Kadim Militene coğrafyasının en önemli aktörlerinden biri hiç şüphesiz Fırat (Ferat) ‘tır. Bu nehrin kutsallığı tek tanrılı dinler öncesinde de vardı, sonrasında da. Neden bu nehre kutsallık atfedilmiştir sorusunun cevabı da yine insanlarla alakalıdır. Her geçtiği yerde yaşamın kaynağı olan akarsu, taşımacılıktan balıkçılığa, sulamadan serinlemeye kadar bir çok fayda sağlamasıyla orada yaşayan insanların vazgeçilmezi olmuştur. Öfkelendiğinde taşan, zarar veren, azgın sularının geçit vermediği Fırat tanrılaştırılmıştır. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi Tevrat ve İncil’de söz edilen Fırat, Müslümanlık literatüründe de “hadis” olarak yer almıştır. Dipnotlarda bunun detaylarını bulabilirsiniz:[2]
Yukarıdaki fotoğrafta Fırat kenarına su içmeye gelen yabani dağ keçileri ( Capra aegagrus) sürüsünü görüyoruz. Bu keçileri Karanlık Kanyon’a giderken nehrin dirsek yaptığı gözden ırak bir köşesinde yolun karşı kıyısında gördük. Hemen aklıma “Fırat’ın Cinleri” geldi. Filmin konusuyla hiçbir alakası yok esasında. Fırat’ın cinleri olsa olsa bu yaban keçileri olur diye düşünmüş olabilirim. Yamaçtan aşağıya gruplar halinde iniyorlardı. Şaşkınlıktan kurtulunca hemen minibüsü durdurup indik. Bu çok büyük bir şans idi. Bir yabankeçisi sürüsüne rastlamıştık. Yaban keçisi[3] denince benim aklımda kalan tekelerin uzun ve kıvrık boynuzları. Bu gördüğümüz sürüde ise hiç teke yok. Dişi ve yavrular. Bu gördüklerimiz acaba yaban keçisi mi? Arapgirli rehberimiz halkın bunlara geyik dediğini bildiriyor. Yabani keçi denmiyormuş. Capra aegagrus türü mü acaba? Bilemiyorum. Türkiye’de yaygın olan tür bu. Ya da acaba bunlar ceylan mı (Gazella subgutturosa) ? Çengel boynuzlu dağ keçisi de olabilir.(Rupicapra rupicapra). Bir ihtimal de bunların Anadolu yaban koyunu (Ovis gmelini) olabileceği. Şimdilik bunlara yabani keçi demek istiyorum. Aksi ispat olana kadar.
Bir çırpıda elliye yakın keçi sayıyoruz. Hızla taş köprüye doğru ilerliyorlar. Bizim varlığımızdan mutlaka haberdar olmuşlardır ama kaçmıyorlar. Hayret. Suyun öte yanında kendilerini uzakta ve emniyette görüyor olabilirler mi? İşte tele objektifin ihtiyacını bu tür durumlarda hissediyorsun. Bende 18-135 var. Devede kulak. En az 100-200 veya daha iyisi 100-400 gerekiyor. Eksiklik işte. Hiç ihtiyacım olmaz diye düşündüğüm bir lens. Oysa giderek ihtiyaç ortaya çıkmaya başlıyor. Kuşlar, keçiler derken bu tür foto safarilerde çok faydalı. Özellikle de her yere araçla gidildiği taktirde. Sürünün geçişi uzun sürüyor. Biz de doyasıya fotoğraf çekiyoruz. Böyle bir şans bir daha gelmez.
Yabani keçiler normal olarak insanlara bu kadar yaklaşmazlar. Bir insan gördüklerinde kilometrelerce uzağa kaçarlar. Kıraç tepelerde ve sarp kayalıklarda artık besin bulmaları çok güç. Yüzyıllar boyunca keçilerin ataları ormanlarla kaplı bu arazilerde yaşadılar. Taze sürgünlerle ve filizlerle beslendiler. Derken insanlar geldi. Uzaklara kaçtılar. İnsanlar oralara da geldiler. Kovalamaca günümüzde de sürüyor. Uzaktan bakınca çok sempatik görünen bu hayvanlar aslında orman katilleri. O tepelerin çırıl çıplak kalmasında en az insanlar kadar sorumlular. Bana kalırsa buralardaki ekosistem giderek bozulmuş. Erozyon ve çölleşme başlamış. Bu kıraç tepeler, susuz köyler, aç hayvanlar can çekişen bir ekosistemin işaretleri. Böyle söyleyince bölgede yaşayan insanlar inanmak istemiyor. Hatta kızıp bağıran çağıran da oluyor. Fırat’ın yemyeşil olması gereken iki yakasındaki bariz çölleşme dikkatlerinden kaçıyor. Bölgede bir kuraklık olduğu hemen belli oluyor.
Sebepleri acaba ne diye sorarsak? Bir çok şey sıralayabiliriz:
- (ı)Yeraltı suyunun çekilmesi ve azalması;
- (ii) Akarsu akımlarının azalması;
- (iii) Su kirliliği; torak ve suyun tuzlanması;
- (iv) Toprağın yapay gübrelerle kirlenmesi;
- (v) Toprak erozyonu ve çölleşme riskinin artması;
- (vi) Çalı/maki yangınlarının ve orman yangını riskinin artması;
- (vii) Orman ve karasal sucul ekososistemlerin hasar görmesi ve biyoçeşitliliğin zayıflayıp azalması;
- (viii) Vejetasyonun ve tarımsal ekosistemlerin hastalık, zararlı, yangın ve rüzgar gibi diğer hasar verici etmen ve olaylardan daha fazla etkilenmesi (etkilenebilirlik düzeylerinin yükselmesi).[4]
Bütün bunlara ilave edilecek bir çok neden daha sıralanabilir. Azalan doğal kaynaklar vahşi hayvanların meskun bölgelere daha da yaklaşmasına neden olmaktadır. Otlaklar azalmış, meralarda sıkıntılar yaşanmaktadır. Hiçbir şey eskisi gibi değildir artık. Elimizde kameralar yaban keçilerini çekerken onların kıraç topraklardan hızla inişlerini izliyorum. Hiç korkmadan kendilerini yokuş aşağı bırakıyorlar. Yeşil otlara ulaşmak için yarış halindeler. Artık doğada her birey diğerinin beslenme zincirindeki rakibidir.
Küresel ısınmanın ve iklim değişikliklerinin hep çok uzaklarda olduğunu düşünmek isteriz. Oysa burnumuzun dibindedir. Malatya il genelinde orman varlıklarının % 15 civarında olduğu bu oranın Türkiye ortalamasının on puan aşağısında olduğunu unutmamak gerekir.[5] Orman Bakanlığı istatistiklerine göre ormanlık alan 189.340 hektar toplam il yüzölçümü olan 1.263.081hektar alanın yüzde 15,0’ini teşkil ettiği 2015 yılı raporunda belirtilmiştir. Meraklı okuyucu aşağıda vereceğim OB linkinden dokümanı indirip inceleyebilir.[6]
Arapgir
Seyahat boyunca Arapgir adının etimolojisi ve anlamı üzerine bir dizi sohbet etme fırsatımız oldu. İstanbul’a döndükten sonra kafamı kurcalayan meselelerden biri de buydu. Bu isim nereden kaynaklanıyordu? Literatür taramasından bazı ipuçları elde etmek mümkündü.
“Eski ismi “Daskuza” dır. Şehrin M.Ö. 1200 yıllarında kurulduğu ve ilk yerlilerinin Müşkiler olduğu sanılmaktadır. Arapgir, kronolojik olarak Protohitler, Hititler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, İslam Uygarlıkları, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı dönemini idrak etmiş ve bu kültürlerin etki alanına girmiştir.
M.Ö. 852 de Asur egemenliğine giren Arapgir, önce Urartuların eline geçer. M.Ö.612 de tekrar Asurluların egemenliğine girer. Asur egemenliği İskender’in Anadolu’ya girdiği M.Ö.330 yılına kadar devam eder. M.Ö.44 ‘de Roma imparatorluğu’nca egemenlik altına alınan bu bölgenin Müslümanların eline geçmesi M.S.717’de Emevi Komutanı Davut Bin Süleyman sayesinde olur. Daha sonra Danişmentliler’in eline geçen Arapgir,1178’de Selçuklu Devlet’ine bağlı bir Sancak haline getirilir. Selçuklular’ın Kösedağ Savaşında Moğollara yenilmesi üzerine Moğolların eline geçer.”[7]
İlçenin tarihçesine ilişkin belirgin bir kronoloji ortaya konuyor yukarıdaki metinde. Bir de kuram var: “Daskuza” Bu adın doğru olmadığını ileri süren arkeologlar da var. İlçe tarihi üzerine araştırma yapan yazarlardan biri de A. Cengiz Sezer. “Doğunun Batısı Arapgir” adlı bir kitabı var. Kitapta bir çok varsayım ele alınıyor ama elle tutulur bir öneri çıkmıyor.
Benim çıkarımım şöyle. İlçe’nin ismine bakarak “Arap” ve “gir” kelimeleri üzerinde durmak gerekir. Bölgede yaşayan Ermeni nüfusun ve Ermenice’nin de dikkate alınarak Emevi saldırılarının sıklaştığı MS. 700-1200 yılları arasındaki beş yüz yıllık dönemin ismin oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorum. Bu beş yüz yılda neler oldu? Hangi halk grupları nerede yaşadı? Hangi diller konuşuldu? Elimizde ne gibi belgeler var? Aslında hiçbir belge yok. Kafatascı bir yaklaşımla bugün yaşayan insanların saç ve ten rengine, fizyolojik özelliklerine göre çıkarımlar yapmak da yakışık almaz. Orada bulunduğum kısa süre içinde topladığım bilgilerden de bir yere gidilmiyor. Öyleyse soru işaretimiz devam edecek. Belki bir gün tatmin edici cevaplar bulabilirim. Araştırma radarıma Arapgir ismini de ilave ediyorum.
[1] Fırat’ın Cinleri . (Korhan Düzgören’in 1978 Altın Portakal ödüllü filmi. Özgün müziği Cahit Berkay).
[2] Tevrat’ta hz. Adem’in yaratıldıktan sonra dünyada Aden bahçesine yerleştirilmesi ve burada Fırat-Dicle nehirlerinin akıyor olmasından bahsedilmektedir: “Tanrı, Aden bahçesini yarattı, Adem’i buraya koydu. Aden’den bir ırmak doğmakta ve dört kola ayrılmaktadır. Üçüncüsünün adı Dicle, dördüncüsünün adı Fırat’tır (Yaratılış 2:8-14)”. Farklı yerlerde yine iki nehirden bahsedilmektedir. “(Daniel) Dicle’nin kıyısındayken başımı kaldırıp bakınca … bir adam gördüm (Daniel 10:4-5)” (Ezra 4:10; 5:3; 6:6; 7:25; Yeşu 24:2; I.Krallar 4:21; Yeremya 46:2). Ayrıca Fırat-Dicle İsrail’in Kutsal Topraklar için kuzey sınırı olarak zikredilmektedir. Bu sebeple yahudilik tarihi için önemlidir.
İncil’de kıyamet alametlerinin anlatıldığı Vahiy Bölümü’nde de Fırat’tan bahsedilmektedir. “Büyük Fırat Irmağı’nın yanında bağlı duran, dört meleği çöz dedi;Altıncı melek tasını büyük Fırat Irmağı’na boşalttı. (Vahiy 9:14; 16:12 )”
Bazı İslami eserlerde, kaynağı Cennet’ten olan nehirler arasında; Nil’in yanı sıra Fırat ve Dicle yer almaktadır. Söz konusu nehirlere önem kazandıran şeyler bunlarla sınırlı değildir. Onlara değer atfedilmesini sağlayan en önemli şey Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in onunla ilgili hadisleridir: “İhtimal, Fırat’ın suları çekilecek, kuruyacak. Ortaya altından bir hazine çıkacak, kim orada bulunursa, hiç bir şey almasın.”(Buhari, Fiten, 24, Müslim, Fiten, 30.) (Sahih-i Buhari Muhtasarı, 12.cilt, 305) “Fırat nehrinin suları çekilerek altından bir dağ ortaya çıkacak, insanlar bunu almak için, vuruşacak ve her yüz kişiden, sadece biri hayatta kalacak. Bu zaman gelinceye kadar kıyamet kopmaz.”(Müslim, Fiten, 29) “Fırat’ın altın bir define üzerinden açılması yakındır. İmdi orada kim bulunursa ondan bir şey almasın.”(Müslim, el-Fiten, 29). “Fırat nehrinin altın bir dağ üzerinden açılması yakındır. İnsanlar bunu işitince ona yürüyecekler ve onun yanında bulunan insanların bundan bir şey almasına müsaade edersek, bunun hepsi götürülür, diyecektir. Müteakiben onun için harb edecekler ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecektir” (Müslim, Fiten, 29). Kaynak: http://www.resulcatalbas.com/firat-ve-dicle-nehirlerinin-kutsalligi-uzerine/
[3] “Yaban keçisi Capra aegagrus Dünya genelinde Capra cinsine ait yayılış gösteren 9 türden biridir. Boyları 130-180 cm, kuyrukları 15-18 cm ve omuz yükseklikleri 80-100 cm olup ağırlıkları ise erkeklerde 50-85 kg, dişilerde 35-60 kg arasındadır. Postları kısa, sık ve sert kıllıdır. Ergin tekelerde, çene altında sert kıllı, siyah ve uzun bir sakal bulunur. Erkeklerin boynuzları uzun ve geriye hançer gibi kıvrıktır. Her yıl büyüyen boynuz kısmı bir çizgi ve boğumla ayrılır. Bu çizgi ve boğumlardan yaş saptamasında yararlanılır. İyi gelişmiş bir erkekte 150 cm’ye kadar uzunlukta boynuza rastlanabilir. Dişilerinde de 25-28 cm uzunlukta kısa ve küt boynuzlar bulunur. Renkleri kırmızı-kahverengi-gri, kışın soluk sarımsı gridir. Dişilerin renkleri daha açıktır. Erkeklerde bulunan omuz başından ön ayaklara, sırta ve enseye uzanan siyah kolon dişilerde bulunmaz. Çok ürkek bir canlı olup sürekli tehlikelere karşı tetiktedir. Başarılı bir tırmanıcıdır.” Kaynak: http://www.tramem.org/memeliler/?fsx=2fsdl17@d&tur=Yabanke%C3%A7isi
[4] Kaynak: ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI ÇÖLLEŞME VE EROZYONLA MÜCADELE GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Raporu
[5] Kaynak : Orman ve Su işleri Bakanlığı raporları:
[6] https://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Yayinlar/T%C3%BCrkiye%20Orman%20Varl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-2016-2017.pdf
[7] https://www.gezenbilir.com/konu/arapgir-ilcesi-tarihcesi.4956/