Bugün 1 Mayıs. Bütün gün medyadan uzak durdum. Söz birliği etmişçesine hep aynı penguen türü haberler hep aynı eğilim. Bıktığımız yalanlar ve yalan söyleyenlerin kakafonisi artık tahammül edilmez hale geldi. Ekranlara nasıl olup ta çıkarıldığı anlaşılamayan beceriksiz ve sahtekâr ordusunun yalanlarına ben artık tahammül edemiyorum. Bir hamaset yarışıdır gidiyor. İki kelimeyi bir araya getiremeyen henüz egosu şişmemiş güzel yüzlerle, egosu şişmiş amacı ve adresi belli kaşarlanmış yüzlerin ilkokul iki seviyesinden yaptıkları konuşmaları tahammül sınırlarımın dışında artık. Medyanın hali gerçekten içler acısının da ötesine geçti. Sırtını birilerine yaslayarak kamera karşısına geçenlerin komedisi artarak sürüyor.
İşçi ve emekçinin bayramı artık idarenin istediği şekilde kutlanacak. Biz zamanlar “Newruz” için yapılan güvenlik alarmı uygulaması şimdi demokratik haklarını kullanmak isteyen muhalifler için kullanılıyor. Hükümete muhalif olanlara karşı ciddi bir şiddet ve yıldırma kampanyası sürüp gidiyor. Büyük kent meydanlarında kendi halkına biber gazı ve tazzikli suyla saldıran güvenlik güçlerinin her geçen gün daha da artırdıkları şiddet bakalım nereye kadar sürecek?
Yürütmeden sorumlu valiler öyle karar vermiş. Şiddet tekelini elinde bulunduran “Polis” yani Yunanca kent anlamına gelen güvenlik güçleri kent meydanlarını halktan koruyacaklarmış. Elinde her türlü silahla halka saldıran unsurları kışkırtan idarenin neyi amaçladığı çok açık. Kutuplaşan siyasi eğilimlerin sokaklara yansıdığı bir gerçek. Halkın sorunlarının başında gelen ve hassas olunması gereken bireysel haklar ve özgürlükler alanında giderek kararan bir sahneyle karşı karşıyayız. Devletin idare gücünün ana konulara adaklanmak yerine kaynaklarını boş yere harcaması uzun vadede herkesin zarar görmesine sebep olacak.
Hemen hemen her alanda reformlar gerekiyor. Özellikle de kent yaşamını sindiremeyen yığınlara temel eğitim verilmesi çok önemli. Her gittiğim doğa yürüyüşünde arttığını gördüğüm çöp dağları, dağaya verilen türlü zararı önlemek yerine kent meydanlarını kendi halkından koruyan bir zihniyet nasıl çözecek dağlar gibi biriken sorunları? Özellikle de bilgisiz idarecilerin elinde yaz boz tahtasına dönen su havzaları, kurutulan göller ve yeniden doldurulan göl havzaları. Ekosisteme verdikleri zararın hesabı sorulmayan idarecilerin elinde yok olan doğa hazineleri. Avlan Gölü ve Elmalı Platosu üzerine bir yüksek lisans tezi yazan sayın Özgür Burhan Timur’un tespitleri yenilir yutulur gibi değil. Tarım arazisi kazanmak amacıyla kurutulan göllerin gerçek sahibi olan kuşlar ve bitkilerin yok oluşuyla çölleşen verimli arazilerin hazin hikâyesini okumak gerek. Antik çağda Elmalı platosu belki de dünyanın en verimli bölgelerinden biriydi. Phaselis limanlarından denize açılan ticaret gemileri Elmalı Platosu’nun zenginlikleriyle doluydu. Şimdi ise cahil idarecilerin yönetiminde çölleşmeye bırakılmış fakir alanlara dönüşmüş durumda. Yüksek lisans tezini okumak isteyenler aşağıdaki linkten indirip okuyabilirler:
http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/2770/
Geçen yıl Haziran ayında gittiğim Baranda Gölü’ne yeniden gitmeyi planlıyorum. Elmalı ovasının sunduğu doğa hazinelerinden biri de bu göl. Göle yine cahil yerel idarecilerce yapılan müdahaleler sonucunda ekosistem zarar görmüş durumda. Kış aylarında biriken suların düdenlerden yeraltı su kaynaklarına akışı engellenmiş. Düden ağızlarını killi topraklarla tıkayıp borularla suyu köye taşıyanlar neden yeterince kar yağmadığını hiç anlayamayacaklar. Bu çılgınca ruhsat verilen taş ocaklarının verdiği zararı ise nasıl anlatmak gerek bilmiyorum. Geçen yıl karlı tepelerden gelip göl çanağını yalayarak geçen oldukça sert esen serin rüzgâr herkesi şaşkına döndürmüştü. Çobanların hayvanlarını yağış ve fırtınalardan korumak için yaptıkları derme çatma barınaklarda yemeğimizi yiyebilmiştik. Göl kıyısında iki çoban kulübesinden başka yerleşim yoktu. Geçen yıl yazdığım yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
http://yavuzcekirge.com/?p=3856
İslamlar Köyü’nün kalın borularla aşağıya bastıkları göl suyu giderek her yıl daha da azalıyormuş. Bu yıl yeterince kar yağmadığı düşünülürse göl sularının iyice azaldığını göreceğimizden kuşkulanıyorum. Karstik bir göl olarak nitelendiriliyor Baranda Gölü. Acaba Karstik kelimesi neyi anlatıyor diye merak ediyorum.
1970’li yıllarda DSİ tarafından zamanın şartlarına göre tarımda kullanılmak üzere göl rezervuar alanına bir su deşarj ünitesi yapılmıştır. Bu yapının amacı, fazla suyun kontrollü bir şekilde gerektiğinde göl dışına salınımı, ihtiyaç halinde ise kapatılarak suyun göl rezervuarında tutulmasıydı.
Fakat bölgenin karstik yapısı göl alanındaki suyun kontrollü bir şekilde tutulmasını ve salınmasını engellemekteydi. Pek çok yerden su, kendisine bir yol bulmuş ve çatlaklardan kontrolsüz bir şekilde hareket edebilmektedir. Bu amaçla 2005 yılından itibaren suyun kontrollü hareket edebilmesini sağlamak amacıyla DSİ tarafından çalışmalar yapıldı.
Yaklaşık 1000 metrelik uzunluğa sahip su kaçaklarının olduğu gölün, 500 metrelik kısmı tamamen “kil dolgu” ile kaplandı. Bu da yaklaşık 1 milyon m3’lük suyun kaçmasını ve göl rezervuarında kalmasını sağladı.
Baranda Gölü depolama hacmi, mevsimsel yağış perspektifleri, arazi eğimleri ile hiç bir alternatif sisteme dahil olmadan Elmalı Ovası’nın 500 hektarlık sulanmasını sağlayacak bir özelliğe sahiptir.
DSİ Baranda Gölü islâh projesinin temel amacı, kışın biriken suyun yazın, tarım arazilerinin sulanmasında kullanılması ve fazla suyun ise kontrollü bir şekilde Akçay Deresi’ne bırakılarak, bu sayede Avlan Gölü’nün su miktarına artış sağlamaktır.
Baranda Gölü’nün su hacmi 3 milyon m3 olarak tahmin ediliyor. Gölün belirli yerlerinde 16 bin 167 metre boru döşemesi yapıldı. “
Bir makale daha buluyorum.Murat Eliçalışkan’ın hazırladığı Coğrafya blogundan okuyorum:
Yağışlar ve yer altı suları, kalker, jips, kayatuzu, dolomit gibi eriyebilen, kırık ve çatlakların çok olduğu taşların bulunduğu yerlerde, kimyasal aşınıma neden olurlar. Kimyasal aşınım sonunda oluşan şekillere karstik şekiller denir.
Yağışların ve yeraltı sularının oluşturduğu karstik aşınım şekillerinin aşınım şekillerinin büyüklükleri değişkendir. Karstik aşınım şekilleri şunlardır :
Lapya : Kalkerli yamaçlarda yağmur ve kar sularının yüzeyi eriterek açtıkları küçük oluklardır. Oluşan çukurluklar keskin sırtlarda yan yana sıralandığından yüzey pürüzlüdür. Büyüklükleri birkaç cm ile birkaç metre arasında değişir.
Dolin : Kalker platolar üzerinde görülen, oval şekilli erime çukurluklarıdır. Genellikle derinlikleri az, genişlikleri fazladır. Türkiye’de özellikle Toroslar’da dolinler yaygın olarak görülür. Halk arasında kokurdan, koyak, tava gibi adlar verilir. Dolinler oluşum şekillerine göre iki gruba ayrılır :
Erime Dolini : Kalker yüzeyler üzerinde, yağış sularının eritmesiyle oluşan karstik şekildir. Erime dolinlerinin tabanında yüzey sularının derine doğru sozdığı çatlak ve delikler bulunur. Dolin tabanlarında erimeden geriye kalan killi materyalin birikmesiyle oluşan terra rossa toprakları bulunur.
Çökme Dolini : Yeraltında bulunan mağara sistemlerinin tavanlarının incelerek çökmesi ile oluşan karstik şekillerdir. Çökme dolinleri, derinliklerinin fazla oluşu, yamaçlarının eğimli oluşu ve tabanlarındaki iri bloklar halinde maddeler bulunması nedeniyle erime dolinlerinden kolayca ayırtedilirler.
Uvala : Genişleyip, derinleşen dolinlerin birleşmesiyle oluşan, dolinlerden daha büyük çukurluklardır. Uvaların düzensiz şekle sahip olması ve tabanlarındaki erimeden geriye kalan kalker çıkıntıları dolinlerden kolayca ayırtedilmesini sağlar.
Obruk : Baca veya kuyu şeklinde, keskin köşeli, derin çukurluklara obruk denir. Derinliği 250-300 m’yi bulabilen obrukların bazılarının tabanında göl bulunur. Türkiye’de İç Anadolu’nun güneyinde ve Toroslar’da yaygın olarak obruklar görülür. İçel’deki Cennet-Cehennem mağaraları ve Konya’daki Kızören obruğu ülkemizdeki en güzel örneklerdir.
Polye : Karstik yörelerdeki genişliği birkaç kilometre olan, uzunluğu 20-30 kilometreyi bulan, hatta geçebilen ova görünümlü büyük karstik çukurlara polye denir. Türkiye’de özellikle Toroslar’da polyeler yaygındır. Örneğin; Akdeniz Bölgesi’ndeki Ketsel, Elmalı ve Akseki ovası birer polyedir.
Mağara : Kalkerli arazilerde çatlaklar boyunca yeraltına sızan suların oluşturduğu büyük boşluklara mağara denir. Damlataş, Narlıkuyu, Düden, İnsuyu, Kızılin mağaraları en ünlüleridir.
Düden : Kalkerli arazide erime ile oluşan daire biçimli kapalı çukurluklara düden denir. Düdenler yer altı sularını birbirine bağlayan kanallardır. Düdenlere halk arasında su çıkan, su batan gibi adlar da verilir.
Kör (Çıkmaz) Vadi : Karstik yörelerdeki akarsular bir düdende kaybolarak akışını yeraltında sürdürür. Bu akarsuların yeryüzünde süreklilik göstermeyen vadilerine kör (çıkmaz) vadi denir.
Karstik Birikim Şekilleri
Kimyasal birikim şekilleri, kalsiyum karbonatça zengin suların içindeki karbondioksit gazının uçması ve kalsiyum oksidin (kirecin) tortulanmasıyla oluşur. Karstik birikim şekilleri sarkıt, dikit ve travertendir.
Sarkıt-Dikit: Kalsiyum karbonatça zengin suların mağara tavanından sızarak içindeki kirecin tavanda birikmesi ile sarkıtlar, damla¤¤¤¤¤ tabanında birikmesi ile dikitler oluşur. Karstik alanlardaki mağaralarda görülen bu şekillerin en güzel örnekleri Damlataş Mağarası’nda bulunmaktadır.
Traverten: Genellikle sıcak su kaynaklarının yakınında ve kalsiyum karbonatlı suların yayılarak aktığı alanlarda, kirecin çökelmesi ile oluşan basamaklardır. En güzel örnekleri Denizli-Pamukkale’dedir.
Türkiye’deki Karstik Şekiller
Türkiye’de karstik şekiller yaygın olarak,
– Toros Dağları’nda
– İç Anadolu’da Sivas ve çevresinde (özellikle jips kartsı)
– Batı Karadeniz’de ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin güneyinde görülür. Bu alanlarda çıplak kayalar geniş yer kaplar. Toprak erime sonucunda oluşmuş çukur alanlarda toplanmıştır. Karstik alanların yüzeyinin su bakımından fakir olması, tarım olanaklarını sınırlamaktadır. Türkiye’nin yüzölçümünün yaklaşık 1/5’inde bu tür şekiller görülmektedir. Karstik şekillerin en yaygın olduğu bölge ise kalkerli arazinin geniş alan kapladığı Akdeniz’dir.”
kaynak: (http://www.cografya.gen.tr/egitim/fiziki/karstik-sekiller.htm)
Bu pazar 4 Mayıs 2014 günü yapacağımız yürüyüşte özellikle bakmak istediğim bir kaç şey var. İlki göl suyunun seviyesi ikincisi ise yaban hayvanları, kuş,bitki ve çiçek çeşitliliği. Göl kıyılarını otlak olarak kullanan köylülerin (İslamlar Köyü) hayvanlarından geriye çiçek kalmışsa fotoğraflamak istiyorum. Koyunlar özellikle bu mevsimde çıkan çiğdemlere pek düşkünlermiş. Sulak alan olması itibariyle göçmen kuşlara ev sahipliği yaptığı da bir gerçek. Geçen yıl her tarafta gördüğümüz avcılardan geriye kalan boş saçma kovanları düşünüldüğünde kuşların bu gölde pek de emniyette olmadıkları söylenebilir.
Gölün etrafında yer alan dağlar uzaktan da olsa tüm heybetleriyle görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam ; Tezekli Dağı, Bozburun Dağı ve Akdağlar Kızlar Sivrisi isimlerini hatırladıklarım. Bu kez haritadan daha iyi incelemeyi umuyorum.
Bakalım bu yürüyüşte neler keşfedeceğim.