( Kilikia Trakheria,Dağlık Kilikya)
Bu yazımı lütfen aşağıda linkini verdiğim Sona Jobarteh’in konserini dinleyerek okuyun. Kora çalan ilk kadın ünvanını alan Sona çok ünlü bir Griot ailesinden geliyor. Jeli veya Jali adı verilen bu müzisyenler şarkılarında halk destanlarını anlatıyorlar. Anadolu’daki “aşık” geleneğine benzeyen bu tarz bu coğrafyaya da çok uygun.
Bahar Anadolu’nun yüksek yerlerine yoğun kar yağışından ötürü geç geliyor. İki bin metrelik platolardan kolay kolay kar kalkmıyor. Eğer yoğun kar yağışlı bir kış ise kar kolay kolay yerden kalkmıyor. Bu yıl ciddi kar yağışı oldu. Bu da baharın gelişini geciktiriyor doğal olarak. Aslında bahar gelir diyoruz ama doğanın bu dönüşümüne daha farklı bir kavramla yaklaşmak gerekli diye düşünüyorum. Özellikle de Eleusis Gizemleri’nin binlerce yıl geçerli olduğu bu coğrafyada. Mitoloji ya da din, ne dersek diyelim tanrıçaların mevsimleri “idare” ettiğine ya da “yarattığına, etkilediğine” inanılan bir dinde baharın bir geliş, bir yaratılış olayı olarak metaforlaştırıldığı biliniyor. Günümüzde büyük bir çoğunluk mevsimlerin oluşumuna, meteorolojik olaylara hala tanrının bir işi olarak bakıyor.
Hellen (Grek) döneminde bereket tanrıçası Demeter (Ceres) ve onun kızı Persephone (Kore) için her yıl baharın başlangıcında (equinox) çok görkemli günler süren kutlamalar yapılırmış. Hellen öncesinde de Anadolu’da ve her yerde equinox dönemlerinde bahar ayinlerinin yapıldığını biliyoruz. Bahar ekinoksuyla birlikte başlayan kutlamalar her kültürde var. Tek tanrılı dinler öncesinde tarım toplumlarının ekim ve hasat zamanlarında özel kutlamalar yaptıkları biliniyor. Her dinde olduğu gibi gizemli bir ritüel günler boyunca icra edilir, inananlar ritüelleştirilen gizemi ibadet için kullanırlarmış. O zamanki kutlamalarda geniş katılımlı bir yürüyüşle başlıyor tören. Tören alayının “ilahiler” söyleyerek tapınaktan tanrıça heykelinin veya farklı bir sembolün alınarak tören alanına götürülmesiyle başlıyor. Daha sonra tören alanında sportif etkinlikler de dahil olmak üzere müzik eşliğinde dans ve tapınma gösterileri yapılıyor. Dönüş yürüyüşüne başlanıyor. Heykel tapınağa yerleştirildikten sonra tören sona eriyormuş.
Bu da törenin özünü oluşturuyor. Bu temsilde işte Demeter’in kızı Persephone’nin yeraltından çıkarak yeryüzüne gelişi ve annesi Demeter’in de sevincinden doğayı yeniden canlandırdığı anlatılıyor. Doğanın uyanmasının işareti olarak da bahar aylarında yerde ve ağaçlarda gördüğümüz çiçekler, yapraklar, göçmen kuşlar, eriyen karlar ciddi bir döngünün işareti aslında. Dile de “bahar geliyor”, “bahar geldi” şeklinde yerleşmiş. “ Bahar oldu” denmiyor. İşte baharın gelişini görmek için gittiğimiz Taşeli platosunda dönüşüm başlamıştı. Platoya girer girmez göze çarpan muhteşem Geyik Dağının karlarının erimesi sonucu oluşan “menderesler” görsellik adına hemen dikkat çekiyor. Bir fotoğraf tutkunu olarak mavi gök, yeşil çimenler, çimenlerin arasında rengarenk çiçekler ve yavaş yavaş akıp giden kar sularının oluşturduğu küçük menderesler doyumsuz güzellikler sunuyor. Yüksek dağlar yaz mevsiminde daha farklı görünür. Çıplaktır. O seviyede ağaç bulunmaz.(Alpin Sınırı deniyor) Çıplak zirveleriyle görsel olarak çekici görünmez. Kar yağdığında dağlar adeta giyinir. Güzelleşir. Bütün kış boyunca kar kaplı dağlar görsel bir şölene dönüşür. İşte Toroslar ve Geyik Dağı da karlı doruklarıyla çok güzel görünür. Dağlardaki karlar hemen erimez. Yavaş yavaş erir. Eriyen karlar su olup yarıklardan vadiye doğru akar. Bütün karlar eriyene kadar mendereslerin suyu tükenmez. Ancak yer yer eriyen karlar olsa da yine de dağların görüntüsü çok farklı bir seyir sunar.
Akdeniz kıyılarında (Adrasan, Çıralı) Şubat ayında başlayan bahar mevsimi Taşeli platosunda (Gündoğmuş, Ormana) Mayıs ayı içinde yağan kar miktarına göre değişik zamanlarda başlıyor. Karların kapladığı plato kolay kolay geçit vermiyor. Karlı geçitleri şu ya da bu şekilde aşanlar oluyor ama bana göre baharı beklemek daha doğru. Ne de olsa bazı yerlerde henüz kış bitmemiş oluyor. Her an çığ tehlikesi var. Yolu bilmiyorsanız kaybolma riski var. Önce cyklamenleri ve kardelenleri kovalıyoruz o bölgede. Mart ortası gibi başlıyor kardelenler. Yaylalar geçit vermediği için daha yukarılara çıkamıyoruz. Gelisandra, Söbüçimen ve diğer yüksek yaylaların yolunun açılması Mayıs ayını hatta Haziran ayını buluyor..Yine de kar tünellerinden geçmek zorunda kalıyoruz. Dağlık bölgelerde kar kolay kolay kalkmıyor. Daha yüksek platolarda üç bin metrelerde Temmuz hatta Ağustos ayını beklemek gerekiyor. Doğu Anadolu ve Karadeniz platoları daha yüksek. Oralarda kar ancak Ağustos sıcağında o da hepsi değil eriyip gidiyor.
Neresi bu Taşeli platosu? diye merak edenler olabilir.
Bugün Yüksek Taşeli Platosu[1] olarak anılan yer aslında Akdeniz Bölgesi’nin tam da orta kesiminde yer alan yüksek düzlüğe denmektedir. Kimine göre adını belki de “Trakheia”nın söylenişinin zaman içinde Türkçeye uyarlanmasıyla Taşeli haline dönüşmüş olabilir.
Plato, Konya Ovasının güneyinde Akdeniz’e geniş bir çıkıntı biçiminde sokulur. Denizden yüksekliği genelde 1.500-2.000 m. arasında değişir. Dağlık Kilikya’nın en önemli akarsuyu olan Göksu,(Calicadnos) platoyu derin vadiler oluşturarak kuzeybatı-güneydoğu yönünde baştan sona aşar ve Akdeniz’e Silifke yakınlarında dökülür. Calicadnos (The Saleph River) nehrinde boğulan bir imparator da var. 1. Frederick. “Barbarossa” yani kızıl sakal lakaplı Roma kutsal imparatoru. Üçüncü Haçlı seferinde (1189-1192) Roma ordusuna komuta ediyor. Bazı kaynaklara göre yüz bin yaya ve otuz bin şövalyeden oluşan korkunç bir savaş makinası. Başka kaynaklara göre ise ordu on beş bin yaya şövalye sayısı da iki bin. Bu ne kadar büyük bir fark esasında. Papa tarafından kutsallık payesiyle ödüllendirilen Barbarossa 1152 yılında Papa tarafından imparator ilan ediliyor. Hıristiyanlar arasında barışı sağladığı için kutsal unvanı veriliyor. Ama aslında Frederick Lombardiyalıları yenilgiye uğratarak Roma’yı fethediyor. Papa ile ilişkileri de çok iyi. Kudüs seferinde Konya’yı fethettikten sonra Calycadnua (Göksu) nehri boyunca güneye Silifke’ye doğru yürüyorlar. İmparator ağır zırhlarıyla nehirden geçerken düşüp boğuluyor. Haçlı seferinin idaresini İngiliz Kralı devralıyor.
Göksu (Calycadnos) Batı Toroslar’dan iki kol halinde çıkar. Güneydeki kol Geyik dağlarından, daha uzun olan kuzeydeki kol da Taşeli yöresinin kalker yapılı yaylaları içinden gelen kar sularının derin boğazlar meydana getirerek akmasıyla oluşur.
Taşeli Platosu, kar suları eriyip bittikten sonra, kalker topraktan akıp giden sulardan sonra kuraklaşır. Ağustos ve Eylül aylarında neredeyse bir damla su bulunmaz. Bölge yaz aylarında su fakiridir. Platodaki sınırlı su kaynakları düdenlerin tıkanmasıyla oluşmuş doğal sarnıçlardan ibarettir. Abanoz yaylasındaki Bicikli Mağarası, aynı zamanda plato yüzeyindeki en önemli su kaynaklarından birinin çıkış yeridir.
Plato yüzeyinin bu su yoksunluğunun aksine plato yamaçlarından aşağı doğru özellikle de kalkerli yapıların çatlaklarından sızan sular en önemli kaynakları oluştururlar. Bunlardan, Anamur (Dragon) Çayı’nın kaynağı olan “Sugözü” karstik kaynağı en verimli olanıdır. Yapımı süren Alaköprü Barajı’nın temel su kaynağı budur. Günümüzde artık bir salgın hastalık gibi neredeyse bir parmak akan suya bile HES yapılıyor. Hes yapıldıktan sonra bölgedeki ekosistemin birkaç yılda meydana gelecek olan değişimiyle kuraklığın artacağı, zaten tarıma elverişli olmayan platonun “çorak ülke” görünümüne gireceğine kesin gözüyle bakabiliriz.
Platoları yaran akarsuların tarım sulamasında kullanılması ancak teknik bir altyapıyla mümkün olabilmektedir. Akarsuların oluşturduğu derin vadilerden suyun yukarı basılması büyük bir yatırım gerektirir.
Yüksek platolarda büyükbaş mera hayvancılığı, alçak platolarda ise belirli ölçüde tarım ve küçükbaş hayvancılığı gelişmiştir.
Anadoludaki en yüksek platolar volkanik platolardır. Toprakları verimlidir. Ancak yükseklik ve iklim şartları elverişsiz olduğu için tarım pek yapılamaz. Çayır ve iğne yapraklı ormanlar bu platolarda yer alır. Erzurum, Kars ve Ardahan Platoları yıl içinde yağışı en çok yaz aylarında alır. Buna bağlı olarak da gür otlaklar oluşur. Dolayısıyla büyükbaş mera hayvancılığı bu bölgelerde gelişmiştir.
Akdeniz Bölgesindeki Taşeli Platosu ve Antalya’nın batısındaki Teke Platosu karstik platolara örnek teşkil eder. Bu platoların geçirimli arazi yapısı ve taban suyunun düşük olması toprağın verimsizliğine, dolaylı olarak da nüfusun seyrek olmasına sebebiyet vermiştir.
İç Anadolu Bölgesinde yer alan Haymana Platosu, Cihanbeyli Platosu, Obruk Platosu, Bozok Platosu, Uzunyayla Platosu ; Ege Bölgesinde yer alan Yazılıkaya Platosu ; Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan Gaziantep Platosu ve Şanlıurfa Platosu tabaka düzlüğü platolarına örnektir.
Türkiye’nin platoları içinde en alçak plato Çatalca Kocaeli platosudur. Çatalca-Kocaeli platosu nüfusun en yoğun olduğu, sanayileşmenin en fazla olduğu ve doğal yapının en çok bozulduğu plato özelliğini taşımaktadır.
Plato , yüksekteki düzlük demek; Taşeli Platosu ise bu tanıma, düzlük içindeki tümsekleri ve oyuklarıyla yeni bir boyut katıyor. Plato karstik yapısıyla, batıda Akseki (Antalya), doğuda ise Mut-Silifke (Mersin) arasında doğu batı doğrultusunda uzanan; taşın bin bir renk ve boyutta serpiştirildiği bir palettir. Öyle ki, gezginler karşılaştıkları karstik yeryüzü şekillerini, antik kent kalıntısı sanmışlardı uzun yıllar önce.
Yarımadaya ve platoya adını veren “taşeli” kavramı, yörenin bu olağan dışı taşlık yapısına dayanıyor. Yöreye ilkçağda, Eski Yunancada “Taşlık Kilikia” ya da “Dağlık Kilikia” anlamına gelen “Kilikia Trakheia” dendiği biliniyor. Şu da var; kimi kaynaklara göreyse Mersin’in yakın zamana kadarki il adı olan İçel’den hareketle ve karşıtı olarak yöreye “Dışel” dendi, zamanla bu, Taşeli’ye dönüştü.
Yarımadanın çatısı, Batı Toroslar ile Orta Toroslar’ı birbirinden ayıran Taşeli Platosu’nun yüksekliği bazı kesimlerde 2 bin metreyi aşmakla birlikte 1500 ila 2 bin metre arasında değişir. Arazinin büyük bölümü, yer yer marnlı, seyrek olarak da kumlu ve çakıllı katmanların bulunduğu, Miyosen bölüme (yaklaşık 26-7 milyon yıl önce) ait kalın deniz kökenli kalkerlerden oluşur. Silifke ile Lamas (Limonlu) Çayı arasında, hemen kıyıdan başlayan bu kalkerler, jeologlara göre daha Mezozoik (İkinci) Zaman (yaklaşık 225-65 milyon yıl önce) ortalarında aşınmış olan Toroslar’ın üstüne Akdeniz tarafından çökeltildi ve daha sonra hemen hemen hiçbir kıvrılmaya uğramadı.
Kollarıyla birlikte platoyu yararak yer yer kanyon biçimli, aşılması oldukça güç derin vadiler oluşturan Göksu Nehri aynı zamanda platonun eksenini de oluşturur. Plato yüzeyi gerçek bir karst müzesi. Süzülen suların oyduğu çeşitli boyutlardaki dolinler (kapalı veya yarı açık çukurluk) ve lapyalar (oluklu taş) başlıca yüzey şekillerini belirler. Platoyu yaran büyük vadi yamaçlarında mağaralara rastlanır.
Taşeli Platosu’nun kalbi sayılabilecek, Mersin’in Anamur ve Antalya’nın Gazipaşa ilçesinin kuzey kesişim bölgesindeki engebeli düzlük, bir kaya denizini andıran görünümüyle bölgenin karstik yapısının en tipik örneklerinden biri. Gündoğumu ve günbatımının uzun gölgeli saatleri, yüzyılların aşınımıyla ortaya çıkan yükseltilere dramatik bir boyut kazandırıyor. Gezginlerin bir zamanlar burayı, büyük bir depremin yerle bir ettiği eski bir uygarlığın hüzünlü kalıntıları sanmasına şaşırmamak gerek. Yaklaşık 2 bin metre rakımdaki bu yüksek düzlüğe Anamur ilçe merkezinden başlayan, orman içinde döne dolaşa ilerleyen ve Teniste köyünden geçen bozuk toprak yolla ulaşılıyor. Etraftaki tek tük yayla evlerinde elektrik yok. Türkiye’nin en derin mağarası Peynirlikönü Düdeni de (1429 metre) bu masalsı coğrafyada yer alıyor. Burada insan etkisi minimum düzeyde; öncelikle doğanın sözü geçiyor.
Bölgenin taşlık coğrafi yapısı nedeniyle insan nüfusu seyrektir. Platoda yaygın bitki örtüsü fundalık olmakla birlikte göknar, sedir, ardıç gibi iğneyapraklı; dişbudak, şimşir ve meşe gibi geniş yapraklı ağaçlar da görülür. Güneye, deniz kıyısına doğru inildikçe arazi önce karaçam, servi; sonra kızılçam gibi iğneyapraklı ağaçlar olmak üzere defne, zeytin, keçiboynuzu, pırnal meşesi ve benzeri maki ve fundalıklar gözlenir.
Eskiden patikalarla aşılan platodan günümüzde Konya’yı Karaman ve Mut üzerinden Silifke’ye bağlayan karayolu geçiyor. Bu ulaşım kolaylığının da katkısıyla platonun ziyaretçi sayısı gün geçtikçe artıyor. Silifke yakınlarındaki Cennet-Cehennem obruklarıyla Narlıkuyu Mağarası ise bu ilgiden aslan payını alan, Taşeli Platosu’nda turizm açısından önem taşıyan başlıca karstik yüzey şekilleri. Her iki obruğa Silifke-Mersin karayolunun 22. kilometresinden ayrılan iki kilometrelik yolla ulaşılıyor.
Taşeli Yarımadası, kıraç ve susuz arazinin zor şartlarına yüzyıllardır direnen, araziye rastgele serpiştirilmiş izlenimi uyandıran küçük köyleri; rüzgârın biçimlendirdiği “antik kent”leri; derinlik rekortmeni mağaraları; susuz coğrafyaya tam bir karşıtlık oluşturan yeraltı derelerinin yüzeye çıktığında oluşturduğu şelaleleri ve serin yaylalarıyla her geçen gün biraz daha ilgi odağı oluyor.”
Kaynak: İbrahim Baştuğ: Atlas Aralık 2014 / Sayı: 259
“Orta Toroslar’ın tam ortasında, anlatılmaktan çok yaşanılınca gerçeklik olacak olan, bir göl bulunmaktadır dağların arasında. Eğrigöl’dür bu. 2.350 metre rakımında, 2.900 metre yüksekliğindeki Geyik Dağı’nın, Sultanana (Giği) zirvesinin kuzeydoğu eteklerindedir.
Geyik Dağı, Taşeli Platosu’ndaki geniş çayırların üzerinde dimdik yükselerek, koyaklarında(dolin) koyun ve keçi sürülerinin otladığı, başı karlı yüce bir dağdır. Geyik Dağı yükseltisinin hâkim olduğu bölgeye, Yedikaza Yaylaları denmektedir. Manavgat, Alanya, Gazipaşa, Anamur, Hadim ve Gündoğmuş Yörükleri çıkar bu yaylalara. Eğrigöl, Geyik Dağı’na yağan karların sularıyla dolar, coşar ve hayat verir Yedikaza Yaylaları’na.
Yedikaza Yaylaları ve Geyik Dağı, coğrafik şekillenmesinin ilginçliğiyle, bitki örtüsündeki endemik yapı ve çeşitliliğiyle, kuşları ve tüm yaban hayatıyla çok farklı bir dağdır. Bölgede ilkyaz gelip, karlar, yukarılara çıkmaya geçit verdiğinde, yüzlerce göl ve gölcükle, apayrı bir güzellik sunar doğa. İlkyazda bir göl değil, birçok gölün besleyenidir Eğrigöl.
Haziran ve Temmuz ayları en güzel zamanıdır Eğrigöl’ün. Haziran sonu ile Temmuz ayında bir başkadır Geyik Dağı’na tırmanmak. Bu aylarda kar vardır, zorludur ve yeni yeni açar allı morlu dağ laleleri, yeni yeni açar ters laleler, çiğdemler. Koyaklar karla kaplıdır, gölcüklerle doludur bu aylarda. Her zaman kar üstüne kar yağar geyik dağının zirvesine.
Bu bölgenin esas çatısını, yüksek ve devamlı sıradağlar ve bu dağlar arasındaki yaylalar oluşturur. Söbüçimen, Topataş, Avsallar, Payallar, Tosmur, Namaras, Çakallar, Göktepe, Merdiven ve Çenger yaylaları, Eğrigöl’e en yakın olan yaylalardır. Eğrigöl’ün bölgesindeki dağlarda (Geyik, Barcın, Karayılan, Çürükdağ, Delikdağ, Papazbaşı, Gümüşsay, Sıçak ve Delidağ) aşınma o ölçüde şiddetli olmuştur ki, sıradağlarda, bıçak şeklinde uzayıp giden keskin sivriler, dik ve yüksek kayalıklar, dar ve derin vadiler oluşturmuştur. Yani, bu dağlar, karstik aşınmayla şekillenmişlerdir. Kalker, suda eriyen ve çatlakları olan bir kaya çeşididir. Az kıvrılmış olup, yatay kaldığı yerlerde yağmur sularını içine çeker. Bundan dolayı yerin altı erir, üstü çöker. O nedenle sayısız koyaklar (dolin), alanlar (polje), sivri sivri kayalar, derin, dar ve düzensiz vadiler, düdenler oluşur. Bu oluşuma karşın, Eğrigöl, Susam Gölü, İlvat Gölü ve Deringöl, birçok kaynakla birlikte, buraları yaşanılır yapan birer görsellik harikalarıdır, görülmeye ve yaşamaya değecek kadar.
Geyik Dağı’na, Barcın Dağı’na ve bu bölgedeki tüm dağlara yağan karların eriyen suları, esasen Göksu Çayı’nın ve Alara Çayı’nın kaynaklarını oluştururlar. Göksu, bu bölgeye kadar sokularak, suyunu üç kaynaktan alır. Söbüçimen Yaylaları’nda görülen karstik çöküntü alanlarının dibe dalan sularından, Değirmenderesi denen yerden çıkan bir kaynaktan, Dedemli Köyü üstünden çıkan bir başka kaynak ve Barcın Yaylaları’nda dibe dalan suların çıktığı, Çevlik Deresi ile ayna deresinin birleşmesiyle oluşan Mençek Suyu’ndan oluşmaktadır. Alara Çayı’da, Geyik Dağı ve Barcın Dağı’nın dibe dalan sularının, Malaniçi Kapızı’nda, Cündere yamaçlarından 40 – 50 metre yükseklikten fışkırmasıyla oluşur. Eğrigöl Platosu, yalnızca bu iki çayın kaynaklarını oluşturmaz. Bu plato, bir yanda Akdeniz, diğer yanda Konya – Karaman ilçe ve köylerinin içme suyu kaynaklarını da oluşturur.
Eğrigöl, bu platonun en büyük gölüdür. 5 – 6 km’lik çevre uzunluğu vardır. Çevresi, geniş ve yemyeşil çayırlardan, bu çayırları bir delta gibi yara yara akan kaynak sularından oluşmaktadır. Gölün derinliği bilinmemektedir. İçerisinde kerevit, sazan balığı, kırmızı, pembe renkli birçok balık bulunmaktadır. Bir yarısı nilüfer çiçekleriyle kaplı olan göl, çevresinde bin bir çeşit çiçeklerle, bir çiçek tarlasına benzemektedir. İçerisinde yeşil ördekler, karabataklar yüzmektedir. Nilüfer çiçeklerinin arasındaki kırmızı, pembe balıklarıyla bir akvaryuma benzemektedir…
Çevresindeki çayırlarda yılkı atları yayılır sürü halinde. Bir tilki size bakıp aldırmadan kaybolur taşlar arasında. Bir tavşan aniden önünüze çıkıp, hızla aşıp gider bir tepenin arkasında, kaybolur.
Gölün güneybatısındaki Geyik Dağı’nın zirvesinde yaban keçileri, boz ayılar, kurtlar yaşar ve doruklarında kartallar, şahinler uçar. Bütün bu özellikleriyle Eğrigöl, belki de ülkemizin 2.350 metredeki en canlı gölüdür.
Eğrigöl yaylalarının otlarıyla beslenen koyun ve keçilerin sütü, peyniri, yoğurdu, eti bir başkadır. Bu dağların çiçeklerinden, arıların yaptığı bal ise ilaç niyetine yenir. Tüm yenenlerden sonra içilen eğri göl pınarlarının suyu, hayat verir insana. O nedenle, hem Antalya taraflarından, hem Konya – Karaman taraflarından, Eğrigöl’e üç – beş günlüğüne yaylaya (yayla yemeğe) gelinir, sağlıklı ve dinlenmiş olarak dönülür.
Eğrigöl’de sadece göçerler yaşamıyor. Bir de Dr. Ali Kemal Merdan yaşamaktadır. Bütün Yörüklerin tanıdığı, sevdiği ve her yıl Temmuz ayında gelmesini dört gözle bekledikleri birisi. Dr. Ali Kamal’in Alanya Konaklı’da medikali bulunmakta. O da, bütün Yörükleri tanıyor. Yörüklerin en yoğun gittikleri Temmuz ayında, topluyor sağlık gereçlerini, yaylanın şartlarına uygun olan acil müdahale gerektiren sağlık malzemelerini ve ilaçları yanına alarak, Eğrigöl’ün Kuzeydoğu yakasındaki pınarın önüne dört tane büyükçe çadırı kuruveriyor.
İlk geldiği yıl, Yörükler şaşırmışlar biraz. Ama sonraları kendileri için bir nimet diye düşünmüşler ve Ali Kemal’e sahip çıkmışlar. Doktor, bir ay süresince gelen hiçbir hastadan ilaç parası dışında ücret almıyor. Yörükler, gönüllü olarak, sürekli, bir ay boyunca, sağlık ekibine bolca, aksatmadan yiyecek, sebze, meyve, bal, süt, yoğurt, kavurma getiriyorlar. Eğrigöl’de her şeyin en iyisini Dr. Ali Kemal ve ekibi yiyor ve fazlasıyla da hak ediyorlar. Elektrik yok. Oldukça zor şartlarda sağlık hizmeti vermeye çalışıyorlar. Belki örneği bile yoktur. Çünkü muayeneden para alarak bile başkasının yapmayacağı bir fedakârlık Dr. Ali Kemal Merdan’ın yaptığı.
Birde Ali Kemal’in dostu Topal Osman var ki, Eğrigöl’de onu anlatmadan geçmek hiç olmaz. Topal Osman, Akdam Köyü’nden, terzilik yapıyor Alanya’da. Yörüklere külot pantol (pontul) dikmiş yıllarca, o nedenle hemen bütün Yörükler tanıyor. Her sene Temmuz ayında, evini, barkını, çocuklarını bırakarak Ali Kemal ile birlikte Eğrigöl’e geliyor. Ali Kemal’in kader arkadaşı olmuş. Çok saygı duyuyor bu davranışına ve fedakârlığına. Çadır acil yardım kliniği açılmaya başladıktan sonra, Yörükler yaylalarda hastalanmaktan korkmaz olmuşlar.
Dr. Ali Kemal, Eğrigöl’deki, en doğru olay. Ama ne destek veren var, ne de sahip çıkan. Belediye başkanları, devlet yetkilileri hiç kimse görmemiş, sahip çıkmamış, fark etmemiş bile. Demek ki bizim yurdumuzda, can kurtarmanın, yaşatmanın çokta önemi yok. Biz toplum olarak öldürenlere madalya veririz, öldürenleri kahraman seçeriz. Böylesi bir kültürden kurtulamadığımız için Dr. Ali Kemal’in yaptığı işin öneminin farkında bile değiliz. Yanlış anlaşılmasın, Yörükler farkında ve gereken değeri veriyorlar ama yöneticiler ve yetkililerimiz farkında değil. Sözümde onlaradır biline…
Dr. Ali Kemal’in canı yanıyor. Yok, olup giden güzelliklere, kirlenen Eğrigöl’e. Doğa harikası Eğrigöl’ün etrafının nasıl yapılaştığı, yapılaşmanın denetimsizliği ve her yıl kirliliğin göz göre göre nasıl arttığı apaçık ortada. Özellikle Alanya’nın, Güzelbağ Beldesi’nin yerleşimi hemen gölün kıyısında ve buranın her çeşitten çöpü, kirliliği Eğrigöl’e atılmakta. Çevreye gelenler, çöplerini etrafta bırakıp gitmekte ve bu çöpler sularla göle sürüklenmektedir. Eğrigöl ve çevresindeki yerleşim yerlerinin çoğunluğu kasaba ve belediyelik. Kimsenin ya da hiçbir belediye başkanın aklına gelmemiş, diğer belediyelerle ilişkilenip, sırayla, haftada bir buranın çöpünü almak. Dağa çöp atmak davranış biçimi haline gelmiş ve bu durum belediye başkanlarımızca da belli ki kanıksanmış. İşte Eğrigöl ve çevresinin görünümü. Ama ne bir gören var, nede görüp de müdahale eden.
Çadır kliniğin etrafı tertemiz. Özellikle Topal Osman, her geleni uyarıyor, çevre temiz tutulsun, kirlilik olmasın diye. Örnek olmaya çalışıyorlar çevre temizliği ve çevreye duyarlılık konusunda.
Orta Toroslar’da, Taşeli Platosu’nda, Yedikaza (gaza) Yaylaları’na can veren, doğa harikası Eğrigölve çevresindeki güzelim pınarlar (muar) kirlenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Bir göz bekler görsün, bir el bekler uzansın diye.
Eğrigöl’de yaşam var, nilüferler var, çayırlar var, çayırları yara yara akan pınarlar var, gölde yüzen yeşil ördekler var. Dağlarında derin koyaklar, keskin sivriler ve bu sivrilerin yamaçlarında yaşayan yaban keçileri, ayılar var. Bütün bu güzellikler yok oluş sürecine girmiş biline.”
Kaynak: Ali Çetin http://www.olympos.com.tr/egrigolde-dogru-doktor-2/
Alanya’ ya 110 km, Gündoğmuş’ a 40 km olan Eğrigöl, Geyik Dağı’ nın doğu yamacında 2100 metre yükseklikte yer alır. Kuzeybatı – Güneydoğu istikametinde, kısmen dağa paralel uzanır. Derinliği 10 – 12 metre civarındadır. Suyu sert tatlı su sınıfında olup, göl esas olarak kar suları ile beslenir. Ancak gerek batı, gerek doğu ve gerekse güney tarafında göle dökülen kaynaklar vardır. Yağış durumuna göre göle en uygun ulaşım şartları Nisan veya Haziran Ayları arasında mümkündür. Suyun en az olduğu zamanlarda göl seviyesi bir metreden daha fazla düşmektedir. Gölün fazla suları Kuzeybatı tarafındaki dere ile tahliye edilmektedir. Ancak yaz sonlarında bu tahliye deresi kurumaktadır. Gölde, kırmızı süs balıkları yanında Sazan yetişmektedir. Göl çevresi Güzelbağ Beldesinin Yaylasıdır. Son zamanlarda bilinçsiz kullanım ve yoğun piknik göl ve çevresini süratle kirletmektedir.
Calycadnos’un (Göksu) doğduğu topraklar bahar aylarında nefes kesici bir güzelliğe bürünür. Taşeli Platosu Eğrigöl yaylaları: Söbüçimen, Topataş, Avsallar, Payallar, Tosmur, Namaras, Çakallar, Göktepe, Merdiven ve Çenger yaylaları, Eğrigöl’e en yakın olan yaylalardır. Eğrigöl’ün bölgesindeki dağlar ise Geyik, Barcın, Karayılan, Çürükdağ, Delikdağ, Papazbaşı, Gümüşsay, Sıçak ve Delidağ’dır. Göller Eğrigöl, Susam Gölü, İlvat Gölü ve Deringöl, ‘dür.
Bölgeye yaptığımız gezide her ne kadar baharın platodaki yarattığı değişimi görmeyi amaçladıysak da yine de yerel halkın platoyu ne kadar hoyratça kullandığına da şahit olduk. Yöreye 4×4 jipleriyle ve son model arabalarıyla gelen kadınların çoğunun kapalı olduğu halkın “mangal” dışında bir etkinliği yok. Çocuklar bile oyun oynamıyor. Bir su başına oturup mangallarını yakıyor, yiyip içip çöplerini orada bırakarak çekip gidiyorlar. Bu civar kasabalarda oturan mangalcıların bıraktıkları çöpleri temizleyen belediye de yok. Orada plato üzerinde çöp yığınları birileri tarafından alınmayı bekliyor. Yaylalarda yaşayan ahali de duyarsız; mangalcılardan farklı değil. Evlerinin yapımında kullandıkları malzemeler doğayla uyumlu olmadığı gibi son derece çirkin. Herkes kafasına göre en ucuz malzemeden derme çatma gecekondular yapıyor. Bahçelerinin etrafını da dikenli tellerle çeviriyorlar. Her yer çöp dolu.
Bir kaçıyla konuşup çöp durumunu anlatıyoruz. Farkında değiller. “Belediye gelir alır”, diyorlar. Bu halkın eğitilmesi neredeyse imkansız. Öğrenmek, eğitilmek istemiyorlar. Doğaya büyük bir hınçla saldırıyorlar. Öc almak ister gibi.
Taşeli platosu eriyen karlarıyla, oluşan menderesleriyle ve rengarenk çiçekleriyle şimdilik çirkinlikleri örtüyor. Acaba nereye kadar?, diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
[1] Plato, akarsular tarafından derin vadilerle yarılmış düzlüklere enilmektedir. Antik kaynaklarda Korakesion (Alanya)’dan İskenderun Körfezi’ne kadar olan ve kuzeyden Toros dağlarıyla sınırlanan bölgeye Kilikya denilmekte idi (Strabon XIV 5,
2). Ovalık Kilikya (Kilikia Pedias) ve (Kilikia Trakheia) olmak üzere iki bölümden oluşan Kilikya; İran, Mezopotamya, Mısır, Ege, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Anadolu dünyalarını birbirlerine bağlayan konumuyla imparatorlukların ve kültürlerin kavşağı olmuştur.