Kelimeyi ilk kez Enver Sedat’ın bir suikast sonucu vefatı sırasında duydum.
“Aşırı dinci”, “Radikal İslam”, “Cihadistler” gibi ifadelerle “Selefiyye” birlikte kullanılıyordu.
İslamda mezhepleşme konusu oldukça karmaşık ve amatörler için tuzaklarla dolu.
Temel yaklaşım belli bir inancın zaman içerisinde farklı kollara ayrılmış olmasında yatmaktadır. Mezhepleşme sadece tek tanrılı dinlere özgü bir sınıflandırma değildir. Antik çağda Artemis, Kybele, Apollon,vb. gibi kültlerin arasında yol farklılıkları görülmüştür.
Örneğin Anadoluda en yaygın kültlerden bir olarak kabul edilen Artemis kültünün yüze yakın farklı uygulaması olduğu bilinmektedir.[2] Nitekim her dinde olduğu gibi İslam dininde de mezhep ayrılıkları oluşmuştur.
“Hz. Muhammed’in vefatından sonra insanlar sorunlarına cevabı Kur’an ve Hadislerde aramaya başladılar. Üstelik Hz. Peygamber dönemine nispetle çeşitli nedenlerden dolayı insanların sorunları artmıştı. İş böyle olunca ortaya oldukça farklı ve zıt görüşler çıkmaya başladı. İnsanlar hangisine uyacağına bir türlü karar veremez oldular. Bu durumu gören sahabe ve tabiundan ileri gelenler bir faaliyet içerisine girerek çeşitli metotlar ve kurallar geliştirmeye başladılar. Geliştirilen bu kurallar alimlerin öncelik verdiği şeylere göre şekillenip ekollerin oluşmasına yol açtı. . Hz. Ali ile muaviye arasındaki hakem olayına razı olmayanlara Harici, Hz. Ali tarafını tutanlara Şia, Nasların yorumlanmasını kabul edenlere Kelamcı, nasları olduğu gibi kabul edenlere de Eseriyye vb isimler verilmiştir. Bu görüş sahipleri mezhepler tarihi kitaplarında belli bir çerçeveden hareketle sınıflandırılmış ve guruplara ayrılmıştır. Bu sıralam iki ana gurup çerçevesinde olmuştur. Bunlardan birincisi; hidayette olduğu kabul edilen gurup ki buna genel anlamda Ehl-i Sünnet tabiri ullanılmaktadır. Bu gurub da Selef ve halef olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Diğeri ise dalalette olduğuna inanılan gurup ki Hariciyye, Şia ve Mutezile gibi bölümlere ayrılırlar.”[3]
Köktenci Selefiyye akımının etkili olduğu Suudi Arabistan ilk savaştan sonra petrol rezervleri sayesinde ekonomik refaha kavuştukça sosyal anlamda eski çağlara yönelmiş, çağın en katı Ortadoks İslam inanç sistemini devlet siyaseti olarak benimsemiştir. Çevre ülkelere de etkisi olan bu akım özellikle fakir ve eğitimsiz halk arasında örgütlenmiştir. Bir şemsiye hareketi olarak da nitelendirilebilecek “Müslüman kardeşler” hareketi içerisinde kendine gelişme ortamı bulduğu da söylenebilir. Mısır dini konularda komşu ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok karmaşık bir kültürel tarihsel mirasa da sahip olması nedeniyle hangi grupların ne ölçüde birbirinden ayrıldığını anlamak da güçleşiyor. Bu yazının kapsamı içinde sadece dini isim ve kavramları doğru kullanmak adına gruplardan genel olarak söz edecek, mümkün olduğu kadar “Selefiyye fırkası” ve tarihsel gelişimi üzerinde durmaya çalışacağım. Fırkalar ya da mezhepler de kendi içlerinde kollara ayrılmaktadır. Bu bağlamda Selefiyye için bir tarihsel soy ağacı çizecek olursak:
- İslam Dini
- Sünni Mezhebi
- Hanbeli Fırkası
- Vehhabi-Selefiyye kolu
Bu ilişkiye hangi taraftan bakıldığına göre ortaya çözülmesi gereken bulmacalar çıkmaktadır. “Maturidi”[4] ve “Eşari”[5] itikadi mezheplerinin yapmış oldukları sınıflamalara göre bakıldığında Sünni, Şia, Harici fırkalarının farklılaştığını da görmek mümkündür. Sünni yani Ehl-i sünnet mezhebi de zaman içerisinde değişim göstermiştir. İslam’da “Sünni” yani ehli-i Sünnet tabir edilen ayrışmanın itikadi yönden “Eş’ari” , “Matüridi” mezhepleri nin kuruluş sürecinde selefi gelenek; “Ehli sünnet-i hassa”, “Ehli hadis”, “Ashabul hadis” gibi isimlerle de anılmaktaydı. Selefiyye kolu genellikle İslama hadis temelli katı bir bakış açısından bakanlar olarak bilinmektedir. Aklın değil itikadın prensiplerinin oluşturduğu bir dünya görüşünü benimsemiş, bir anlamda İslam dininde “Ordadoksi”[6] ekol olarak tanınmıştır.
Nitekim Cevdet Paşa ünlü eseri Tarih-i Cevdet’te şöyle der:
“Merkûmun ihdas eyledi_i mezhepde meslûk u ma‘lûm olan birçok akâid-i fâsidenin esası üç mesele olup evvelkisi budur ki Vehhâbîler amel imandan cüzdür deyip mesela bir vakit namazı ve bir sene zekâtı tekâsülen terk eden kimesne kâfir olarak demi heder ve malı helaldir diye itikad ederler. _kincisi budur ki ervâh-ı enbiyâ vü evliyadan isti‘âne etmek gibi istimdâd u isti_fâ‘ vechile Cenâb-ı Hak’dan gayrıya duâ eylemek _irktir derler. Üçüncü mesele türbeler binâ ve üzerlerine kubbeler in_â ile içlerinde kandil yakmak ve onlara sadaka ve nezrler arz etmek mu_âyir-i diyânet-i _slâmiyye idü_i da‘vâsından ibarettir”. ( Tarih-i Cevdet, 1309: VI,123; VII,183; BOA, HAT, 3799A).[7]
Mezhepler tarihi araştırmacıları Selefiliğin günümüze kadar üç aşamadan geçtiğini ileri sürmektedirler: Ahmed bin Hanbel ile ilk devresini yaşayan Selefilik, Harranlı İbn-i Teymiyye ile ikinci aşamasını, Muhammed bin Abd ul-Vahhab ile de üçüncü aşamasına geçmiştir. Günümüzde “Vehabilik” ya da “Vahabilik” olarak bilinen akımın çıkış noktası olarak bilinmektedir. Bu akımın da itikadi olarak Hanbeli fırkasının ayrışmasından meydana gelmiştir. Tasavvuf geleneğine karşı oldukları bilinmektedir. Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı’nın Vehhâbîlik gailesinin üstesinden gelememesinin sebeplerinden biri de ulemanın, ya_adıkları zamanın siyasi ve ictimai vaziyetini etraflı bir _ekilde ihata ederek, meseleleri gö_üsleyecek unsurlardan uzak kalarak, mes’ûl oldu_u mevkinin hakkını verecek konumdan uzakla_mı_ olmasıdır.
Bu nedenle realiteyle irtibatını kaybeden ulema Vehhâbîli_i, “mukaddemâ taassub vadisinde atıp tutmu_ ve bir müddet çene yarı_ı edip gitmi_ olan Kadızâdeliler”le kıyaslayarak, onlara gereken ehemmiyeti vermemi_tir. (Tarih-i Cevdet, 1309: VII, 196;VI,124).[8]
Sahabeler ve sonra Tabi’ler ve onlardan sonra gelen nesillerin Kur’an a bağlılıklarını ve başka bir yorum kabul etmeyen görüşe karşılık Vehabiliğin radikal İslam olduğunu ileri sürenler de vardır.
“Vehhâbîler ise, ıslahatçı bir gaye ile yola çıktıklarını iddia ettikleri halde çok geçmeden sosyal barışı ve birliği bozmuşlardır.Vehhâbîlik, Müslümanlara karşı silaha sarılmayı meşru görerek Haricîliğin yolundan gitmiş ve İslam dünyasında şiddetin beslendiği en önemli kaynak haline gelmiştir. Bidati, oldukça geniş yorumlayan Vehhâbîler, dinî olmayan birçok hususu dinden kabul edip, bidat sahibi kabul ettikleri Müslümanları küfür ve şirke nispet ederek onların öldürülmesini meşru görmüşlerdir.”[9]
Ortadoğu da “Yasemin Kokusu” ya da “Arap Baharı” adı verilen hareketin temelinde Birinci Savaş sonrasında ortaya çıkan “Baas” tipi otoriter rejimlerin uyguladığı baskının olduğu ileri sürülmektedir. Soğuk savaş yıllarında şekillenen “Baas Diktatörlükleri” farklı mezheplerin de yaşam alanı bulduğu Müslüman Kardeşler oluşumlarına karşı baskı uygulamışlardır. Özellikle Mısır ve Suriye gibi ülkelerde muhalefet içerisinde yer alan Selefiyye akımları gizlenmek zorunda kalmışlardır. Değişen dünya koşulları içerisinde Bass diktatörlükleri birer birer yıkılırken muhalefet uluslararası istihbarat örgütlerinden askeri ve siyasi destek görmüş ve kısa sürede güçlenmiştir. Askeri güçlerin kontrolünün Selefiler’e geçmesinden endişelenen dış güçlerin farklı taktikler uyguladıkları bilinmektedir.
Radikal İslam olarak adlandırılan Selefiler’in her muhalefet hareketi içerisinde var olduğu bilinmektedir. Bugün, Afganistan, Pakistan, Irak başta olmak üzere Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır, Libya, Tunus ve Fas coğrafyasında Selefilerin ciddi bir örgütlenme içerisinde silahlandığı resmi ordularla savaşacak güce eriştiği söylenmektedir. Aslında halk içerisinden değil de farklı çıkar çevreleri tarafından silahlandırılan muhalefetin tek bir ses tek bir baş olmadığı bilinmektedir. Bu silahlı güç, Ortadoğu’nun önümüzdeki süreçte bir kan gölüne dönüşmesinde en önemli rolü oynayacaktır.
Kaynakça:
- Dündar, Muhammed Mücahid, Vehabilikte tevhid ve şirk,Yüksek Lisans Tezi,Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü, İstanbul 2006
- Şeker, Fatih. M., Vehabiliğin Osmanlı Müteferrikleri Üzerindeki Akisleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,Cilt 5, Sayı 21
- http://www.washingtonpost.com/blogs/worldviews/wp/2012/10/18/salafists-destroy-ancient-carvings-in-morocco/
- http://zawaya.magharebia.com/en_GB/zawaya/opinion/623