Seçim sonuçları belli oldu. Beklenen sonuçlar önümüze geldi…
Birden bire sorunların çözümü için TBMM’sinde toplanıp çalaışmaya başlaması gereken bizim vergilerimizle maaşlarını ödediğimiz milletvekilleri yeni bir kriz ortaya çıkardılar… Tutuklu olan veya hüküm giymiş olan milletvekillerinin sakıncalı durumları meclis çalışmalarını kilitledi. Hangi çalışmaları?
Yeni sivil anayasa oluşturma çalışmalarını…. Çağdaş demokratik toplumlarda bireylerin haklarını koruyan ve savunan bir anayasa.. Ötekileştirilen kişilerin haklarının korunduğu insancıl bir anayasa….
Gerek meclisde gerek siyasi partilerde gerekse de medyada “çevir kazı yanmasın ” dönemi başladı.
Sahibinin sesine göre dümen kıran sivil anayasanın çağdaş normlarını hiçe sayan bir eylem içine giren siyasi aktörler daha doğrusu siyasi “oyuncular pozisyon almaya başladılar. Övgüler, yergiler düzen düzene.
Bu bir Selçuklu Osmanlı geleneği… Şark usulü despot rejimi…..
Övgü düz yüksel ya da eleştir yerin dibine gir….
Bu siyasi karmaşanın tam ortasında bir de yıllardır cerahatlanmış olan bir başka konu “Spor” skandalı şike suçlamaları düşüverdi.
Ülke hop oturup hop kalkıyor….
Nasıl olur?
Çok ciddi bir “ahlak ” problemiyle karşı karşıya kalıyor toplum….
Makyavelist oyuncuların rakiplerini bertaraf etmek için her türlü çareye başvurdukları ortamın doğal bir sonucu olarak yıllardır cerahatlenmiş bir dizi sorun her yöne koku saçar oldu..
Futbolda şike, borsada yolsuzluk, sahte alkol, sahte fatura, hileli iflas, rüşvet, ihaleye fesat, sahte rapor, gümrük kapılarında kaçak mallar, hastanelerde yanlış tedaviler, aşırı ücret politikası, bankalarda manipülasyon, akla hayale ne gibi ahlak dışı olay geliyorsa hepsi karşımıza geliyor….
Seçmen şokta…..
Beklenen yaz mevsimi de gelmedi…
Yoksul, yardıma muhtaç olanların, ötekileştirilenlerin kabuslu günleri başladı….
Bakalım bu gemi ne kadar su alıyor?
1904 yılında Kafka arkadaşına yazdığı mektupta şunları söyleyecekti:
“Bizi ısıran ve bizi zehirleyen kitapları okumalıyız. Okuduğumuz kitap kafamıza balyoz indirilmiş gibi bizi uyandırmıyor ise, neden okuma zahmetine girelim ki? Senin dediğin gibi, bizi mutlu kılsın diye mi? Aman Tanrım, hiç kitap olmasaydı da o denli mutlu olurduk. Kendimizi azıcık sıkarsak bizi mutlu edecek kitapları biz de yazabiliriz. Bize gerekli olan, en acı verecek talihsizlik gibi bize vuran kitaplar. Kendimizden çok sevdiğimiz birinin ölümü gibi vuran, insanlardan uzaklara, ormanlara sürgün edilmişiz duygusu veren, intihar gibi kitaplar. Kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı. Ben buna inanıyorum. ”
F.Kafka (O.Polak mektupları 1904)