web analytics

ycfu8409

Bu pazar Eurymedon Vadisine gidiyoruz. Bugünkü adıyla Köprüçay  vadisi. Antik çağın ünlü Eurymedon akarsuyu  Eğirdir gölünün güney doğusundaki Amonos dağından çıkıp Ayvalı çayı ve Karacahisar dereleri birleşerek Eurymedonu oluşturur. Akarsuların oyduğu kanyonlardan ancak köprülerle geçilebilir. Günümüze kadar tamiratlarla ayakta kalan iki antik köprüsü vardır. Selge ve Pednelissos ile Pamphylia’ya ait Aspendos ile Side antik kentlerini birbirine bağlayan Via Sebaste Güney kolu da buradan geçer. Yolun büyük bir kısmı tahrip edilmesine rağmen yer yer yolun yirmi otuz metrelik kalıntılarını görmek mümkün.

Psidia bölgesinde çok sık görülen kaya oluşumları yani jeolojik adıyla konglomera kayalıkları Selge havzasında yani  eurymedon vadisinde de görülebilir. Jeologlar konglomera kaya oluşumlarını şöyle tarif ediyorlar:

“Beyşehir Gölü’nün güneyi ile Akdeniz arasında yer alan Eurymedon havzasının orta kesimi, bir molas havzası özelliğindedir. Neojen başlarında çöken kesime Paleozoyik, önemli ölçüde Mesozoyik kireçtaşlarından oluşan yüksek yerlerden sellerle taşınan kil, kum ve çakıllar akarsu-göl ortamında çökelmeye uğramıştır. Kum ve çakılların suda çözünür halde taşınan kirecin çökelmesiyle kum ve çakıllar çimentolaşarak kumtaşı ve konglomera taşları oluşmuştur.”

Selge antik şehrine bu dördüncü ziyaretim. Şehir diyorum ama doğa yürüyüşlerinde şehre ayrılan zaman beş dakikayla sınırlı oluyor.  O da antik tiyatronun fotoğrafının çekilmesiyle sınırlı. Arkeoloji merakı herkese eşit miktarda dağıtılmadığı için yürüyüşçülerden kimse de daha fazla zaman istemiyor. Oysa yirmi bin kişinin barındığı bu dokuz bin kişilik antik tiyatrosu olan şehrin kalıntıları neredeyse tüm vadiye yayılmış durumda.

ycfu8384

Antik tiyatro bugünkü Zerk köyünün içinde yer alıyor. Köyün çocukları bizi görür görmez ellerine cıncık boncuklarını alıp koşturuyorlar. Yaşları on oniki arası çocuklar. Aralarından bazılarını hatırlıyorum. Her yıl daha da büyüyorlar. “Okul için harçlık” argümanıyla ısrarla yaklaşıyorlar.
Tiyatronun bir duvarı yıkılmış. İki bin yıldır ayakta duran bir yapıyı hayranlıkla izliyorsunuz. Daire şeklinde tam bir Helen tiyatrosu mimarisi. Roma döneminde tiyatronun yapısının değişmemesi de çok ilginç.  Selge de kazı yapılmadığı daha doğrusu kazıların hiç başlamadığı söyleniyor. Her geçen yıl antik şehir daha fazla hasar görüyor. Hep söylüyorum burada bugün yaşayan ahalinin kafa yapısı Selgelilere göre çok daha geride. Ahali cep telefonu, otomobil, elektrik kullanıyor ama şehir hayatını bilmiyor, kendi küçük aile birimine saklı kapalı bir yaşam sürüyor. Dışarıdan gelenleri hep düşman olarak görüyor. Bizim yürüyüş grubumuzu da ellerindeki ucuz Çin malı cıncık boncukları sallayarak “Hello” diye karşılıyorlar. Suratlarında bezirgan sırıtışı ve gözlerinde cehaletin kuyularıyla bir garip halk.
Arkeologların tiyatro ile ilgili tespitleri özetle şöyle:
“Selge tiyatrosu, kentin kuzeydoğusunda, denizden 950 m yukarıdan güneydoğuya bakar. İki kademeli tiyatronun dairesel orta yolunun genişliği sekiz ayaktır. Bu orta yolun kenarına sırtlıklı koltuklar dizilmiştir. Bu koltuklar ikinci kademenin sekiz ayak yüksekliğindeki destek duvarının, yukarı doğru düz bir çizgi izleyerek gelen sesin ulaşmasını engelleyebileceği düşüncesiyle konulmuştur. Tiyatronun dairesel orta yolunun üzerindeki duvara açılmış beş yuva bulunmaktadır. Bu yuvalar, Vitruvius’un sözünü ettiği ağzı yarık bronz küplerin içine yerleştirildiği yuvalar olabilirler. Eğer bu varsayım doğruysa; Selge tiyatrosu, küp yuvaları günümüze ulaşmış dünyadaki tek tiyatrodur. Tiyatronun büyük bölümü yamaca yaslamışsa da hem sağdan hem de soldan uçlarda, destek duvarı izleyici koyağını dıştan sarar. Birinci kademesi toplam 30 oturma sıralı,12 ışınsal yolludur. Orta yolun üstündeki ikinci kademesi 17 oturma sıralı, 23 ışınsal yolludur. Orkestra yarıçapı 44 ayak 12 parmaktır. Buradan hareketle, sahne binasının yaklaşık 59 ayak olduğunu söylenebilir. Tiyatro yaklaşık 8.500 kişiliktir.”

bo-1

 

Bölgede bol miktarda  görülen çiçeklere acı çiğdem, göç çiğdemi adı veriliyor. Acı çiğdem, aslında bir çok yerde görülüyor. Sanırım tüm Toroslarda görülebiliyor.  Bu çiçek konusunda farklı argümanlar da yok değil. Bir alıntı yaparsak: 

” Colchicum cinsinden bitkilerin ortak adı. 25 – 30 cm boyunda olur. Yaprakları şerit biçimindedir. İlk yazın pembe, sarı, eflatun renkli çiçekler açar. Sulak çayırlarda yetişir. Tohumlarda bulunan colchicine maddesi romatizmaya, damla hastalığına karşı ilaçlar yapılır. Acı çiğdem bahçelerde süs bitkisi olarak da yetiştirilir. Gölge yerleri sever. Çok su ister.
Zehirli bir bitkidir. Çiğdeme çok benzeyen fakat onun gibi yenilmeyip zehirli olan bu bitkinin (Colchicum) yumruları salep, çiğdem (Crocus) türleriyle karıştırıldığı için, bilhassa toplayıp yiyen çocuklar arasına ağır zehirlenme vakaları görülebilmektedir.”

ycfu8421

Kültür Bakanlığı web sitesinde Selge ile bilgiler mevcut: http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,44898/selge.html

 

“Strabon’a göre Selge’nin kurucusu Kalchas’tır ve daha sonraları Lacedaemoniler (Spartalılar) bölgeye yerleşmişlerdir. İlk yerleşim M.Ö. ikinci bin yılın sonunda Dor göçleri sırasında Truva Savaşı’yla bağlantılı olarak meydana gelmiştir. İkinci yerleşim Rhodes’in kolonileştirilmesiyle birlikte M.Ö. 7. yüzyılın başında olmuştur. Bunu doğrulayan herhangi bir yazıt bulunmamaktaysa da kolonicilerin kıyıdan görülmesi zor ve dağların arasında saklanmış bir yerleşim yeri seçeceği düşüncesini kabul etmek zordur.

Selge, madeni para basan ilk Pisidia şehridir. Selge’de M.Ö. 5. yüzyıldan başlayarak Pers standartlarına uygun ve Aspendos madeni paralarından ayırt edilmesi zor olan gümüş paralar basılmıştır. Bu madeni paralar Aspendos’unkilere oldukça benzer. Paranın iki tarafında güreşçiler görülür; paranın tersinde sapan kullanan bir figür ve Stlegiys of Estlegiys olarak yazılan şehrin adı vardır. Bu yerel isimler, Luvian diliyle bağlantılı olan ve bizim üçüncü bin yılda Pisidia’da konuşulduğunu bildiğimiz Pisidia dilinin M.Ö. beşinci yüzyılda hala kullanılıyor olduğunu gösterir.”

Antik çağda dağlık bölgelerde yaşayan Psidia’lıların üretici bir halk olduğundan söz edilir. Bölgede  yaygın olarak görülen sandal ağacı, (santalum album) tütsü hammaddesi olarak kullanılagelmiştir. Tüm dünyaya ihraç edilen Selge tütsüsü (günlük) zeytinin yanında ikinci büyük geçim kaynağı olma özelliğini taşıyordu.

Antik şehirden başlayan yürüyüş konglomera kayalıklarının oluşturduğu labirentlerin  arasından kıvrıla kıvrıla aşağıya antik köprüye kadar iniyor. Yaklaşık on kilometrelik bu yürüyüşü inişli çıkışlı ve zaman zaman kestane, ardıç ve kızılçam  ağaçlarının oluşturduğu mini koruluklardan geçerek tamamlıyorsunuz. Yürüyüş yaklaşık beş saat kadar sürüyor.

 

Selge Yürüyüşü

Post navigation