web analytics

Süryanilerin kökeni hakkında ileri sürülen üç görüş vardır. Bunlardan ilki Süryanilerin “Arami” olduğu görüşüdür. Daha çok kilise ve taraftarlarınca savunulan bu görüşün yanında ikinci olarak daha sivil ve laik anlayıştaki Süryaniler tarafından savunulan Süryanilerin “Asuri” olduğu görüşü de yaygın olarak ileri sürülmektedir. Üçüncü olarakta Süryanilerin Mezopotamya halklarının devamından başka bir şey olmadığı, ne Asurlu, ne Babilli, ne Keldani, ne de Aramidirler. Süryanilik tüm eski Mezopotamya halklarının kültürel temeline dayanan ve bu arada Helenistik Uygarlığı da özümseyerek ortaya çıkmış yeni bir sentezdir. Bu görüşlere ek olarak coğrafi ve filolojik çıkarımlar da vardır.

Süryaniler  ilk Hıristiyan (Early Chistians)  topluluklardandır. En kadim Hıristiyan gruplarından olmalarına rağmen Osmanlı Devleti’nde millet sisteminin bir parçası olarak kabul edilmemişler, her nedense Ermeni Patrikliğine bağlanmışlardır. Tüm yazılan söylenenlerin aksine Osmanlı idaresi Süryanilere baskı uygulamıştır. Süryani Kadim Patriklik merkezi Mardin’e 5 km. uzaklıktaki Deyrulzafaran Manastırıdır.[1] Süryanilerin İstanbul’da teşkilatlanmamış olmalarının bir neden olarak öne sürülmesi de pek inandırıcı gelmemektedir. Tarihsel süreç içinde Ermeni cemaati ile Süryani cemaat ilişkilerinin araştırılması gerekir.Süryanilerin “Arami” veya “Asuri” halklardan oldukları konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bu farkların anlaşılması için Hıristiyanlık öncesi ve sonrası dini oluşumları gözden geçirmek gereklidir. Kudüs’ün  Romalılar  tarafından tahrip edilmesi sonucunda Hıristiyan inancında olanların  Antakya’ya göç etmesine  sebep olmuştur.

Antakya, Hıristiyan âleminin liderlerinin  misyonerlik faaliyetlerini yürüttükleri bir merkeze dönüşmesi kaçınılmazdı. İnşa edilen kiliseler ve teolojik tartışmalar Antakya’yı Hıristiyanlığın dini merkezi haline getirmiştir. Antakya Kilisesi rahipleri hızla yayılan bir dinin öncülüğünü üstlenip  Suriye, Lübnan, Anadolu, Urfa ve Mezopotamya’da geniş çaplı misyon faaliyetlerine girişirler. Bu misyon faaliyetleri sonucunda geniş kitlelere ulaşır bir çığ gibi büyürler. Hıristiyanları kendi  iktidarı ve dinleri için tehlike olarak görmeye başlayan Roma İmparatorluğu , Hıristiyanlara karşı baskı uygulamaya başlar. Baskılar giderek şiddete ve kitlesel cinayetlere dönüşür. Yeraltındaki kiliselerde toplanan Hıristiyanların yayılışı durdurulamaz. MS. 313 yılında Konstantin’in yayınladığı Milano Fermanı ile baskılar sona erer ve Hıristiyanlık İmparatorluğun resmi dini olarak ilan edilir.

Süryani kilisesinin oluşumu da bu süreçte ortaya çıkar. Bir dünya dini olmayı amaçlayan Hıristiyan teologlar aralarında tartışmaya başlarlar. Bir yanda din adamlarının tartışmaları öte yanda kiliseye siyasi olarak müdahale etmek isteyen iktidarlar Hıristiyanlar arasında bölünme ve parçalanmayı da başlatırlar. İmparator bu tartışmalara yön vermek üzere bir dizi konsül düzenler. Efes  Konsülü  MS. 431 ve Kadıköy Konsili MS. 451 Hıristiyanlar arasındaki bölünme ve mezhepleşmenin temelini oluştururlar. Hz. İsa’nın kutsal ruh ve tanrı olduğu hipotezi bazı din adamları tarafından kabul görmez. Nasturiliğin kurucusu olan Antakya Kilisesi kökenli  İstanbul Episkoposu Nastur’un düşünceleri red edilir ve kendisi sürgüne gönderilir. Nastur kendi kilisesini kurar öte yandan Antakya kilisesine bağlı Süryaniler arasında da bölünme meydana gelir. Bir kısım Yakup Baraday önderliğinde Antakya Süryani Patrikliği’ni kurarken diğer bir kesim Roma’ya bağlılığı tercih etmiştir.

Bu bağlamda Kadıköy konsili belirleyici olmuştur. Özünde farklı dini görüşler farklı siyasi eğilimleri de beraberinde getirmiştir. Daha sonraki yıllarda Nasturiler ve Süryani Yakubiler de Katolikliği benimsemiş ve kiliselerini ayırmışlardır.

Süryani Kilisesi kapsamına şu kiliseler girmektedir:

  • Süryani Ortodoks Kilisesi ( Süryani Kadimler veya Yakubîler ),
  • Süryani Nasturî Kilisesi,
  • Marunî Kilisesi,
  • Keldanî Katolik Kilisesi,
  • Süryani-Katolik Kilisesi,
  • Süryani Melkit Kilisesi.

Bu kiliselerin ve aralarındaki farkların anlaşılması için Hz. İsa’dan hemen sonra Hıristiyanlık tarihi ve bu arada Süryanilerin tarihinin bilinmesi gereklidir. Süryani kiliseleri arasındaki ayrılığın temelinde Kadıköy Konsülü (451) kararları yatmaktadır. Kadıköy kararlarına bağlı olmayan Süryani kiliseleri; Süryani Ortodoks Kilisesi, Süryani Nasturî Kilisesi, Marunî Kilisesi’dir. Kadıköy kararlarına bağlı olan kiliseler ise  Keldanî Katolik Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Süryani Melkit Kilisesi’dir. Böyle bir ayrışmanın temelinde esas itibariyle hangi nedenlerin yattığını  aramak gerekir. Bu son derece karmaşık bir işlemdir.

Ben bu ayrışmaları yorumlamak istemem. İnanç konusu son derece hassas bir konu. Birilerini kolaylıkla gücendirebilirsiniz. Kültürel olayların tarihçesini araştırmaya meraklı bir insan olarak dört beş asır süren ayrışmaların derinliklerine inmek ister miyim bilmiyorum.  Azizler Evi (Beth Kadişe) ‘de yüzü doğuya dönük bir koltuğa oturmuş halde tüm kutsal giysileriyle  gömülen  Deyrulzafaran Metropoliti Mor Grigoriyos Behnam son gömülen kişi olmuş. Azizler evinde gömülme şerefine nail olmuş. Kim bilir hatıralarını yazsaydı (belki de yazmıştır) neler anlatırdı. Bugün kültür tarihçileri iki farklı Süryani kilisesi tanımı yapmayı tercih ediyorlar.

Doğu Süryanileri, Keldani ve Nasturi’ler, Batı Süryanileri derken Süryani Kadimler ve bu kiliseden ayrılan diğer kiliseler söz konusu edilmektedir. Bu doğu ve batı tanımı ne kadar doğru söylemek zor. Esas itibariyle doğu ve batı ayırımı Katolik ve Ortodoks mezhepler için kullanılmaktadır. Osmanlı döneminde Süryani kiliselerinde ayrışmalar hızlanmıştır. Süryani Yakubi patrikliği ayrışmasından Süryani Katolik patrikliği adı altında ikinci bir patriklik ortaya çıkmış, aynı şekilde Nasturi patrikliği de ikiye ayrılmış buradan da Keldani Patrikliği ve Süryani Katolik patrikliği ayırımı meydana gelmiştir. Bunlara ek olarak Süryani Protestan cemaati de ortaya çıkmış ve mozaik tamamlanmıştır. Bugün Mardin ili sınırlarında faal olduğu söylenen kiliselerin bu ayırımı yansıttığını da unutmamak gerekir.

Bu gezi sırasında üç manastır ve bir çok kilise gördük. Süryani köylerinde bulabildiğimiz kadarıyla Süryanilerle sohbet ettik. Ziyaret ettiğimiz her kilise her manastır gerek mimarisi gerekse de tarihi ile muhteşem bir kültür hazinesi. MS. 100 yılından kalma neredeyse bin dokuz yüz yıllık Meryem Ana Manastırı çok etkileyici idi. Issız bir ovada tek başına kalmış bir manastır. Aslında hüzün verici bir görüntüsü var. Bu iki bin yıllık manastırın tam yanı başına işgüzar bürokratlarımız devasa bir jandarma karakolu inşa etmişler. Gözetleme kuleleri ve dikenli telleriyle gri badanasıyla bir kabus gibi çökmüş manastırın üzerine.

Yahu kardeşim bu ıssız ovada Hah köyünde ne gibi bir gerekçeyle bu karakolu inşa ettiniz? Bu ne kafası? Kime neyi anlatacaksınız? Kimi kimden koruyorsunuz? Manastıra bakıyorsunuz, pırıl pırıl, bakımlı, zeytin ağaçlarıyla, nar ağaçlarıyla ve ceviz ağaçlarıyla iki bin yıllık çan kulesiyle ve Mardin taşı kullanılarak inşa edilen  bir mimari şaheseri, öte yanda malum ihaleyle yalap şap inşa edilen gri badanalı betondan çirkin bir hapishane. Hiç kimse gelip de bu topraklarda bugün  hoşgörüden, kültürden söz etmesin. Hiç inandırıcı değil. Belki TV karşısında ömrünü geçiren  dışarı bile çıkmayan dangalakları kandırabilirsiniz ama görünen köy kılavuz istemez. Gidip Hah köyündeki, Midat’daki Hasankeyf’deki durumu bir görün. Öte yandan tarihi gerçeklerden bir haber olan günümüz yerel idareleri  Süryani cemaatinin Kurtuluş savaşı sürecinde vatanları için ne fedakarlıklarda bulunduklarını anlamak istemezler.

Mardin ve Diyarbakır’da bulunan Süryanilerin kendileri gibi gayrimüslim olan İngiliz yada Fransızların tahriklerine kapılmadığı, ve ellerinden geldiğince bu mücadelede var güçleriyle yer aldıkları görülmektedir. Bu vatanın evlatları olan Süryanilerin bu desteği Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra da devam etmiş ve devlet yöneticileri de Mardin Deyruzzafaran Manastırı’na ziyaretlerde bulunarak iyi niyetlerini belli etmişlerdir.

Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele yıllarında Patrik İlyas Şakir Efendi’nin işgalcilere karşıt tutumunu su sözlerle taltif etmiştir:

“Süryani Patriği İlyas Şakir Efendi’nin  Millî Mücadele yıllarında müstevlilere karsı, bu yurdun evlâdı olarak takındığı mücadeleci tavır, Millî Mücadele kahramanlarından olduğunu göstermiştir.”

Mücadele yıllarında gerek İngiliz gerekse de Fransız generaller Süryaniler’i isyana teşvik etmişlerdir. Süryaniler ısrarla vatan savunmasına katılmış İngiliz ve Fransız güçlerinin tüm tekliflerini şiddetle  geri çevirmişlerdir. İşte yıllar sonra bugünkü dindarlar Hıristiyanlar üzerinde baskı uygulamakta, örneğin  yıpranan dini yapıların tamirine bile izin vermemektedir. Bu tavır bölgede yaşayan Müslüman halk tarafından kabul görmezken tarihi gerçekler de bazı kişilerce saptırılmak istenmektedir.

 

Gezip gördüğümüz dini yapılar şunlardı:

Kırklar Kilisesi MS.569, Mor Dimet Kilisesi MS.700, Mor Yakup Hbişoyo Manastırı, MS.419, Deyrulzafaran Manastırı, MS. 5.yy.Meryem Ana Manastırı (Hah) MS.100, Mor Abrohom Mor Hobil Manastırı, MS, 5. yy, Mor Gabriel Manastırı MS.397

Kaynaklar:

Süryaniler konusunda başvurduğum kaynaklar şunlardır:

  • İbrahim Özcoşar, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 2006
  • Zeynep Gül Küçük, Mardin ve Çevresinde Süryaniler, YLT, Çukuova Üniversitesi, Adana, 2008
  • Haşim Erdoğan, 20. Yüzyılın ilkyarısında Türkiye’deki Süryaniler, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 2013

[1] İsa’dan sonra 5. yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı, muhteşem mimarisi yanında Süryani Kilisesi’nin önemli merkezlerinden biridir. 1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgah yeriydi.

MARDİN SÜRYANİLERİ

Post navigation