web analytics

İstanbul Sebahattin Zaim üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, mart ayında katıldığı bir canlı yayın programında:

 “Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır” demiştir.

 Sosyal medyada yoğun bir biçimde tepki gören bu demeç, şaşkınlık uyandırmıştır. Yoğun tepkilerin ardından üniversitedeki görevinden istifa ettiği bildirilen Profesör Arı’nın kendi isteğiyle mi yoksa üniversite yönetimi tarafından mı ayrılmasının istendiği  anlaşılamamıştır. Ayrılış haberi ardından  Bülent Arı’yı acaba derhal YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atayanlar kimler olabilir  diye merak etmemek mümkün değil.[1]

Okumuş okumamış, bilgili bilgisiz, bilen bilmeyen, cahil bilgin, vb. gibi zıtlıkları barındıran insan halleri binlerce yıldır tartışılır durur. Aynı şekilde cehaletin yüceltildiği, bilgeliğin yerildiği dönemler hep var olmuştur. Tartışmaların kayda geçtiği dönem antik Yunan septiklerine kadar uzanır. Günümüzde akademik felsefe alanında cehaletin kuramlarını inceleyen “agnotology” olarak adlandırılan bir disiplin vardır.[2]

İlkçağ filozoflarını meşgul eden konular arasında bilgi ve bilgisizlik önemli yer tutar. Kuşkucular (septikler) olarak adlandırılan akım algılanan dünyanın gerçek olup olmadığını sorgulamıştır. İnanç ve algı yoluyla elde edilen bilginin geçerliliği tartışma konusu olmuştur. Sokrates’in Atina tanrılarını  sorguladığı iddiasıyla açılan davada ölüm cezasına çarptırılmasında inanç ve algı yoluyla elde edilen bilginin toplumu yanlış yönlere götüreceği dolayısıyla kent devletinin bekasının tehlikeye düşeceği varsayımı vardır.

Platon (MÖ 347) eserlerinde bilginin kaynağı  konusunu işlemiştir. Platon’a göre bilgi genetik olarak değil sonradan öğrenilen bir yetenek olarak  inanç ile bilgi arasında bir konumda görülebilir. Bir yerde bilginin reddedilmesi ve bilginin bir çok karmaşık düşünce kalıbı olarak ancak inançla sağlanabileceği tezini de ileri sürer. Platon bilgiyi açıklarken Sokrates’in bilgiyi reddeden yaklaşımını o dönemde çok revaçta olan septik geleneğinin bir sonucu olarak yorumlar. Atina kent devleti de çoğunluğun bilgisiz yani cahil olduğu, rahiplerin ve filozofların ötesinde okuma yazma yeteneğine sahip olmayan çoğunluğun inançları doğrultusunda bilgiye ulaşmaları esas teşkil ediyordu. İnanç ve bilgi arasındaki paradoksal ilişki hemen hemen tüm filozofların ilgilendiği konular arasında yer almıştır.

İbn-Sina (Ölümü hicri 429 miladi 1037) Platon ve Aristoteles’in izinden giderek bilgi ve cehalet konularına ilgi duymuştur. Bilginin genetik mi yoksa sonradan öğrenilen bir yetenek mi olduğunu araştırmıştır. İnsani nefsin bazı kişisel çıkarlar uğruna, bilgiye karşı durarak kazanılmış olan mürekkep cehaleti menfaatleri doğrultusunda kullandığını ve bu tür cehaletin ruhsal bir hastalık olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İbn-i Sina cehaleti iki açıdan incelemiştir.

  1. Basit Cehalet, (Mine’l-cehl mâ hûve basît)
  2. Mürekkeb Cehalet, ( Mine’l-cehl mâ hüve mürekkeb)

İbn-i Sina Platon’un Nomoi (yasalar) diyaloglarında belirttiği şekliyle;

  1. Yalın Bilgisizlik,
  2. Çifte Bilgisizlik,

Açıklamalarına yaklaşımda bulunur. Yalın bilgisizlik cehaletin doğal halidir. Kişi bilgili olmadığının farkındadır ve bilgisini artırmak için var gücüyle gayret gösterir. Yalın cehalet çoğunluğun paylaştığı ortak bir farkındalık halinde yaşar öte yandan bu kitle  bilgili olanların etkilerine açık durumdadır.

Çifte bilgisizlik ise bilgisi olmayan bir kişinin kendini bilgili sanması, cehaletinin farkında olmadığı haldir. Çifte bilgisizlik genellikle yalın cahil kitleyi etkileyip kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmesidir. Bu İbn-i Sina’nın mürekkeb cehalet diye tanımladığı haldir.

Günümüzde ise bu konuyu inceleyen akademik çalışmalar vardır.  Stanford Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Robert Proctor, tütün sanayisinin, tüketicilerin sigaranın zararlarını öğrenmesini istemediğini ve sigara içmenin sağlık üzerindeki zararlı etkileri konusundaki gerçekleri bulandırmak için milyarlarca dolar  harcadıklarını kasıtlı olarak cehalet yaydıklarını ortaya koydu. Proctor, cehalet yayma eylemlerinin  incelenmesini “agnotoloji” olarak adlandırdı.[3]

Bir başka akademisyen Cornell Üniversitesi’nden David Dunning, bilgisizliğin yayılmasında internetin rolüne vurgu yapıyor.

Son yıllarda medyada yer alan haberlerin güvenirliği tartışılır boyutlara yükselmiştir. İdeolojik amaçlı algı yaratmak amacıyla bazı akademisyenlerin, uzmanların gerçek olmayan bilgileri kasıtlı olarak kamuoyuna medya aracılığıyla yansıttıkları cahil çoğunluğun ikilemde kalmasına neden oldukları görülmektedir. Özellikle görsel medyada her konuda gerçek olmayan bilgileri gerçekmiş gibi göstererek, kurmaca kanıtlar sunarak kanal kanal gezen sözde uzmanlar belirli bir ideolojik çizgiye hizmet ederek cehaleti yayma fonksiyonu ifa etmektedirler. Ekonomi, sosyal, siyasi, sağlık ve eğitim konularında gündemin gereği iktidar ideolojisi çizgisinde fikir beyan ederek kamu oyunu etkileme, algı yaratma gibi görevleri başarıyla yerine getiren sözde uzman akademisyenlerin  sayısı hiç te az değildir.

Sonuç olarak ister basit ister mürekkeb cehalet olsun bunun bir ruh hastalığı olduğunu ispatlamaya çalışan İbn-i Sina acaba haklı mı?


[1] https://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/olay-profesor-bulent-ariya-yeni-gorev-1566569/

[2]  Jennifer L. Croissant: Agnotology: Ignorance and Absence or Towards a Sociology of Things That Aren’t There.

[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160107_vert_fut_agnotoloji_bilgisizlik_bilimi

Cehâlet (cehl) sorunu

Post navigation