web analytics

 

Uzun bir süredir Perge Antik Tiyatrosu’nun ziyarete açılmasını bekliyorum. Tiyatro sürekli ziyaretçilere kapalı tutuluyor. Antik kentin içinde koyunlar otluyor, seyyar satıcılar dantel, antik para filan satmaya teşebbüs ediyor ama tiyatro nedense hep kapalı. Kaç sene oldu? Belki de on senedir durum böyle. Nihayet karar verdim. Her ne olursa olsun çitlerin üzerinden atlayıp tiyatroya girecek ve fotoğraf çekeceğim. Öyle de yaptım. Tiyatronun yaslandığı tepeye tırmandım. Tel örgülerden geçip demirle kapatılmış bir pencereden pervaza tırmanarak  antik tiyatroya girdim. Bir yandan da yakalanırsam ne diyeceğimi düşünüyorum. Bir buçuk iki saat boyunca tiyatronun değişik açılardan fotoğrafını çektim. Tam sıra frizlere gelmişti ki sesler duyuldu. Birileri geliyor. Kalbim küt küt atıyor ama fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Açılan bir demir kapının gıcırtılarından sonra içeriye genç bir çift girdi. Kazıda çalışan arkeologlar diye düşündüm. Aralarında konuşarak tiyatroyu gezmeye başladılar. Konuşmalarından arkeolog olmadıklarını anladım. Bir yandan da geldiğim yoldan değil de bunların geldiği kapıdan rahatça çıkıp arabama gidebileceğimi düşündüm. Çekimi sonlandırıp demir kapıdan çıktım. Meğerse tiyatro ziyarete açılmış. Boşu boşuna dağ tepe tırmanmışım. Birkaç yıl önce kullanılan stadionun oradaki giriş kapısından değil daha geniş park alanı olan yeni bir giriş kapısı inşa edilmiş. Her şey değişmiş. Antalya valiliği 2018 yılını Perge yılı ilan etmiş. Tiyatronun restorasyonu için de nihayet bir ödenek ayrılmış. Böylesine önemli bir arkeolojik alanın defineci yerel unsurların tahribatından korunması çok sevindirici. Pamphyllia’nın en önemli arkeoloji yapıları arasında sayılabilecek Perge Antik Tiyatrosu neden önemli? Bunu anlamak için önce Perge’yi ve önemini kavramak gerekli.

Kestros (Aksu)  akarsuyunun ağzında kurulmuş bir antik kent Perge. Antalya’ya yaklaşık yirmi kilometre mesafede.  Bugün bu bölgeye “Aksu” adı veriliyor. Pamphyllia ovasını sulayan bir çok akarsu var. Kestros da onlardan biri.  Kestros Davraz dağından doğup yüz altmış kilometre yol kat ederek Akdeniz’e (Mare Pamphylium)’a  dökülüyor.  Kestros Grek mitolojisinde nehir tanrısının adı. Nehirlere ve dağlara mitolojik isimler verme geleneği tüm Akdeniz sahili boyunca görülüyor. Kestros da bu mitolojik isimlerden biri. Perge antik kentini gezerken agora sütunlu caddenin sonunda yer alan görkemli çeşme üzerinde tanrının  heykeli var.

Perge’nin de diğer antik kentler gibi kalkolitik çağdan MÖ. beş bin yıllarından başlayan bir kronolojisi var. Bugünkü kalıntılara bakarak  Roma dönemi vurgusu yapılabilir ama yapılan kazı çalışmalarında bronz çağından kalma seramiklere ve gereçlere rastlanmış. Bir zamanlar önemli bir liman kenti olan Perge bugün hem Kestros’dan  hem de denizden uzak kalmıştır. Akış yatağı defalarca değişen Kestros getirdiği alüvyonlarla denizi doldurur. Bir çok yerde gördüğüm değişim bu ovada da yaşanmış. Zaman dilimi dikkate alındığında iki bin yılda minimum on kilometrelik bir mesafe söz konusu oluyor. Miletos, Priene, Kaunos, Efes ve daha bir çok yerde gördüğümüz değişim Perge’de de yaşanıyor.

Perge kuruluş tarihi itibariyle MÖ. İki binli yıllardan itibaren şehirleşmeye başlıyor. Kestros’un da bu gelişimde çok büyük bir payı var.[1] Pamhyllia ovası coğrafi olarak dört büyük akarsuyun suladığı vadilerden oluşmaktadır. Bu akarsuların antik çağdaki adları ise Katarraktes (Düden), Kestros (Aksu), Eurymedon (Köprüçay) ve Melas’tır (Manavgat). Bu bereketli topraklarda her tür tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Özellikle de Pamphyllia ovalarında  yetiştirilen atların çok tanınmış olduğunu söylemek gerekir.

Perge adı Hitit belgelerinde de rastlanmıştır. Parha adı resmi çivi tabletlerde zikredilmiştir.  Hitit Kralı Tuthaliya IV (M.Ö. 1265-1215) dönemine ait  bronz bir levhada  Kurunta isimli bir prensin yönettiği Tarhuntašša ülkesinin sınırlarının belirtildiği tablette  “Parha” Perge, “Kaštaraya” Kestros (Aksu) isimleri dikkat çekicidir. Bazı arkeologlar Hitit belgelerindeki bu referansı dikkate almıyormuş. Daha güçlü belgelere ihtiyaç duyduklarını söylüyorlarmış.

Perge’nin bir şehir devleti olarak Pamhyllia bölgesindeki ve adalardan gelen farklı etnik grupları da bünyesinde eriterek karma bir Perge halkı yarattığı, ticarete önem vererek komşu krallıklarla ittifaklar kurarak geliştiğini sanıyoruz. MÖ. Altıncı yüzyılda bölgedeki güç Lidyalılardan tarafa ağır basıyordu. Bu Lidya hakimiyeti döneminde Pergelilerin vergi ödeyerek siyasi bağımsızlığını sürdürdüğü söylenebilir. Lidya kralı Kroisos (M.Ö 561) güçlü bir kraldı. Batı Anadolu şehir devletlerini birer birer vergiye bağladı. Fakat bu hakimiyet uzun sürmedi. Persler MÖ. 547 yılında Lidya krallığını yıktılar. Heredotos’a göre oğlunun etini yiyen Harpagos’un Anadolu kampanyası sonunda tüm batı Anadolu Pers hakimiyetine girdi. Literatürde “Satraplar Dönemi” adı verilen dönem başladı. Satrap Perslerin atadığı valilere verilen isim olarak biliniyor. İskender’in Anadolu kampanyasında üs olarak kullandığı Perge Makedonyalı generale hiç direnmemiştir. Perge bu tarihten sonra hep büyük güçlerin hakimiyeti altında olmuş bağımsızlığını kaybetmiş önce Grek sonra da Roma İmparatorluğu şehri olmuş, siyasi yapısı da öyle şekillenmiştir.

Cumhuriyet döneminde başlayan Perge kazılarında öncelikle Roma dönemi eserleri ortaya çıkmıştır. Uzun bir süredir kazılar devam etmektedir. Her geçen yıl yeni bölümlerin ortaya çıkışıyla Perge tarihin derinliklerinden su yüzüne çıkmaktadır.

Bir antik kenti gezerken hep hayal gücümü zorlarım. Doğal olarak  bir şehrin günlük hayatında insanlar bir dizi eylemlerde bulunurlar. Bunlar ortak çalışma, ticaret, savaş olduğu gibi toplu  ibadet de önemli yer tutmaktadır. Pergelilerin önem verdikleri tanrıça Artemis idi. Bu tanrıçaya Artemis Pergaia adı veriliyordu. Perge’de birçok tanrı ve tanrıçanın tapım görmesine rağmen bunların içinde Artemis’in özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Kökü çok eski devirlere dayanan ve önceleri yerli dilde Wanessa-Preiia (Perge Kraliçesi) olarak geçen Artemis şehrin baş tanrıçasıydı. Şehirde Artemis Pergaia olarak anılan tanrıçanın kültü komşu şehir ve hatta deniz aşırı ülkelere yayılıp tapım görmüştür. Birçok antik yazarın sözünü ettiği büyüklük, güzellik ve inşa bakımından harika olan Artemis tapınağı, şehrin dışında yüksekçe bir tepe üzerinde bulunmaktaydı ki, yeri bugüne değin hala bilinmemektedir.  Anadolu bilindiği gibi tanrıçalar kültü adı verdiğimiz köklü bir inanç sistemine sahipti. Halkın yüzyıllar boyunca sürdürdüğü tanrıça geleneği Perge’de de etkisini sürdürüyordu. Bu inancın tapınımı dönemler içinde siyasi baskılara rağmen devam etti. Perge’de siyasi baskılarla Grek ve diğer tanrıça ve tanrılara da tapınılmıştır. Aphrodite, Apollon, Asklepois, Athena, Kharitler, Dionysos, Dioskurlar, Elpis, Harpaktos, Hekate, Helios, Hephaistos, Herakles,Hermes, İsis, Kestros, Kybele, Nemesis, Nike, Pan, Saraphis, Selene, Themis ve Zeus gibi tanrılar ve kültleri etkili olmuştur.

Antik kenti gezerken kutsal Artemis tapınağını düşünüyorum. Yapılan kazılarda ortaya çıkmamış. Heykelleri var, sikkeler üzerinde görmek mümkün ama tapınak yok. Tapınak kayıp. Aklıma Tutankamon’un mezarının hikayesi geliyor. Kim bilir ne zaman bu Artemis tapınağı birileri tarafından bulunacak?

Tiyatro binası Perge’nin en ilgi çeken yapılarından biri. En azından benim için öyle. Bir antik kentte o kent yaşamıyla ilgili en sağlam belgeleri bulabileceğiniz yer esasında antik tiyatrolar. Her şeyden önce şehrin kültür yaşamının ve kutsallarının belirgin olarak heykellerle frizlerle işaretlendiği mimari şaheserler. Tiyatroları incelerken bir çok detaya ulaşabiliyoruz. Perge antik tiyatrosu kazılarında yaklaşık iki yüz heykel bulunduğu ve bu heykellerin günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesi’nde özel bir salonda sergilendiği bilgisi veriliyor. Tiyatroyu gezerken bu heykellerin de var olduğunu hayal etmek hiç te kolay değil. Hangi heykel hangi köşede idi bunu da bilmenin imkanı yok. Müzede özel salonu gezerken heykellere bakıp kafamın içinde yerleştirmeye çalışıyorum. Hiç te kolay değil. Bu görkemli yapıların en az elli yıl süren yapım sürecinde her yıl yerine konan bir heykel, friz, ilave edilen bir bölüm değişen idareciler ve festivaller. Acaba kayıt tutuluyor muydu? Bir tahmin yürütmek gerekirse mutlaka kayıt tutuluyordu. Tiyatronun programı, satılan bilet sayısı, oynanan oyunlarda rol alan oyuncular ve aldıkları ücret, vb. Bütün bu kayıtların tutulduğuna hiç şüphe yok. Peki ne oldu bu kayıtlara? Hangi güçler tarafından yok edildiler? Heykelleri ve frizleri yok etmek kolay değil ama parşömenleri yakmak çok kolay. Her savaş, istila bir yıkım getirir. Bu felaketlerden biri bile yeter parşömenlerin yok olmasına.

Çok isterdim Perge tiyatrosunda oynanan oyunların programını ve yazarlarını bir parşömen üzerinde görmeyi. Bu da bizi tiyatroların ana işlevlerini araştırmaya itiyor. Tiyatronun en üst basamağındayım. Aspendos tiyatrosuna da benziyor ama daha farklı. Greko-Romen tanımı yapılan tiyatrolardan. En belirgin fark “orkhestra “ tabir edilen alanın şekliyle belirleniyor. Grek tiyatrosunda çember biçiminde olan orkhestra Roma tiyatrosunda yarım çember şekline getiriliyor. Bunun nedenleri var. Belirgin fark esasında tiyatroda oynanan oyunlarla alakalı. Yunan (Grek) tiyatrosunda tragedya ve komedya oyunları oynanıyor ileri sahneleme teknikleri kullanılıyor öte yandan Roma tiyatrosu tümüyle seyircinin isteği doğrultusunda gladyatör oyunları ve vahşi hayvanlarla dövüş gösterilerini kapsıyordu. Sabırsız ve kaba Romalı seyirci tragedyalardan sıkılıyordu.

Antalya Müzesi’nin girişte bulunan bilgi panosunda MS.170-211 tarihleri arasında inşa edildiği notu var. Bu da Roma dönemine işaret ediyor. Oysa bu tiyatro bana göre çok daha önce inşa edilmiş olmalı. Anadolu’daki tüm tiyatrolarda olduğu gibi MÖ. Üçüncü yüzyıldan itibaren tarihlenmesi gerekir. Örneğin tipik bir Yunan tiyatro mimarisine sahip olan Priene antik tiyatrosu MÖ. 250 yıllarına tarihleniyor. Aynı kaynakta belirtildiğine göre Perge tiyatrosu da MS. 70 yıllarına tarihleniyor. Bu tarihleme konusu doğal olarak uzmanların işi. Şehir devletlerinde tiyatro kamu yaşamının çok önemli bir parçası olması itibariyle ilk kamusal binalardan biri olarak öncelik veriliyordu. Batı Anadolu şehir devletlerinin Helenizasyon döneminde tiyatro ile tanışmış olacakları varsayımından hareket edersek MÖ. Yedinci yüzyıla kadar gitmemiz gerekir. Dionysos Bayramları ile başlayan antik çağ tiyatrosunun Atina’dan ithal edildiğini düşünmek saf dillilik olur. Olsa olsa Arion’un Alke’nin veya diğer çağın ünlü şair ve tragedya yazarlarının eserleri Anadolu antik tiyatrolarında oynanmış olabilir. Bu binlerce yıl ayakta kalmayı başarmış olan yapılarda mutlaka dönem dönem ilaveler ve tamiratlar yapılmıştır. Bugün bile amacına uygun olarak kullanılan bu yapılar birer mimari şaheser olarak bu topraklarda yaşayanlara verilmiş hazinelerdir. Orkesthra etrafında gördüğüm frizlerde gördüğüm Dionysos konulu heykel ve kabartmalar bu tiyatronun da diğer antik tiyatrolar gibi Dionysos’u onurlandırma geleneğine bağlı olduğunu göstermektedir. Perge’nin tiranlarının yoksul halkı etkilemek için düzenledikleri şenliklerde Dithyrambos[2] şarkılarını büyük korolara söylettiklerini duyar gibiyim. Bu şimdi en yüksek noktasından baktığım tiyatronun en az on iki bin kişilik olduğunu söylüyorlar. Bazı kaynaklara göre de bu sayı on beş bin. Antik tiyatrolarda  basamaklara oturup hep bu kadar insanı ilgilendiren oyunu düşünürüm. Bu nasıl bir oyundur ki bu kadar insanı gün doğumundan gün batımına kadar meşgul eder?  Oyunun niteliğine göre kullanılan dekor, müzik, ve aktörler de en az sahnenin biçimi kadar önemli. Tiyatronun doğuşu üzerine okuduğum kitaplardan hatırladığım kadarıyla “Tragedya” “Keçilerin Türküsü” anlamına gelmektedir. Klasik Yunanca “Tragos” keçi, “Oidie” türkü anlamlarından kaynaklanmaktadır. İlk tragedya eserlerinde yaklaşık elli kişilik bir koro bulunurdu. Koro elemanları “satir” (yarı insan yarı keçi) kostümleri giyerler ve abartılı falluslar takarlardı. Önceleri şair ve koro varken daha sonra komedya ve satir türleri de geliştirilmiştir. Komedya “komos” coşku oyunları anlamında kullanılırdı. Bu oyunların ve tiyatro yapılarının  gelişimini de dönemlere ayırarak bakmak gerekir.

  • Klasik dönem (MÖ.500 ve öncesi),
  • Helenistik Dönem (MÖ.300-50),
  • Greko Romen Dönemi ( MÖ.50- MS 100),
  • Roma Dönemi (MS. 100 ve sonrası)

Tiyatrolar çok amaçlı olarak kullanılıyordu. Özellikle tiyatro oyunları çoğunluktaydı. Siyasi toplantılar da tiyatroda yapılırdı. Bunların yanı sıra dini törenler, asillerin özel kutlamaları ve  gösterileri de tiyatro binasında yapılırdı.

Perge antik tiyatrosunu gezerken bir tragedya oyununu hayal ettim. Tragedyalar gün ışığında oynanırdı. Proedria adı verilen özel koltuklarda şehrin ileri gelenleri oturabilirlerdi. Bir tür protokol denebilir. Bu koltuklar Priene tiyatrosunda çok görkemliydi. Tragedyanın ilk bölümüne “prologos” yani açış konuşması denirdi. Ünlü tragedya yazarlarının çoğu geç klasik çağ sonunda doğmuş ve eser vermişlerdir. Oyunları günümüzde bile oynanmaktadır. En ünlüleri  Aistekilos, Sophokles, Euripides idi. Yazarların çoğu elliye yakın oyun yazmışlardır. Yüz kadar oyun yazdığı söylenen yazarlar da vardır ama bunların eserlerinin çoğu kayıptır.

Komedya yazarları da vardı. Komedya Dionysos’un yeniden doğuş coşkusunu vermek için oynanan oyunlardı. “Komodia”, “Komos türküsü” , “Çoşku türküsü” olarak tercüme edilebilir. Ünlü komedya yazarlarından bazıları arasında Aristophanes, Menandros gibi yazarlar sayılabilir. Komedyada sahne bir sokak olarak düşünülürdü. Dekorlar vinçlerle veya tekerlekler üzerinde kaydırılarak sahnede hareket sağlanırdı. Sahnenin solundan gelenler limandan sağından gelenler agoradan gelirdi.  MÖ. 400 yıllarında uygulanan bu tiyatro tekniği günümüzde de kullanılıyor. Oyuncuların dar giysiler giyerek abartılı falluslar takmaları yadırganmıyordu. Böyle bir oyunu görmek kim bilir ne kadar eğlenceli olurdu. İtalyan yönetmen Pier Paolo Passolini abartılı falluslar takan oyuncularla yaptığı filmleriyle tanınıyordu. Antik çağda fallus bereket sembolü olarak kullanılıyordu. Bu bağlamda Dionysos’un doğumu ve tabiatın yeniden canlanışı sembolize ediliyordu.

Tiyatro mimarisi üzerine bir çok şey söylenebilir. Yaptığım gezilerde yirmiye yakın antik tiyatro görmüşümdür. Batı Anadolu antik tiyatroları içinde en etkileyici olanları bana göre Priene, Miletos, Aspendos, Efesus ve Pergamon tiyatroları. Bunlar gerek mimari teknik açısından gerekse de kullanılan malzeme ve mekan  açısından çok ilgi çekici. Grek tiyatrolarının hiç birinde kemer ya da tonoz kullanılmazken Roma tiyatrolarının hemen hemen hepsinde bu tekniği görmek mümkün. Perge tiyatrosu iki katlı olarak tasarlanmış ama Roma döneminde üçüncü bir  kat eklenmiş. Bu da tiyatronun değişik dönemlerde genişletilerek kapasitesinin artırıldığını gösteriyor. Orkhestranın arkasına gelen duvarda boydan boya frizler kaplıyor. Bu frizlerin Perge tiyatrosunun bir zenginliği olduğunu düşünüyorum. Ayrıca tiyatro kazılarında ortaya çıkan iki yüze yakın heykelin de göz önüne alınmasıyla ortaya muhteşem bir tarihi hazine çıkıyor. Bu eserleri yaratan sanatçıların adları da vardır ama bilmiyoruz. Heykeller çizgi üstü kalitede ama Perge bir heykel okulu olduğu bilgisi yok. Bergama’dan mı getirildi Sardes’den mi bilmiyoruz. Dionysos’un doğumunu betimleyen frizin orijinal yerinde olduğu söyleniyor ayrıca “Kentauromakhia”[3] ve “Gigantomakhia”[4] frizlerine ait parçalar da göze çarpıyor. Bu frizlerin hangi tarihlerde tiyatroya yerleştirildiği konusunda tahminler var. Büyük bir olasılıkla Roma döneminde yerleştirilmişlerdir. Mitolojik hikayelerin ön planda olduğu Grek (Yunan) tiyatrosu her bakımdan incelemeye değer. Gönül ister ki bu antik tiyatrolarda o dönemde yazılmış ve oynanmış oyunlar sahneye konsun. Nedense antik şehirler ve antik yapıların çok azı kültürel etkinliklerde kullanılıyor.

Perge antik tiyatrosunu ilk ziyaretimden bol fotoğrafla döndüm. Ama tiyatroyu daha detaylı olarak birkaç kez daha gezmek gerekli. Artık ziyarete açık olduğuna göre bunu yapmak için bol bol vakit var.

 

Kaynakça :

  • Kargı, Haluk, Antik Çağ Tiyatroları, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul, 1991
  • Öz, Kasım, Ali, Batı Anadolu Helenistik Dönem Tiyatroları, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, 2000.
  • Özdizbay, Aşkım, Perge’nin M.S. 1.-2. Yüzyıllardaki Gelişimi, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2008

 

—— Ekler:

Vitrius’un batı Anadolu antik tiyatrolarını incelediği ve eserlerinde yer verdiği bilinmektedir. Buna göre tiyatrolardaki sahne ve orkhestra arasındaki ilişkiye göre bire sıralama yapmak mümkündür:

 

[1] Özdizbay, Aşkım,  Perge’nin M.S. 1.-2. Yüzyıllardaki Gelişimi, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2008

[2] Dithyrambos iki kez doğmuş demektir. Dinosysos’un diğer adıdır.   M.Ö. 9. Yy. Frigya ve Lydia’da Dionysos adına söylenen  korolu şiir, ilahi. Şair şiiri okurken büyük bir koro nakarat bölümlerinde tekrar ederdi. Tragedyanın doğuşu dithyrambos şiirleriyle başlamıştır

[3] Yarı at yarı insan olan kentaur’lar ile thesselialı bir boy olan lapith’ler arasında geçen mitolojik savaş.

Ortak babaları iksion’dan dolayı üvey kardeş oldukları lapith’lerin kralı peirithoos’un düğününe davet edilen kentaurlar kendilerine ikram edilen içkinin dozajını fazla kaçırır. Başta kendilerini selamlamaya gelen gelin hippodameia’ya daha sonra laphitli kadınlara tecavüze kalkan kentaurlar, düğüne peirithoos’un davetlisi olarak katılan meşhur atina kralı theseus’un da yardımlarıyla düğünden uzaklaştırılırlar. Bu ve bunu takip eden savaşlar zinciri sonrasında mağlup olan kentaurlar anayurtları olan pelion dağı’ndan çıkartılarak, pindos dağına aithikes’e kadar kaçmak zorunda kalmışlardır.

[4] Devlerle savaş. Titanlarla yapılan savaşın öcünü almak isteyen devlerin Olympos tanrılarına karşı açtıkları savaşta Herakles hepsini yenilgiye uğratır.

Perge  Antik Tiyatrosu

Post navigation