O gece Fırat’a bakan tepelerden birinde karar kılıp kameralarımızı tripodlarımızı alıp çalışmaya başladık.
Arapgir’i Eğin’e bağlayan karayolu üzerindeyiz. Asfalt kıvrıla kıvrıla iniyor muhteşem Fırat’a kadar. Gece çekimlerinde otomobil farlarının izini yakalamaya çalışacağız.
Yukarıdaki fotoğrafı o gece çektiğim yüzlerce fotoğraf arasından seçtim. Kıvrıla kıvrıla giden yollardaki araçların farlarının yarattığı bir “çizgi-film” atmosferi.
Sanki Fırat ‘a değil de soyut bir tabloya bakar gibiyiz. Uzayda uçuşan, kayan, farlar ve stop lambaları. Gece yeterince siyah değil. Lacivert. Çünkü dolunay var.
Zamanın döngüsü çok acımasız. Düşünüldüğünde insan ömrüyle kıyaslandığında Fırat’ın kaç bin yıldır orada aktığını hiç unutmamak gerekir.
Bence bir karşılaştırma yapmak doğru sonuç vermez.
Sümerler bu nehre “Id-Ugina” adını vermişler. Eğer okuduğum kaynak doğruysa id-udina Sümerce mavi akarsu demekmiş. Babilliler de “Purattu” adını vermişler.
Eski Farsça’daki Ufratu da Akad Babil dilindeki Purattu dur. Büyük bir olasılıkla “Purattu” önce “Ferattu” sonra kısaltılarak “Ferat” daha sonra da Fırat halini almıştır. Sonuç itibariyle mavi akarsu. Tepelerden bakıldığı zaman masmavi görünüyor. Kadim çağlarda insanlar gördükleri gibi isimler vermişler doğaya. “Mavi Su”, “Aladağ”, “Karanlık Kanyon”, “Yeşil Su”, “Akdeniz” , liste uzar gider.
Durduğumuz noktadan geçen araçlar meraklarından önce yavaşlıyor sonra hızla uzaklaşıyorlar. Belediye başkanının bize tahsis ettiği minibüsünü tanıyorlar. Öyle olmasa durup ne yaptığımızı soracaklar. Buralarda pek alışıldık bir şey değil kameralarla çekim yapan kadınlı erkekli gruplar. Üstelik OHAL zamanları.
Sakin bir gece. Bulutsuz bir gökyüzü. İlerde kıvrıla kıvrıla uzayıp giden mavi bir nehir. Fırat yani Purattu./Furattu.
Nişanyan etimoloji sözlüğünde “Fırat” ve “Dicle” isimlerinin köklerinden söz ediliyor. Esas başlangıç. Babil. Yani Purattu. Araplar “p” sesini “f” olarak telaffuz ettikleri için Purattu Araplar tarafından “Furattu” olarak telaffuz ediliyormuş.
Ermenice “Eprat” ismi öne çıkıyor. Bilindiği gibi bölgede Ermeni Krallığı ve yoğun bir Ermeni nüfusu var. Nihayetinde burası Arapgir ve Eğin Ermeni platosu olarak geçiyor. Bölgedeki diğer dil olan kadim Aramca isim ise “Phrat” . Bu daha sağlam bir ipucu esasında. Babilce Purattu ya da Pehlevice Furattu Aramca Phrat oluyor. Arapça telaffuzu ile Fhrat. Med dilinde Ferat ve daha sonra Kürtçe Ferat Türkçe’ye Fırat olarak dönüşmüş oluyor.
Aşağıdaki haritada Fırat nehrinin Ağrı sınırındaki Diyadin’den doğan Murat Nehri ve Erzurum Dumludağ’dan doğan Karasu Nehrinin birleşmesiyle oluştuğunu görebiliriz.
Fırat’ın toplam uzunluğu 2,800 km. olarak ölçülüyor. Fırat nehri Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Çüngüş (Diyarbakır), Adıyaman ve Gaziantep illerinden geçer. Daha sonra Suriye ve Irak topraklarına girer. Irak’ta denize uzak olmayan bir noktada Dicle Nehri ile birleşerek Şatt’ül-Arab’ı oluşturur ve Basra Körfezi’ne dökülür. Nehrin en önemli kolları Murat, Karasu, Tohma, Peri, Çaltı ve Munzur Çayları’dır.
Böylesine önemli bir akarsuyun iki bin sekiz yüz kilometre boyunca milyonlarca insanın hayatını etkilediği varsayılırsa bu nehrin de insanlar gibi hukuki bir statüye kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum.
Aklıma Yeni Zelanda ‘daki “Whanganui” nehri için Mâori halkının verdiği 140 yıllık mücadele geliyor. Acaba Anadolu Fırat halkı da bunu yapabilir mi?(1) Hiç sanmıyorum.
Eğer Fırat kanunen bir insanın sahip olduğu haklara sahip olsaydı ona zarar verenler çok ağır şekilde cezalandırılırdı. Mâori halkı kendilerine hayat veren nehri korumak ve ona zarar verilmesini önlemek için 140 yıl mücadele veriyor, Türkiye’de Fırtına, Çoruh, Alakır, başta olmak üzere Fırat, Dicle, Sakarya ve tüm nehirler için mücadele eden kimse yok. Ne duyarlık var ne de farkındalık. uzun bir süre de olmayacağa benziyor.
———————————————
(1) Kaynak: https://www.theguardian.com/world/2017/mar/16/new-zealand-river-granted-same-legal-rights-as-human-being