web analytics

Endemik Esintiler  

Prologos

Bu sekizinci “Seyahatnâme” kitabıma da bir tanım yüklemek amacıyla Grek/Yunan dilinde “endemos”[1] olarak adlandırılan; aslında daha çok botanik dalında kullanılan ama farklı akademik disiplinlerde de çok önemli bir kavrama atıf yaparak “endemizm”[2] bakış açısıyla Türkiye’ye, Anadolu’ya özgü, bu coğrafyaya ait olan flora, fauna, kültürel ve etnik  değerlerin izini sürmeyi amaçladım. Bu aslında benim mükemmel fotoğraf çekimlerine  ulaşma yolculuğumda bir durak.[3]

Nedeni o kadar çok ki; ilki yıllar önce “naletleme köprüsü” (İstanbul 1. köprü)[4] trafiğinde sıkıntıdan patlama noktasına gelmişken yol kenarlarına bazı tuhaf bitkiler dikmeye çalışan belediye görevlilerini seyrederken aklıma gelen ilginç bir dergi makalesinden  kaynaklandığını söyleyebilirim.

İlk açılışından  bu yana elli yıldan fazla zaman geçti birinci köprünün.[5] Siyasiler her şeyde olduğu gibi bunda da isimlendirme hastalığına tutuldular. Her iktidar kendi şarkısını söylemek için fırsat kolluyor ya. Köprüye sürekli bir ad bulma telaşı var.  Her geçen gün artan trafiğiyle insanı canından bezdiren bir saçmalık haline gelmesi bir yana, bunu kabullenen araç sürücülerinin oluşturduğu bir topluluk var. Bunlar Osmanlı sosyal hiyerarşisinin “reaya” alışkanlığını ısrarla sürdüren kalıntılar.

Osmanlı ahalisinin torunları, yeni cumhuriyet vatandaşları  reaya davranışı içinde olduklarının bilincinde olmadıkları gibi en az seçtikleri idareciler kadar (belki de daha fazla) suçlu olmalarına rağmen; sorunu çözümsüz hale getiren para babalarına direnmeyi bile düşünmezler.

Onun yerine trafikte şeritler arasında cambazlık yaparak, birbirleriyle küfürleşip, itişip kakışarak, utanmadan ve sıkılmadan kendine avantaj sağlamak amacıyla bir oraya bir buraya savrularak öne geçmeyi marifet sanan dangalaklar arasında olmaktan memnun olurlar.

Bu dangalaklar ordusunun oy verip iktidarı teslim ettikleri, ilkel beceriksiz yönetimlerin yarattığı  kaosu yaşamayı kabullenmeyi beceriyorlar ama kaostan çıkmak için gereken adımı nedense bir türlü atamıyorlar. Bunların nedenleri arasında en önemlisi liyakatsiz yönetimlerin kaba güçle kurdukları baskı yönetimlerinin yarattığı psikolojik engellerden başka bir şey değil.  

 İstanbul’da sabah uyandığınızda dinlediğiniz ulusal ve lokal medyanın ilk haberi köprü trafiğidir. Aynı kelimeler, aynı uyarılar ve aynı ses tonuyla sunumu yapan bozuk diksiyonlu, dar vücutlarının hatlarını ortaya koyan abiye giysileri mini etekli, aşırı makyajlı sunucuların “şimdi de köprü trafiği” diye başlayan ve yaklaşık yirmi yıldır süren bir sponsorlu “karabasan” desek daha doğru. Üçüncü köprü ve boğaz tüneli de yapılmasına rağmen köprü trafiği bir türlü azalmıyor. Bu konuda da diğer kamusal alanlarda da ağır sorunlara çözüm getiremeyen ama büyük bir beceriyle kaos yaratan  liyakatsiz idarecilerin çırpınışlarını izlerken seksen milyon insanın nasıl olup da bu idareyi seçtiğini anlamakta zorlanırsınız. İşin kötüsü seçmenlerin çoğunluğu gidip aynı idarecileri her dönem seçmeye devam ederler. Çağımızın en hastalıklı post-truth belgeselidir bu.   

Direnmeyi hiç mi düşünmezler acaba? Bu kadar korku neden? Neden bu kadar bölünmüşlük? Her direniş topla tüfekle değil sivil itaatsizlikle de gerçekleşebilir. Ama eğitilmeyi, öğrenmeyi reddeden bir güruhla karşı karşıyayız. Bu örgütsüz, tepkisiz, korkak ve bencil  insan kitlesi de bu coğrafyaya özgü “endemik” sosyolojik yapılardan biri olan orta çağdan kalma “reaya” kökenli sosyal tabakalaşmayı haklı gören seçmen kitlesinden başka bir şey değil. Korkudan mı, cehaletten mi, kişisel çıkarların cazibesinden mi yoksa başka bir nedenle mi bilinmez bu onulmaz paradoks sürüp gidiyor.  

Botanik kavramın sosyolojik kalıplarla açıklanmasına karşı çıkanlar her zaman mutlaka olacaktır. Oysa bazı sosyolojik olaylar ve insan tiplerinin bu topraklara özgü bir karakter taşıması da bazı etnografik kavramlarla açıklanmalıdır. Bu topraklara özgü insan profilinin endemik karakteri tanımlanabilirse biz de endemik kültürel kalıplardan insan profillerinden söz edebiliriz.

Her gün Köprü trafiğine aracıyla girip saatlerce gıdım gıdım ilerlemeyi ve ülkenin dört bir yanında kamudaki buna benzer her türlü sistem bozukluğunu  kabul eden ve hiçbir tepki vermeyen insan kitlesinin çaresizliğini  nasıl açıklayacağız? Bu davranış biçimini, bu kabullenmeyi tam elli yıldır her gün hemen hemen her yerde görüyorum. Bir hastalık gibi, bir mikrop gibi her yeri saran ve tüketen bir illet.

Kitabı satın almak isteyenler aşağıdaki linkden satın alabilirler:

yavuz çekirge – Google Play’de Kitaplar


[1] Endemik sözcüğü Yunanca “Indigenous, Endemos” sözcüklerinden gelmektedir. Botanikte sınırlı yayılışa sahip bitkiler için kullanılmaktadır. Buradaki sınır çok belli olmayıp, bir dağ, bir bölge, bir ülke ve hatta bir kıta endemiklerinden söz edilebilir.

[2] Endemizm, bulunduğu bölgenin ekolojik şartları yüzünden yalnızca belirli bölgede yaşayan/yetişen, dünyanın başka yerinde yaşama/yetişme ihtimali olmayan, yöreye özgü hayvan ya da bitki türüdür.

[3] Fotoğrafa neden bu kadar zaman ayırdığımı soranlara cevabım: “my journey to the perfect image

[4] Naletleme köprüsü tamlamasını ben ürettim. Kaçkar dağlarında trekkingcilerin çok iyi bildiği “naletleme geçidi”ni referans alarak köprü trafiğinin keşmekeşini birleştirdim. Her şeyi çözmenin mümkün olduğu dünyamızda eğer bir sorun (köprü trafiği) çözülemiyorsa bunun nedeni o ülkenin iyi idare edilmediğinin en somut göstergesidir. Buradaki nalet edenlerin suçu da o sorunu düzeltecek kişiyi seçmemelerinden kaynaklanmaktadır.  Nalet ederek her gün aynı işkenceyi çeken insanlara de “lanetçiler” demek kalıyor geriye.

[5] 20 Şubat 1970 tarihinde yapımına başlanan Boğaziçi Köprüsü, 30 Ekim 1973 tarihinde 50. Cumhuriyet Bayramı’nda, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından açılmıştır. 

Seyahatnâme VIII

Post navigation