Likya Yolu’nun en ilginç etaplarından biri de Apollonia,Aperlai, Simena bölümü. Yaklaşık on beş kilometre. Hangi hızda yürüdüğünüze bağlı olarak altı ila sekiz saat sürebilir. Biz kalabalık bir grupla altı saat kırk sekiz dakikada yürüdük. Aşağıdaki Wikilocs koordinatları linkini tıklayarak yürüdüğümüz rota hakkında teknik bilgilere erişebilirsiniz.
Wikilocs GPS koordinatları.(Tıklayınız)
Parkurun ilk etabı olan Apollonia antik kenti bir tepenin üzerine dağılmış halde bulunuyor. Gözle görünür bir biçimde lahitlerin arasında yürüyorsunuz. Lahitlerin çoğu defineciler tarafından patlatılarak tahrip edilmiş ama yine de ayaktalar. İki bin beş yüz yıldır orada duran lahitler kireç taşından oyularak yapılmış.
Arkeoloji dünyasında Sarcophaguses olarak bilinen bu lahitlerin Yunanca “İnsan Eti yiyen taş” anlamına gelen bir etimolojisi var. Likya lahitleri Helen ve Roma lahitlerinden çok farklı. Yürüyüş sırasında gördüklerimizin çoğu Roma döneminden kalma lahitler.
Bir alıntı yaparak daha da derine inelim:
“Lykia Lahitleri olarak adlandırılan lahitlerin tipolojik incelemeleri sonucunda bu lahitlerin genellikle yüksek olmaları ile dikkat çektikleri bir kaidelerinin olduğu, bunun üzerinde bir mezar odasının yer aldığı ve mezar odasının yukarıya doğru Semerdam şeklinde kapakları ile üç bölümden oluştukları görülmektedir. İdil, Benndorf ve Niemann’ın Lykia lahitlerini dört öğeden oluşturduklarından bahsetmektedir. Bu öğeler basamaklı yapı, Hyposorion, kaide işlevi gören düz masif levha ve lahitten (tekne ve kapak) oluştuğunu söyler. Kimi zaman basamaklı yapı ve kaide işlevi gören düz masif levhanın bulunmadıkları, bazı zamanlarda da bu iki öğenin birleşerek basit bir kaide olarak bulunduklarına dikat çekmektedir. ve Kaideler yaygın olarak mezar sahibinin kölelerinin ya da tebaasının gömüldüğü Hyposorion olarak kullanıldığı görülmektedir. Lykia’da birçok yerleşimde görülen Lykia lahitler üzerinden yapılan araştırmalarda bu tip mezarların Roma dönemine kadar ulaşamadığı yoğunlukla Yunan Klasik dönemine tarihlenebildikleri öngörülmektedir.” Kaynak: http://www.arkeoloji.biz/2012/01/lykia-bolgesi-mezarlar-yaplar-ve-olu.html
Apollonia kentinin M.Ö. beş yüzlü yıllara tarihlendiği ileri sürülüyor.Bazı araştırmacılara göre de kesin bir tarih verilemiyor. Oysa Perslerin bölgeyi işgali bu tarihlere rastlıyor. İki yüz yıl kadar Pers (Valiler) satraplar idaresinde kalan bölge İskender’in Batı Anadolu seferiyle Helen etkisine giriyor. Likya bölgesinde sözü edilen Likya Birliği idaresi aslında şehirlerin barındırdığı nüfusla ve ticaret ve askeri kapasitesiyle alakalı olmalı. Nitekim Perslerin işgalinden sonra vergi aldıkları şehirler arasında hangilerinin bulunduğuna dair bir bilgi yok. Bilinen Ksantos’un tüm Likya bölgesi adına vergi toplayarak satraplara yıllık ödeme yaptığı doğrultusunda. Bu nedenle LikyaBirliği’nin siyasi merkezi haline gelen Ksantos Atina Sparta ve Persler arasında diplomatik ilişkileri de yürütme mecburiyetindeydi.
Lahitler arasında yürürken bazı lahitler üzerinde kabartmalar olduğunu fark ediyorum. Güneş sembolünün ( Apollon) yer aldığı lahit dikkat çekiyor. Bir komutan ya da önemli bir bey mezarı olmalı. Şehir ambleminin mezara işlenmesi belki de onun kuruculardan olduğunu gösteriyor. Nekropol olarak ayrılmış bir bölüm yok. Likya geleneği ölülerle canlılar aynı mekanı paylaşıyorlar. Diğer kültürlerdeki ayırım henüz yok. Helen ve Roma şehir planlamasında nekropoller şehirden uzağa yapılıyor.
Lahitlerin arasından patikayı takip ederek tepeye tırmanıyoruz. Şehir duvarlarının büyük bir bölümü yıkılmış. Sarp kayalıklara bakan Batı duvarları sağlam durumda. Küçük bir tiyatronun, pazar yerinin ve Bizans kilisesinin kalıntıları göze çarpıyor. Kilisenin aslında Apollon tapınağından dönüştürüldüğü de belli oluyor. Bu da M.S. üç yüz yıllarından sonra olmuş olmalı. Kalenin duvarlarından Batıya doğru bakıldığında Akdeniz’in kendine özgü rengiyle Sıçak yarımadasının nefis görüntüsüyle karşılaşıyorsunuz. Şehir savunma amaçlı olarak denizden gelecek olan düşmanlara karşı korunaklı olarak inşa edilmiş.
Tepeden inişimiz çok kolay olmuyor. Kireç taşları bıçak kadar keskin. Ayakkabıları yumuşak tabanlı olanların yüzlerinden çektikleri ıstırap belli oluyor. Aperlai liman şehrine yürümek üzere kırmızı beyaz işaretlenmiş Likya Yolu patikasına giriyoruz. İrili ufaklı kireç taşlarıyla dolu patikada yürümek hiç te kolay değil. En ufak bir dikkatsizlikte kayıp düşmek işten bile değil. Nitekim düşenler de oluyor.
Bu parkurun yürüyüşçüyü zorlayan yanı yürünen mesafe, iniş çıkışlar değil aslında sürekli dikkat ederek önünüze arkanıza bakarak tam dikkat yürümeniz sizi yoruyor. Yürürken etrafı yeterince seyredemiyorsunuz. Gözleriniz yere dikilmiş ve pür dikkat sürekli meşgul. Aperlai küçük bir liman şehri. Korsanların gemilerini saklamaları için biçilmiş kaftan. Girintili çıkışlı kıyı şeridinin labirente benzeyen yapısı bu limanı neredeyse görünmez kılmış. Yapılar da limana bakan bir tepenin ardına gizlenmiş.
Günümüzde yalnızca denizden ulaşılan bu limanda iki pansiyon işletmesi var. Purple House ve Aperlai Pansiyon. Likya yolu Purple House’un arazisi içinden geçiyor. Likya yolunu yürüyenlerin gecelemekten hoşlandığı bir yer. Her şey doğal. Burada bir gece kalmak her halde çok hoş olurdu.
Diğer pansiyon sahibinin “Hermit” yani inzivaya çekilmiş bir keşiş olduğu söyleniyor. Doğru mu bilinmez ama bir turist rehberine adam akıllı çıkıştığı biliniyor. O pansiyon tam limanın ağzında eski bir taş ev. Tam inziva yeri esasında.
Purple House’un bahçesinde her metrekare özenle düzenlenmiş. Doğal malzeme kullanılarak kompozisyonlar oluşturulmuş. Tavuklar için ağaç kütüklerinin içine folluk yapılmış. İyice rahatlayan yürüyüş grubumuz Simena’ya kadar daha altı kilometrelik yolumuz olduğunu unutmuşa benziyor gelsin kahveler çaylar derken sanki kır kahvesindeymişçesine rahatlayan gruba yaklaşan akşam karanlığı hatırlatılınca soğuk duş etkisi yapıyor. Derhal yola çıkılıp hızlı bir tempoyla geri kalan yol neredeyse koşa adım yürünmeye başlanıyor. Karanlıkta bu yolda yürümek inanılmaz riskler taşıyor. Kafa feneri bile olsa yerdeki küçük taşların hepsini görmek imkansız. Gece yürüyüşüne alışık olmayanlar için çok riskli. Bir gayret herkes kendini zorlayarak koşturuyor.
Hava kararırken Simena’ya giriyoruz da derin bir nefes alıyoruz. Bu parkuru yürümeye sabah en geç onda başlayacaksınız ki tadını çıkarabilesiniz. Yedi saatlik bu parkuru sekiz hatta dokuz saatte yürürseniz yolda fotoğraf çekmek, bitki türlerini incelemek ve manzaranın tadını çıkarmak hatta yüzmek için vaktiniz olsun.
Benden size tavsiye koşturmayın. Yavaş yavaş tadını çıkararak yürüyün. Hatta Purple House da da bir gece kalın.