Şimdi karantina coğrafyamda (Kadıköy/Yeldeğirmeni) yirmi üçüncü günümü doldururken içimde hafif bir isyan rüzgarı hissediyorum. Penceremden baktığımda sokakta yasağa rağmen belirgin bir yaya ve araç trafiği görüyorum. Fırından ekmek alma bahanesiyle ortalıkta gezinenlerin gürültüsü, maskesiz insanlar fosur fosur sigara içiyor, kafasına göre bir aşağı bir yukarı gezinip duruyorlar.
Bu insanlar hiçbir kural tanımayan kitlenin temsilcileri. Sokağa çıkma yasağını duyunca çıldıranlardan.
Neden? Neden izolasyon ? Neden yasak?
İsveçli tanıdıkların mesajlarına, fotoğraflarına bakıyorum, onlarda yasak yok. İsteyen sağlık kurallarına uygun olarak istediği yere gidiyor, istediğini yapıyor. Kurallara uyuyorlar, söyleneni yapıyorlar sonuç olarak; yasak koymaya gerek yok bu ülkelerde.
İnsanlar sisteme güveniyor ve ona göre davranıyor. Sistem çalışıyor.
Türkiye’de ise her şeye rağmen şu veya bu bahaneyle dışarı çıkana para cezası uyguluyorlar. Asgari ücretin dört misli, emekli maaşının iki üç misli para cezası. Yine de geniş kitleyi içeride tutamıyorlar.
Bu pandemi ne zaman etkisini kaybedecek acaba? Bu böyle gitmez.
Bazı ülkelerde ikinci dalgadan söz ediliyor. Tarihi perspektiften bakıldığında kolera pandemilerinin yedi kez tekrar ettiğine ilişkin makaleler var.
https://www.haberturk.com/tarihin-en-buyuk-salginlari-2616962
Toplumsal Tarih dergisinin 296. Sayısında 2018 yılında yayınlanan İsmail Yaşayanlar makalesi kolera pandemilerini tüm detayıyla inceliyor. Kolera Hindistan merkezli bir bakteri türü. 1800’li yıllarda ortaya çıkıyor ve dalgalar halinde tüm dünyaya yayılıyor. Bir belgesel gibi . Ganj nehrinde epifani törenleri sırasında mikrop kapan inananlar gittikleri yere taşıyorlar kolerayı. Oradan da İngiliz askerlerine bulaşıyor. İngiliz askerleri de tüm dünyaya yayıyorlar mikrobu.
Milyonlarca insanın ölümüne yol açan bu salgın hastalıkların her şeyden önce iklim krizlerinden kaynaklandığını anlamak gerekiyor. Bunun kapitalist sistem tarafından asla anlaşılmadığı da bir gerçek. Bugün bile ölüm sayısı yüz binleri bulmuşken petrol şirketleri yeni anlaşmalar imzalıyorlar. Fırsat kollayan doğa düşmanları ağaç katliamına başlıyorlar.
Aradan geçen yüz yıl içerisinde geometrik olarak artan karbon dioksit emisyonları, akarsu ve göllerdeki aşırı su kullanımı; aşırı HES yapımı, akarsu ve göllere karışan şehirlerin ciddi miktardaki kanalizasyon suları, kimyasallar ve orman tahribatları ekosistemlerde farklı canlıların üremesine neden oldu. Bu olumsuzlukların yol açtığı virüs ve bakteri türleri insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaştı.
İşte Çin’in Wuan vilayetinde ortaya çıkan “covid-19 ” türü virüsün yaban hayvanlarından insanlara sıçrama yaptığını ortaya koyan çevre raporları var.[1] https://www.researchgate.net/publication/228344010_Climate_Change_Impact_on_Viral_Diseases
Yok olan yaban hayatı beraberinde bu viral enfeksiyonları da getiriyor. Bu gerçekler henüz medyalara yansımadı. Yansısa da kimsenin umurunda değil. Çünkü suçlu olan virüs, aç gözlü, kar düşkünü kapital sahibi insan değil.
Acaba yansıyacak mı?
Hiç sanmıyorum.
Çevre konuları ve iklim krizi konusu, bilim adamlarının yıllardır ciddi araştırma raporlarıyla ortaya koydukları ama uluslararası sermayenin kontrolündeki iktidarlar tarafından dikkate alınmıyor. Yapılan tüm konferanslar, eylemler geniş kitle tarafından izlenmiyor. Bunu bilen popülist politikacılar da bu konuyu gündemlerine almıyorlar. Bir avuç çevrecinin içine hapsolmuş bu gerçek bir türlü su yüzüne çıkamıyor.
Petrol ve petrole bağlı yan endüstrilerin dev şirketleri iklim krizinin baş sorumlusu olduklarını biliyorlar. Bu pandeminin oluşumunda da birinci derecede sorumlular. Bu ağır salgın hemen hemen dünya nüfusunun yarısını evlerine hapsetti, ekonomiye beş altı yıl sürecek ağır hasarları çok kısa bir sürede verdi.
Önümüzdeki aylarda insanlar eğer bu travmayı atlatırlarsa bu kez ekonomik ve siyasal sorunlarla cebelleşmek zorunda kalacaklar. Tüm iktidarlar bu krizin geldiğini gördüler ama hiçbir şey yapmadılar. Çevre gönüllülerinin tüm ihtarlarını hiçe saydılar.
Bu sorumluluğu kabul eden siyasi iktidarlar geleceği belirleme hakkına sahip olacaktır. Mevcut siyasi partilerin bu krizden çok ağır siyasi hasarlar alarak güçlerini kaybedeceklerini söylemek mümkündür. Belki de öyle olmayacak. Geniş kitleler virüsü suçlayarak yine bildiklerini okuyacaklar.
Covid-19 pandemisi anlaşılan birkaç dalga halinde önümüzdeki yıllarda devam edecek. Nitekim Çin’de ikinci dalganın başladığından söz ediliyor.
Geçen yıl İstanbul Bienali kapılarını “Yedinci Kıta” başlığı altında ağır çevre kirlenmesi (plastik) temasıyla açtı. Burada kullandığım fotoğraflar kuruyan nehirleri, denizleri, gölleri gösteriyor. Oradan hiç de uzak değiliz. Bugün Göller Bölgesi’ne gidin kuruyan gölleri görün. Burdur ve Eğirdir gölü neredeyse yarı yarıya kurudu. Potansiyel olarak salgın hastalıkların başlangıcı için ortam hazır. Çevreye verilen zararlar artık çok ağır faturalarla geri dönüyor. Bunu bugün Covid-19 mağdurları anlamıyorlarsa ne söylense az.
https://www.birgun.net/haber/burdur-golu-kuruyor-288210
Bakalım kalan sağlar ders çıkaracak mı?
[1] Fotoğraflar : Yavuz Çekirge : 16. İstanbul Bienali: Yedinci Kıta
Yedinci Kıta