Likya bölgesinde üç yıldır treking turlarına katılıyorum. Antalya’dan Fethiye’ye kadar uzanan Beydağlarının alt ve üst paralelinde binlerce rota var. Zaman zaman dağ çıkışları da yaptım. Sanırım on kadar dağ çıkışım oldu. Ama en yüksek dağı olan Akdağ (Kızlar Sivrisi) zirvesine çıkmak bugüne kısmet oldu. Bu dağın bölgenin en yüksek dağı olması (3070 M.) ayrı bir önem katıyor. Sürekli bu dağdan söz ediliyor. Kimler çıktı, nasıl çıktı? Anlatılıyor da anlatılıyor. 2500 metre ile 3000 arasında olan bir kaç dağ daha var bölgede. Ziyaret Dağı, Eren Dağı, Dedegül Dağı, gibi. Ama Kızlar Sivrisi en popüler olanı. Her dağcını gönlünde bu dağa çıkmak yatarmış. Bununla da bitmiyor diğer dağlara da sırasıyla çıkmak bir yaşam biçimi. Doğu Karadeniz’in Kaçkar sıradağları (3937 M.) , Güney Doğu’nun Cilo Reşko ve Sat Dağları (4135) her dağcının gönlünde yatan hedefler olarak bilinir.
Likya bölgesi yani Teke yarımadası yüzlerce antik kent ve doğa harikası kanyonlarıyla hep ilgi çekmiştir. Yabancı arkeolog ve tarihçilerin bölgede yaptıkları çalışmalar on sekizinci yüzyıla uzanıyor. Charles Fellows’un 1841 yılında bölgede yaptığı haritalama çalışmasında Elmalı platosunda “Masscytus” olarak tanımladığı Akdağ sıradağlarının en yüksek yeri. Antik Çağ coğrafyacısı Strabon bölgeyi kitabının bir bölümünde adlandırır. Solyma adında bir dağdan söz edilir. Elmalı platosunun Fethiye’ye kadar uzanan sınırlarında bulunan sıradağların bugün artık Akdağ sıradağları olduğu biliniyor. İlkçağda sözü edilen ve bir çok antik haritada sözü edilen Masscytus, Climax ve Solyma adları da antik çağ literatüründe rastlanan adlardır.
Elmalı’da alışveriş ve öğle yemeği için mola verdikten sonra traktörlerle 12 km.lik bir yol katederek 1900 m. rakımdaki yaylaya gelip yürüyüşe başladık. Kuzey Doğu rotasının oldukça dik olan yamacından tırmanıyoruz. Kamp yükü benim için bir ilk. Daha önce gittiğim kamplarda kamp malzemesini traktörler ya da katırlar taşıdığı için tırmanacağımız yaklaşık 1200 metreyi kamp malzemesini taşıyarak tırmanmak zorundaydım. Sanırım çanta yüküm kırk elli kiloya yakındı. Hiç bir dağ çıkışında bu kadar zorlanmamıştım. Düz bir duvara tırmanıyormuş duygusuna kapıldım. Gruptan bir kişi geri dönme kararı aldı. Yürüyüşe başladığımız yaylada kamp yapması önerildi. Zaten geri dönmek istese bile geri dönecek vasıta yok. Dağda olmanın bu tarafı çok kötü.
Medeniyetten uzak tek başınasın. Bu nedenle çok dikkatli olmak gerekiyor. Daha sonra bir arkadaş daha geri dönmeye karar verdi. Tırmanış giderek zorlaşıyordu. Kendimi şöyle bir tarttım. Yorgunluk hissetmiyordum fakat tırmanmak bacak kaslarımı zorluyordu. Nitekim tırmanışın son etabında küçük kramplar başladı. Baldır kaslarının üst tarafında hatırı sayılır bir gerilme hissediyordum. Tırmanabilecek miydim? Evet. Ama yavaş yavaş. Tempomu düşürünce grupla aramdaki mesafe açılmaya başladı. Artçımız Uğur Ersayın’ın nefesini ensemde hissediyorum. Oysa o beni cesaretlendirmek için elinden geleni yapıyordu. Ne fayda. Vücudum tırmanmak istemiyor. Bu zorlanmayı reddediyor. Artık kendimle mücadele ediyorum. Tırmanışın bir an önce bitmesini istiyorum. Zaman geçiyor. Ben ağır ağır ilerlerken hava da kararmaya başlıyor. Zirveye kamp yerine gün ışığında çıkmak için acele etmem gerek. Tırmanış temposunu daha da yatay zikzaklar çizerek artırıyorum. Bu kaslarıma binen yükü hafifletiyor. Keyfim yerine geliyor. Neşeleniyorum. Islık çalmaya başlıyorum. Hem manzarayı seyrediyor, fotoğraf çekiyor hem de kendi tempomla tırmanıyorum. Nihayet zirveye vardığımda hava kararmış oluyor. Son yüz metreyi beni merak edip geri dönen Ömer Faruk Gülşen’in çantamı taşımasıyla biraz buruk ama rahat bir şekilde tamamlıyorum.
Nihayet zirve altındayım. Güçlü esen soğuk bir rüzgâr karşılıyor beni. Yanaklarımın donduğunu hissediyorum. Diğer arkadaşlar çadırlarını kurmuşlar kendilerini çadırlarına atıp kimi akşam yemeğini yiyor kimi dinlenmeye geçmiş. Ben de bir arkadaşın yardımıyla alaca karanlıkta çadırımı kuruyor içine giriyorum. Nihayet ağrıyan kaslarımı dinlendireceğim.
Evet. Başardım. Yavaş tempoyla da olsa zirveye çıkmayı başardım. Hem de ağır 60 kg.lık kamp yüküyle. Üstümdeki tişört ve fular sırılsıklam. Değişip rüzgarlık ve polar giyiniyorum. Çadırın içine kadar giren rüzgar buz gibi. Ben yemeğimi (Haşlanmış yumurta, keçi peyniri, marul) yerken yan çadırdan horlama sesleri gelmeye başlıyor. Sanırım bu çıkış herkesi pestile çevirdi. Ertesi gün Ömer Faruk Gülşen’in söylediğine göre herkes çok zorlanmış, bu çıkış herkesi biraz öfelemiş anlaşılan. Benim çantamın çok ağır olduğunu ağır ağır çıkmamın isabetli bir karar olduğunu da ilave etti. Bu da doğal olarak içimi çok rahatlattı. Ne de olsa çoğunluk Ağrı, Süphan dağlarına tırmanmış tecrübeli dağcılar. Onların çantaları 70’lik benimki 20 LT. daha az. Ben ise daha iki yıldır merak saldım dağ çıkışlarına. Dik yamaçlardan çıkışları sevmiyorum. Bunu biliyorum. Bu duyguyla zirveye çıkmanın keyfi sürekli mücadele içinde. Bu da benim paradoksum. Hem sızlanıyorum hem de dağ çıkışlarına katılıyorum. Bu çelişkili duygular hep çıkışta zorlanınca ortaya çıkıyor. Cilo, Reşko, Sat, Verçenik ve Anbar çıkışlarında da bunu gördüm. Bu yıl 3000 metrelere beşinci çıkışım. Hepsini ayrıntılarıyla hatırlıyorum. Sat çıkışı da zorlu bir çıkıştı ama bunun kadar dik açılı değildi. O çıkışta bayrama rastlamıştı. Treking ile dağ çıkışı arasında bir karar vermem gerekiyor aslında. Araya bir de fotoğrafı sıkıştırınca çok fazla oluyor. sadeleşmek gerek.
Bir hafta sonra bayramın son günü yine aynı dağa başka bir rotadan Cemal Ertugay’ın Klimaks dağ grubuyla Trans Beydağları programıyla katılacağım. Bizimle birlikte keşfe gelen Cemal Ertugay daha yatay bir rota izleyeceğini söyledi. Hem önemli bir fark kamp yükü olmayacak.
Gece zirvede 3 bin metrede gökyüzünde yıldızları seyretmek bir ayrıcalık; inanılmaz. Milyarlarca yıldız, Samanyolu ve diğer yıldızlar sihirli bir perde gibi gözlerinizin önünde. Uzun pozlama yapmak için ideal bir ortam. Tripot yok ve hiç uzun pozlama deneyimim yok. Nasıl çekeceğimi bilmiyorum. Kameranın menüsünü karıştırarak nihayet uzun pozlama programını buluyorum. Bir kaç deneme yapıyorum ama fiyasko. Buz gibi rüzgar çadırların iplerini geriyor. Zemin sert olduğu için çadır germe iplerini taşlara bağladık. Karanlıkta biraz yürüyorum. Değişik bir ışık var gecenin siyahında. Nereden geldiği belli olmayan bir aydınlık. Alacakaranlık değil bu. Fecir de değil. Yıldızların verdiği o buz gibi belli belirsiz aydınlık. Biraz ürkütücü bir ışık bu. Her şey şekil değiştiriyor. Sanrılar güçleniyor. Vahşi doğada yapayalnızsın. Savunmasız. Ama etraftaki çadırlar güven veriyor. Acaba tek başıma burada çadır kurmak ister miydim? Sanmam. En az bir kişi daha olmalı. Artık yatma zamanı. Sabah fecir vaktinde kalkıp fotoğraf çekeceğim. En iyisi uyumak.
Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Yan çadırdakiler koro halinde horladı. Ben de 1980 yılında Stockholm’den aldığım uyku tulumunun içinde bir sağa bir sola dönerek arada dışarı çıkıp yıldızları seyrederek sabahı ettim. İnsan neden dağlara çıkmak ister? Uykusuz kalmak için mi? Bu yükseklikte vücut bir takım değişikliklere uğruyordur mutlaka. Sabah erkenden uyananlar arasında olmanın avantajı hemen kampımı topladım. Çantamı yerleştirdim. Kahvaltımı ettim. (Müsli ve Süt) Hiç fena sayılmaz. Güçlü bir kahvaltı. Yorgun değilim. Zirve elli metre ilerde. Türk bayrağı rüzgarda dalgalanıyor. Güneyin en yüksek noktasındayız.
Her zirvede farklı şeyler yaşıyorum. Bu zirve beni zorladığı için dağa küstüm gibi. Yavuz dağa küsmüş de ne olmuş? Hata benim. O kadar yükle çıkmanın ne anlamı var. Hafif bir çantayla çıkmak varken. Neyse öğreniyoruz.
Akdağ zirvesi yani halk arasındaki değimiyle” Kızlar Sivrisi” zirvesinde önce zirve defteri yazılıyor, sonra pankartlar açılıp fotoğraflar çekiliyor. Zirvenin en güzel anı bu işte kendinle gurur duyduğun, zirve yapmış olmanın sevinci içini doldururken hoşgörü katsayın artıyor. Dağ o kadar büyük ve etkili ki, senin küçük dertlerin, kuruntuların onun umurunda değil. O bir milyon yaşında. Sen ise onun yanında bir hiçsin. Dağın ya bilinci varsa ? Bilemezsin. Fotoğraflar çekiliyor artık iniş vakti.
Ankaralı dağcı Bünyamin Kaya çantasından bir bakır cezve ve fincanlar çıkarıyor. Dünyanın en lezzetli kahvesini içiyoruz. Artık bütün ritüeller tamamlandı. İki saatlik zorlu bir iniş bizi bekliyor. Ama kimin umurunda. Kuşlar gibi uçarak iniyoruz.