Her taşın her dağın her ırmağın bir hikayesi, bir tarihi var. Yazılı tarih var, sözlü tarih var. Tarihi bilenler var ama bilmeyenler çoğunlukta. Ağızdan ağıza anlatılanlar her anlatanın katkısıyla mitoslara dönüşür bize kadar ulaşır. Anadolu’nun on sekiz bin yıllık geçmişinde en az değişen ise dağlar ve akarsulardır. Göksu (Calycadnus) nehrini ilk gördüğüm nokta, Mersin Karaman yolu üzerinde tüm vadiye kuş bakışı bakan Kemenli-Kurtsuyu arasında bulunan bir seyir terasıydı. Göksu vadisi ve sarp kanyonları tüm ihtişamıyla gözlerimin önünde uzanıp gidiyordu. İlerde ırmağın kavis yaptığı yerde bir de köprü görüyordum.
✔️Muhteşem Manzarası ile 💚Göksu Kanyonu💚 (youtube.com)
Bir dergide okuduğum Alman imparatoru Barbarossa’nın boğulduğu yer de tam orası işte. Calycadnos nehri 1192 yılından bu yana suları azalmış, öfkesi dinmiş olmalıydı. Alman imparatorunun ağır zırhlarıyla nehirden geçerken akıntıya kapılıp sürüklendiği yazıyordu makalede. Ne kadar güçlü bir akarsu ki zırhlı bir imparatoru atıyla birlikte sürükleyebiliyordu. Güçlü bir imparatorun bir Kayzer’in nehirde boğulması bana hiç inandırıcı gelmiyor. İki yüz bin kişilik bir orduya komuta eden, Papa’ya kafa tutan Avrupa’nın en güçlü kralını Göksu mu öldürecekti? İnanması çok zor. Bana kalırsa bu ölüm buram buram suikast kokuyor.
Ama kim düzenlemiş olabilir bu suikastı? Çıkarı olan herkes. Belki de ortak bir kararla kiralık katiller imparatoru nehirde boğup kaza süsü verdiler. Bu suikastı Selahattin Eyyubi’nin ya da oğlunun casuslarının yapmış olması muhtemeldir. Bu ölümü aydınlatacak bir kanıt maalesef bulunamamıştır. Hiçbir tarih yazarı da kesin bir bilgi ortaya koymamıştır.
Barbarossa Anadolu’yu ve Orta Doğu’yu çok iyi tanıyordu. Antik Roma yolu Via Sebaste’yi kullanarak Kudüs’e ulaşmak isteyen imparator, İkinci Haçlı Seferi sırasında Schwaben Dükü, veliaht prens sıfatı ile amcası Alman İmparatoru III. Konrad (1138-1152) ile Filistin topraklarına büyük bir haçlı ordusuyla gelmişti.
Ordunun geçtiği yerlerde özellikle Bizans topraklarından geçiş sırasında birçok problemle karşılaştılar. Bu büyüklükte bir ordunun lojistik ihtiyaçları ya parayla ya da silah zoruyla karşılanmak zorundaydı. Alman imparatorunun seferini kayıt altına alan kaynağın yazarı olan “Ansbert”, Alman ordusunun 200 bin kişilik atlı ve piyade kuvvetlerinden oluştuğunu 22-28 Mart 1190 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası’ndan anlaşma gereği ve rehine takasını müteakip Bizans tekneleriyle gruplar halinde Anadolu’ya 6 gün içinde geçtiğini kayda almıştır. Bizans imparatoru ile yapılan anlaşma gereği 20 rehine takası da gerçekleşmiştir.
Bu sırada Anadolu’da Bizans’tan sonra ikinci güç olan Selçuklu Devleti’nde devam edegelen taht kavgaları neticesinde siyasi birlik bozulmuş ve Sultan II. Kılıç Arslan, 1189 yılından itibaren Aksaray ve Sivas topraklarını kontrol eden oğlu Kutbeddin Melikşah’ın kontrolü altına girmişti. II. Kılıç Arslan ve oğlu Kutbeddin Melikşah, Edirne’ye gönderdikleri elçileri vasıtasıyla Alman ordusunun Anadolu’dan güven içinde geçebileceğini ve ihtiyaçlarını para karşılığı satın alabileceğini bir antlaşma ile taahhüt etmişlerdir. Oysa Bizans sınırlarında uçlarda yaşayan Türkmen obaları Kutbettin Melikşah’ın da perde arkasındaki desteğiyle ganimet elde etme ve orduyu yıpratma amacıyla ordunun lojistik ve erzak taşıyan birimlerine saldırılar düzenlemişler ve başarılı olmuşlardır. Özellikle Türkmen okçuları pusu kurarak uzaktan saldırarak çok sayıda askerin ölümüne neden olmuşlardır. Alman Ordusu ciddi anlamda sıkıntıya düşmüş, açlık ve salgın hastalıklar da dikkate alınırsa ordunun önemli bir güç kaybına uğradığı söylenebilir.
Selahattin Eyyubi’nin kızıyla evlenen Kutbettin Melikşah, Almanlarla anlaşma yapmış olmasına rağmen kayınpederinin emriyle Alman ordusunun yürüyüşünü durdurmak istemiştir. Bunu casusları vasıtasıyla öğrenen Barbarossa, kenti almaya hiç niyeti yokken ordunun perişan hali nedeniyle ordusunu ikiye bölerek kuşatma harekâtına başlamış, kanlı savaşlardan sonra Konya’yı ele geçirerek Selçuklu ordusunu defalarca mağlup etmiştir. Konya 5 gün süreyle yağmalanmış kentte ne kadar yiyecek içecek ve kıymetli eşya varsa Alman ordusunun eline geçmiştir.
II. Kılıç Arslan ve oğlu Kutbeddin Melikşah bu yenilgi karşısında çaresiz kalmış ve yeni bir anlaşma yapmaya mecbur olmuşlardır. Kılıç Aslan ve oğlu civar kentlerdeki depolardan destek alarak Alman ordusunun tüm lojistik ihtiyaçlarını kısa sürede karşılamış böylelikle Konya yeniden Selçuklu idaresine bırakılmıştır.
Barbarossa’nın ölümüyle ordu ikiye bölünür. Kralın kuvvetleri bu kez deniz yoluyla geri dönerler. Oğlu Schwaben Dükü diğer iki kralla buluşmak üzere Filistin’e ulaşır. Ciddi bir güç kaybı yaşayan haçlı ordusu geri dönmek zorunda kalır. Bu üç kralın katıldığı üçüncü haçlı seferinin de sonu olur. Bu durumda Yeni bir seferin başlatılması için çok enerjik davranan Papa III. Clemens hayal kırıklığına uğrar. Fransa kralı II. Philip Auguste ve İngiltere kralı I. Richard ise ciddi prestij kaybına uğrar.
Bu sadece Göksu’ya (Calycadnus) ait hikayelerden biridir.
Anadolu’nun bir ucundan öbür ucuna uzanıp giden Eski kral yolunun güney kolu Taşeli platosundan geçer. Taşeli platosu etrafında Göksu nehrinin doğduğu dağlar Geyik Dağları vardır.
Romalı generaller Kilikya korsanlarının saklandıkları bölgeleri kontrol altına almak amacıyla eski kral yolunu yer yer onararak “Via Sebaste” adı verilen yol ağına dahil ettiler. Yol Pisidian Antioch ( Yalvaç) tan başlayarak , Neapolis (Şarkikaraağaç), Huyuk, Iconium (Konya) , Misthia (Beyşehir) , Side koluyla Beyşehir gölünü çepeçevre dolaştıktan sonra bir kolu Syedra’ya diğeri Tarsos, üzerinden Antiocheia ve Osione ‘ye yani Suriye’ye Mezopotamya’ya kadar uzadığı söylenebilir. Yolun yapılmasıyla birlikte Roma ile Kilikyalı korsanlar arasındaki savaşlar da başlamış oldu. Roma kara ordusu korsanların saklandıkları Geyik dağlarını kuşatarak dirençlerini kırmıştır.
Bir yürüyüş grubuyla ilk kez Taşeli platosuna kamp yapmak üzere gittiğimde mayıs ayının ortalarıydı. Gündoğmuş kasabası üzerinden Gelidonya yaylasına ulaşıp kar tünelleri içinden geçerek Susam Beline doğru ilerlemiştik. Bu bölgenin antik çağdaki adı “Cilicia Trachea” yani dağlık Cilicia imiş. Bölgeyi en iyi tanıyan rehberlerden biri de Ali Çetin imiş. Yaz kış dinlemez her mevsim bu bölgeye yürüyüş grupları getirirmiş. Ali Çetin ile birkaç kez farklı parkurlarda olsa da yürüme imkânım olmuştu. Her otu, çiçeği ve ağacı tanıyordu. Uzun uzun endemik bitkileri anlatıyordu. Sanırım bölgenin tarihi coğrafyasını bilen en iyi rehberdi. Yıllar sonra bir trafik kazasında vefat etti Ali Çetin. Uyuyakalan bir minibüs şoförü onu genç yaşta öldürdü demek daha doğru olur. Aynı minibüste defalarca Toros dağlarında birlikte zirve yaptığım Mehmet Fıçı da öldü. Yürüyüş gruplarını taşıyan minibüsleri genellikle yorgun ve uykusuz şoförler kullanıyor. Gözlüksüz önünü göremeyen şoförlere bile rastlamıştım. Artık hiçbir grupla gitmek gelmiyor içimden.
Göksu nehrinin doğduğu Eğrigöl, Taşeli bölgesinin en büyük gölü. Bu rota üzerinde antik Roma yol kalıntısı da var. Eski Pers Kral yolunun kısmen kullanılarak Roma lejyonlarının geçeceği hala getirilen “Via Sebaste” yolu bu bölgeden geçiyor. Kervanlar ve ordular bu dağlar üzerinden Pisidian Antioch ( Yalvaç) tan başlayarak , Neapolis (Şarkikaraağaç), Huyuk, Iconium (Konya) , Misthia (Beyşehir) , Side koluyla Beyşehir gölünü çepeçevre dolaştıktan sonra bir kolu Syedra’ya diğeri Tarsos, üzerinden Antiocheia ve Osione ‘ye yani Suriye’ye Mezopotamya’ya kadar ulaşıyor.
Eğrigöl yaylasını geçtikten sonra kısmen erimiş, kar suları geniş ovada gölcükler menderesler oluşturmuştu. Yedi kaza yaylaları adı veriliyordu bölgeye. Yedi ayrı yerleşim yerinin yayla evlerinin yer aldığı, besicilerin hayvanları için bol ot ve su bulunan Geyik dağları arasında ıssız bir bölge gibi gelmişti bana. Beyşehir, Bozkır, Hadim, Taşkent, Ermenek, Anamur, Gazipaşa Sarıveliler ve Alanya kentlerinin yaylaları.
Yörüklerin göç yolu üzerinde yaz sıcağından korunmak için mükemmel bir coğrafya. Eriyen kar sularının oluşturduğu gölcüklerin etrafında besicilerin ahırları yer alıyordu. Her karış toprak doğal koyun gübresiyle karıştığından mıdır nedir inanılmaz bir bitki ve rengarenk çiçek çeşitliliği dikkat çekiyordu. Kara leylekleri ilk gördüğüm yer diyebilirim. Kara leylekler beyaz leyleklerin aksine insanlardan çok uzaklara tercihan sarp kayalıklara kuruyorlar yuvalarını.
Toroslarda Geyik dağları sularının toplanmasıyla oluşan Göksu antik çağda “Calykadnos” ve “Saleph” olarak adlandırılmakta idi. Uzunluğu yaklaşık olarak 260 kilometredir. Kuzey kolu “Gökçay” güney kolu ise “Gökdere” olarak anılır.
Günümüzde Karaman-Mut-Silifke kentleri sınırları içinden geçer aktığı coğrafyada çeşitli kollara bölünür ve daha sonra tek bir kolda birleşerek Akdeniz’e delta yaparak dökülür.
Eğrigöl’den başlayarak Göksu deltasında sona erecek olan bir kültür yolu bakalım ne zaman inşa edilecek? Göksu’yu takip ederek 15-20 kilometrelik parkurlarla uzayıp giden ve 300 kilometre sonra Akdeniz’e ulaşan “Calycadnus- Barbarossa” trekking yolu mutlaka tüm dünya doğa yürüyüş gruplarının ilgisini çekecektir.