaptığım seyahatlerde müzelerde bu eserleri gördüğümü de söyleyebilirim.

Kaçırılan bu eserlerin  çalınmadığı aksine zamanın Osmanlı bürokratları tarafından satıldığı da söylenmektedir. Hangi eserlerin satıldığı, hangi eserlerin rüşvet verilerek el altından kaçırıldığı, hangi eserlerin de padişah fermanıyla yurt dışına çıkışına izin verildiği  konusu ciddi bir tartışma konusudur. Osmanlı hazinesinin zayıf dönemlerinde para bulmak için bürokratların bulduğu çarelerden biri de tarihi eser satışıdır. Bergama Zeus Altarı bir örnek olarak verilebilir.  Bu konuda Osman Hamdi’nin ismi hem olumlu hem de olumsuz anlamda geçmektedir.

 Osman Hamdi Bey kaçakçılardan rüşvet aldı mı? – 7/24 Kültür Sanat (724kultursanat.com)

Yaşar Yılmaz’ın Kaleminden: Anadolu’nun Gözyaşları – PlumeMag

Devasa sunaklar istihbaratçı arkeologlarca çalınırken de kavga ediyorduk | Independent Türkçe (indyturk.com)

 692262 (dergipark.org.tr)

Ortaya atılan suçlamaların adresi Osman Hamdi Bey’dir. Dönemin Osmanlı bürokratlarının rüşveti normal bir gelir olarak düşündükleri varsayılırsa Osman Hamdi de o zamanki bakış açısıyla örenlerdeki taşları satmakta tereddüt etmemiştir diye düşünülebilir. Tarih ve arkeoloji bilincinin olmadığı bir ülkede değersiz taşlar olarak görülen harabelerin gelir kaynağı olması Osmanlı bürokratlarının iştahını kabartmış olmalıdır. Yaşar Yılmaz’ın öne sürdüğü iddiaların kültür tarihinin ve müzeciliğin en önemli figürü olan Osman Hamdi’yi tartışmaya açtığı açıktır. Bu konuda ortaya bazı belgelerin ve kanıtların konması gereklidir. Sadece sözel bir itham hiçbir değer taşımayacaktır. Bu tartışmaları arkeologlara bırakmak daha doğru olacaktır.


[1] Gabriel Marcel, 1889-1973 yılları arasında yaşamış olan Fransız varoluşçu filozof, oyun yazarı ve eleştirmen.

[2] Umutsuzluk düşüncesi, Kierkegaard’ın tüm sisteminde genel anlamda ön plana çıkmaktadır. O, bu düşüncenin varlığını ve yokluğunu Tanrı düşüncesinin etrafında belirlemektedir. Kierkegaard’a göre Kutsal ile canlı iletişimi bulunan kişilerin umutsuzluğa düşmesi çok güçtür.

[3] Çetin Zeynep, Avrupalı gezginler gözüyle Batı Anadolu,  Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın, 2013

Homo Viator

Post navigation