Anadolu’daki antik kentleri uzun bir süredir araştırıyorum. Ne kadar çok antik kent var. Bir yerden bir yere gidiyorsunuz. Yolda gözünüz bir kahverengi tabelaya takılıyor. Tlos 14 kilometre. Saklıkent Kanyonu 20 kilometre. Tlos antik kentinin adını ilk kez iki yıl önce Prof. Dr. Serra Durugönül’ün organize ettiği Mersin Üniversitesi’nde katıldığım arkeoloji sempozyumunda duydum. Prof. Dr. Taner Korkut Tlos territoryumunu ve 2005 yılından bu yana başkanlık ettiği kazıları anlatıyordu. Her kelimesini seçerek kullanıyor. Konuya hakim. Bir profesyonel. Seminere katılanlar pür dikkat onu dinliyor. Anlatıyor da anlatıyor. Tek kelime ile mükemmel. Konuşmasının sonunda onu alkışlarken ilk fırsatta Tlos’u ziyaret etmeyi kafama koymuştum.
Diğer Likya kentlerinin aksine denizden uzak korunaklı bir yere kurulmuş, diğerlerine göre en geniş bir territoryuma (Yüzölçümüne) sahip, üç oy hakkı olan bir Likya kenti. Nüfusu mu? Beş ya da on bin. En yoğun nüfusun tespit edildiği Roma döneminde tüm Likya bölge nüfusunun iki yüz bin olduğu bildirilmektedir.[1] Xanthos Vadisi tüm Likya bölgesinin belki de görsel anlamda en güzel vadisi bana göre. Nitekim Orta Likya bölgesi olarak tanımlayabileceğimiz Xanthos nehri vadisi yüksek bir tepeden denize doğru bakarsanız büyüleyici bir görsellik sunuyor.
Gayretkeş bürokratların antik coğrafi adları hoyratça bir kalem darbesiyle değiştirmelerinden hiç hoşlanmıyorum. Saçma sapan adlar takıyorlar iki bin yıllık hazinelere. Örneğin “Kınık” ve “Xanthos” sadece tek bir sesle benzeşiyor. Kınık, derme çatma, çirkin beton binaların tıkış tıkış birbiri üzerine yığılmasıyla “hasbelkader” oluşmuş çöp deryası bir kasaba. Onun yakınındaki muhteşem planlı Likya başkenti Xanthos şehri ise bir şehircilik ve mimari şaheseri. Sanki uzaydan gelen ileri bir medeniyetin kurduğu Xanthos şehri ile bizimkilerin kurduğu Kınık şehir ucubesi arasında nasıl bir bağ olabilir ki? Bürokrat efendi bir kalem oynatmayla birilerine yaranmaya çalışırken iki bin seneyi yok edip neolitik döneme geri dönüyor. Xanthos vadisinde çok önemli antik kentler kurulmuştur. Telmessos (Fethiye), Letoon, Xanthos, Tlos, Pınara, Andriake, Patara, vb.
Kragos (Akdağlar), Masikytos (Beydağları) bölgenin üç bin metreyi aşan dağları olarak karşımıza çıkar. Bahara girerken bu dağların karlı görünüşü doyumsuzdur. Tlos için yola çıktığımda yolda sık sık durup hayran hayran bu dağları seyrettiğimi söylemeliyim. Antalya Fethiye karayolundan Saklıkent ve Tlos kahverengi tabelaları yönünde bugünkü adıyla Yakaköy’e saptıktan sonra Kragos Dağları batı eteklerine ulaşılıyor. İşte Tlos antik kenti burada bulunuyor. Yine bizim işgüzar bürokratın isim değiştirme marifetiyle karşılaşıyoruz. Antik kentin akropol tepesinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Yaklaşık beş yüz metrelik bir irtifada kurulmuş olan şehirde kazılar devam ediyor.
Şu ana kadar kazılarda ortaya çıkarılan kamu yapıları akropol, stadyum, agora, hamamlar, tapınaklar ve antik tiyatrodur. Burada da sorun bir çok yerde olduğu gibi antik kent teritoryumu içerisindeki köyler. Yakaköy ve diğerleri. Size bir şeyler satmak isteyen ahali zaman zaman can sıkıcı olabiliyor. Gözlerini size dikip seyrediyorlar. Giyim kuşam ve davranışlarıyla antik kent medeniyet seviyesiyle çelişen bu insanların mutlaka başka bir yere yerleştirilmesi gerek. Antik kenti gezmeye gelen insanlar neden incik boncuk satın almak zorunda kalsınlar ki? Empati kurmaya çalışıyorum. Olmuyor. Kuramıyorum. Tapınaklar bölgesinin kenarında birkaç ev var. Evler harabe halinde ve bahçeleri sanki çöplük. Çok ciddi bir tamirve temizlik gerekiyor. Boyası yok, sıvası yok. Ama televizyon uydu anteni var. Belli ki antik kentten taşlar marifetiyle yapılmış bu evler. Otomobilimi park ettiğim yere yakın olan evde orta yaşlı bir kadınla annesi yaşıyormuş. Bahçeye koydukları bir raf içinde sıra sıra kavanozlar içinde bal, çeviz, keçiboynuzu,vb. gibi şeyler satarak geçiniyorlarmış. Yaşlı kadına yanımda öğle yemeği için getirdiğim meyvelerden muz ikram ettim. Öylesine bakakaldı. Anladığım kadarıyla hiç muz yememişti. Kabuğunu soymasına yardım ettim. Çok memnun kaldı. Gülümsedi. Burası muz ve portakal ülkesi. Nasıl oluyor diye düşünmedim değil.
Antik kente akropol binasının bulunduğu tepenin eteklerinden giriliyor. Kültür Bakanlığı yetkilisi için ahşap bir kulübe yapmış. Bu ören yerlerine konan standart ağaç kulübeleri beğeniyorum. Her şeyden önce erkek ve kadın için tuvalet var. Kenti gezerken sağda solda tuvalet ihtiyacını gidermek isteyenlerin önüne geçmek için yapıldığı kesin. Çok da yerinde bir karar. Yanımda getirdiğim ses kaydına göre gezeceğim bugün antik kenti. Ses kaydını Prof. Dr. Taner Korkut’un Antalya AKMED salonlarında verdiği “Prehistorik Dönemden günümüze Tlos Antik Kenti ” konferansında almıştım. Umarım herhangi bir telif sorunu olmaz. Sadece kişisel bilgi amacıyla yaptığım bu kayda göre antik kenti gezmeyi de konferans sırasında düşünmüştüm. Nitekim ilk kez yaptığım bu deney çok faydalı oldu. Bazı konuların daha iyi kavranması için “mekânda” olmak gerekiyor. Konferans salonunda bir slayda bakarak dinlediğiniz bilgilerin çoğu akıp gidiyor, unutuluyor. Ama mekânda dinlerken örneğin “Kragos dağının batı eteklerinde” dendiğinde başınızı kaldırıp karlı Kragos dağlarını yani Akdağları görüyorsunuz. Nekropol alanını geçip yukarıya akropol alanının oraya kalenin burçlarına tırmanıyorum.Yetmiş metre tırmanış. GPS’e bakıyorum. 583 metredeyim. Bu kalenin sonradan yapıldığı o kadar belli ki. Tuğla ve taş sıralaması, büyüklükleri çok farklı. Tlos teritoriumu neolitik çağlardan beri yerleşim görmüş. 2005 yılında başlayan kazılarda neolitik zamanlarla ilgili bir çok arkeolojik belgeye ulaşılmış. Bu müthiş bir şey. MÖ. Altıncı asır öncesine ait veriler o kadar az ki.
Tlos kazılarında yedi ayrı yol güzergahının birleştiği şehrin aynı zamanda bir ticaret merkezi olduğu da ortaya çıkmış oluyor. Nekropol alanında iki tür mezar yapısı görülüyor. Biri her Likya nekropolünde gördüğümüz “semerdam” biçimi kapaklı lahitler, diğeri de kaya mezarları. Tlos’da dikkat çeken bir mezar da “Belerefon” mezarı. Mezar alınlığında çift aslan, büst ve çift yüzlü balta kabartması göze çarpıyor. Pegasus kabartması da belirgin. Belerefon mezarının bir Tlos beyine ait olduğu düşünülüyor. (TK kaydı)[2]
Kazıda ortaya çıkan bir diğer gerçek te Tlos yerleşkesinin mahalle yapısı. Beş ayrı mahallenin isimleri tespit edilmiş. Likyanın ünlü kahramanlarının adlarının verildiği mahalle adları şöyle: Marius, Aslimus, Sappedon mahalleleri gibi. Tanınmış kahramanların isimlerini verme geleneği günümüzde de Türkiye dahil bir çok ülkede kullanılıyor.(Gazi Osman Paşa gibi.)
Likya ve Tlos kenti ile ilgili epigrafik veriler en erken MÖ. dördüncü asır öncesine aitmiş. Bugüne kadar daha öncesine ait belge bulunamamış. Tlos’un eski adı konusunda farklı görüşler var. Dalawa ülkesi, Tros ülkesi, Toro ülkesi ya da şehirleri gibi ibarelere Hitit çivi yazıtlarında rastlanmış. Örneğin Hitit Kralı IV. Tutalya’nın Dalawa ülkesine ya da şehrine yaptığı bir seferden söz edilen bir kitabeye rastlanmış. Tlos ismi, bölge kent ya da yer adlarına uygun bir çalışma yapan altıncı yüzyıl tarihçilerinden Stephanos Byzantinos’a göre Tremilus ile Praksidike‘nin dört oğlundan biri olan Tloos’dan gelmektedir. Tloos‘un diğer kardeşleri ise Pinaros, Ksanthos ve Kragos olarak belirtilmiştir. Bilim adamları Hitit kitabelerinde de geçen “Dalawa” ismi üzerinde ortak bir görüşe varmış görünüyorlar.
Homeros destanlarında Likyalıların Troya savaşına katıldığından söz eder. Ünlü Likyalı kahramanların da bu savaşta Spartalılar tarafından öldürüldüğü yazılıdır. MÖ. 3. Yüzyılda Troya savaşını anlatan bir başka yazar ise Silektius adlı bir komutanın sağ kaldığını ve evine Tlos’a tek başına döndüğünde kent kapısında kocalarının savaştan dönüşünü bekleyen kadınlar tarafından taşlanarak öldürüldüğünü yazar. Silektius için de Belerefon mezarının bulunduğu yerde Tlos beyleri tarafından sonradan bir anı mezar inşa edilir.
Tlos kamu binaları arasında “Temenos” yani kutsal alanda bir çok külte ait tapınağa rastlanmıştır.[3] Kapsamlı bir doktora çalışmasıyla Tlos territoryumundaki prehistorik zamandan Roma dönemi sonuna kadar olan süreçte tapınım biçimlerini inceleyen Dr. Bilsen Şerife Özdemir, toplam olarak yirmi üç tapınım biçimi saptıyor. Bunlar arasında yerel tanrıça kültlerinin yanı sıra Apollon, Dionysos, Herakles, Hermes, Kabeiroi, Kronos, Sabazios, Trqqas, Theoi Agrioi, Kronos, Zeus, Ana Tanrıça, Eni Mahanahi, Aphrodite, Artemis, Athena, Ġsis, Maliya, Tykhe, Atlı Tanrılar, Kahraman Kültü ve Yönetici Kültleri örnekleri veriliyor. İnanışların zaman içinde birbirine sekretize (kaynaşarak) olarak yeni kültler yarattığı da bir gerçek. Yerel bir inanış olan Trqqas ile Zeus/Kronos inanışı örneğin Atina bölgesinden daha farklı bir biçimde algılanıyor ve uygulanıyor.
Bugün Tlos kentini gezerken dikkatimi çeken dini yapı Kronos Tapınağı olmuştur. Bu da büyük bir olasılıkla yerel kült olan Trqqas ve Zeus kültünün etkilediği ortak bir kült olma ihtimalini güçlendirmektedir. Akropol alanında ve Tiyatro alanında da dini kültlere ait öğelerin varlığından söz ediliyor ama onları çok aramama rağmen göremedim. Zaten tiyatro bölümü kapalı olduğu için girilmiyordu.
Kronos Tapınağı’na alıcı gözle bakıyorum. Büyük bir olasılıkla Hellen döneminden kalma bir tapınak bu. Neden Kronos? Efsaneye göre Hellen/Yunan panteonunda Kronos, Uronos ve Gaia’ın çocuklarından biridir. Uronos çocuklarını yeraltına hapsederek gücünü korumaya çalışırken Kronos babasının fallusunu orakla keserek onun hakimiyetine son vermiştir. Daha sonra kızkardeşi Rea ile çiftleşerek panteona hükümdar olmuştur. Kronos’da Rea’nın doğurduğu çocukları yutarak rekabeti önlemeye çalışmıştır. Neden sonra Rea yeni doğurduğu Zeus’u korumak için saklamıştır. Kronos’a da kundağa sarılı bir taş yutturarak onu aldatmıştır. Zeus babası Kronos’a bir ilaç yutturarak yuttuğu kardeşlerini kusturmuş daha sonra yeraltında zincire vurulan devlerin yardımıyla Zeus ve kardeşleri Kronos’u yenmiş, titanlar hükümranlığını sonlandırmıştır. Titanlar savaşında galip gelen Zeus babasını ve diğer titanları yeraltına hapsetmiş böylelikle Yunan panteonunun ikinci aşaması tamamlanmıştır. Kronos tapınağında nasıl bir tapınım ritüeli uygulandığını doğrusu merak ediyorum. Bu tapınım ne zaman başladı, nasıl gelişti, çeşitli inançlar arasındaki hiyerarşi nasıldı, hangi tapınağın rahibi krala etki edebiliyordu gibi sorular da yağmur gibi yağmıyor değil. Tlos’da ve başka yerlerde neden Zeus değil de Kronos mabedi bulunuyor anlamak zor.
Bazı araştırmacılara göre Kronos tapınağında belirli günlerde çocuk kurban edildiği ileri sürülmüştür. Buna göre çocuklarını yutan Kronos’un titan karakterine vurgu yapılmıştır. Yunan dinine göre Titanlar kötüdür. İnsanlar da titan küllerinden yapılmıştır. Burada bir tanrıya inanç sorunu olduğu anlaşılıyor. Yunan tanrı inanışına göre Kronos tapınağında bir tanrı heykeli olması gerekiyor. Yine inanışa göre tanrı Kronos da o mabette o heykelin içinde yaşamaktadır. Çocuk ya da insan kurban geleneği bazı doğu dinlerinde görülmüştür. Fenike tanrısı Moloh, Kenan tanrısı El veya Phrygia hasat tanrısı Litiyerses için insan kurban edildiği bilinmektedir. Bu geleneklerin Tlos Kronos tapınımına acaba bir etkisi olmuş olabilir mi? Bugün hala İslamiyette kurban geleneği sürdüğüne göre (İbrahim peygamberin oğlunu kurban etmek için hazırlandığı sırada gökten bir koç inmesi efsanesi) o dönemde de böyle bir etkinin olması imkansız değildir. Antik çağda inanışlar sosyal yaşamın ana iskeletini oluşturuyordu. Tanrı inanışının köküne inmek isteyen Tloslu rahiplerin Kronos kültü şemsiyesi altında yerel dinlerdeki tanrılar ( Trqqas, Theoi Agrioi) panteonunu kurmuş olmaları da mümkündür. Bir de yeni keşfedilen “Kumarbi Efsanesi” üzerinde duruluyor.Nedir bu efsane?
Bu Hitit efsanesi konusunda bir makale yazan Serkan Demirel[4] şöyle özetliyor:
“Kumarbi efsanesinin başlangıcında Alalu gökteki krallığın sahibidir ve Anu ona hizmet etmekte ve önünde eğilerek içki sunmaktadır. Dokuz sayılı yıl sonra Anu Alalu’ya savaş açar ve onu yenerek metindeki ifadesiyle karanlık topralara sürer. Böylelikle krallık Anu’ya geçmiş olur. Bu kez de Kumarbi Anu’ya hizmet eder ve onun önünde yere eğilir ve içkisini sunar.”
Efsaneye göre yine dokuz yıl sonra bu kez Kumarbi Anu’ya savaş açar. Savaş sırasında Kumarbi Anu’nun fallus’unu ısırarak koparır. Kumarbi ağzındaki fallus’u ve tohumları tükürür. Tükürülen tohumlardan Fırtına Tanrısı, Dicle Nehri ve Tašmišu doğar. Görüldüğü gibi Kronos efsanesiyle olan benzerlikler hiç te küçümsenecek gibi değil. Anadolu Hitit tanrı kültlerinin Tlos&/Likya inanç kültlerine etki ettiği aşikardır.
Zaten bütün dinler birbiri içinden doğmuştur. Anadolu Roma imparatorluğunda ve tüm dünyada Hıristiyanlığa geçişten sonra teker teker bütün “pagan” tapınakları kiliseye dönüştürülüyor. Genellikle de haç biçiminde bazikalar tüm antik kentlerde görülüyor. Tlos antik kenti de neredeyse on dokuzuncu yüzyıla kadar yerleşim görüyor. Akropol tepesinde bölgenin ileri gelen idarecilerinden (derebeyi) Ali Ağa’nın bir konağı olduğu da söyleniyor. Antik kent içinde yaşayan aileler atalarının buralara üç yüz yıl önce geldiğini söylüyorlar. Eğer üç yüz yıl önce gelmiş olsalardı kiliselerin de camiye dönüştürülmesi gerekmez miydi? Artık bilmiyorum. Araştırmak gerek. İleri yıllarda sosyal antropoloji ve arkeoloji bilim dallarının ortak çalışmalarında belki de bu konularda sağlam delillere ulaşılacaktır. Geç Bizans döneminde Tlos’un doğudan gelen göçlerin etkisinde kaldığı, zamanla insanların kuzeye doğru göç ederek Tlos’u terk ettikleri ihtimali üzerinde de duruluyor.
Genellikle arkeologlar Tlos kazılarını beş ayrı döneme ayırarak inceliyorlar: Prehistorik dönem, Klasik Dönem, Helenistik Dönem, Roma Dönemi, Bizans Dönemi. Her dönemin kendi içinde farklı dönemlere ayrılması da mümkündür. Bugün bir turist olarak gezdiğimiz ören yerlerinde çoğunlukla geç Roma dönemi kalıntılarına rastlamaktayız. Bu Tlos’da da böyle.
Tlos antik kentini gezerken stadyum hemen göze çarpıyor. Stadyumun oturma basamaklarına oturup iki bin yıl öncesini düşünüyorum. Acaba burada yerel halk ne seyrediyordu? Spor müsabakaları mı? Başka tür gösteriler mi? Güreş mi? Koşu mu? Ok atma mı? At yarışı mı? Seyirciler acaba bilet alarak mı giriyorlardı stadyuma? Bütün bunlarla alakalı bilgiye ulaşamıyorum. Hayal gücüme dayalı bazı çıkarımlar yapıyorum. Özel bir günde, bir festivalde sabahın erken saatlerinden itibaren stadyum dolmaya başlıyor. Uzun giysileri içinde Tloslular bilet alarak giriyorlar içeriye.(Kölelerin katılımı yasak). Madeni paralarla ödüyorlar biletleri. Festivalin başlangıcını Tlos kralı yapıyor. Vurmalı ve nefesli sazlardan kurulu kent orkestrası ona eşlik ediyor. Kronos festivali yöneticisi ulu rahip Zapatius akşam üstü tiyatroda ve tapınakta yapılacak olan dini ayine ve kurbanlara ilişkin bilgiler veriyor. Kronos oyunları başlıyor. Xanthos, Pınara, Letoon ve Patara’dan katılan sporcular da geçit resmi yapıyorlar. Koşu, güreş, kılıç, ok, at yarışı, vb. yarışları başlıyor. (…)
“Akropolün hemen doğu eteğindeki düzlük Stadyum Alanı’ndan oluşmaktadır. Alanın batısında yer alan Stadyum anakayadan yontulmuştur. Tek taraflı oturma tribünü şeklinde düzenlenen Stadyum, parapet duvarı ve dokuz oturma sırasından oluşmaktadır. Ayrıca oturma sıraları merdivenlerle bölümlere ayrılmış ve en üst seviyeye bir diazoma yerleştirilmiştir. Kuzey-güney istikametinde düzenlenen Stadyumun orijinal uzunluğu tam olarak bilinmemektedir. Oturma sıralarından sadece 148 m uzunluğunda bir kısım günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Stadyum Alanı’nın tam ortasında, yine kuzey-güney yönlerinde uzanan 72 m x 8,30 m ölçülerinde bir havuz ve havuzun hemen önünde bir çeşme yapısı yer alır. Havuzun derinliği yaklaşık 1 m civarındadır ve etrafında havuzdan taşan suların tahliye edildiği 1 m genişliğinde taş kanal sistemi oluşturulmuştur. Havuz ve çeşme düzenlemesi tüm bu alanın sadece stadyum amaçlı değil, aynı zamanda diğer sosyal ve dinsel aktiviteler için de kullanılmış olabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca Stadyum Alanı kuzey, güney ve doğu yönlerden U formunda sütunlu bir galeriyle çevrelenmiştir. Galerinin doğu yöndeki bölümü aynı zamanda bir cadde işlevi görmüştür. Stadyum Alanını doğu yönden sınırlayan dükkanların birinci katı da bu caddeye açılmaktadır. Stadyum Alanının en erken evresi Hellenistik Döneme tarihlenmektedir. Roma Dönemi’nde mimari döşemdeki bazı ilavelerle alanda yeni düzenlemelerin yapıldığı da bilmektedir.”[5]
Tiyatro alanına yürüyorum. Tiyatrodan çıkan taşlar sınıflandırılarak dizilmiş. Oturma sıraları, duvar süslemeleri, kabartmalar,vb. numaralanar dizilmiş. Demek ki kazı ekibi burada sıkı bir kataloglama yapmış. Tiyatronun giriş kapısı kapalı. “Girmek tehlikeli ve yasaktır” levhası var. Tiyatro binasının etrafından dolaşıp kuzey girişinden içeri giriyorum.
Basamaklardan birine oturup bu muhteşem mimari eseri seyrediyorum. Bir kitabe üzerinde tiyatronun yapımında çalışan mimarların, usta ve kalfaların isimleri var. Bazı basamaklar yerinden oynamış. Hiçbir restorasyon görmeyen tiyatro yine de çok iyi durumda. Eğer yasak olmasa etrafta biraz daha dolaşıp bir şeyler bulmaya çalışabilirdim.
Yine hayal gücümü kullanarak tiyatroyu Tloslularla doldurdum. İşte gösterileri başlıyor. Kronos festivali tiyatro gösterileri büyük ilgi görüyor. Oyuncular ve orkestra yerlerini almış kentin ileri gelenlerinin ve kralın gelmesini bekliyorlar. Kral özel locasında yerini alırken seyircilere taze pişmiş ekmek ve şarap dağıtılıyor. Kentin ileri gelenleri de kendilerine ayrılmış özel koltuklarda gösteriyi seyredecekler. Civar kentlerden gelen misafirler de misafirler bölümündeki koltukları doldurmuş bulunuyor. Oyuncular maskelerini takmışlar orkestra çılgınca bir ritim tutturmuş tüm tiyatroyu inletiyor. Kronos’un doğuşu mitosu oynanacak. Titanların dansıyla başlıyor oyun. Uzun giysiler içinde ve maskeler takmış olan oyuncuların müziğin ritmiyle yaptıkları danslar sürekli alkışlanıyor.
“Antik kent merkezini doğu yönden sınırlayan yamacın eteğinde doğu-batı istikametinde inşa edilen Tlos Tiyatrosu özgün mimari formuyla şehrin anıtsal yapılarındandır. Üç katlı sahne binası ve iki kademeli caveası ile Likya Bölgesi’nin büyük tiyatro grubu içerisinde yer alan yapı, ikinci caveanın hemen üst ortasındaki tapınak mimarisi ile Anadolu tiyatroları içerisinde ayrı bir öneme sahiptir. Tiyatronun bu önemi bitkisel ve figürlü kabartma süslemeleriyle görkemli hale getirilen sahne binasıyla da vurgulanmıştır. Yapıya girişler kuzey ve güney yönde bulunan paradoslar ile sağlanmıştır. Bunlardan başka yine kuzey ve güney yönde caveanın arkasından ortadaki diazomaya açılan iki adet tonozlu giriş de bulunmaktadır. Ayrıca caveanın etrafını bir koridor gibi çevreleyen arka duvarın bitim noktalarında, doğu yönden üst diazomaya çıkış sağlayan iki adet merdivenli rampaya da yer verilmiştir. Yarım daire formunu biraz aşan orkestranın yarıçapı 20.50 m’dir. Ortada geniş bir diazomayla ikiye bölünen cavea düzenlemesinin I. bölümünde 11 radial ve 20 oturma sırası, II. bölümünde ise 18 radial ve 16 oturma sırası yer alır. Oturma sıralarının merdiven çıkışlarına bakan köşeleri aslan ayağı protomlarıyla hareketlendirilmiştir. Birinci diazoma üzerinde prohedria koltukları yerleştirilmiştir. Ayrıca burada ikinci caveaya çıkış sağlayan merdivenler de bulunmaktadır. Tiyatroda ele geçen yazıtlar ve mimari bezemelerden yapının Roma Dönemi’nde çok kereler tamirat geçirdiği anlaşılmaktadır. Ancak genel mimari yapı özellikleri ve M.Ö. 1. yüzyıla tarihlenen en erken tamirat yazıtı Tlos Tiyatrosunun ilk evresinin Hellenistik Dönem’de inşa edildiğini göstermektedir.”[6]
Burada bu mimari şaheser içinde oturarak hayal kurmak ne kadar keyifli. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Tlos’a kesinlikle birkaç kez daha gelmeye karar veriyorum. Yolum uzun istemeden de olsa Tlos’a veda ediyorum.
———————————————————————————————————
[1] Onur, Fatih, Lykia Hidrografisi, YLT, Akdeniz Üniversitesi ,2002 Antalya
[2] Prof. Dr. Taner Korkut, AKMED konferansı ses kaydı.(Özel)
[3] Özdemir,Bilsen Şerife, Tlos Tanrıları ve Kültleri, Doktora Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Ana Bilim Dalı,Antalya, 2016
[4] Dr. Serkan Demirel. HİTİTÇE ÇİVİYAZILI METİNLERDE GEÇEN KUMARBİ EFSANESİ VE ULLİKUMMİ ŞARKISI’NA İLİŞKİN BİR TARTIŞMA NOTU, Tarih İncelemeleri Dergisi ,XXX / 2, 2015, 443-449, Karadeniz Teknik Üniversitesi,
[5] http://www.tloskazilari.com/stadyum.html
[6] http://www.tloskazilari.com/tiyatro.html