İstanbul’un yeşil alanlarının hızla yok edilip betona dönüştürülmesiyle elde edilen rantın, bir söylentiye göre “Orta Doğulu Yabancılar”ın finans sektöründeki “korumalı” operasyonlarıyla siyasi erke tahvil edildiği bazı çevrelerce sosyal medyada yazılıp çiziliyor. Bu tür haberlere kuşkuyla yaklaşmak doğrudur. Komplo teorilerinin havada ıslıklar çaldığı dönemlerden geçiyoruz. Yine de görsel olarak İstanbul’un genelinde “Dubai Tarzı”nda çok katlı yapılaşmanın son yirmi yılda varlığı da yadsınamaz. Kentte betona delik açıp dübel takma amacıyla kullanılan “Hilfi” lerin kulakları sağır edici sesiyle hafriyat ve beton kamyonlarının yarattığı trafik yoğunluğu ve titreşim birbirine karışırken bu satırları yazmak zor.
Kentler, uygarlıklarda doğmuş, uygarlıkları doğurmuş ve kendinden sonra gelen uygarlıklara da örnek olma misyonunu taşırlar. Kentlerin tarihi coğrafyasının insanlığın, uygarlığın tarihi olduğunu ve uygarlığın, tüm izlerinin kent yerleşimlerinde varlığını koruduğunu söylersek konuyu çok abartmış olmayız. Byzantion yani Greko-Latin söyleyişiyle Bizans’ın kuruluş tarihi örneğin Wikipedia’da MÖ.667 olarak veriliyor[1]. Oysa kent tarihinin MÖ. 6 binlere kadar uzandığına ilişkin arkeolojik belgeler var.[2] Kaç devlet, kaç uygarlık, kaç krallık, kaç jenerasyon sayması çok zor. Belli bir kesim İstanbul’un tarihinin M.S. 1453 yılındaki fetih ile başladığını düşünüyor. Belli bir kesim de İstanbul’un tarihini 1923 ile başlatıyor. Yani cumhuriyet ile.
Bu yazıda İstanbul’un tarihini tartışacak değiliz. Burada esas konumuz İstanbul’un yok olana doğal alanları, endemik türleri, kısacası flora ve faunası. Herkes neden nüfusun yüzde 40’ının İstanbul’a toplandığını merak ediyor. Oysa nedenler apaçık ortada. Kültürel bir yapıyla karşı karşıyayız. Denetimsiz kaçak yapılaşmanın yıllar boyunca siyasi olarak oy devşirme amacıyla kötüye kullanımı bu sonuçları doğuruyor. “Antin kuntin” işler ve bu işleri çevirenler yani rantçılar hiçbir ekonomik sınır tanımıyor. Devlet otoritesinin zayıf noktalarını keşfeden mafya hazine arazilerine “gecekondu” adı verilen derme çatma evler yapmak isteyenlere arazi satışına başladı.
Bu hukuksuz satışların rantı arka kapıdan siyaset adamlarının ceplerine aktı. Siyaset kurumu mafyanın etkisinde bir çok seçime girdi, sayısız emlak afları çıkartıldı. Gecekondu sahipleri hızla apartman sahibi olup zenginleştiler. Çürüme tüm siyaset kurumunu ve devleti sardı denebilir. Bugün gelinen noktada gökdelenler dönemi başladı. Doğal alanlar birbiri ardından yok olmaya başladığı dönemde orta sınıfın pek rağbet gösterdiği “Polonezköy’de hafta sonu”, “Poloneköy’de kahvaltı” kampanyaları başladı. Seksenli yıllara gelindiğinde Polonezköy doğaseverlerin cenneti olarak medya tarafından servis edilmeye başlandı.
Polonezköy adı üzerinde Polonyalıların yaşadığı köy anlamındadır. Tarihsel gelişimine bakıldığında köyün kuruluşu Polonyalı vatanseverlerin işgal altındaki ülkelerinin kurtuluşuna kadar Osmanlı topraklarında yeni bir yaşam kurmasıyla alakalıdır. Polonya’nın 1795 yılında bağımsızlığını kaybetmesi ile Osmanlı Devleti ile Polonya arasındaki ilişkiler nezdinde Polonyalı göçmenlere bugünkü topraklarda yerleşim izni verilmiştir.[3] Polonyalı lider Prens Adam Czartoryski tarafından 1842 yılında kurulan köy, Karadeniz sahiline 20, İstanbul Boğazı’na ise 15 km uzaklıkta. Köyün bulunduğu arazi, 1830’lu yıllarda Saint Benoit Fransız Lisesi’ni yönetmekte olan Lazarist rahipler tarafından çiftlik olarak kiralanmıştı.
Polonezköy yerleşime açıldığında ilk olarak 12 kişi yaşıyormuş. Sonraki dönemlerde köyün nüfusu 220’ye kadar yükselmiş. Köye daha sonradan 1853 Kırım Savaşı’na katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılar da gelmiş. İlk Polonezköy sakinleri çiftçilik, hayvancılık ve ormancılıkla geçimini sağlıyormuş. 1938 yılından itibaren köyde yaşayan halk Türk Vatandaşı olarak kabul edilmişler. Değerli araştırmacı Hacer Topraktaş Üstüner’in 2021 yılında yayınlanan kitabında kapsamlı bir tarihçe meraklı okuyucu tarafından okunabilir.[4]
Benim ilk Polonezköy ziyaretim 80’li yılların ortalarında bir hafta sonu kahvaltısı programı çerçevesinde gerçekleşmişti. Birkaç aile gittiğimiz köyde ormanda uzun bir yürüyüş yapmış, köyde üretilen yumurta, salam, sucuk, domates, biber, salatalık ve kara buğday ekmeğiyle enfes bir kahvaltı etmiştik. Yoğun çalıştığım yıllardı: Kentin dertli ve stres dolu atmosferinden kurtulmak çok iyi gelmişti. Birkaç ay sonra ılık bahar günlerinde tekrar gittiğimizde trafik kilitleniyordu. Polonezköy ahalisi sanırım o dönemde turizm rüzgârıyla tanıştı. Sonrasında birbiri ardından tesisler açılmaya başladı. Pansiyonlar, oteller, restoranlar, kişisel gelişim merkezleri vb. Ormanlık arazide ağaç kesilerek açılan arsalar yüksek fiyatlardan alıcı buldu. Bulmaya da devam ediyor. Bir zamanlar Lazaristlerin çiftlik olarak kiraladıkları araziler artık turizm rant değeri yüksek kupon arazilere dönüştü. Bu tapu operasyonları aslında ayrı bir araştırma konusu. Özellikle Riva Deresi iki yakası boyunca uzanan araziler kapanın elinde kaldı denebilir. Polonezköy topraklarının bir bölümü (3 bin hektar) 1994 yılında Tabiat Parkı statüsüne kavuştu. Bu da ormanların korunacağı anlamına geliyor. Bölgede sülün ve geyik yetiştirme çiftlikleri de bulunuyor.
Riva deresi boyunca yürümeye çalışıyorum. Kuş fotoğrafçılarının çekim alanları buralar. Dere boyunca özel arazilerin uzanıp gitmesi “kendin pişir ve gözleme” tesisleri kuşların gelmesini engelliyor olmalı. Derenin doğduğu topraklara doğru bir yürüyüş yapmak imkansız. Sanırım özel bir şişme botla yapılabilecek bir seyahat ilginç fotoğrafların ortaya çıkmasına neden olabilir. Riva deresinin suyu her gördüğümde daha da siyahlaşıyor. Bu rengin nereden kaynaklandığı mutlaka biliniyordur. Köylerin ve tesislerin kanalizasyonları ve bazı işletmelerin atık sularının kontrolsüz bir şekilde deşarj edildiği Riva deresinin geleceği karanlık.
Derenin kenarında bulunan Bozhane Köyü Muhtarı Evren Önal ve köy sakinleri derenin neden kirli olduğunu bulmak için sudan numune aldırarak inceletmiş. 31 Mayıs 2021’ de alınan numunelerin inceleme sonuçlarına göre dere şu an ‘kirlenmiş su’ statüsündeymiş.[5] Sanayi atıkları ağırlıklı bir kirlenme daha. Beykoz Belediyesi, Çevre Bakanlığı artık kim yetkili ise bu sorunu çözmekle yükümlü ama nedense bu temizlenme işi bir türlü hiçbir yerde gerçekleşmiyor. Sanayinin akarsuları, gölleri, denizleri ve çevreyi kirletmesine engel olamıyorlar. Belki de baskı o kadar şiddetli ki engel olmak istemiyorlar. Örnek olarak Uşak kanyonunun içinden akan derenin bir türlü temizlenemediği hikayesi anlatılmıştı. “Vali yiyen Dere” adını takmış yerli halk. Dört vali halkın isteği doğrultusunda dereyi kirleten deri fabrikalarına yaptırım getirmek istemiş ama Ankara kartını oynayan sanayiciler valiyi değiştirmeyi başarmışlar. Böylesine bir yapıdan söz ediyoruz.
Doğayı yok edenleri koruyan bir siyasi yapı var oldukça bu ülkede doğal alanları kaybetmeye devam edeceğiz. Aynı siyasi yapı ülkeyi hızla beton yapılarla kaplamaya devam ediyor. Halkın tercihini değiştirmesi için acaba daha ne kadar doğal alan yok olmak zorunda?
Polonezköy’ün giderek megakent İstanbul’un tüm kaprislerini göğüsleyen bir hafta sonu mekanı olma yönünde hızla ilerlediğini görüyorum. İstanbul’un orta sınıfı batılı ülkelerin aksine şark usulü cümbür cemaat piknik yapmayı kilolarca et yiyip yan gelip yatmayı tercih ediyor. Nargile içenler bile var. VİP minibüslerle piknik alanlarına gelen çarşaflı, sarıklı çember sakallı çok çocuklu aileler var. Arapça konuşanlar büyük otobüslerle geliyorlar. Geniş piknik alanlarındaki masaları kapış kapış paylaşıp mangal yapıyorlar. Bu yiyen içen kalabalık Polonezköy’ün yaşam tarzını da değiştiriyor. İşletmeciler gelen ahalinin meşrebine göre bağımsız localar oluşturuyorlar. Çok yakında perdelerle haremlik selamlık ayırımları görmek de ihtimal dahilinde. Çok ciddi bir paradigma değişimi var. Bir çok yerde kahvaltı açık büfe kişi başı 160-280 TL. arasında değişiyor. Üç çocuklu bir aile kahvaltı için 1,400 TL ödeyecek. Sonra öğle yemeğinde mangal yapacak. Kilo ile et alacak. Aracıyla gelenler benzin parası olarak en az 600 TL ödeyecek. Toplam Polonezköy seyahat maliyeti 3500 TL. Bir emeklinin aylık maaşı kadar. Bu masrafı yapacak olan aile acaba ayda kaç para kazanıyor? Bunu söylemek zor. Hayat pahalılığının giderek gerdiği toplumun girdiği döngünün galipleri de var mağlupları da. Sanırım mağluplar deniz kıyısında simit ve çayla kahvaltı edecekler.
İstanbul’un nefes alma alanları arasında yer alan Polonezköy giderek kabuk değiştiriyor. Şimdiden lüks sitelerin ilanları medyada boy gösteriyor. Fiyatlar 6 milyon TL. den başlıyor. İnşaat sektörü durmaksızın çalışıyor. İstanbul’da artık arsa kalmadığı için İstanbul dışına taşan ve hızla ilerleyen konut inşaatları dikkat çekiyor. Riva, Poloneköy, Ağva, Şile, Ömerli ve civar köylerde muzzam bir hareketlilik göze çarpıyor.
Biz sırtçantalılar hafta sonları nefes almak için minibüslerle uzaklara daha uzaklara kaçmak zorunda kalıyoruz. Eskiden bir saatte ulaştığımız doğal alanlara şimdi iki saatte hatta üç saatte ulaşıyoruz. Yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri ve içecekleri tüketiyoruz. Ambalaj atıklarımızı, çöplerimizi doğada bırakmıyor bizden önce gelenlerin çöplerini de toplayıp çöp konteynerlerine atıyoruz. En az beş saat yolda geçiyor. Her geçen gün katılımcı sayısının azaldığı doğa gruplarının yolda geçirdikleri zaman büyük bir kayıp. Bir çok insan bu kaybı yaşamak istemediği için alternatif programlar yapıyor.
Polonezköy bir doğa yürüyüşçüsünün tercih edeceği bir rota değil esasında. Tabiat parkı içerisindeki yürüyüş yolu hem çok kısa hem de çok kalabalık. Bir çok kez yürüdüğüm o parkuru bir daha yürümek yerine alternatif bir parkuru tercih ederim. Ne yazık ki her yer o kadar piknikçiler tarafından istila edilmiş ki nefes almak mümkün değil. Yetkililer de ormanda yeni parkur açmak yerine yeme içme mekanlarına ağırlık veriyorlar.
[1] Bizantion – Vikipedi (wikipedia.org)
[2] İstanbul’un 8000 Yıllık İzleri! | Yapı (yapi.com.tr)
[3] Tarihi kayıtlara göre resmî olarak 1414’te başlayan Polonya (Lehistan)1 ile Osmanlı Devleti’nin altı asrı aşan münasebetleri XVIII. yüzyıl itibariyle farklı bir boyutta seyretmiştir.2 Osmanlı Devleti 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan mağlup ayrılmış ve imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile büyük öneme sahip Kırım’ı kaybetmiştir. Aynı savaş esnasında 1772 yılında Polonya da komşuları Prusya, Rusya ve Avusturya tarafından birinci taksimi yaşamış, resmî adıyla Polonya-Litvanya Birliği’nin bir kısım toprağı komşuları tarafından paylaşılarak zapt edilmiştir. Kaynak: Polonezköy yerleşime açıldığında ilk olarak 12 kişi yaşıyordu. Sonraki dönemlerde köyün nüfusu 220’ye kadar yükseldi. Köye daha sonradan 1853 Kırım Savaşı’na katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılarla arttı. İlk Polonezköy sakinleri çiftçilik, hayvancılık ve ormancılıkla geçimini sağladı. 1938 yılından itibaren köyde yaşayan halk Türk Vatandaşı olarak kabul edildi. Hacer Topraktaş Üstüner , Polonezköy 180 yıllık mazi, Beykoz Belediyesi Yayınları, 2021
[4] (Hacer Topraktaş Üstüner , Polonezköy 180 yıllık mazi, Beykoz Belediyesi Yayınları, 2021 )
[5] Beykoz Riva Deresi’ndeki kirliliğin nedeni belli oldu (beykozguncel.com)