Antik kentleri birer birer geziyorsun. Öncesinde ciddi bir kaynak araştırması yapmayı artık alışkanlık haline getirdin.
Gezip gördüğün antik kentlerin çoğunda daha arkeolojik kazılar başlamamış bile.
Bir mühendisin yazdığı antik su yolları ile ilgili makaleyi okuyorsun.
M.Ö. beşinci asırda kurulan bir şehrin su sisteminin günümüzdekinden eksiği yok fazlası var.
Daha çevreci yapılanmalar. Yeraltı sularını topladıkları sarnıçlar, suyu akıttıkları künk ve oyulmuş taş sistemleri hayranlık uyandırıcı. Su mühendisi künklere ve taştan oyulmuş su kanallarının çaplarına bakarak akan suyun debisini hesaplamış, oradan da antik şehir nüfusuyla ilgili tahminlerde bulunmuş.
Çok ustaca tahminler. Otuz, kırk hatta yetmiş bin nüfuslu antik şehirlerden söz ediyoruz. Bu şehirlerin kuruluş tarihleri M.Ö. iki bin ile beşinci asırlar arasında. Her şehir uygarlığı bilgisini bir sonraki nesile aktarıyor. Değişmeyen ama gelişen şehir yapıları hemen hemen her antik şehirde var: Su kanalları, çeşmeler, meclis binası, tiyatro, hipodrom, kütüphane, çarşı, tapınaklar, nekropol,vb. Bir uygarlık ötekine bilgisini sorunsuz aktarıyor. Savaşlar, kıyımlar buna engel olmuyor. Askeri gücü fazla olan şehir devleti zayıf olanı etkisi altına alıyor. Mimari tarzlar İon sütunları, dor sütunları, korint sütunları, kesme taş döşeli yollar, heykeller,seramik gereçler, gemi enkazları çok şey anlatıyor. Şehir devletlerinin en son Bizans döneminde terk edildiğini görüyoruz. Sonra Selçuklu Beylikleri dönemi başlıyor. Yani göçebe kültürü şehir kültürüne üstün geliyor. Sihirli bir şekilde on birinci asırdan itibaren antik şehirler teker teker yok oluyor. Sonrasında karmaşa var. Harabeye dönen şehirlerde artık hiç kimse yaşamıyor. Sanki sihirli bir el buradaki bilgiyi yıkılan şehir duvarlarıyla birlikte toprağa gömüyor. Antik kentlerin yakınına kurulan yeni yerleşim bölgelerinde yaşayan insanların kurdukları şehirlerdeki yapılar başka bir kültürün daha önceleri var olan üç bin yıl öncesinin teknolojisini yansıtıyor. Bu dağlardan gelen insanların şehir kültürüyle hiç alakaları yok. Göçebe topluluklar bunlar. Çadırlarda yaşıyorlar, Antik kentlere taş yığınları olarak bakıp tahrip ediyorlar. Heykelleri kırıyorlar. Okuyamadıkları yazılı tabletleri kırıyorlar. Şehirlerdeki yapıları örnek alıp evlerini ona göre yapmıyor çamurdan yapıyorlar.
İşte bir uygarlıktan diğerine aktarılamayan bilgi orada toprağın altında ve üstünde duruyor. Yörede yaşayan insanlar bu bilgiye erişemiyorlar. Bu bilgiyi okuyamıyorlar.