web analytics

 

Anemonlar üşür mü? Güçlü boreas buz gibi nefesiyle genç anemonları köklerinden sökmeye çalışıyor. İlkbahar rüzgârları karlı dağların üzerinden denizlere doğru akıp gidiyor. Karların üzerinden geçerken karı tozlaştırıp emiyor. Artık bir jilet kadar keskin parmaklarıyla çıplak vücutları, elleri ve yüzleri kesiyor, gözleri yaşartıyor.

Bu buz gibi rüzgarı yelkenlerine dolduran ticaret gemileri uzak limanlara doğru hızla yol alıyor. Fırtına mevsimine girmeden uzak limanlara ulaşmaları gerek. Zeytinyağı, şarap, tütsü otu, tahıl, kuru incir, seramik, bal, vb. dolu liman depoları artık yavaş yavaş boşalıyor. Eğer korsanlar tarafından yolları kesilmezse bu yelkenliler Akdeniz’in ve Karadeniz’in büyük limanlarına ulaşacaklar. Bir limandan aldıkları malları diğer limanlara taşıyıp ticaret yapacaklar. Sonra ambarları dolu olarak geri dönecekler. Denizciler eve hediyelerle döndüklerinde hem iyi hem de kötü haber alacaklardı. Çoğunlukla da kötü haber olurdu karşılarına gelen. Kısaydı insanların ömrü. Hastalıklar hiç eksik olmazdı. En çok da salgın hastalıklar bükerdi insanların belini. Çocuklar çabuk hastalanıp ölürdü. Gemiciler getirirdi uzak diyarlardan ölümü haberleri olmadan.

İşte yine bir anemon mevsimi daha geldi. Ege ve Akdeniz kıyılarında bir renk cümbüşü var.  Zaman anemon zamanı. Çiçek aynı ama isim takanlar farklı dilde konuşuyor. Taçlı dağ lalesi diyen var, halale diyen var, taçlı kırlalesi diyen var, rüzgar çiçeği diyen var, güllale diyen var. Hikayeler anlatılıyor. Çiçek hikayeleri.Nergisler, irisler, papatyalar, beni unutmalar, katır tırnakları, kardelenler, cyklamenler  ve anemonlar. Bir denizin kıyısına oturup anemonların fısıldadığı hikayeleri dinlemeyi çok severim. Özellikle de Phaselis limanına bakan kızılçam kaplı tepelerde oturup anemonların fısıltılarını dinlemek hoşuma gider.  Sanki özünde hep aynı hikaye anlatılıyormuş gibi anlatır dururlar. Kafkasların büyücüsü Medea altın kanatlı koç postunun üzerinde uçar gider, güzel Nephele bulutların arasında dans ediyor. Denizde boğulan kızı Helle’nin  yasını tutuyor ne de olsa. Ares, Adonis’i  öldürdükten sonra Afrodites’in üzüntüsünü keyifle seyreder. Afrodites sevgilisi anemonlar arasında kanlar içinde yatan Adonis’in cesedi başında ağlıyor. Persephone o kadar kızmış ki, kıskançlığını unutmuş Ares’i öldürmesi için kocası Hades’e yalvarıyor. Olacak iş mi bu?  Bütün bu hikayeler birbirine karışıyor esasında. Durun diyorum. Hep bir ağızdan konuşmayın. Teker teker anlatın. Birden sakinleşiyor Boreos. Anemonların yaprakları titremiyor artık.

Erguvan rengi  Anemon’un fısıldadığı hikaye:

Biz hep burada doğarız. Burada ölürüz. Sonra tekrar doğarız, tekrar ölürüz. Bizim hikayelerimiz eskidir. Herhangi bir zamana ait değildir. Gizemlidir. Bizim dünyamızda hiçbir şey ölmez, her şey yaşar. Aklın ve mantığın sınırları dışında bir dünyada yaşarız biz. Bu size anlatacağım söylenceler, bu  dağlarda keçilerin söyledikleri türkülerdir. Keçilerin asırlar önce öğrendikleri türküler. Tragedyalar. Tanrılar ve tanrıçaların karıştığı olayların tamamı ve bir kısmı  yani. Bu anlatılan hikayelerin bir kısmı bizim dünyamıza gidip gelen dostlar tarafından yazılır sonra  tiyatrolarda usta oyuncular tarafından oynanır. Türküler öylesine güçlüdür ki gözyaşlarını ve kahkahalarını tutamazsın.

Bir anemon mevsiminde dostumuz   Euripides Pireus liman agorasında bir tavernada oturmuş Trakya şarabı içiyordu. Maddi durumu giderek kötüleşiyordu. İpekler içinde bir İyonyalı  asil yanına yaklaştı. Kendini takdim etti. Ona bir parşömen uzattı.   Miletos tiranı Leodamas  ona bir iş teklif ediyordu. Euripires onun ününü duymuştu. Kanun nizam tanımayan zalim bir tiran. Devir tiranlar devriydi. Tek adam idaresi kaba kuvvetle ve kanla sürdürülüyordu. Her yerde bu böyleydi. Ama Miletos’da karmaşa başlamıştı. Phitres ve ailesi var gücüyle Leodamas’ı devirmeye çalışıyordu. Onların mücadelesi birbirlerini yok etmeleriyle sonuçlanabilirdi. Bu da iyi bir şeydi.

Bir oyun yazması isteniyordu.  Oyun Miletos tiyatrosunda sahnelenecek daha sonra Karadeniz’deki Miletos kolonilerinde oynanacaktı. İyonyalılar için Euripides’in yapmayacağı şey yoktu. Zaten kralın dalkavuklarıyla arası iyice açılmıştı. Eskisi gibi eserlerine talep yoktu. Fırsat bu fırsat dedi ve Miletos ticaret gemisine bindi. Doksan tragedya yazmıştı. Eserlerini Atina kütüphanesinde saklıyorlardı. Euripides’in doğduğu  Salamis adası gözünün önüne geldi. Annesinin anlattığı hikayeleri hatırladı. Annesi çok zengin ve  kültürlü bir ailenin tek kızıydı. Annesi İskenderiye’de Karnak-Oziris  rahiplerinden eğitim almıştı. Okuma yazmayı ondan öğrenmişti. Altın post hikayesini hatırladı. Aslında bu hikaye tüm İyonyada ve Kafkaslarda anlatılırdı. Bulut perisi ölümsüz Nephele, ölümlü Kral Athames’e aşık olur. Gizlice karanlık ormanlarda buluşur sevişirler.  İki çocukları olur. Phrixus ve Helle. Siyasi nedenlerle kral ikinci bir evlilik yapar. Komşu krallığın kızı İno ile evlenir. Nephele bulutlar arasındaki sarayına çekilir. İno,önceleri iyi bir eş iken daha sonra çok kötü bir üvey anne olur. Phrixus ile Helle’ye çok kötü davranır. Kendi çocuğunun kral olması için onları tanrılara kurban etmeye kararlıdır. Onların çok eziyet çektiğini ve hayatlarının tehlikede olduğunu gören anneleri Nephele, çocuklarını kaçırmak için kanatları ve postu  altından bir koç gönderir. Kanatlı altın koç onları dostu Kafkaslar Colchis kralı Aeisis’in sarayına uçarak götürecektir.

Altın koç, Çanakkale boğazını (Hellespont)  geçerken kız kardeş Helle düşer ve denizde boğulur. Phrixus tek başına kral Aeisis’in ülkesine varır. Kanatlı altın koç Zeus’a kurban edilir ve altın postu bir uçurum kenarında yaşayan ejderhanın yuvasının bulunduğu ağaca asılır. Ejderha hiç uyumadan altın postu beklemektedir. Bu altın post hikayesi her yere kulaktan kulağa yayılır.  Tüm Akdeniz’de iktidar ve gücün simgesi olarak kabul edilir. Babası amcası tarafından öldürülen Volkoslu İason (Jason) da  bu hikayeyi duyar. Krallık meclisi amcasından krallığı geriye alması için altın postu getirmesi gerektiğini söylerler. Amcası da bunun imkansız olduğuna inandığı için tahtı terk etmeyi kabul eder. İason bir gün ihtiyar bir kadına dereyi geçmesi için yardım eder. İhtiyar kadın tanrıça Hera’dır. Hera İason’u koruması altına alır ve altın post seyahati için ona bir gemi inşa etmesini söyler. Gemi ustası Argos,   Hera’nın verdiği çizimlere göre elli kürekli bir gemi inşa eder. Bu yolculuğa katılan kahramanlara da Argonotlar adı verilir. Dümenci Tiphys, ozan Orpheus, Idmon, Amphiaraos ve Mopsos adlı biliciler, Boreas’ın oğulları Kalais ve Zetes, Kastos ile Polydeukes, Pelus ile Telamon, Meleagros, Herakles ve diğer kahramanlar İason’la birlikte bu serüvene katılırlar.[1] Gemi ustası Argos tüm hava şartlarına dayanıklı bir tekne inşa eder. Bir yanında yirmi beş öbür yanında yirmi beş toplam elli kürekli  dayanıklı bir tekne. O zamana kadar inşa edilmiş olan tüm teknelerden daha büyük ve daha dayanıklı bu tekne Hera ve Athena gibi  iki önemli Olympos tanrıçası tarafından da korunuyordu. İason (Jason)  babası öldürüldükten sonra akrabaları tarafından eğitim için Chiron’un yanına gönderilir. Pelion Dağı’nda yaşayan Chiron  bir Titandır. Zalim Titan Kronos’un oğludur. Chiron bir Titan olmasına rağmen barışçı ve bilge bir karaktere sahiptir. Akdeniz’in ve tüm dünyanın en bilgili eğitmenidir. Perseus, Achilleus ve Heraklaes gibi bir çok kahramanın da eğitmeni olmuştur.

Gemi yola çıkar ve ilk gördükleri kara parçası Lemnos adasıdır. Pis kokulu güzel kadınlar adası Lemnos, Adada sadece kadınlar yaşamaktadır. Afrodit tarafından lanetlenen kadınlar çok pis kokmaktadırlar. Kokularından ötürü kendileriyle yatmayı reddeden erkekleri öldüren kadınlar çocuk sahibi de olamazlar. Argonotların gemisi adaya geldiğinde kadınlar Argonotlardan çocuk sahibi olmak isterler. Hera kadınların haline acır ve pis kokularını yok eder. Argonotların adadaki tüm kadınlarla sevişmeleri aylar sürer. Kadınlar çocuk sahibi olmaya başlayınca da adadan ayrılma vakti gelmiş olur. Argonotlar ve altın post hikayesi çok uzun bir hikaye. Şimdi burada sana hepsini bir çırpıda anlatmam mümkün değil. Sen en iyisi büyücü Medea’nın hikayesini mavi anemona anlattır.

(Devam Edecek)

[1] Bu yolculuğu  Rodoslu Apollonios anlatmıştır. Aynı hikayeye  Apollodoros ve  Pindaros da eserlerinde yer vermiştir.

Anemon Hikayeleri

Post navigation