Astrofotoğrafçılık[1] yani yıldız fotoğrafçılığı ilgimi çeken bir alan. Manzara fotoğraflarını tercih etmemin sebebi neyse astrofotoğrafçılığından hoşlanmam da aynı nedene dayanıyor. İnsanların olmadığı ya da yerleşim yerlerinin çok uzağında olduğu sakin kompozisyonlar.
Yıllar içinde çektiğim fotoğraflarda insan unsuru giderek azaldı. Oysa fotoğrafa ilk başladığım yıllarda portre fotoğraflar ön plandaydı. İnsan portresi o kişi ne kadar saklasa da yine de insan olmanın zaaflarını ve kötücül yanlarını gizleyemiyor. Kamera o karanlık alanları görüyor ve derinliğine iniyor.
Zaman içinde kalabalıklardan, popülizmden giderek uzaklaştım. Demos yani halk ya da millet olarak tanımlanan insanların hiç te birbirlerine benzemediklerini, ortak noktalarının da ortak çıkarları olduğunu görmek her ne kadar mantıklı gelse de kabullenmesi çok zor yaptırımlar taşıdığını da gördüm.
Antik Yunan “polis” kavramının getirdiği avantajlar çoğu kez ayrıcalıklı siyasi kişiler için geçerli olan bir çıkar düzenini de içinde taşıyor. Eğitimsiz halk (demos) aslında çok tehlikeli bir siyasi eğilimi de beraberinde getiriyor. Her an patlamaya hazır bombaların oluşturduğu bir kompozisyon. Şiddet eğilimli, egosu tavan yapan vatandaşlar yetiştiren bir siyasi düzen gibi düşünmek gerek.
İnsanların konu edilmediği kompozisyonları her geçen yıl daha çok tercih ettiğimi görüyorum; eğer bir etiket yapıştırmak gerekirse manzara, doğa konuları fotoğraf eğilimimi yansıtıyor diyebilirim. Bu fotoğraf dergisi beyanatından sonra esas konumuza girebiliriz.
Bir fotoğrafçı grubuyla Uludağ Buzul Gölleri’nde Astro-kamp yapmaya gidiyoruz. Kampın ana amacı gece gökyüzü fotoğraf çekimlerini kapsıyor. Özellikle de samanyolu (milky way) ve yıldız izleri (star trails).
Grup başkanı gönderdiği onlarca bilgi notunda gökyüzü olaylarını, yeni ayın ilk günleri olduğunu vurguluyor. Hiç şüphesiz ay ışığı olmayınca gökyüzü daha kolay fotoğraflanıyor. Tarih belirleniyor lojistikle ilgili yazışmalar için “whatsup” grubu kuruluyor.
Samanyolu çekimi çok iyi hazırlık yapmayı da gerektiriyor. Ama daha da önemlisi fotoğrafının çekileceği samanyolunun ne olduğunu iyice anlamak gerek. Gökyüzünde mevsimlere göre farklı saatlerde ortaya çıkan özellikle güneydoğu güneybatı yönünde uzanan trilyonlarca yıldız kümelerinin oluşturduğu samanyolunu fotoğraflamak için şehir ışıklarından uzağa karanlık bölgelere gitmek gerekiyor. Yıllar önce Kaçkarlar, Aladağlar, Elmalı Kızlar Sivrisi, Salda Kayak Merkezi, Saklıkent rasathane, vb. gibi ışık kirliliğinin olmadığı yerlerde denemeler yapmıştım. Çoğunlukla da iyi neticeler aldığımı söyleyebilirim.
Samanyolu fotoğrafçılığının belirli incelikleri var. Ama önce kavram üzerinde durmalıyız. Neden samanyolu? Neden batı dillerinin çoğunda süte atıfla (Latin kökenli olanların) “Milkyway” acaba?
Fars ve Arap kültürü etkisinde olan Türkçeye Farsçadan ithal edilen bir kavram samanyolu.[2] “saman” mânasına gelen “kâh keh” ile “çekenler” demek olan “keşân” kelimeleriyle türetilmiş. Anlam itibariyle “saman çekenler, saman taşıyanlar” ın bıraktığı izler gibi düşünmek daha doğru. Burada ortak nokta “yol”, “iz” tamlaması. Saman izi, süt izi veya kar izi gibi de düşünülebilir. Farklı kültürlerin bakış açısıyla ve mitolojik kimliğiyle alakalı deyişler denebilir.
Astronomik açıklamalarda güneş sisteminin de içinde bulunduğu, dünyadan çok uzakta ve merkezden dışa doğru sayıca azalan, disk şeklinde, bulutsuz gecelerde açıkça görülebilen yıldızlar kümesi ifade edilmiştir. Kelime gökyüzündeki saman izleri anlamıyla dilimize “samanyolu” olarak girmiş ve galaksiyi tanımlamak için kullanılmıştır.
Galaksi adının kökeni ise eski Yunancada bizim galaksimizi belirtmek üzere kullanılan “sütlü, süt gibi, sütsü” anlamlarına gelen galaxias sözcüğü ya da “süt dairesi” anlamındaki “kyklos”,”galaktikos” terimidir. Bu terim ve dolayısıyla Batı Greko Latin kültüründe samanyolu için kullanılan “Süt Yolu” (Milky Way) terimi Yunan mitolojisindeki bir mitosdan kaynaklanır:
Baş tanrı çapkın Zeus ölümlü bir kadından yaptığı oğlu bebek Herakles’i uykuya dalmış olan karısı Hera’nın göğsüne koyar. Bebek Herakles, Hera’nın memelerinden akan sütü içecek ve böylece ölümsüz olacaktır. Fakat Hera, gece uyanıp tanımadığı bir bebeği emzirdiğini fark edince onu fırlatıp atar ve boşalan memesinden çıkan süt de gece gökyüzüne fışkırıp akar.[3] Mitosa göre gökte milyarlarca yıldızdan oluşan pırıldar halde gördüğümüz “Süt Yolu” (Türkçe’de Samanyolu) denilen kuşak, böyle oluşmuştur.
Kuzey Cermen ve İskandinav Viking kökenli dillerde ise “Vintergatan” (Kış Yolu) kış yani kar temalı yaklaşımlar var. Kuzey mitolojileri ise tanrılar ve tanrıçalar üzerine değil de daha çok doğa ve doğal olaylara endeksli olarak adlandırılıyor. Finlilerin ünlü destanı Kalavala, İsveçlilerin Edda destanı kış aylarında net olarak görülen samanyolunu bir yerden bir yere giden yolcular tüccarlar ve askerler kış aylarında karanlıkların arttığı kuzey yarımkürede yollarını bulmak için kılavuz olarak kullanırlarmış. Fin mitolojisinde samanyolu büyük bir kuşun yumurtası “lintukoto” yani kuşların evinden çıkan bebek kuşların güneye göç ederken oluşturdukları yola “Linunurata” verilen ad olarak tarif ediliyor. Göçmen kuşların hareketlerini samanyoluna bağlayan Fin mitolojisi onu bir rehber olarak görmüştür. Aynı gökyüzündeki rehber mantığı İspanyadaki keşişlerin hac yolculuklarında (Castello de Santiago) yol gösterici olarak adlandırılmıştır. Santiago de Compostella adı verilen samanyolu yıldız tarlası anlamına gelmektedir. Bunların ötesinde samanyolunu “gümüş nehir” olarak adlandıran kültürler de vardır. Inka ve Peru kültlerinde nehrin gökyüzündeki devamı olarak adlandırılan “vilkamota” ölülerin yolu olarak da biliniyordu.
Samanyolu bilgilerimizi bir nebze tazeledikten sonra kamp programımızı anlatmaya başlayabiliriz:
Uludağ buzul göllerinde kamp yaparak yıldız fotoğrafları çekmeyi amaçlıyoruz. Grup rehberimizin ayın en karanlık gecesini ve Kilimli, Karagöl, Buzlu Göl gibi mekanları seçmesinin ana nedeni de bu. Göller bölgesine araçla ulaşmak mümkün. Yıllar önce bir doğa yürüyüş grubuyla oteller bölgesine kadar minibüsle geldikten sonra maden yolu üzerinden Saklıgöl’e 7 kilometre süren 600 metrelik bir irtifa çıkışı ile vardıktan sonra oradan da köylere Alaçam’a yürümüştük. Sert eğimli yaklaşık 10 kmlik bir inişle köy kahvesine vardığımızı hatırlıyorum. Yolda birkaç kez kramp ağrılarıyla boğuşmak beni pişman etmişti. Bu doğa yürüyüş grubu sportif performans grubu olması itibariyle pek hoşuma gitmemişti. Birbiriyle kilometre ve irtifa yarıştıran geç (40-50 yaş) ergenlerden oluşan bu gruplarla hoş vakit geçirmek pek de kolay değil. Buzul göllerinin fotoğrafını çekmek için ödenen bir bedel olarak düşünmek lazım.
Göller bölgesine çıkan iki yol daha var. O yolları hiç bilmiyorum. Biri Orhaneli diğeri de Alaçam köyü üzerinden. Yolların durumu hakkında da çelişkili bilgiler var. Grubun bir bölümü minibüsle gidiyor diğerleri özel SUV araçlarıyla. Birkaç yıl önce göller bölgesine sedan araçlar bile çıkabiliyorken bu yıl yağışlar yolları ciddi anlamda etkilemiş. Alaçamlar köy meydanında köylüler minibüsün yukarı göller bölgesine çıkmasının mümkün olmadığını SUV lerin de zorlanacaklarını söylüyorlar. Son yağmurlar çok şiddetli gelmiş. Bunun üzerine grup rehberi B planı yapıyor ve samanyolu çekimlerini Midas Anıtı Yazılıkaya köyünde yapmaya karar veriyor.
Bu arada ben navigasyon sistemiyle boğuşuyorum. Otoyollarda şaşırıyor GPS sistemi. Saçmalayıp duruyor. Sanırım Türkiye karayolları ağını yeterince güncellemiyorlar. Bilgi eksikliği bize çok zaman ve pahalı yakıt kaybettiriyor. İnegöl tarafına doğru gitmem gerekirken Susurluk yönünde ilerlediğimi fark ettiğimde GPS e her zaman güvenilmeyeceğini anladım. Yeniden yönlendirme ile Frig vadisine kurdum cihazı.
Midas anıtına birkaç kez gitmiştim. Kurak, tozlu ve kireçli topraklardan geçip gidiliyor. Yeşil Bursa topraklarından kurak Eskişehir (Porsuk) topraklarına geçiş yapıyoruz. Havada kesif bir toz bulutu var. Çevrede bulunan taş ve maden ocaklarından kalkan zehirli toz bulutları tüm canlıların üzerine yağıyor. Ağaçların yaprakları toz içinde. Burada yaşayanlar için teşhis belli. Erken yaşta kesin akciğer kanseri. İstatistiklere bakmama bile gerek yok. Her şey çok açık görünüyor. Devlet vatandaşının sağlığını değil de taş ocağı sahibinin çıkarını koruyor. Vahşi endüstrileşme diye buna deniyor her halde. Geçmişinden hiçbir şey öğrenmeyen, hata yapmaya devam eden devlet kadrolarının marifetlerini somut olarak görüyoruz. Devletin oluşmasında tüm vatandaşların katkısı var. Sokaktaki vatandaş devlete nasıl bakıyor? Kendisine nasıl bakıyor; işte tüm sihir burada. Sivil vatandaşla resmi vatandaş sürekli bir çelişkiyi yaşıyor. Resmi görevliler yasaklar uygularken çözümü düşünmüyor. Çözüm getirmenin devletin görevi olduğunu yok sayıp kaos üretmeye devam ediyor. Son yıllarda giderek çözülen sosyal (dinsel) bağlar çıkar temalı yeni biçimler almaya başlıyor. Kontrolsüz kitleler yaratılıyor. Eğitim seviyesi düşük vatandaşlar liyakat yerine sadakat arayan siyasilerin arpalıklarına (devlet kadrolarına) yerleştiriliyor. Şişkin maaşlarla sadakat bağları sağlamlaştırılıyor.
Frig vadisine Eskişehir üzerinden ulaşıyorum. Yazılıkaya köyünde turistler için ayrılmış olan otoparka aracımı park ediyorum. Grubun geri kalanı vadi yolundan köylere uğrayarak geliyorlarmış. Aslanlı mabet, Emre Gölü, Gümbet,vb. gibi Frig eserlerini gezerek geliyorlar. Kamp alanından Kybele anıtına bakıyorum. Fotopills programını açıp samanyolunun yönünü saptamaya çalışıyorum. En azından bir çekim planı yapacak zamanım var. Hem de “on the spot”; olayın geçtiği mekanda. Midas ya da Kybele Anıtı doğu yönüne bakıyor. MÖ. 8. Yy. da ve çok öncesinde rahipler güneşin ve ayın hareketlerine göre kurguluyorlardı dinsel törenlerini. Anıtın doğuya yani güneşin doğduğu yöne bakması da tesadüf değil. Aslında tüm güneş temelli inançlarda tapınakların girişleri hep doğuya bakar. Hangi yöne dönülerek ibadet edileceği konusu inanç sistemine göre değişebilir. Ama Kybele tapınakları ve ondan sonra gelen tüm inançların tapınaklarının yüzü doğuya bakar. Dünya üzerinde güneşten daha önemli bir şey yoktur. Kim ne derse desin gün doğarken güneşin ilk ışıklarının vurduğu Kybele anıtı muhteşem bir kızıllığa dönüşür. O anda yani güneş doğarken anıtın fotoğrafını çekerken heyecanlanmamak mümkün değil.
Güneş sisteminin üçüncü gezegeni olan dünyadan tüm galaksiyi olmasa bile galakside bulunduğumuz yerden yani 4 yüz milyar yıldızdan biri olan güneş sisteminden diğer yıldızların fotoğrafını çekiyoruz. Güney doğu güney batı yönünde uzanıp giden yıldız sarmalı ışıktan bir kuşak gibi görünüyor. Hera’nın sütü 400 milyar yıldız oluşturmuş önermesi bile gülünç esasında. İnanç sahiplerinin saptığı bu kısa yola Yunanlı filozoflar sapmamışlar. Bu ışık kuşağının yıldızlardan oluştuğunu ise daha sonraları Galileo teleskopla gözlem yaparak saptamış.
İşte bu da varoluşun sorularından biri. Galakside bizim gibi canlılar var mı acaba? Akıllara sığmayan mesafeler, ölçü birimleri astronominin dilini oluşturuyor. Şu kadar ışık yılı uzakta dendiğinde o mesafeyi algılamak hiç kolay değil. İnsanlar uzay seyahatlerini ışığa dönüşerek mi yapacaklar? Tabii ki bu soruların cevabını bilmiyoruz. NASA da bilmiyor. Samanyolunun fotoğrafını çekerken ışık kuşağının görünmediği açılardan farklı yıldızlar görünüyor. Samanyolu galaksisinin ötesinde başka galaksiler de var. Kaç galaksi daha var onu da bilmiyoruz. Aslında gökyüzü ve uzay hakkında çok az şey biliyoruz. Ama bildiğimiz şeyler de var.
Dünyanın kaynakları hızla tüketiliyor. İklim krizi felaketler zinciri art arda ortaya çıkmaya başladı. Yakılan ormanlar, kuruyan göller ve nehirler, zehirlenen topraklar, plastik istilası ve sera gazları derken önümüzdeki elli yıl içinde dünya yaşanamayacak bir yer haline gelecek. Çünkü çoğunluk ve sermaye düzeninin iktidarları iklim krizinin tehlikeli gidişatını görmüyor. Türkiye siyasi sistemi tüm bu sorunları yok sayıyor. Yok olan doğal alanlar, zehirlenen topraklar umurlarında değil. Bu siyasetçileri destekleyen seçmenler ise hiçbir şeyin farkında değiller. Samanyolu fotoğrafları çekmeye çalışan bir avuç insana “bunlar kafayı üşütmüş” penceresinden bakan halkın en büyük surunu aslında geçim derdi. Giderek artan enflasyondan çıkar sağlayan azınlık bir kesim var. Ama o kesim biz samanyolu fotoğrafı çekerken bizi seyredenlerden oluşmuyor. Dünyanın kaynakları tükendiğinde insanlar ne yapacak? Uzay kolonileri kurmak mümkün olacak mı? Bilmiyoruz.
Gece fotoğraf çekimini saat 02:00 civarında sonlandırıp çadırlarımıza çekiliyoruz. Sabah gündoğumu 05:58 çekimi için kalkmak üzere uyumaya çalışıyorum. Park yerinde yemeğimizi paylaştığımız köpek dostlarımız çadırların arasında koruma pozisyonlarını alıyorlar. Güvende olduğumu bilmek içime huzur dolduruyor. Sabah erkenden kalkmak üzere uyku denizine kendimi bırakıyorum.
[1] Antik Yunanca astēr veya ástron ἀστήρ/άστρον kökünden türemiştir.
[2] GALAKSİMİZ SAMANYOLU (istanbul.edu.tr)
[3] Samanyolu’nun Mitolojik Hikayesi | Yunan Mitolojisi | Okur Yazarım (okuryazarim.com)