“Bugün yağmurlu bir gün. Umutsuzluk beni ele geçirmeye çalışırken, onu dizginlemek için, Anadolu sonbaharının hüzünlü havasına dair anıları içimde estiren şu dizeleri kâğıda döküyorum”
Friedrich Schrader (1865-1922).
Yazıya Friedrick Schrader’in şiir günlüğünden bir alıntıyla başladım. Bu şiiri Alman şair 24 yıl yaşadığı İstanbul’dan ayrılırken Ayrılık Çeşmesini düşünerek yazmış.
İstanbul Anadolu yakasının kilit noktası olan Haydarpaşa çayırından yani Ayrılık çeşmesinden kalkan kervanlar Mekke’ye kadar gider sonra geri dönermiş. Gidiş dönüş doksan gün yani, üç ay süren bir yolculuk. Surre alayları adı verilen Hac kervanları. Padişahın hediyelerini Mekke’ye kadar götüren görevlilerin oluşturduğu bir kervan. Hac ziyaretinde bulunmak isteyenlerin de katıldığı bu kervanların yolculuklarını anlatan hiçbir seyahatname kitabına rastlamadım. Belki vardır. Çok araştırdım ama bulamadım. 400 yılda biri çıkıp da seyahat günlüğü tutmamışsa söylenecek fazla söz yok. Hemen hemen tüm Osmanlı imparatorluk tarihinde edebi metinlere rastlamak çok sık görülen bir şey değil. Varsa da arşivlerde olmalı.
Çeşme, Mekke ve Hac geleneğinin başlangıcından çok önce de varmış. Padişahların Mekke’ye hediye gönderme geleneği başlangıcı tam olarak bilinmemekle birlikte Abbasiler döneminden (MS. 775) kalma bir gelenek olduğu kayıtlarda vardır. İlk kez Yıldırım Beyazıt tarafından Edirne’den gönderilen hediyelerle geleneğin başladığı rivayet ediliyor. Sultan Selim’in Hicaz seferinden sonra da her yıl tekrarlanan bir gelenek haline getiriliyor.
“Surre” Arapça “Surra” kelimesinden Türkçeleştirilmiştir. İçine kıymetli şeylerin konduğu kese anlamındadır. Osmanlı din adamlarının güç toplama ve gösteriş amacına hizmet eden dini bir ritüel olarak 1915 yılına kadar devam etmiştir. Yaklaşık 300-500 kişilik bir kervan saraydan yola çıkıyor. Hediyeler arasında Mekke emirine verilmek üzere altın, mücevher, değerli kumaş ve eşyalardan oluşan bir kervan düşünmeliyiz.
Kervanı korumak üzere atlı bir müfreze, kılavuzlar ve görevlilerden oluşanların dışında Hac ziyaretinde bulunmak isteyen halkın da katılımıyla kalabalık bir kervan. Saraydan yola çıkıyor, Ayrılık Çeşmesinde yeni katılımların da gerçekleşmesiyle bugünkü Bağdat caddesi üzerinden her gün 20 kilometre yol alarak Mekke’ye kadar aşağıda belirtilen yerlerde konaklayarak ilerliyor.
“Sirkeci veya ( son dönemlerde )Beşiktaş’tan başlar, Üsküdar, İzmit, Akşehir, Konya, Adana, Antakya, Hama, Şam, Maan, Medine ve Mekke’de sona ererdi. Bu ana şehirler arasında giderken elli dört menzilde konaklanırdı. : Kartal-Gekbûze (Gebze)-İznikmîd (İznik)-Sabanca-Akhisar-Lefke (Osmaneli)-Vezirhan-Söğüd-Eskişehir-Seyyidgâzi-Hüsrev Paşa Hanı-Bayat-Bolavadin-İshaklu-Akşehir-Ilgun-Lâdik-Konya-Şevmere-İsmil-Karapınar-Ereğli-Ulukışla-Çiftehan-Nîkhan-Çiftehan-Gülek Boğazı-Kuzulu Hanı-Kütüklü-Adana-Misis-kurt Kulağı-Payas-Balan (Belen)-Antakya Hacı Paşa Mezra’ası-Şuğul (Cisr-i Şuğûr)-Madik Kal’ası-Hama-Hums-İki Kapulu Han-Nebk (Benik veya al-Nabk)-Kudeyfe Şâm-ı Şerîf-Muzayrib Ma’an-Âsî Hurma-Berke-i Mu’azzama-Valide Kuyusu-Fahleteyn-Hediyye Eşmesi-Medîne-i Münevvere-Cudeyre-Bedr-i Huneyn-Râbiğ ve Mekk-i Mükerreme” …“Surre’i Humayun hac yolculuğu yaparken bazı yerlerde bir veya iki gün kalırdı. Hac yolculuğu giderken elli sekiz gün, dönerken ise otuz iki gün sürüyordu. Çünkü giderken tük taşıyan araçlar ve nispeten yavaş giden binek hayvanları ile ağır yükler oluyordu. Mekke’ye giden kafile Şam’a kadar at, katır veya merkeplerle gider Şam’dan itibaren ise deveye binerlerdi.”
Kaynak: Sürre Alayı Törenleri Konakları Düzenleri Emiri ve Akkamları – Edebiyat ve Sanat Akademisi
Bu tarihi çeşmenin daha anlatacağı çok şey var ama elimizde yeterli bilgi yok. Surre alayları dışında sefere çıkan askerlerin de Ayrılık çeşmesinde yakınlarıyla vedalaştığı da söyleniyor. Doğu seferleri, batı seferleri, birlik nakil zamanları bu çeşme başında toplanılıyor.
Aradan geçen zaman içinde önce Balkan savaşı daha sonra birinci ve ikinci savaşlar tüm dengeleri alt üst ediyor. Kadıköy’e seksenli yıllarda taşındığımda çeşmelere bu kadar ilgi duymamıştım. Her çeşmenin ayrı bir hikayesi var aslında.
Otoparktan eve dönerken hep yanından geçiyordum. Taşları kararmış, suyu akmayan, kurnası çöplerle dolu çirkin bir taş yığını. Bir metre önünden otoyol dört metre arkasından da tren yolu geçiyor. Artık var olmayan Haydarpaşa çayırının en önemli noktası olan bu çeşme, çarpık yapılaşmanın ve rant şehirleşmesinin bir kurbanı olarak orada mahsun ve ezik bir biçimde duruyor.
İki mermer kitabe göze çarpıyor. Biri kare biçiminde üzerinde Arapça harflerle sekiz sütun yazı var. Diğeri onun altında daha koyu dikdörtgen bir mermer üzerinde yine Arap alfabesiyle bir başka yazı göze çarpıyor. Bazı kaynaklara göre 1602 yılında yapılan bu çeşme İstanbul tarihinin önemli bir parçası esasında. Öte yandan çeşmenin başlangıç tarihinin Bizans dönemine kadar uzandığını ileri sürenler de var.
Üzerindeki kitabelerde yazıldığına göre iki kez de “ihya” ediliyor. İlki 1741 yılı diğeri ise 1922. Tamir gördüğü anlaşılan çeşmenin 1940 yılında toprak altında kaldığını öğreniyoruz. Daha sonra 2011 yılında Kadıköy belediyesi kültür varlıkları restorasyon projesi kapsamında çeşmeyi ve bazı belgeleri toprak altından çıkarıyor. Bizans döneminde su kaynaklarının ve çeşmelerin “ayazmalar” kutsallık atfedilerek belirli dini ritüellerde kullanıldığını biliyoruz.
Araştırmacı yazar Semavi Eyice’nin Ayrılık çeşmesi konusunda İslam Ansiklopedisinde ve birkaç dergide yer alan makalelerinden de anlaşıldığı kadarıyla çevredeki çeşme ve namazgah gibi tarihi yapıların da varlığını ve yokluğunu öğreniyoruz. Çeşmenin arkasında yer alan namazgah üzerine gecekondular inşa edilmiş ve Haydarpaşa tren istasyonu inşaatı sırasında yapılan iki katlı evlerin bulunduğu ve hiç yoktan ortaya çıkan “Paris Sokağı” ve Ayrılık çeşmesi mezarlığı da tarihe ışık tutacak değere sahiptir.
Araştırmacı yazar Muzaffer Albayrak “AYRILIK ÇEŞMESİ Hasretin başlangıç noktası” adlı makalesinde Ayrılık Çeşmesini anlatır. En üzüldüğü konu da bu tarihi esere yeterli ilginin gösterilmemesi:
“ 400 yıllık tarihin tanığı Ayrılık Çeşmesi’nin günümüzde yalnızca bir durak ismi olarak bilinmesi, çeşmenin raylar, köprüler, otoyollar arasında sıkıştırılıp kaderine teslim edilmesi, maalesef tarihe ve tarihî eserlere duyarsızlığın en canlı örneklerinden biridir.”
Kültürel mirasın belirlenmesi ve korunması yeterince ciddiye alınmıyor. Sokaktaki insanın bu konuya ayıracak eğitimi ve ilgisi yok; ekonomik durumu da ona düşünmeye ve araştırmaya zaman bırakmayacak kadar kısıtlı. Nihayetinde bu konular siyasetle alakalı olması nedeniyle belirli bir bütçe sorunu olarak da çözülemiyor. Kısıtlı kaynakların kültürel alanlara yönlendirilmesi siyasi bir irade gerektiriyor. Seçmen farkında değilse siyaset adamı da farkında olmuyor. Yıllarca ihmal edilmiş altyapı sorunlarını çözmek için yeterli kaynak maalesef yok. 500 yıl boyunca Surre alaylarıyla Mekke’ye kaynak aktaran padişahlar İstanbul’un altyapısına acaba ne kadar kaynak aktardılar? Halktan topladığı vergiyi altyapıya harcayacağına gösterişe ve taassuba harcayan bir yönetimin çağdaş uygarlık seviyesini yakalaması mümkün mü? Çeşmenin ve diğer kültürel eserlerin durumu içler acısı. Yönetimin ana amacının “rant” yaratarak devletin ve halkın kısıtlı kaynaklarını oraya yönlendirmek olduğu çok açık.
İstanbul’u artık sevmiyorum. Yaşamak için her bakımdan zor bir şehir oldu. En önemli değişim kent nüfusu alanında gerçekleşti. Milyonlarca “sorunlu” insan doldurdu bu şehri. Binlerce yıldır süregiden bir değişim bu. Benden önce de var olan, kavimler göçü ya da ekonomik göç olarak da adlandıracağımız bir sosyolojik gerçek.
Seksenli yıllarda geldiğim İstanbul 4 milyonluk bir şehirdi ve altyapı sorunları vardı. Her yıl yaklaşık 500 bin kişinin göç ettiği İstanbul bugün 20 milyonluk bir megakent haline dönüştü. Altyapı sorunları giderek ağırlaştı. Ciddi bir trafik sorunu olan megakentte araç kullanmak bir kâbus. Yaya trafiği de sorunlu. Her yer kalabalık, her yerde izdiham yaşanıyor. Bu kent bu kadar insanı kaldıracak altyapıya sahip değil. Altyapısını geliştirmek için yeterli kaynağa sahip değil. Özellikle de beklenen büyük deprem için hiç hazırlıklı değil. Toplanan deprem vergilerinin nereye harcandığı ise tam bir muamma.
Oturduğum semtte (Yeldeğirmeni) kafeler yerden mantar gibi türedi. Kaldırımlarda birine çarpmadan yürümek mümkün değil. Oturduğum apartmanın üst katını yasak olmasına rağmen pansiyona çevirdiler. Eve giren çıkan belli değil. Gece yarıları, sabaha karşı gürültüden uyumak mümkün değil. Kanunen yasak olan bu değişime Çevre bakanlığından af çıkarılmış. Yasakları dinleyen de yok, uyan da.
Bizim için göç çanları çalmaya başladı. Artık bu koşullar altında İstanbul’da yaşamak akıl sağlığı açısından zararlı olmaya başladı. Ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin atasözü gereği bu diyardan göç etmeye karar verdik.
Ayrılık çeşmesi bu kez bizim göçümüze tanıklık edecek.
Kaynakça:
Osmanlı’nın kadim geleneği ‘Surre Alayları’ – fikriyat
Osmanlı’nın kadim geleneği ‘Surre Alayları’ – fikriyat
Sürre Alayı Törenleri Konakları Düzenleri Emiri ve Akkamları – Edebiyat ve Sanat Akademisi
Tarihi çeşme restore edildi| Haberler
AYRILIK ÇEŞMESİ – TDV İslâm Ansiklopedisi
Haydarpaşa Garı’nda çalışanlar için yapılan bu evler, 1919-1922 yılları arasında İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği yıllarda farklı amaçla kullanılmıştı. Bölgeye yerleşen İngiliz-Fransız askerleri yüzünden Galata’daki umumhanelerden buraya taşınan hayat kadınları yüzünden kötü bir şöhretle anılmıştı. Hayat kadınlarının burayı mesken tutmasından dolayı, sokak Kadıköylüler tarafından bir müddet “Paris Mahallesi” diye anılmıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında sokaktaki bu evler boşaltılarak “Paris Mahallesi” sakinleri Galata, Beyoğlu’ndaki genelevlere nakledildi. Kaynak: Muzaffer Albayrak