Kamp alanında kısa bir keşif gezisi yapıyorum. Zemin düz ama yer yer taş kırıntıları var. Yatınca hissedilecek cinsten. Ahmet Ağa’nın şişme çadır döşeklerinden birini ödünç alıp sorunu çözüyorum. Çadırı göle yakın kurmak akıl karı değil. Çok nemli. Göl kıyısına fazla yaklaşmaya gelmiyor çünkü bazı yerleri artık bataklığa dönüşmüş durumda. Geceleri bu göl donuyormuş. Zaten çok küçük bir göl. Büyük Göl bir kilometre ilerde. Hemen Direktaş’ın altında. Milli Parklar idaresi kamp yerine küçük bir “ev” yapmışlar. Tuvalet, mutfak ve küçük bir salon. Dağ Evi diye anılıyor. Özellikle kış dağcıları için çok önemli. Çok bakımsız görünüyor. İçeriye hayvanlar girmiş her yer dışkı artığı dolu. Artık inek mi, ayı mı bilemem. Tuvalet çalışıyor, nispeten temiz durumda. Özellikle kadın arkadaşlar için çok önemli. Dağ evinin etrafı çöp dolu. Nereye gitsem aynı manzarayla karşılaşıyorum. Bu irtifada, sadece dağcıların geldiği bu kamp yerinde nasıl oluyor da bu çöp oluyor anlamak mümkün değil. Hemen bir mıntıka temizliği yapıyorum. Artık gözümün gördüğü ambalaj atıklarını topluyorum. Piller var, pet şişeler var, teneke meşrubat kutuları var, metal tel parçaları, plastik örtü parçaları, vb. Topladığım çöpleri bir torba içinde bizim çöplerin olduğu yere koyuyorum. Ahmet Ağa daha sonra bu çöpleri ve bizim çöplerimizi atlarla aşağıya indirip atacak. Vicdanım bira olsun rahatlamış olarak çadırımın önünde oturmuş dinleniyorum. Gün batımını bekliyorum. Bir yandan da gece samanyolu çekimi için planlama yapıyorum. Tavsiye üzerine cep telefonuma “Photopills” programını satın alarak indirdim. En deli olduğum konu her yeni programı öğrenmek zorunda kalmak. Bu program da öyle basit bir program değil. Samanyolu avcılığı için idealmiş. Samanyolu nereden doğacak, nasıl yükselecek, ay ışığı ne kadar etkili olacak gibi kritik soruların cevabını bu programda bulacakmışız. İstediğin konumu, tarihi ve saati ayarlıyorsun sana samanyolunun yerini ve yönünü grafik olarak gösteriyor. “Augmented Reality” fonksiyonuyla da projeksiyon yapabiliyorsun.
Güneş yavaş yavaş vadiden çekiliyor. Direktaşın üstü kızarmaya başlıyor. Küçük bir grup kamp alanına giriyor. Burada trafik çok fazla. Kim bilir daha kimler gelecek. Bu gelenleri gözüm bir yerden ısırıyor. Nedim Urcan onları karşılıyor. Çadır yeri gösteriyor. Belli ki önceden tanışıyorlar. Onlar çadırlarını kurarken ben samanyolu programıyla uğraşıyorum. Yeni gelenler dört kadın bir erkek. Kadınlar arasında Hatice Uslu’yu tanıyorum. Antalyalı dağcılardan. Erol Sarı da onlarla birlikte. Antalya bölgesinde birlikte bir çok doğa yürüyüşü, tırmanış yapmışlığımız var. Yanlarına gidip merhaba diyorum. Kiminle nerede karşılaşacağın hiç belli olmaz. Bir haftalığına gelmişler. Dört kadın dağcı ve Erol. Hatice diğer dağcıları tanıştırıyor. Antalyalı kadın dağcılar. Ayşe Kalkan, Semra Keskin ve Emral Evren. Direk dağı çıkışı yapacaklarmış. Bölgede ne kadar zirve varsa teker teker çıkacaklar anlaşılan. Tırmanış için Nedim Urcan’la teknik konularda görüşmüşler. Nedim Urcan’da tırmanışı “dron” kamera ile kaydedecekmiş. AKUT etkinliklerinden ve zirve etkinliklerinden tanışıyorlarmış. Zaten dağlarda dağcılar dağcıları tanıyorlar. Sabah erkenden hareket edeceklermiş. Saat ondan sonra sessizlik rica ettiler. Biz de samanyolu çekimleri yaparken mümkün olduğu kadar sessiz olacağız.
Samanyolu fotoğrafları için iyi bir açı yakalamaya çalışırken Ahmet Ağa çağırıyor. “Yemek hazır”. Önce bizim grup yiyecek. Yemek kalırsa Antalyalı kadın dağcılarla paylaşılacak. Ahmet Ağa iki çadır kurmuş. Biri mutfak öbürü yemekhane. Rus usulü uzun masa. Çorba, orman kebabı, pilav ve kavun. Bu bir ziyafet. Yemek taze olarak pişiriliyor. Kalan yemek de kampta kalan diğer dağcılara dağıtılıyor. Yemek saklanmıyor. Yemekte grubun diğer elemanlarıyla da tanışıyoruz. Doktor çift Oğuzhan ve Şenay Zengi. Oğuzhan Zengi tam bir dağ tutkunu. Yoğun işinden fırsat buldukça (devlet hastanesinde doktor) Nedim Urcan grubuna katılıp tırmanış yapıyormuş. Sanırım bölgede çıkmadıkları zirve bırakmamışlar. Zaten peyodik olarak TDF veya AKUT’un tırmanış etkinlikleri düzenleniyormuş. Nedim Urcan da bölge sorumlusu olarak koordinasyonu sağlıyormuş. Doktor Oğuzhan aynı zamanda amatör telsizci. Küçük yaşından bu yana telsizlerle haşır neşirmiş. Dağda kullanılan telsizlerle ilgili çok kapsamlı bilgiler veriyor. Kapasite, yayın mesafesi, güneşin etkisi, dağların etkisi, vb. Çok ilgi çekici hobileri var. Şenay’la iki çocukları olduğu için boş zamanlarını paylaşarak hobilerini nöbetleşe gerçekleştiriyorlarmış. Bu seyahate birlikte çıkma başarısını göstermişler. Doğa dostları, keyifli insanlar. Onları tanıdığıma çok memnunum.
Yemekten sonra tripodlarımızı kurup beklemeye başladık. Hava giderek soğuyor. Belli ki eksilere yaklaşacak. Daha sıkı giyinmek gerekiyor. İçlikleri giymekten başka çare yok. Kamera hazır bekliyoruz. Hava giderek soğuyor. Gökyüzü çok etkileyici. Bütün yıldızlar sanki elimi uzatsam tutacağım mesafede. Samanyolu avcıları olarak gölün kıyısına dizildik. Saat dokuz otuz civarında samanyolu Direktaş üzerinde görünmeye başladı. Sabah beşten beri ayaktayız. On iki kilometre yol geldik, bin beş yüz metre irtifa çıktık. Hiç yorgunluk hissetmiyorum. Buranın , bu vadinin havası insanı diri tutuyor. Eldiven, bere gerekiyor. O kadar soğuk. Samanyolunu nasıl çekeceğiz? Hangi değerleri kullanacağız? Grubun bir kısmı yıldız pozlama çekiyor, öbür kısmı göl üstü yıldızları; Biz ise samanyolu avcıları olarak samanyolunun peşindeyiz. Faruk Akbaş önerilerde bulunuyor. Kamera komple manuel, netlik manüel sonsuz, JPG, White Balance tungsten, geniş açı lens, bende (10-24 var) diyafram maksimum (f4,5), ISO 3200, yirmi saniye ile başla. Sonrası deneme yanılmayla saniyeyle veya ISO ile farklı değerleri denemek gerekiyor. Yıldız pozlama yapanlar kamerayı kurup time-lapse çekime geçiyorlar. Oysa ben devamlı ayar değiştirmekten helak oluyorum. Samanyolu avcılığı kolay değil. Bu arada yeni çekim alternatifleri ortaya çıkmaya başlıyor. Gölün yüzünde yıldızların yansıması çekimi, gölün karşı kıyısına kurulan çadırın içinde ışık yakıp göle yansımasının çekimi, Çadırın yanında duran birinin göğe fener tutuşu, vb. Bütün bu çekim alternatiflerini denemek için yeterli zaman yok. Zaten burada bir gecemiz daha var. Onda da kalan çekim alternatifleri denenmeli. Zaten ertesi güne dinç kalkmak için yatıp iyice dinlenmek gerek. Güneş doğduktan sonra (05:25) çadırda yatmak imkansız hale geliyor. Gün gece farkı neredeyse otuz derece civarında oluyor buralarda. Ertesi günün programını Dursun Şimşek ile yapıyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra Yedigöller Vadisi’nde hiking yapacağız yani gölleri gezmeye gidiyoruz. Sekiz-on kilometre civarında beş altı saat sürecek bir yürüyüş, hiking. Bütün gün vadiyi karış karış gezeceğiz, fotoğraflayacağız. Dursun Şimşek “hafif çıkışlar olabilir” diyor da onun hafifi nasıl olur bilmiyoruz .
Gece uyumak ne mümkün. Maraşlılar horluyor. Arada konuşma sesleri duyuyorum. Belli ki bu gece uyuyamayacağım. Hava ciddi soğuk. İsveç’ten yıllar önce aldığım uyku tulumu bu tür geceler için biçilmiş kaftan. Bu uyku tulumunun kaç dereceye kadar “comfort” sağladığını doğrusu bilmiyorum. Üstünde de yazmıyor. -5 derecelik bir uyku tulumunu Frigya gezisi öncesi almıştım az yer kaplıyor diye ama gece üşüdüğüm için artık onu kullanmıyorum. Nedim Urcan uyku tulumunun içine bile girmediğini söylüyordu. Birkaç kişiden daha duymuştum Öyle pek abartmaya gerek yokmuş. Ama üşüyorsan ne yapacaksın? Çadır yerine “bivak” , uyku tulumu yerine ince battaniye kullananlar da var. Ben içlik polar, bere eldiven yatıyorum belki de bazıları çıplak yatıyordur. Beni ilgilendirmez. Bildiğim benim üç bin irtifada çok zor uyuduğum. Buna uyumak ta denirse. Sırt üstü yatıyorum bir saat, sonra yan dönüyorum, sonra tekrar dönüp duruyorum. Olmadı kalkıp dışarda volta atıyorum. Yıldızları seyrediyorum. Düşünüyorum Fotoğraf çekiyorum. Bir şekilde vakit geçiyor. Ama sabahları yorgun kalkmıyorum. Vücudum dinlenmiş bir biçimde çıkıyorum çadırdan, uyanıyorum diyemiyorum. Kaslarımda hiç ağrı sızı yok. Çünkü zorlamadım. Sık sık dinlendiğim için bir yorgunluk olmadı. Oysa uzun ve tempolu yürüyüşler sonrasında kas ağrılarım olurdu. Bu kez dikkatli davrandım. Ödülümü de aldım. Kas ağrım yok. Ama uykum da yok. Biraz uyudum ama hemen uyandım. Çadırın dışında çok farklı bir dünya vardı. Gökyüzü çıldırmış sanki. Böylesine bir görsel yıldız şölenini uyuyarak heba etmek yazık değil mi? İşte binlerce yıldır orada duran gökyüzü. Gökyüzüne, güneşe, aya, yıldızlara tapan insanlar çoğunluktaydı. Antik çağda evrenin yaratılışı efsanesi de gökyüzüyle başlatılıyordu. O zaman bu gökyüzü ve yıldızlar daha parlak belki de daha yakındı. Başıma düşünceler uçuşmaya başlıyor. Böylesine belirgin bir gökyüzü yani kozmos, sonsuzluk ve hiçlik duygularını da beraberinde getiriyor. Düşüncenin özgürce aktığı bir evren. Şimdi uzayın derinliklerinde yeni galaksiler olduğunu biliyoruz. Uzayın genişlediğini biliyoruz. Ama bilmediğimiz o kadar çok şey var ki.
Önce Sümer ve Enuma Eliş, sonra Yunan mitolojisinde Homeros’dan öğreniyoruz evrenin yaratılışını. Önce Khaos vardı. Nedir Khaos? İlk felsefecilerden Hesiodos’un Theogonia adlı eserinde khaos kavramı anlatılır. Türkçede bugün kaos yani karmaşa anlamında kullanıyoruz. Ama kazın ayağı öyle değil. Antik Yunancada “kosmos” ve “kaos” kavramları var. Birlikte kullanılıyorlar. Khaos biçimsiz, şekilsiz boşluk anlamlarında da kullanılıyor. Çoban filozof Hessiodos gökyüzüne bakarak evrenin yani kozmosun ve tanrıların oluşumunu izah etmeye çalışmıştır. Hessiodos MÖ. Yedinci asırda yaşayan bir çobanmış. Şimdi Direktaşın altında yaylacılık yapan ve keçilerini otlatan çoban Mehmet Ağa da acaba gökyüzüne bakıp çoban Hessiodos gibi yaradılış kuramlarını düşünüyor mudur? Hessiodos ve Homeros belki de insan düşüncesinin mythosları yaratacak kadar yaratıcı olabileceğini göstermişlerdir. Hessiodos eserlerinde büyük cahil kitleyi hedeflerken Homeros daha eğitimli bir çevreye yönelmiştir. Khaos, Antik Yunancada “khasko” (khaskein, khastmasthai) fiilinden türemiştir. Fiilin anlamı, esnemek, yarılmak, açılmak, bir şeyi doğurmak üzere esneyip açılmaktır. Khaos, boşluk, açıklık ve esneyen yarık anlamlarına geliyormuş. İnsan gökyüzüne bakıyor ve khaosu görüyor. Khaosdan kozmos’ a yani düzene geçiş de gökyüzünü ve evreni anlamlı kılarak mümkün olabiliyor. Aslında Khaos yaratılmıyor kozmos yaratılıyor yani düzen. Orada duran khaos. Yıldızları anlamlandırarak khaosdan kozmosa geçebiliyor insan düşüncesi. Şimdi bu gece samanyoluna bakarken bir “khaos” mu görüyorum yoksa “kozmos” mu? Babil kulesinden daha da yüksekteyim. Bir Babil rahibi gibi gökyüzüne anlayarak bakabilmek ne kadar zor? Sürekli değişen ve genleşen bir gökyüzü. Uranos. Ya da Babil dinine göre ulu tanrı Marduk’un annesi Semiramis, yani gökyüzü. Ya da Sümer tanrıçası Amar-Utu . MÖ. Kırkıncı asırdan bu yana gökyüzü rahiplerinin işi geceleri gökyüzüne bakmak ve Kozmos’u yorumlamak. Hessiodos adlı bu çoban bu çıkarımı nasıl yapabildi? Çobanlığın ötesinde Babil ve Mısır rahiplerinin bilgilerine vakıf mıydı?
Antik Yunan mitolojisine göre Khaosdan yeryüzü yani Gaia doğuyor. Gaia ise pontos (deniz) ve Uranos (gökyüzü)’u doğuruyor. Gaia çocuklarıyla birleşerek tanrıları yaratıyor. Uranos la yani gökyüzüyle birleşmesinden doğan titanların en küçüğü Kronos babasını öldürerek (Uranos)u baştanrı olur. Kronos kızkardeşi Rea ile birleşerek tanrıları yaratırlar. İşte Zeus, Poseidon, Hades, Hera , Hestia ve Demeter böyle yaratılırlar.Zeus da kızkardeşi Hera (Nedense Homeros’a göre inek gözlü ) ile birleşerek altı çocukları olur: Ares, Hephaistos, Eileithyia, Hebe, Angelos ve Heusha. Zeus’un aşkları var. Çok çapkın. Leto ile birleşmesinden doğan Athena ve Apollon ise batı Anadolu tanrılarıdır. İon tanrıları. Athena’nın Troya savaşında taraf olduğu, Odysseus’un seyahatinde koruyucu olarak rol aldığını da Homeros’dan öğreniyoruz. Aslında gökyüzünü dolduran yıldızların hepsi tanrılarla ilişkilendirilmiştir. Belirgin olan da güneş ve ay dır. Şimdi gökyüzünü seyrederken soğuk hava içimi titretiyor. Böyle saatlerce gökyüzüne bakmak ve anlamlandırmaya çalışmak çok zor bir iş. Şartların uygun olması gerek. Ayakta gökyüzüne bakmak bir süre sonra boyun ağrısı yapıyor. En iyisi yere yatarak göğe bakmak. Hava sıcak olsa uyku tulumunu dışarı çıkarıp yatacağım ama inanılmaz soğuk. Bu durumda kısa molalarla gökyüzünü seyrederek anlamlandırmak daha doğru. Kadim uygarlıklar güneşin, ayın ve gezegenlerin (yıldızların) belirli bir döngü içerisinde hareket ettiklerini gözlemlediler. Sümer, Kalde, Babil uygarlıkları yıldız hareketlerine göre tahminlerde bulunmaya başladılar. Burçların oluşumu ve belirli hayvanlarla özdeşleştirilmesi yıldız hareketlerinin yorumlanmasıyla alakalıdır. Daha sonra Yunan ve Roma uygarlıkları ise daha sistematik bir yapı ortaya koymuşlardır. Bugün astroloji adı verilen kavram da bu gelişmelerin ürünü esasında. Aman astronomi ile karıştırmayalım. Çoğunlukla doğudan doğup batıdan batan gezegenler kuzey yıldızı adı verdiğimiz polaris etrafında dönerler. Burçlar adı verdiğimiz bu kaderci sistem günümüzde de kullanılmaktadır. Bugün bile kaderlerini yıldızların (burçların) yönettiğine inanan insanlar var. Üç bin yıl önce Kalder rahiplerinin kralları kandırıp savaşlara soktukları fal sistemi. Yıldızların insanlar üzerinde hiçbir etki bırakmadığını söyleyen bilim adamlarına rağmen hala burçlara inananlar ve yaşamını burç falına göre yönetenler var. Ne diyelim bu göğün altında her şey mümkün görünebilir.
Saat 05:30 gündoğumu başladı. Direktaşın üzeri kızarmaya başladı. Direktaşın ön yüzü kuzey doğuya bakıyor. Yıldızlar yavaş yavaş yok oluyor. Gölün yüzeyine düşen yansıma giderek daha belirgin bir hal alıyor. Güneşin yükselmesiyle hava ısınmaya başlıyor. Kampta hareketlenme başladı bile. Antalyalı kadın dağcılar bugün Direktaş’a tırmanacaklar. Kaya tırmanışı. Teknik bir tırmanış. Nedim Urcan da onlara destek verecek. Biz Dursun Şimşek liderliğinde, Gülay Sinan, Doktor Şeyma Pir Zengi, İrfan Şimşek gölleri keşfedeceğiz Doktor Oğuzhan Zengi ve Cavit Ünlü Emler tarafında birkaç zirve yapacaklar, Faruk, Ahu ve diğerleri de kampta film ve video çekimleri yapacaklarmış. Grup liderlerine kahvaltıda telsizler dağıtılıyor. Dört ayrı grup olduk. Grup liderleri etkinliklerin gidişatı hakkında bilgi alışverişinde bulunacaklar. Kamp lideri Nedim Urcan hiçbir şeyi karanlıkta bırakmıyor. Önce Antalyalı kadın dağcılar yola çıktı. Batonlarını havaya kaldırarak bizi selamlayıp yola çıktılar. Kararlı, güçlü ve kendilerinden emin dört genç kadın. El salladık başarılar diledik.
Biz de kumanyalarımızı alıp yola çıktık. Vadinin tabanını boydan boya geçeceğiz. Yaklaşık dokuz kilometrelik bir parkur bu. Üç yüz metre irtifa yapıp ineceğiz. Fotoğraf çekerek yavaş bir tempoda gölleri tek tek keşfediyoruz. Hava sıcaklığı mükemmel. Göllerin etrafında hala erimemiş karlar var. Göl suları buz gibi. Otsu bitkiler ve çiçekler her yerde. Vadi aslında baharını yaşıyor. Vadinin kuzey yanaklarında üç binlik tepeler var. Doktor Oğuzhan ve Cavit o zirvelere doğru gitmişlerdi. Hasta Hocanın Yaylası adı verilen bölgeye geldiğimizde bir çiçek tarlasıyla karşılaştık. Gölün kuzey tarafı çiçeklerle dolu. Öğle molasını orada veriyoruz. Dursun Şimşek kocaman bir torba kuruyemiş getirmiş. İçinde yok yok. Molalarda kuruyemiş ziyafeti çekiyoruz. Daha iyi bir yiyecek olabilir mi? Dursun Şimşek molalarda telsizle bilgi veriyor. Kadın dağcılar zirve yapmışlar, inişe geçmişler, Faruk çekime devam ediyormuş, Cavit Ünlü’nün ayağında bir problem olmuş kampa geriye dönmek zorunda kalmış. Doktor Oğuzhan solo devam ediyormuş. Zirveden sonra kılçık geçişiyle bizimle buluşacakmış. Doktor Şenay buna çok seviniyor. Gölde birlikte yüzmeyi planlamışlar.
Göllerin belirli adları yok. Belki de bunlara Hacettepelilerin yaptığı gibi numara vermeli, G1, G2, vb. Yanlış saymadıysam yedi sekiz farklı göl görüyoruz. Doktorlar buluşup göle girme projelerini gerçekleştiriyorlar. Biz de tepelere doğru çıkıp yarım daire çizerek bol bol fotoğraf çekiyoruz. Vadinin tadını çıkarıyorum. Türkiye’de bir çok yerde buzul gölleri var. Karadeniz bölgesindeki buzul gölleri sürekli yağmurlu ya da sis altında. Fotoğraf çekimi için uygun değil. Kamera ıslanıyor, siz ıslanıyorsunuz. Çektiğiniz fotoğraf da bir şeye benzemiyor. Kaç kez “Kavrun” göllerine, “Ambar” göllerine ve diğerlerine gittim. Olmadı. Hava şartları elvermedi. Cilo buzul gölü , Karçallar’da Naçirev göllerinde fotoğraf çekmek için çok şanslı olmak gerek. Oysa burada Aladağlar’da hava koşulları artık bizim şansımız mı bilemem mükemmel. Kaldığımız süre boyunca hava hiç bozmadı. Hasta Hoca yaylasından geriye dönüş yolunda farklı bir rotadan döndük. Güle oynaya fotoğraf çektik. Doktor Şenay, Gülay Sinan, Dursun Şimşek fotomodellik yaptılar eksik olmasınlar. Onlara minnettarım. Kampa dönüşte GPS verilerine baktım. Üç bin yüz elli irtifada dokuz kilometre yürümüşüz. Altı saat sürmüş. Üç saat yürüyüş üç saat fotoğraf çekme ve dinlenme. İki yüz elli beş metre irtifa yapıp inmişiz. Yorgunluk yok. Mükemmel bir gün daha geçiriyoruz. Rehberimiz Dursun Şimşek’e teşekkür ediyoruz.
Kampta akşam yemeğinden sonra gece çekimlerine hazırlanıyoruz. Samanyolu, yıldız pozlama, aydınlatma, suya yıldız yansıması, çadır içi ışık yakma, vb. gibi yüzlerce alternatifli gece çekimi yaptıktan sonra çadırlarımıza çekiliyoruz.
Uykusuz geçen bir gece daha. Sabah altıda herkes ayakta. Çadırlar toplanacak. Atların taşıyacağı eşyalar ayrılacak. Sonra kahvaltı. Kahvaltıdan sonra vedalaşıyoruz. Herkes yoluna gidiyor.
Bizim grup yine üç ayrı grup olarak inişe geçiyoruz. Emler zirvesinden vaz geçiyorum. Bir dahaki sefere artık. İnişi yine ağır tempoda yapıyorum. Çarşak inişler çok hızlı oluyor. Neredeyse kayarak iniliyor. Çıkıştan daha keyifli ama tehlikeli.
Çelikbuyduran boğazında mola veriyoruz. Kapının orada bir grup dağcı çıkıyor. On beş kişi sayıyoruz. Sanki bir tabur asker yürüyor. Aynı tempoda yürüyen bir grup. Hızlı bir tempo. Tahminlerde bulunuyoruz. Boğaziçi ya da ODTÜ dağcılık kulübü, TDF etkinliği, vb. Onların arkasından bir başka grup geliyor. Onlar darmadağın. Disiplinsiz. Bunlar bizden diyoruz. Onların arkasından başkaları. İnanılmaz bir trafik var. Disiplinli grubun İtalya dağcılık kulübü, diğerlerinin de İsrailli olduklarını öğreniyoruz. Ahmet Ağa seviniyor. “İşler açıldı nihayet” diyor. Üç yıldır gelmeyen turistler artık dağa çıkmaya başlıyorlar.
Dağdan iniş çıkıştan daha zor. Tehlikeler daha büyük. Özellikle de “kapı” inişi bir felaket. Buranın “naletleme geçidi” de bana kalırsa orası. Orayı indikten sonra derin bir oh çekiyoruz.
Akşam Ahmet Ağa’nın pansiyonunda Niğdeli dostlarımızla vedalaşıyoruz. Gece iyi bir uyku çektikten sonra herkes köyüne dönecek.
Aladağlar gezisi bende derin izler bıraktı. Uzun zamandır aradığım “dokunulmamış” doğayı Aladağlar’da buldum. Çok iyi dostlar edindim. Doya doya fotoğraf çektim. Geceleri gökyüzüne çıktım yıldızlarla konuştum.
Daha ne olsun…