“MAGIS AMICA VERITAS”[1]
Önce söz vardı. Anadolu, Orta Asya’da ve hatta Orta Doğu’da her bölgenin sözü farklıydı. İnsanların birbirinin sözünü anlaması için her iki sözü anlayan insanlar ortaya çıktı. Sonra krallar sözler verdi. Sözünü tutmayan krallar döneminde sözün yetmediği anlaşıldı. Savaşlar başladı. Kralların verdikleri sözleri hatırlamaları için rahipler yazıyı icat ettiler. Yazının icadı sözün sembollerinin taşların üzerine kazınmasıyla başladı. Yazıyı Sümerler mi yoksa Mısırlılar mı icat etti hala tartışma konusu. Çivi yazısı adı verilen bu yazı, zagurat rahiplerinin tanrı Anu’ya verilen hediyeleri kayıt etmek için geliştirdikleri bir sistemin birkaç asır süresince gelişmesiyle meydana gelmiştir. Çivi yazısı ilk önceleri özellikle ticaret ilişkilerinde çok faydalı oldu. Yıl MÖ. 3500. Yer Sümer başkenti Uruk. Bugünkü Irak’ın Warka şehri sınırlarındaki şehir, kil tabletler üzerine yazılan kitabelerle dolu. Çivi yazısı yıllar içinde büyük bir gelişme göstermiştir. Önceleri bine yakın sembolden oluşan yazı daha sonra daha kolay anlaşılması için altı yüz sembole kadar indirilmiştir. Bu gelişme bile beş yüz yıl sürmüştür. Zagurat rahipleri arasından yazıcılar ortaya çıkmış bu yazı geleneği bir sonraki nesle aktarılmıştır. Yazının gelişmesiyle birlikte sözlü edebiyat da kayda alınmıştır. Halk arasında sözlü olarak anlatılan efsaneler yazıya dökülmüştür.
Aşağıda çivi yazısının yıllar içinde nasıl geliştiğini görmek mümkün.
Çivi yazısı (cuneiform) ve bu dilde yazılan edebi eserler on dokuzuncu yüzyıla kadar bilinmiyordu. Öncesinde Selçuklu daha sonra 1517 yılından bu yana Osmanlı toprağı olan Halep Şam vilayeti sınırları içindeki binlerce çivi yazısı tablet hiçbir Osmanlı’nın dikkatini çekmemiştir. Osmanlı’nın okumuş yazmış bürokratı kapalı bir kul yaşamı sürdüğü için olsa gerek hiçbir vakit bilimle ilgilenmemiştir. Bölgede bulunan antik çağ eserlerine “kefere kalıntısı” olarak bakmış, ne olduklarını merak bile etmemiştir. Bugün ecdadımız diye ağızlarından tükürükler saçarak sağa sola saldıranlardan hiçbir farkları yoktur.
Çivi yazılarını deşifre eden İngiliz araştırmacıların çoğu asker kökenlidir. Örneğin Sir Henry Creswicke Rawlinson[2], asker kökenli olan Rawlinson uzun süredir üzerinde çalıştığı Sümer çivi tabletlerini İngilizceye çevirerek 1837 yılında Londra Kraliyet Asya Kültürleri Topluluğuna ( The Royal Asiatic Society of London) sundu.(Çivi yazısı tabletlerinin beşiğinde görev yapan Osmanlı paşaları, gönül eğlendirmek ve rüşvet almakla iştigal ederken dünya dönüyordu.)
Tüm dünya, çivi yazısını ve Sümer uygarlığı edebiyatını tanıma fırsatını bu şekilde bulmuştur. İngilizceye çevrilen eserlerden bazıları şunlardır:
- “Atrahasis”
- “The Descent of Inanna”
- “The Myth of Etana”
- “The Enuma Elish”
- “Epic of Gilgamesh”
Bu eserler arasında ortak bir tema olan “Büyük Tufan” İbrahim-î dinlerde “Nuh Tufanı” diye bilinir. Her üç dine mensup inananlar bu temayı ezbere bilirler. Örneğin iyi insan anlamına gelen “Atrahasis” tufan öncesinde tanrılar tarafından gelen felaket konusunda uyarılır. Tufan efsanesi Gılgamış destanı ve diğer destanlarda da bir tema olarak tekrar edilir. Dünyanın yaratılış efsanesi ise Enuma Elish’de detayıyla anlatılır. Bu temel eserler tüm Sümer mitolojisini ve inanışlarını (kültünü) yansıtmaktadır. Bu eserlerin kesin yazılış tarihleri ve kimler tarafından yazıldığı konusu tartışmalıdır. Sümer mitolojisinin tek tanrılı dinlere olan etkisi teologlar tarafından hala tartışılmaktadır. Dinler tarihi konumuz olmadığı için bu noktada bir yorum yapmamayı tercih ediyoruz. Öte yandan Sümer uygarlığı Anadolu sınırları dışında olmasına rağmen bir çok kişi bu uygarlığı da Hitit uygarlığıyla bir tutarak antik Anadolu uygarlığı gibi görmektedir. Bunun nedeni de bazı tarihçilerin Sümer halkının Türk kökenli olduğu iddiasıdır. MÖ. 3500 yıllarında Orta Asya’dan göç eden ve Mezapotamya’ya yerleşen Türkler tarafından kurulan bir imparatorluk olarak tanımlanma gayretleri vardır. Aynı şekilde Sümer halkının Anadolu’dan Mezapotamya’ya göç ettiği tezi de vardır. Bu doğru olabilir mi? Kazılarda elde edilen tabletlerde bu konuda belge var mı? Nedense hiç kimse tabletlerde ne yazdığıyla uğraşmıyor da Türk mü değil mi tartışmasına girmeyi tercih ediyor. Bu tartışmaları yapanlara Enuma Elish’in ne anlattığını sorun? Bakalım cevap alabilecek misiniz. Bu tartışmaları gereksiz ve sıkıcı gören biri olarak, “Lokum Türk mü değil mi?” tartışmasına benzetirim hep. Ana fikir bilimsellik değil de başka siyasi şeyler. İngiliz subay Henry Rawlinson 1844 yılında çivi yazısını deşifre edip İngilizceye çevirerek dünya kültürüne katkıda bulunurken sınırları içinde bulunan Mezopotamya’nın hakimi Osmanlı bürokratı acaba neyle uğraşıyordu? Bu soruyu neden kimse sormuyor? Belli değil mi? Hamasetle iştigal eden muktedirlerin halka anlattıkları masalların en önemlisi bu Orta Asya Türk masalıdır.
Yazılı tarih ve tarih tasarımı üzerine yoğunlaşıyoruz. Sihirli sorumuzu sormanın vakti geldi artık:
Tarih tasarımı nedir?
Robin George Collingwood ismi nedense tarih tasarımı ile birlikte anılır. Kimdir bu Collingwood, Collingwood?[3] Kimine göre bir İngiliz idealisti[4] kimine göre de bir tarih felsefecisi. Biz Utku Yapıcı ve İrem Yapıcı’nın tartışmalar makalesinden alıntı yaparak izah edelim.[5]
“Collingwood tarih bilimi çalışmalarında uygulanmak üzere üç temel yöntem geliştirmiştir:
- Tarihsel imgelem,
- Soru-yanıt,
- Yeniden canlandırma.
Tarihsel imgelem kuramı, tarihçinin geçmişe ilişkin bütünsel resmi nasıl yapacağı ile ilgilidir. Bu kurama göre tarihçi, anlattığı noktaların arasında köprüler kurmalıdır. Tarihçi tarafından oluşturulan bu imgelem, tarihsel bağlamı vermesi açısından bir olmazsa olmazdır. Ancak, tarihçinin “kurduğu” bu resim, Collingwood’a göre bir edebiyatçının “kurgusundan” zorunlu olması bakımından farklıdır. Collingwood’un soru ve yanıt kuramında ise, tarihsel bir araştırmada metni anlaşılır kılacak tek yolun tarihçinin metnin yanıtladığı soruyu bulması olduğu sayıltısı temeldir. Soru ve yanıt mantığı, tarihsel araştırma ya da bilmenin felsefi bir sorgulamayla gerçekleşebileceğini savlayan bir tarih yöntemidir. Collingwood, yeniden canlandırma kuramında ise, geçmişteki bir düşüncenin aslına uygun olarak yeniden canlandırılmasının mümkün olduğu mutlak önkabulüyle yola çıkmıştır. Bu kurama göre, tarihçi, tarihsel eylemcinin düşüncesini “yeniden canlandırma” aracılığıyla zihninde aynı biçimde yeniden yaratabilmektedir. Collingwood’un yeniden canlandırma kuramı ile onun her dönemin kendi tarihini yazabileceği fikri arasında bir çelişkinin olup olmadığı sorusu Collingwood’un tarih tasarımı ile ilgili en tartış- malı konu başlığını oluşturmaktadır. Collingwood, her dönemin kendi tarihini yazabileceği ve bu tarih yazımının da her dönem için yegâne olabilecek şey olduğu şeklindeki yaklaşımı birçok tarih felsefecisi tarafından eleştirilmiş, Collingwood’un “tarihin bir anlamı olmadığı öğretisi kadar tehlikeli anlamların sınırsızlığı kuramına yaklaştığı” görüşü sıkça ifade edilir olmuştur. Collingwood’un tarihte görelilik konusundaki bu iddialı görüşlerinin arkasında bazı noktalarda ciddi bir nesnellik kaygısı bulunmaktadır ki, çelişki gibi gözüken bu durum Collingwood’un da “çağının çocuğu olmasının” bir sonucudur.”[6]
Collingwood Heredotos’a kadar olan tarihi ikiye ayırıyor. Teolojik tarih ve mitolojik tarih. Bilimsel tarihin Heredotos ile başladığını ile sürer. Gözlem ve araştırmaya dayalı sorular soran tarih anlayışını Heredotos’un getirdiğini söyler. Yunanca tarih anlamına gelen “Historia” kelime kökü olarak araştırmak anlamına gelmektedir. Öte yandan “tarih” Türkçede Historia anlamında kullanılmakta olup kelime kökü olarak Arapçadan dilimize geçmiştir.[7] Anlam itibariyle de ayın hareketlerine göre kaçıncı günde olunduğunun tarihlemek anlamına geldiğini söylemek gerekir. Özetle Yunanca Historia ve Türkçe/Arapça Tarih kelimeleri farklı anlam köklerine sahiptir. Biri araştırma eylemini çağrıştırırken diğeri ayın kaçıncı gününde olunduğunun tayini anlamına kullanılmaktadır. Dolayısıyla farklı felsefi temellerden kaynaklanan kavramlardır.
Collingwood tarih konusunda tarifler de vermektedir.
- Tarih bilimsel olmalı, sorular sormalı,
- İnsan temelli (İnsancıl) olmalı,
- Akılcı olmalı, sorulan sorular ve cevaplar akıl dolu olmalı,
- Belgelere ve verilere dayanmalı.
Yazılı tarihin önemli isimlerini burada ele almak isterim:
Homeros:[8]
Symrna’lı (İzmir) Homeros MÖ. 800 yıllarında önemli eserlere imza atmıştır. Dünya edebiyatında çok büyük bir etkiye sahip olan iki temel metnin yazarı olduğu ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılar bu eserlerin halk destanlarından derleme olduğunu ileri sürmektedir.
“İlyada” ve “Odysseia”.
Uzun şiirlerden oluşan bu iki yapıtta, Anadolu tarihinde bir dönüm noktası olan Truva Savaşı sırasında Sparta ve müttefiklerinin kazandığı zafer anlatılmaktadır.
Efsaneye göre Truva Savaşı, Truva Prensi Paris, aşık olduğu Sparta Kralı’nın eşi Helen’i kaçırınca başlamıştır. Deliye dönen kral Menelaus, Truva’ya saldırıp karısını geri almak için büyük bir güç toplar. Savaşçı Aşil ve İthaka Kralı Odysseus’un da aralarında bulunduğu Sparta ordusu tam on yıl boyunca Truva’yı kuşatma altında tutmuş ve Menelaus en sonunda şehri ele geçirmiştir.
İlyada Aşil’in öyküsünü ve büyük kuşatmanın son yılını anlatır. Odysseia ise İlyada’nın kaldığı yerden devam eder. Odysseus’un İthaka’ya ve sadık karısı Penelope’ye geri dönüşü sırasında karşılaştığı tehlikelerle dolu uzun yolculuğu konu alır. Odysseus’un serüvenleri bir çok yazara ilham kaynağı olmuştur. Dünya edebiyatı şaheseri olarak kabul edilen İrlandalı hemşerimiz James Joice’un Ulysseus adlı eseri, Homer’in Odysseus’una göndermeler yapar. Bir çok edebiyat eleştirmeni Ulyssesus’u bir başyapıt olarak kabul etmektedir.
Heredotos:[9]
Anadolulu bir diğer yazar olan Heredotos MÖ. 490 yılı Halikarnasos doğumlu. Anadolu, İran, Mısır, Makedonya ve İtalya gibi ülkeleri gezmiş izlenimlerini yazmıştır. Tarihçi (Daha doğrusu Cicero tarafından tarihin babası) olarak bilinen Heredotos gezip gördüğü yerlerdeki kültürü yansıtmaya çalışmıştır. Bazı eleştirmenlere göre Hellen bakış açısıyla farklı kültürlere tepeden baktığı, bir tür kültür şovenizmi yaptığı söylenir. Öte yandan bunun tersini söyleyen eleştirmenler de vardır. Bunu ancak eserlerini dikkatle inceleyerek anlayabiliriz. Heredotos Pers kültürünü ve savaşlarını tüm arka planıyla anlatır. Media krallarını ve savaşlarını, taht savaşlarını tüm detayıyla anlatır.
Azra Erhat’ın ”Heredotos Tarihi”[10] adlı kitabının sunuşunda yazdığını okuyalım:
“Açın Yunanca sözlüğü: “historein” diye bir fiil bulursunuz, anlamları şu: ‘Öğrenmeye çalışmak, araştırmak, incelemek, keşfe çıkmak, gezerek tanımak (bir ülke, bir kent için), sormak, soruşturmak, sorarak bilgi edinmek’, sonra da ‘bilmek, tanımak’ ve sonunda, ‘sözle, ya da yazı ile bildiğini aktarmak’. Bu fiilden türeme ‘historia’ sözcüğü de ilk anlamda araştırma, bilgi edinme ve keşif, onun sonucunda elde edilen bilgilerin dile getirilmesi, anlatılması demektir. Herodotos’un da bu anlamda kullandığı ‘historia’ sözcüğünün koca bir bilim dalı haline gelmesi elbette ki yüzlerce yıllık bir gelişme sonucunda olmuştur.”
Anadolu ilkçağda önemli yazarlar “logograph’lar yetiştirmiştir. Miletos’lu Hekataios tarih konusunda en az Heredotos kadar, belki de daha fazla eser vermiştir. Ayrıca Miletos’lu Kadmos, Mitylene’li Hellanikos, Lampsakos (Lapseki)’lu Kharon çok değerli yazarlar olarak karşımıza çıkar.
Nedense bu yazarların kitapları yeterince bilinmez. Ion (İyon) ve Attika lehçelerinde yazan bu ilkçağ entelektüellerinin sözü hiç edilmez. Heredotos İon lehçesiyle yazarken çağdaşı Thoubydikes Attika lehçesiyle yazıyordu.[11]
Heredotos tarihi kitabını tercüme eden Müntekim Ökmen[12] şöyle söylüyor:
“….eski çağların yazarları kendi özel gizlilerini açmaya alışkın değillerdir. Kendisinden kendisi için zaman zaman öğrendiklerimiz, nerelere gittiği, hangi kentlerde bulunduğu ve kimlerle görüştüğünden ibarettir; ama bunlar azdır ve hangi tarihlerde olduğunu da yazmadığından, yolculuklarının sırası da bilinmez.(…) Çağının töresine uyarak kitabını ‘Halikarnassos’lu Herodotos araştırmasını, kamuya Sunar’diye imzalamıştır.”
Anadolu’da antik kentleri gezerken beni hep bir hüzün sarar. O muhteşem planlanmış şehirleri, binaları, tiyatroları, heykelleri ve diğer kamusal binaların işçiliğini ve malzemesini görünce hüzünlenmemek elde değildir. Bugün o antik kentlerin yakınında kurulmuş olan şehirlerin plansız, programsız ve rastgele yapılar olduklarını görmek hayret vericidir. Tam anlamıyla bir anomali yaşanmaktadır. Tarih sorular sorarak gerçeklere varmak olduğu için biz de soralım:
- Bu antik şehirleri inşa eden insanlara ne oldu?
- Bu kitabeler, yazıtlar neden Yunanca da Türkçe değil?
- Neden Türkçe veya Osmanlıca yazılmış ilkçağ tarih kitapları yok?
Sorular bitmek tükenmek bilmiyor. Mantıklı açıklamalar gerekiyor. Antik uygarlıklarla nedense ilgilenenlerin çoğu Frank yani Batılı. Neden? Anadolu’da hemen hemen her yörede rastlanan eski uygarlık kalıntılarına rağmen neden halkta bir merak yok?
MÖ. 431 yılında başlayan Pelepones savaşlarının tarihini yazan bir tarihçi var da neden örneğin Osmanlı Rus savaşlarının tarihini yazan bir Osmanlı tarihçisi yok?[13] İlk tarih eserleri ancak on dördüncü yüzyılda görülmeye başlamıştır. Bu nedenle tarihçilerin “Anadolu’nun karanlık dönemi” adı verdikleri bilinmeyen veya emin olunmayan dönem vardır.
Bilinen ilk kaynak, Ahmedî’nin 1390 yılında tamamlayıp Germiyanoğlu Süleyman Şah’a sunduğu İskendernâme isimli eserdir. Ahmedî mesnevî türündeki bu eserinin sonuna XV. yüzyıl başlarında, Yıldırım Bâyezid devrine kadar gelen olayları anlatan bir bölüm eklemiştir. Dâsitân-ı Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman adını taşıyan vekayinâme türündeki bu bölüm Osmanlı tarihi hakkında bilgi veren ilk Türkçe eser sayılmaktadır. Bu eserin bilimsel kriterlere uygun olup olmadığını tartışmak gerekir. Bütün bu gayretlerin ne kadar tarafsız ve gözleme dayalı bilimsel eserler olduğu tartışmalıdır.
Anadolu’nun tarih tasarımının yapılabilmesi için her şeyden önce siyasi kaygıların dışında uluslararası normlara uygun eserler verilmelidir. Geçmişiyle hesaplaşamayan siyasi kaygılarla bir o yana bir bu yana savrulan tarih tasarımı bakalım ne zaman yapılabilecek.
—————————————————————————————————————————————————
[1] Aristoteles’in Platoncular için söylediği bir söz: “Amicus Plato sed magis amica veritas.”Türkçesi: Platon’un dostuyum ama hakikatin daha çok dostuyum.
[2] Sir Henry Creswicke Rawlinson, (1810-1895) İngiliz Doğu Hindistan birliğinde Tümgeneral. Baron. Oriyantalist. Rawlinson 1827 yılında er olarak başladığı askerliğine teğmen rütbesiyle 1837 yılında İran’da devam etti. Şah’ın ordusunu eğitmek üzere gönderilen bir grup subay arasında yer aldı. Arkeoloji merakı İran’da başladı. Eski çivi yazısı tabletlerini deşifre etmeye başladı. Üç dilli tabletleri bile deşifre etmeyi başardı. 1843 yılında İngiltere konsolosu olarak Bağdat’a gönderildiğinde Sümer ve Asur Akad çivi yazısı tabletlerini deşifre etmeyi sürdürdü. Tercüme ettiği eserleri yayınladı. Arkeolog Henry Austen Layard ile bir çok metni İngilizceye çevirdi ve yayınladı.
[3] Robin George Collingwood, 1889 yılında İngiltere’de dünyaya gelmiştir. On üç yaşına kadar ailesiyle beraber yaşamış ve babası tarafından eğitilmiştir. Collingwood, küçük yaşta sanatla tanışmış, piyano ve keman çalmayı ve resim yapmayı öğrenmiştir.1912 yılında Oxford Üniversitesi’nden mezun olmuş,Pembroke College’de felsefe ve Roma tarihi üzerine dersler vermiş, arkeoloji alanında çalışmalarda bulunmuştur. İlgisinin neredeyse tümünü din ve teoloji incelemesine yöneltmiştir. Bu çerçevede 1916 yılında “Religion and Philosophy” (Din ve Felsefe) isimli ilk kitabını çıkartmıştır. Collingwood’un felsefe kariyerini Birinci Dünya Savaşı kesintiye uğratmış, bu savaş sırasında Collingwood, İngiliz Donanma Bakanlığı Haberalma Filosu’nda çalışmıştır. 1930 yılında Collingwood’un sağlığı bozulmaya başlamış, 1938 yılında beyin fonksiyonlarında önemli aksamalara yol açan bir felç geçirmiştir. 1939 yılında ise otobiyografisini kaleme almaya başlamıştır. İngiliz idealizminin temel unsurlarından biri olarak görülen Collingwood 1943 yılında zatürreden ölmüştür (Collingwood, 2001, s. 9-11).
Collingwood, felsefenin önemli konuları üzerine bir dizi seçkin kitap yazmıştır. Bunlar, yukarıda aktarılan “Religion and Philosophy”nin dışında “Speculum Mentis” (Zihnin Aynası -1924), “The Principles of Art” (Sanatın İlkeleri – 1938), “The Idea of Nature” (Doğa Tasarımı -1945), “The Idea of History”
(Tarih Tasarımı -1946), “An Autobiography” (1939), “The Essay on Metaphysics” (Metafizik Üzerine Bir Deneme -1940). “The New Leviathan” (1942)’dır (Collingwood, 2001, s. 11). Bir Collingwood biyografisi için bkz. (Inglis, 2009) Kaynak: Robin George Collingwood’un Tarih Tasarımı: Tarih Felsefesi ve Tarihyazımı
Süreçleri Üzerine Bir Tartışma Yrd. Doç. Dr. Utku Yapıcı – Yrd. Doç. Dr. Merve İrem Yapıcı, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
[4] İngiliz İdealizmi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk yıllarında İskoçya ve Oxford’dan tüm İngiltere’ye ve İngilizce konuşan dünyaya yayılan bir felsefi harekettir (British Idealism Guide, Meaning, Facts, Information and Description, http://www.eparanoids.com/b/br/british_idealism_1.html, Boucher ve Vincent, 2000, s. 2). İngiltere’de idealist eğilimin izlerine ilk olarak Fichte, Schelling ve Hegel’den etkilenen Samuel Taylor Coleridge’nin şiirlerinde rastlanmaktadır. Bu düşünceyi sistematik bir biçimde işleyen ilk düşünür ise Thomas Carlyle’dir. Daha sonraları, Benjamin Jowett, Edward Caird, Thomas Hill Grenn, Francis Herbert Bradley, Bernard Bosanquet, Michael Oakeshott ve R.G. Collingwood bu hareketin önemli temsilcileri olmuşlardır Kaynak : (Aysevener, 2001, s. 10).
[5] Robin George Collingwood’un Tarih Tasarımı: Tarih Felsefesi ve Tarihyazımı Süreçleri Üzerine Bir Tartışma Yrd. Doç. Dr. Utku Yapıcı – Yrd. Doç. Dr. Merve İrem Yapıcı, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
[6] Yrd. Doç. Dr. Utku Yapıcı – Yrd. Doç. Dr. Merve İrem Yapıcı, Sonuç bölümü.
[7] Kelime Kökeni :Arapça wrχ/Arχ kökünden gelen taˀrīχ ;günün tarihini yani hilalin kaçıncı günü olduğunu belirleme, 2. olayları tarih sırasına göre yazıya dökme, kronik” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük GAr warχ “ay (gök cismi ve zaman birimi)” sözcüğü ile eş kökenlidir. (NOT: Bu sözcük Aramice/Süryanice yrχ kökünden gelen aynı anlama gelen yarχā ירחא sözcüğü ile eş kökenlidir. Aramice/Süryanice sözcük İbranice aynı anlama gelen yāreχa ירח sözcüğü ile eş kökenlidir. İbranice sözcük Akatça aynı anlama gelen warχu veya arχu sözcüğü ile eş kökenlidir. )Kaynak: Etimoloji sözlüğü.
[8] Homeros’un yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. Onun hakkındaki bazı bilgileri tarihçi Heredotos’tan öğreniyoruz. Homeros’un kör ve İhtiyar bir şair olduğu, oradan oraya dolaşarak şiir okuyup ekmeğini kazandığı, uzun yıllar Ege adalarında yaşadığı söylenir.
[9] Bugünkü Bodrum yakınlarındaki Halikarnas’ta doğan Herodotos (M.Ö. yaklaşık 484-426), gördüklerini ve duyduklarını kendisinden sonra gelenlere aktarmış olan bir ilkçağ entelektüelidir. Cicero, onu tarihin babası diye adlandırmıştır. Herodotos’tan önce de birçok tarihçi yaşamıştır ve bunlardan birisi de Miletli Hekataios’tur. Hekataios’un eserlerinin çoğu kayıptır. Hekataios, küçük bir kısmı günümüze kadar ulaşan Historiai (Araştırmalar) adlı eserinde Yunan gelenekleri ile mitolojisini tanıtmış, Asya ve Avrupa’nın tasvirini veren iki bölümlük Dünya Turu adlı diğer bir eserinde ise, gezip gördüğü yerlerin fiziki ve beşeri coğrafyası hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. MÖ. 5. yüzyılda yaşayan ünlü tarihçi Bodrumlu Heredotos, Hekataios’un bu eserinden büyük ölçüde yararlanmıştır. Öte yandan Heredotos kendini siyasi veya askeri olayların kaydı ile sınırlandırmamış, gezdiği ve gördüğü yerleri fiziki ve beşeri açıdan da tanıtma yoluna gitmiştir.
[10] Heredot Tarihi, çeviren Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973
[11] Thucydides Atina ve Sparta arasında cereyan eden Pelepones savaşlarının tarihini yazmıştır. Savaş MÖ. 431 yılında başlamış MÖ. 404 yılında sona ermiştir.
[12] MÜNTEKİM ÖKMEN, 1915 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi’nde öğrenim gördü. Uzun yıllar boyu sürdürdüğü çevirmenlik uğraşında pek çok önemli yapıtı dilimize kazandırdı. Antikçağ tarihçisi Herodotos’un ülkemizde Herodot Tarihi adıyla yayımlanan ünlü yapıtı ve René Descartes’ın Aklın Yönetimi İçin Kurallar adlı kitabının yanı sıra, Marguerite Yourcenar, Marguerite Duras, Robert Sabatier, Alain Spiraux gibi yazarlardan eserler çevirdi. Ökmen, 2003 yılında İstanbul’da öldü.
[13] Osmanlı imparatorluğu, tarihi içinde 1677 – 1918 yılları arasında ile on üç defa savaşmak zorunda kalınmıştır. Bu on üç savaşın yapıldığı yıllar sırasıyla şunlardır: 1) 1677 – 1681 2)1686 – 1699; 3) 1711; 4)1712; 5)1713; 6)1736 – 1739; 7) 1768 – 1774;. 8) 1787 – 1792; 9) 1807 – 1812; 10); 1828 – 1829; 11) 1853 – 1855; 12) 1877 – 1878; 13) 1914 – 1918