web analytics

Senfonilerde dört bölüm (movement) var. Benim sonbahar senfonimde de dört bölüm var. Sırasıyla; Bolu, Yedigöller, Karabük, Yenice, Bartın, Amasra, Gölcük-Abant-Kartepe.

 

Birinci bölüm; Bolu, Yedigöller

 

 

Yine yine yeniden sonbahar ayları geldi çattı. Zamanın döngüsel olduğunun en iyi örneği galiba mevsimler. Sonbahar gidiyor, kış geliyor sonra ilkbahar yaz ve ardından tekrar sonbahar  geliyor. Zaman nasıl oluyor da doğrusal değil de döngüsel olabiliyor diye düşünmeden edemiyor insan. Uzak doğu inançları “Samsara” kelimesiyle  ifade ediyor  döngüyü. Reenkarnasyon gibi yeniden doğuş gibi de izah etmek mümkün. Zamanın doğrusal değil de bir çember gibi bir elips gibi hareket ettiğinin bir kanıtı mı acaba mevsimlerin döngüsü?

 

Antik çağda bugünkü gibi filozofların en fazla ilgilendikleri konu zaman kavramı idi. Zaman neydi? Zaman var mıydı yoksa yapma bir şey miydi? Antik Yunan filozofları iki zaman kavramı üzerinde duruyorlardı:  “Khronos”[1] ve “Aios[2]”. Mitoloji zamanı “aios “ zamanı bir döngü olarak izah ediyordu. Mitolojik hikayeler doğanın döngüsel hareketi olan mevsimler üzerine kuruluydu. Persephone’nin[3] her sonbaharda yeraltına Hades’e gidip, her ilknaharda annesine Eleuise (Demeter)  ‘ye dönüşü gibi. Bu mitolojik hikayenin zamanla ilişkisi olduğu kadar cennet meyvesi olarak bilinen nar la da alakası vardır. Persephone altı adet nar tanesi yediği için senenin altı ayını Hades’le yani yeraltında geçirmek zorundadır. Hangi aylardır bunlar? Eylül-şubat dahil olan sonbahar ve kış aylarıdır. Bereket tanrıçası Demeterin üzüntüsü ağaçların yapraklarına yansır. Ağaçların yaprakları sararır ve dökülür. Persephone geri dönene kadar da ağaçlar canlanmaz. Bu mitolojik hikaye her yıl meydana gelen mevsimsel döngüyü izah etmektedir. Zamanın bir diğer ölçüsü de güneşin hareketleridir. Gündüz ve gecenin oluşumu, ayın hareketleri bir sistem oluşturur. Döngüsel zamanın işaretleri ve kanıtları. Öte yandan doğrusal zamanın kanıtlarını bulmak biraz zor. Milat yani doğum nasıl oldu da sıfır noktası oldu? On birinci yüzyıl ne zaman başladı? Tüm bu sayılar hangi zaman kuramına göre hangi takvime göre belirlendi? Elimizde ne gibi kanıtlar var? Günlerin adları, ayların adları bütün bunlar oldukça soyut? Soyut bir kavram olan notalar gibi. Ses var ama nota da bu seslerin soyut sembolleri değil mi?

 

Din ile  mitolojinin daha  birbirinden ayrılmadığı dönemde zamanı ölçen en önemli iki şey güneş ve aydı. Şems ve kamer. Doğumlar ve ölümlerin  de zamanın ölçüsü olarak düşünüldüğü hatta kullanılmaya başladığı dönemde ölülerin gittikleri sanılan  yerlerde ruhlar aleminin  olduğu, gidenlerin neden geri dönmediği  ve doğan çocukların nereden geldiği  de merak edilmeye başlandı.

Zaman kavramı  güneş, ay, yıldızlar  gibi doğumlar ve ölümler gibi merak ediliyordu. Her sabah güneş doğuyor her akşam güneş batıyordu. Mevsimler geçiyor bereketli olduğu kadar kıtlık  günleri de oluyordu. Her gece yıldızlar görünüyor, bazı yıldızlar belirli dönemlerde yer değiştiriyordu. Değişen gök cisimlerini, mevsimleri  izleyerek kayda alma geleneği ortaya çıktığında dinler ve din adamları da ortaya çıktı.

 

Dinlerin ortaya çıkmasıyla  tanrılar da ortaya çıktı. Güneş, ay, rüzgâr, şimşek, fırtına, kültleri v.b. gibi doğa olayları tanrılarla açıklandı. Her bölgenin koruyucu tanrıları vardı. Binlerce tanrının ortaya çıktığı çok tanrılı dönemlerde tanrıların temsilcisi olduğu söylenen krallar ve  tanrıların buyruklarını ileten  ve yorumlayan  ulu rahiplerin ve de ortaya çıktığı dönemdi. Ulu rahipler kralların en önemli yardımcısı olarak devlet hiyerarşisinde yerini alıyordu. Zamanın çocuğu olmak kolay mı? Akıp giden bu nehir nereye doğru akıyor acaba?

 

Sonbaharı fotoğraflama düşüncesi tüm yaz ayları boyunca etrafımda döndü durdu. Bu yıl daha farklı yörelere gitmeliyim görmediğim yerleri görmeliyim diye düşündüm durdum. Hep Yedigöller, hep Yenice mi olacak sonbaharın adresi?  Bu düşüncelerin arasında  İngmar Bergman’ın “Höstsonaten” , sonbahar sonatı adlı filminin parçaları da belleğimde canlanıyordu. Sonbahar renkleri ve Chopin’in opus 28, 2 numaralı Preludé ‘ünü sanki yeniden duyuyorum. Ingmar Bergman neden bu iki numaralı prelüdü kullandı da diğerlerini kullanmadı acaba? 1838-39 kış mevsimini Mayorka’da geçiren Chopin orada piyano için her tonda yirmi dört adet Preludé bestelemiş. Müzik tarihçileri o kış mevsiminde Chopin’in kafasının çok karışık olduğundan söz eder. Onların görüşüne göre her ruh hali (mood)  için  ayrı Preludé bestelemiş.

Bestecilerin müzikle neler anlatmaya ya da hangi ruh hallerini yansıtmaya çalıştıkları doğal olarak bir yorum meselesi. Ingmar Bergman’ın “Höstsonaten” filmi Chopin’in iki numaralı la minör preludé’ünü merkezine almıştı. 1978 yılında Stockholm’de seyretmiştim filmi. İsveççe ve üstadın kurguladığı gibi. Metaforlar yüklü, ağır tempolu tipik bir Bergman filmi. Bu filmde ünlü bir piyano virtüözü olan anne (Ingrid Bergman) ile kızı (Liv Ullman) arasındaki ilişki konu ediliyor. Ömrünün sonbaharına gelmiş olan (çok) ünlü ve (egosu yüksek) piyanist, yuvarlandığı depresyonu fark eden,  uzun yıllar boyunca ihmal ettiği kızı tarafından yatılı misafir olarak davet edilir. Mevsim sonbahardır. Film Norveç’te ücra bir köyde çekilmiş. Buradaki sonbahar metaforunu çözümlemek de en azından Chopin’in iki numaralı prelüdé’ünü yorumlamak kadar zor.

İkinci müzik ve sonbahar metaforum Vivaldi’nin meşhur  Le quattro stagioni (dört mevsim)  konçertolarıdır. 1723 tarihinde Kızıl Rahip olarak da bilinen Antonio Lucio Vivaldi’nin keman için bestelediği konçertolar arasındaki sonbahar konçertosunu defalarca dinlemişimdir. Bu konçertoların her birinin ayrı bir yeri vardır yaşamımda. Vivaldi 1678 yılında Venedik’te doğdu. Katolik eğitimi aldı ve rahip oldu. Kızıl renkli saçlarından ötürü ona Il prete rosso (Kızıl rahip) adı takıldı. 770 bestesi  olduğu biliniyor. Bunlardan 477 konçerto ve 46 opera eseri onu konçertonun babası olarak tanınmasına da neden oluyor. Sonbahar keman konçertosu üç bölümlü (movement) hızlı, yavaş ve hızlı. Birinci bölümde hasat zamanı insanların kutlamalarını, sevinçlerini, ikinci bölüm yiyip içen köylülerin dinlenmelerini üçüncü bölüm de ava giden asillerin heyecanını anlatır. Sonbahar yapraklarının düşüşünü de hapsikord sesi betimler.[4] Yedigöller’de ormanda kızıla çalan kayın yapraklarını hışırdata hışırdata yürürken kemanların temposunu tutturmaya çalıştığımı hatırlarım. Ya da bir kasım sabahı sırtımı bir kayın ağacına dayayıp yaprakların yere düşüşünü izlediğim de vardır. Yedigöller’de genellikle göllerden uzak dururum. Göller zaten yavaş yavaş çevre illerden gelen atıklarla zehirlenerek kuruyor. İlk göl Sazlıgöl zaten can çekişiyor. Bir diğeri kurudu; adı kurugöl. Hafta sonları yüzlerce otobüs geliyor parka. Her tür insan var. Gökkuşağı şemsiyeli fotoğraf tutkunları, sürekli kafa çeken kampçılar, doğa yürüyüş grupları, emekli anneler ve babalar, sevgililer, damatlar ve gelinlikli gelinler, vb. Bir yerde durup da fotoğraf çekmeye kalk. Hemen etrafını sarıyor meraklılar topluluğu. Sen ne çekiyorsan onlar da cep telefonlarıyla çekmeye çalışıyor. Sorularla kafanı şişiriyor, kadrajın içine girip maymunluk yapan mı dersin, cep telefonunu uzatıp, “bizi çeker misiniz?” diyenler mi dersin kırk iki tekmili birden. Hafta arası gelmeye kalksan yine aynı kalabalığı görüyorsun. Yedigöller çok revaçta. Eğer ormanın içine dalıp yürümeyi göze alırsan hem kalabalıktan kurtuluyorsun hem de ilginç kareler yakalama imkanın oluyor. Ben de birkaç yıldır öyle yapıyorum. Ana noktalardan uzaklara gidiyorum. Saklı köşeleri buluyor onları fotoğraflıyorum. Bu yıl da öyle yaptım. Bir Çarşamba günü öğle saatlerinde girdim Yedigöller’e. Nedense bu yıl renkler çok parlak değil. Her yıl farklı oluyor. Bu yıl “soluk” sonbahar galiba. Üstatların söylediğine göre yağmur yağmasıyla ve hava sıcaklığıyla alakalıymış. Bu yıl yeterince yağmur yağmadı. Bir hafta önce hafif bir yağış vardı ama yeterli olmadı demek ki. Bu yıl ilk kez yeni açılan Bolu Dağı yolundan geçerek geldim. Yıllar süren ve sonunda “yılan hikayesi”ne dönen bu yol ve tünel Köroğlu Dağları’nın tüm eko dengesini bozmaya başlamış bile. Yerel idareler ve Ankara beslenme zinciri, eko sistem, apex predator, trophic cascade, vb. gibi çok önemli kavramları bilmiyorlar. Uzmanları da dinlemiyorlar. ÇED raporu, çevre danışmanlığı, küresel ısınma, karbondioksit salınımı gibi çağdaş kavramlara ise hiç aşina değiller. Bu nedenle tüm bölgede ciddi ekolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Bana göre bu sonbahar renklerinin solukluğunun nedeni de aşırı karbondioksit salınımının bir neticesi. Tam dağların ortasındaki kanyondan geçen oto yol ve bu yoldan giden araçların egzoz salınımıyla ciddi bir ekolojik sorun oluşturuyor esasında. Gözle görünmüyor deniyor ama bu bölgeyi bilenler renklerin solduğunu ağaçların çürüdüğünü teyit edeceklerdir. Yedigöller otoyolun kuzeyinde kalıyor. Buna rağmen aşırı karbondioksit salınımı ve kentsel ve sanayi atıkları ve kaçak avcılar. Göllerde alabalık ve diğer tatlı su canlıları şimdilik yaşıyor ama Sazlıgöl gibi can çekişen göllerdeki durumun iyi olmadığını duyuyorum. Zaten gölün üstü tümüyle yeşil liken cinsi parazitlerle kaplı.

Yedigöller altmışlı yılların sonunda koruma altına alındığı için tahribat minimum düzeyde veya dolaylı olarak gerçekleşiyor. Dağ yolu civar köylülerin gözleme, yöresel ürün satışı, vb. gibi ticari stantlarıyla dolu. Yüzlerce stant var. Parkın diğer çıkış yolunda ise piknik alanı var: Burada seyahat şirketlerinin müşterilerine köfte sucuk ikram ettikleri mangallar ve mangalcılar var. Çevre illerden gelen günübirlik turlar burada anlaşmalı ikram stantları kurmuşlar. Aslında ikram değil çünkü öğle yemeği tur ücretinin içinde. Yedigöller’i bir rehberle gezen turcular en son burada öğle yemeği yedikten sonra dönüşe geçiyorlar.

Önce bir şeyler yemek gerekiyor. Yolda ekmek, peynir, zeytin, domates, salatalık ve taşfırın ekmeği almıştık. Bir termos dolusu da kahvemiz var. Daha ne olsun. Derin göl kenarında kamp çadırları var. Kampçılar da ateş başında oturmuş kanlı gözlerle etrafı seyrediyorlar. Boş rakı, şarap ve bira şişeleri etrafa saçılmış. Şöyle bir bakıyorum tiplere. Benim bildiğim kampçılara benzemiyorlar. Hepsi erkek. Aksanlı konuşuyorlar. Çadır kuran genç kızlara geceleri bela olacak tipler bunlar. Bu tipleri görmeye bile tahammülüm olmadığı için oradan uzaklaşıp gölün öteki kıyısına gidiyoruz. Güneş bulutların arasından çıkıyor. Altın sarısı ışıklar ağaçların sarı yapraklarını aydınlatıyor. Deringöl’ün kuzey ucunda iki göl arasında bir bağlantı noktası ve köprü var. Fırsatı değerlendirip çekime başlıyorum. İki saat vaktim var. Çok az tabii. Zaman zaman güneşin bulutların arasından çıkmasını bekliyorum. Hafta arası olmasına karşın etraf çok kalabalık. İlk kez gelenler yol soruyorlar. Beni çift kamera ve tripotla çekim yaparken  görünce “bu adam bilir” algısıyla soruyu yapıştırıyorlar. “Dilek çeşmesi nerede?”, “Büyük göl nerede?”, “başka görecek neresi var?” gibi sorular. İyi niyetli genç insanlar. Yardımcı olmak lazım. Elimden geldiği kadar tarif ediyorum. Bilgi veriyorum. Acele ediyorum. Işık kaybolmadan uzun pozlama için Büyük Göl ile Serin Göl arasındaki kanala  gitmek istiyorum. Aksilik işte orada da gelin damat çekimleri var. Sanki başka yer yok. Düğün fotoğrafçıları işin kolayına kaçıyorlar. Ormanın iç taraflarında daha iyi kompozisyonlar yakalayacakları küçük şelaleler, akarsular, dere içleri var. Oralara gitmiyor göl kenarındaki platformları kullanıyorlar. Böylesine karmaşık ışık alan, yansımanın yoğun olduğu yerlerde ne netice alabilirler bilmiyorum.

Uzun pozlama çekimlerini de yaptıktan sonra dönüşe geçiyoruz. Yola çıkmadan önce orman içindeki gizli şelaleyi de çekmek istiyorum. Çok az vakit var. Geceleme Yenice Ihlamur Teras’ta olacak. Yolumuz uzun. Dağ yollarından giderek fotoğraf da arayacağız. Bu yıl da Yedigöller’i fotoğraflamak kısmet oldu. Farklı bir açı yakalayabildim mi? Evet. Evet. Evet.

 

 

[1] Bir Titan olan Kronos adını zaman anlamına gelen khronos sözcüğünden almaktadır. Gaia’nın doğurduğu son titan olmakla birlikte, zamanı yarattığı ve zamanlarda seyahat ettiği söylenir. Kronoloji sözcüğü Kronos isminden türemiştir. Roma mitolojisinde Satürn olarak da bilinir.

[2] Döngüsel zaman, dairesel zaman kavramı. Mitolojide Eleuise gizemleri gibi.

[3] Persephone, Tanrı Zeus ve Bereket Tanrısı Demether’in kızlarıdır. Hades ise Zeus’un erkek kardeşi ve Ölüler Diyarı’nın hakimidir.

[4] https://www.youtube.com/watch?v=H7hGiZ579cs

 

Bir Sonbahar Senfonisi

Post navigation