
Bu bir gezi yazısı mı, yoksa bir deneme mi? Karar vermek zor. Belki de ikisi birden. Buna okuyucu karar verecek. Benim açımdan üzerinde uzun yıllar çalıştığım Anadolu Ezoterizmi[1] kapsamında olan üç bin yıl süren Kybele kültünün somut coğrafyasına yaklaşmak ve dokunmak için bulunmaz fırsattı. Gizemli Frigya vadisinde gün batımı, yıldızlar altında çadırlı kamp ve gündoğumu ile sürüp giden heyecan dolu iki gün çok cazipti. Andost başkanı Cemal Ertugay’ın grubun Facebook sayfasında Prof. Dr. Yüksel Şahin ve Esdoge (Eskişehir Doğa Gezginleri) grubu ile birlikte Frigya vadisine kamplı bir gezinin düzenlendiği duyurusunu okuduğumda ilk aklıma gelen kelime doğal olarak “Kybele” oldu. Anadolu ezoterizmi araştırmalarının önemli bir bölümü olan Anadolu Ana Tanrıçalar kültüne ilişkin kaynaklar arasında Kybele kültüne ait ciddi bir liste var önümde. Çoğu önemli üniversitelerde verilen yüksek lisans ve doktora tezlerinden ve makalelerden oluşuyor. Anadolu’nun kültür tarihini yorumlayan araştırmacıların çoğu Ana Tanrıça kültünün başlangıcını M.Ö. 3000 yıllarına kadar götürüyorlar. “Magna Mater” kültünün tarihsel süreç içinde hangi isimlerle anıldığını araştıran arkeologlar da var.
Kybele’nin ana yurdu neresidir diye sorsalar birbirinden farklı cevaplar alabilirsiniz. Ana Tanrıça kültünün en tanınmış olanı Kybele mi yoksa “Kumbaba” mı ? Yoksa “Artemis” midir? Söylemesi zor. Bu hangi ülkede yaşadığınıza bağlı. Likya ve Pisidia bölgelerinde yaklaşık iki yıldır dere tepe antik kentleri geziyorum. Tarihi kalıntıların çoğu Roma döneminden kalma. Roma hakimiyetinin Anadolu’da hissedildiği M.Ö. 200 –M.S.350 yılları arasında bu dönem öncesi uygarlıkların sırasıyla Hellen, Pers, Likya, Hitit ve öncesi dönemlerden kalan kültür mirasıyla senkretizasyon sürecinde kaynaşarak eklektik bir yapı oluşturdukları söylenebilir.
M.Ö. 540 yılında Pers generali “Harpagos” tarafından fethedilen Anadolu’nun bu tarihten önceki siyasi ve inanç tarihi soru işaretleriyle dolu. “Karanlık Çağ” adı verilen bir dönemden söz ediliyor. Bu dönemin karanlık olarak nitelendirilmesi her şeyden önce belge yani bilgi olmamasından kaynaklanıyor. Eğer bir yerlerde bazı belgeler toprak altında henüz keşfedilmeyi bekliyorsa onları bulacak arkeologlara ihtiyaç var. Frigya bölgesi antik Anadolu coğrafyasının karanlık döneminin sonralarına rastlayan M.Ö. 1200 –600 ‘lere tarihlenen döneminde Trakya ya da Makedonya’dan gelip yerel halkla kaynaşarak bir imparatorluk kuran “Trak” halklarının yeni adıyla Frigler’in ana yurdu olduğu hipotezi üzerinde duruluyor. Özellikle de Troya savaşından sonra Trakya ve Balkanlar üzerinden göçlerin başladığını ileri sürenler var. Akademik dünyanın üzerinde anlaştıkları tek konu Demir Çağı adı verilen dönemin başlangıcının bu göçlere neden olduğu. O dönemi belgeleyen düşünürlerin eserleri Hellen döneminden başlıyor. Strabon bu önemli kişilerden biri. Öte yandan Hellen öncesi döneme ilişkin Anadolu krallıklarından herhangi birinden bir tarihçi bir yazar veya bir şair yok. Varsa bile ortada bir eser yok. Karanlık bir dönem. Bir Frig rahibi bir Gallos’un el yazması kitabı bulunmuyor. Bir Likya bir Lidya ya da Lykia rahibinin eserleri ortada yok. Neden acaba? Bu kadar zengin kültürleri barındıran topraklarda neden hiç bu zenginliği belgeleyen kimse yok? Likyalı ve Lydia ‘lı tarihçilerin varlığı biliniyor. Hellen öncesi dönemden kalan tabletlerin çözümlemesi mutlaka bazı konulara ışık tutacaktır. Yazılı kültür ile sözlü kültür arasındaki farkın en belirgin örnekleri yine Anadolu’da bulunabilir. Doğu’nun mistik sözlü tarihi ile Batı’nın yazılı tarihi birleşince karanlıklar aydınlanıyor: Lidyalı tarihçi Xanthus’un eserlerinde Kral Midas’dan söz ettiği bilinmektedir. Midas ve oğullarının Doğu’da Asur ve Urartu, Batı’da Lidya ve Hellen krallıkları ile anlaşmalar yaparak imparatorluklarını güçlendirdikleri fakat Kuzeyden gelen savaşçı bir kabile olan Kimmerler karşısında tutunamadığını başkent Gordion’un yağmalanmaktan kurtulamadığını öğreniyoruz. Kimmerler başlarında efsanevi savaşçı Dougdamme[2] olmak üzere Anadolu’da savaş rüzgarları estirdiler. Büyük şehirleri yıkıp yağmaladılar.
Kimmerler tüm Anadolu için bir tehdit oluşturuyordu. Birbiri ardından akınlar düzenlediler. Keskin demir kılıçları ve gözü kara savaşçıları vardı. Liderleri Dougdamme ‘ye çok güveniyorlardı. Önlerine gelen her şehri yağmaladılar. Frigya başkenti ve hazinesi ellerine geçti. Midas’ın ailesi civar şehirlere kaçarak canlarını kurtardılar. Bu şehirler bir süre daha varlığını sürdürdü. Kimmerler bu kez de Lydia krallığına saldırdılar. Lidya kralı Gyges’i yenilgiye uğratarak Sardes ‘i yağmaladılar. Önceleri savaşı kazandılar fakat daha sonra M.Ö.650 yılında Dougdamme ölünce Kimmerler’in gücü azalmaya başladı. Orduları dağılma noktasına geldi. Asurlulardan yardım alan Kral Alyattes tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldılar. Bu yenilgiden sonra Kimmerler Anadolu’da tutunamadılar. Kuzeye çekildiler. Frigya şehirleri kralları Midas’ı ve tanrıçaları Kybele’yi hiç unutmadılar. Anadolu artık bereketli ovaları ve doğal kaynaklarıyla paylaşılamayan bir coğrafyadır. Frigyalıların ana yurdu sürekli işgal altındadır. Her yeni güçlü kral Frigleri etkisi altına almaya çalışır. Kybele’nin çocukları kültürlerini muhafaza etmek için mücadelelerini sürdürürler. En sonunda Frigya adı M.S. 500 yıllarında Doğu Roma İmparatorluğu bünyesinde siyasi olarak ikiye ayrılır ve iki farklı ad verilir. Esaretle geçen bin yıllık süreç içinde Frigya hafızalardan silinir yok olur.
Aslında Osmanlı ve daha sonra Cumhuriyet döneminde tarihi kendilerine göre yazanlar Frigleri bir paragrafla şöyle özetlemişler:
“Frigler, Ege göçleri sırasında Anadolu’ya gelerek M.Ö. 800 yıllarında Gordion (Polatlı) merkezli bir devlet kurdular. Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerlerin egemenliği altına giren Frigyalılara Persler son vermişlerdir.”
Orta öğretimde öğrenci bu halkın yani Frig halkının dış göçlerle ortaya çıkıp bir medeniyet kurduğu sonra yok olup gittiği fikrine endeksleniyor. Burada bir medeniyete “son verme” kavramından neyin kast edildiği belli değildir. Bir kültür politikası gereği yapılıyor bu. Antik Anadolu Tarihinde beş bin yıllık kültür mirasına kimsenin sahip çıkma niyeti yoktur. Hangi antik kente giderseniz gidin bu bölgeler Batılı araştırmacılara terk edilmiştir. Bu Cumhuriyet dönemi öncesinde de böyleydi sonrasında da böyle. Cumhuriyet üniversiteleri Orta Asya steplerinden kalkıp gelen ve 1071 tarihinde Anadolu’yu fetheden Türkmen kabilelerinden söz eder. Anadolu’nun kadim halkıyla hiçbir bağlantı kurmaz. İki kutup halinde birbirlerinin kuyusunu kazan Ulusalcılarla Osmanlıcılar!ın taban tabana zıt kültür politikalarını savundukları artı gizli değil. Osmanlıcılar on yedinci yüzyıla geri dönmek istiyorlar. Ulusalcılar ise 1920’lere.
Anadolu kültürünün ve medeniyetlerinin modern Türkiye cumhuriyeti halkına yabancı olduğu tezi eğitimde ana tema olarak kullanılıyor. Halkın kanaatleri üzerinde tarihi mühendislik yapılıyor. Zaman içerisinde tarihi gerçekler ortaya çıktıkça bu yanlış politikaların iflas edeceği de açıktır. Anadolu’nun kadim halklarının yeni gelenlerle karışarak çoğaldığı gerçeği aslında “saf ırk” hipotezini dayatan faşist ideolojinin iflası demektir.
Burada Anadolu ezoterizmi üzerine fikirlerini paylaşan M. Bülent Gökhan’dan bir alıntı yapmak faydalı olacaktır:
“Anadolu’daki yapılanma sürecini düzgün izleyebilmek için, Anadolu’nun kültür yapısına ve sosyal tarihine bakmak gerekir. Bilindiği gibi Anadolu ‘Doğu’dur ve ışık Doğu’dan yükselir.Anadolu, Ana-Tanrıçanın yani Kibele’nin vatanıdır ve antik mitler Anadolu’da doğupserpilmiştir; tüm Tanrılar (inançlar) Kibele’nin çocukları olduğu için kardeştir ve aralarındaKibele’nin şefkati hâkimdir. Daha sonra pagan öğreti ve gelenekler bu mitlerle kaynaşmıştır.Pagan geleneğin plüralist (çoğulcu) yapısı özünde hoşgörüyü barındırır; herkes birbirinininancına saygı duymaktadır. Tek Tanrılı dinlerin Anadolu’ya gelişi, ikonoklast (put-kırıcı) tavrıyla baskı oluşturmuş ve bu nedenle de kadim öğretileri yer altına itmiş ve ezoterikörgütlenmeyi pekiştirmiştir.İyonya felsefe geleneği, Diyonizos ve Orfe Geleneği, Delf Mabedi ve Pisagor Okul-Mabedi bir pota oluşturmuş ve sonradan gelen inanç ve gelenekleri kendi potasında dönüştürmüştür(simya). Anadolu’daki çoğulcu yapı bununla da sınırlı değildir. Yukarıda anılanların yanındaSümer, Hitit, Asur, Babil’in kültürel mirası, Budist gelenek, Zerdüştilik, Gnostik Hıristiyanlık,Sufi İslâm, Karmatilik, Bâtınilik, bu kültür toprağına ekilmiş tohumlardır. Günümüzde yeni yeni bilgi dağarcığımıza katılan ve Anadolu’nun en kadim öğretisi ise Luvi’lerin öğretisidir ve kendilerine ‘ışığın çocukları’ denmektedir.”
Kybele’nin önemi bundan iyi izah edilemezdi. Hoşgörünün sınırlarını tanımlıyor Kybele. Yani sınır yok. Aynı tezi Mevlana da savunuyor bin yıl sonra.
Friglerde Din
Friglerin inanç sistemi geleneksel Luvi- Anadolu tanrıça kültünün devamıdır. Ezoterizmin tarihi[3] süreci düşünüldüğünde her kültür kendi inanç sistemini geliştirmiştir. Din kavramının oluştuğu bu topraklarda Ömer Çapar’ın tarifiyle söylemek gerekirse uzun yıllar etkili olacak bir düşünce sisteminin temelleri atılmıştır:
” İnsanoğlunun kendisini yarattığına ve yaşadığı sürece her türlü işlerini kontrol ve dikkat ettiğine inandığı doğa üstü kuvvet ve kuvvetlerle olan ilişkilerinin bütünüdür.”
Önceleri Luvi’ler, Hatti’ler’in Kumbaba’sı sonra Frigler’in Kybelesi yani “Magna Mater “ inanışının M.Ö.400 lerde Frig hakimiyetinin sona ermesine rağmen kutsal şehir Pessinus’da hadım rahipler tarafından devam ettirildiği Selevkos[4] krallarının Hellenleşme ve Roma İmparatorluk sürecinde bile varlığını sürdürdüğü bilinmektedir.
Binlerce yıllık bir geleneğin bu coğrafyaya izlerini bıraktığını bilerek yola çıkıyordum. Acaba orada aradığım cevapları bulacak mıydım? Anadolu ezoterizminin kaynağında yeni ipuçları elde edebilecek miydim?
Bu bölgeyi yani bugünkü adlarıyla Eskişehir Afyonkarahisar arasında kalan bölgede iki günlük çadırlı kamp heyecan verici bir seyahat olacaktı Efsanevi Anadolu Ana tanrıçası kültünün en önemlilerinden biri olan Kybele’nin ana yurdunda bir gece çadırlı kamp yapacaktık. Kybele’ye dokunacaktım. Anadolu da “Ana Tanrıça” tapınımının değişik zamanlarda ve değişik adlarla da olsa özünde aynı neredeyse tek tanrı sayılabilecek özellikleri olması da şaşırtıcı. “Magna Mater” kültünün binlerce yıllık hikâyesi var. Kybele kültünün sadece Frigya hakimiyet dönemine tarihlenmesi hiç de doğru olmaz. Üstelik yanıltıcı olabilir. Taradığım kaynaklara göre ana tanrıça kültünü sekiz bin yıl öncesine dayandıranlar bile var. Anadolu coğrafyasıyla da kısıtlı değil. Kuzeyden Güneye Doğudan Batıya Bronz çağında her yerde görülen tanrıçalar tapınımının bir uzantısı. Kybele tüm arkeoloji dünyasında bir Frig Tanrıçası olarak biliniyor. Kybele kültü yani “Magna Mater” tanrıçalar dönemi adı verilen sürecin çok geniş bir coğrafyada yayıldığı zamanlarda Friglerin ana tanrıçası olarak adına tapınaklar inşa edilen tanrıçadır.
M.Ö. 450 yıllarından öncesine ulaşmak için arkeolojik kazıların sonuçlanmasını beklemek gerek. Bölgede kazı yapan uzmanların derinlemesine kazı yapmalarını sağlayacak bütçe ve eleman bulmaları da zor. Bu yıllarda Pers ve Hellen hakimiyeti yerel kültlerin giderek ortadan kalkmasına neden olmuştu. Belirli bir zaman sonra Hellen kültürü Anadolu’da iyice baskın hale gelmiş Pers kültürünün etkilerini de yok etmişti. Anadolu kanımca hiçbir zaman Hitit-Luvi-Frig-Pers-Hellen etkisinden kurtulmadı. Roma imparatorluk devrinde bile halkın konuştuğu dil Yunancaydı. Bizim arkeologlarımızın kabul etmekte zorlandığı bir durum bu. Batı Anadoluda Likya, Frigya, Lydia, Karya ve Iyonya uygarlıklarının M.Ö: 450 yıllarından itibaren Hellenleşmeye başladığını ve bu etkinin büyük Rum göçü kabul edilen mübadele günlerine kadar devam ettiğini söyleyebiliriz. Bizans dönemi her ne kadar Roma İmparatorluk dönemi olarak da bilinse halkın konuştuğu dil Rumca yani Yunanca idi. Frigya bölgesinin de Batı bölgelerinden daha farklı olduğunu söylemek zordur. Bugün M.Ö. 800-600 yıllarına tarihlenen Frigya uygarlığı kültürüyle neredeyse bin yıl kadar varlığını sürdürmüştür. Buna rağmen bugün Frigce anlayan bir tane bile arkeolog yoktur. Cumhuriyet kültür politikalarının bu medeniyetlere arkasını dönmesinin nedeni “Güneş Dil Teorisi” adı verilen yani Türklerin Orta Asya’dan bütün dünyaya yayıldığı ve her dilin temelinin Türkçe olduğu masalıdır. Hititçe, Likya, Frigya, Urartu, Lidya, Kilikya,v.b. gibi antik Anadolu uygarlıklarının eserleri toprak üstünde ve altında durmaktadır. Buna rağmen ciddi bir arkeoloji hamlesi hiçbir zaman yapılmamıştır. Kaynak ortada yoktur. Üniversitelerde hazırlanan tezler sayıca azdır ve kullanılan kaynaklar Hellen ve Roma kaynaklarıdır. Frigce dilini çözmek bir çok konuya çözüm getirecektir. En azından kaya mabetlerin üzerinde neler yazıldığını anlama imkanı doğacaktır. Anadolu Antik Çağ tarihinin yeniden yazılması gereklidir. Bunu yazacak bilgiye sahip akademik kadro vardır ama niyet yoktur. Bunu yazarken M.Ö: 8000 yıllarından başlayarak Hellen ve Roma dönemine kadar kazılardan elde edilen belgelere göre tarih kurgulanmalıdır. Örneğin Kimmerlerin saldırılarının nedenleri ve sonuçları üzerinde durulmalıdır. Bu tarih yazımının eksikliği o dönemler için üretilen hipotezleri de çoğaltmaktadır. Neredeyse mitolojik öyküler kullanılarak hipotezler üretilmektedir. Yazılıkaya’da gün doğumunda kutsal kayaya vuran güneşin ışıklarına bakarken tarifsiz bir aşağılık kompleksi duymamak elde değil. İki bin beş yüz yıldır ayakta duran o açık hava mabedi hala keşfedilmeyi bekliyor. Belki de bir depremle yok olacak. Sırrı çözülemeden. Frigya bölgesinde kazı yapan yabancı arkeologlar yaklaşık üç yüz yıldır Frig yazısını çözememişlerdir.
Yazılıkaya yani 17 metre yüksekliğindeki kayaya oyulmuş Kybele tapınağının olduğu yere çadır kurabileceğimizi söylediklerinde kulaklarıma inanamadım. Hiçbir görevli yok. Kaya savunmasız. Mangalcıların ve define avcılarının insafına bırakılmış. Uyanık bir köylünün açtığı gözleme restoranı ve tuvalet gezginlere hizmet veriyor. Tuvalet 1 lira. Gözleme çay on lira. Restoran sahibi oraya çadır kurmamızı istemedi. Gürültü yaparmışız, içki içermişiz, köylü rahatsız olurmuş. Sonra onun başı ağrırmış. Ekmek parasından olurmuş. Her gittiğim antik kentte bu tip bir insan karşıma çıkıyor. Patlayacakmış kadar şişman, iri yarı, kaba saba, söylediği kelimeler anlaşılmayan , para kazanmak için ne gerekirse yapmaya hazır bir adam ve onun iskeleti görünecek kadar zayıf karısı ve çocukları. Kültür bakanlığı oraya bir kulübe koysa ne olacak? Bunlar yine bildiklerini okuyacaklar.
Frigya hakkında eski bir Anadolu kavmi olduklarının dışında kralları Gordion ve onun oğlu Midas’ın adı geçen iki efsaneyi de daha önce duymuştum. Öncelikle Frigler’in kim olduğunun cevabını aramak gerekli.
Hemen hemen tüm kaynaklarda Frigler’in M.Ö. 12. Yüzyılda büyük göçler sırasında Trakya ve Boğazlar hattı üzerinden Anadolu ya girerek yerel halklarla birleşerek bugünkü Eskişehir, Kütahya ve Afyon vilayetleri sınırlarında 400 yıl sürecek olan bir imparatorluk kuran ve kendilerine “Trak” adı veren bir kabileden söz ediliyor. Bu bilginin hangi belgeye dayandığı araştırılması gereken ayrı bir konu. Frigya yazılı metinlerinin tercüme edilmediğini de ilave etmek gerek. Frigce dilini tercüme edecek kadar bilen bir arkeoloğun olmaması da ayrı bir sorun.
Trak uygarlığının ana teması olan rahip kralların ana tanrıça Kybele kültünü temsil ettikleri biliniyor. İmparatorluğun yıkılışından sonra da yüzlerce yıl daha süren Kybele inanışı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olma hüviyetini de kazanıyor. Nitekim Romalı konsüller Pön savaşları sırasında Hannibal siyasi ve askeri krizi sırasında “Sybille Kehanetleri” ne dayanarak Hannibal’ı yenilgiye uğratmak için Roma’nın beşinci resmi dini olarak Kybele kültünü kabul etmek zorunda kalırlar: M.Ö. 200 yıllarında Kybele’yi temsil eden siyah meteor taşı bulunduğu kutsal şehir olan Pessinus’dan (Sivrihisar/Ballıhisar) alınarak Roma’ya götürülür. Roma’da Kybele adına yapılan tapınağa büyük bir törenle yerleştirilir. Yazılıkaya’da bulunan mabedin kapı gibi görünen niş kısmında bu taştan yapılmış bir tanrıça heykeli bulunduğunu durduğu hipotezini ileri sürenler de var.
Ana tanrıça kültleri arasında en bilineni olan Kybele kültü üzerine araştırma yapan akademisyenlerin tez çalışmalarından bazı notları da aktarmak gerekiyor: Aşağıda alıntı yaptığım çalışmalar Kybele kültüne ilişkin güvenilir bilgiler ihtiva etmektedir. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarih Bölümünde Frig Dini İnançları konulu Yüksek Lisans çalışması yapan Güllü Çintiriz’in çalışmasından geniş bir biçimde yararlandığımı belirtmek isterim.
“Mitolojilerde Ana Tanrıça kadar çeşitli adlarla adlandırılan başka bir tanrının varlığı bilinmemektedir. Bu ad ve sıfat çokluğu, Ana Tanrıça’nın evrensel bir nitelik kazandığını kanıtlamaktadır. Kültepe yazıtlarında adına Kubaba olarak rastlanır. Lidya’da adı Kybebe, Frigya’da Kybele olarak geçer. Hitit kaynaklarında Arinna’nın Güneş Tanrıçası Hepat, Sümer’de İnanna, Mısır’da İsis, Suriye’de Lat, Girit’te Rhea, Efes’te Artemis, İtalya’da Venüs, Lübnan’da Astarte, Babil’de İştar, Ermenistan ve Arap kavimlerinde, Hubel, Hindistan’da Aditi, Yunanistan ve Roma’da Gaia, Rhea, Demeter, Mater, Magna Mater, Dindymos, Dindymene, Tokat yöresindeki Gümenek ve Kayseri yöresindeki Kemer kentlerinde adı çok eski bir Anadolu adı olan Ma olarak geçer. Efes Artemis’inde görülen kuleli başlığıyla Mater Turrita ya da Turrigera yani Kuleli ya da Kule taşıyan Ana sıfatını alır”[5]
Bütün araştırmalar Suriye bölgesinde hakim olan “Kubaba” kültünün Kybele kültünün oluşmasında önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Öte yandan Kybele yani Ana tanrıça “Mater” kültünün Anadoluda M.Ö. 8 bininci yıldan bu yana var olduğu da bilinmektedir.
Kutsal şehir Pessinus, Frigler’in en önemli dini merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şehrin gökten inen tanrıça Kybele’nin tapınaklarıyla dolu olması da dikkat çekmektedir. Kybele en eski ana tanrıça olması itibariyle birçok isimle anılmıştır. Frigya tanrıçası olarak Frigya platosu olarak bilinen bölgede adına bir çok tapınak yapılmıştır. Gökten düşen siyah meteor taş sembolizması bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Siyah meteor taşı Kybele ile ilişkilendirilerek bir göğe yükseliş ve gökten iniş miti yaratılmıştır. Her inanç sisteminin dayandığı mitler vardır. Kybele için iki ana mit söz konusudur. Birincisi gökten inen siyah taş, diğeri ise sevgilis Attis’in bir çam ağacı altında kendini hadım etmesidir.
Kybele ve sevgilisi Attis Frig inanışının iki ana figürü olarak taşlara kabartma olarak resmedilmiştir. Doğanın uyanışı ve doğanın ölümü hep Kybele ve Attis’in ilişkisiyle irtibatlandırılır. Nitekim Frigya uygarlığı ardından gelen Grek ve Roma uygarlıkları da bu efsaneleri kullanmıştır.
Antik Çağ tarihçisi Strabon kitabında Pessinus şehrinden söz eder. İki rahip kral tarafından yönetilen şehir zamanının en zengin ticari merkezi olarak biliniyor. Rahip krallara “Attis” ve “Megabyzos” adı verilirdi. Bu kralların erkekliklerini tanrıça Kybele’ye adamış olmaları gerekiyordu. Attis efsanesinde olduğu gibi erkekliğini kendi eliyle kesip atan rahipler tapınağa girmeye hak kazanırlardı. Bu olay son derece şaşalı bir tören sırasında herkesin gözü önünde yapılırdı. Erkekliklerini tanrıça Kybele’ye feda eden rahiplere” Gallos” adı verilmekteydi. Ayrıca “Metragrytoi” adı verilen dilenci rahipler köyden köye Kybele kültünü Anadolu’nun her yerine taşımışlardır. [6]
Yazılıkaya ( Midas ) Kybele Anıtı
“Kral Midas’ın tanrıça Kybele adına yaptırdığı bu anıt kayaya oyulmuş bir çerçeve olarak görünmektedir. İlk zamanlar bu anıtın Midas adına yaptırıldığı söylenmişse de üzerindeki yazılardan Tanrıça Kybele’ye adak olarak yapıldığı anlaşılmıştır. 17 metre yüksekliğinde ve 16 metre genişliğinde olan anıtın üzerindeki yazıların bir kısmı deşifre edilebilmiştir. Hadım rahiplerin yönettiği mabetlerde iki ana tören yapılırdı: “Strosis” döşeme ve “Agermos” toplama törenleri. Kybele törenlerinin detayına ilişkin kayıtlara ulaşılamamıştır. Eldeki bilgiler Frig Krallığı yıkıldıktan çok sonrasına Roma dönemine aittir. Belgelerin neredeyse tamamı Roma İmparatorluk kayıtlarından elde edilebilmektedir. M.Ö. 12. Yüzyıldan itibaren Anadoluda yaygın bir kült olan Kybele tapınımının detayları konusunda elde yeterli belge bulunmamaktadır. Yapılan araştırmalarda kullanılan kaynaklar Roma ve Yunan kaynaklarıdır.
Strabon’a göre: Frigler genel olarak Tanrıça Rea’ya taparlardı. Değişik adlar vererek tanrıların anası “Angdissis”, Büyük Frigya tanrıçası “Kybele”, ya da sadece “Ida”, “Dyndyma”, “Spilos” veya Pessinus gibi Kybele kültünün bulunduğu kutsal mekânlara göre adlandırılırdı. Anadolu Tanrıçası Kybele tarihe Frig tanrıçası olarak da geçmiştir. Kybele kutsal alanları, çoğunlukla kayaların üzerine yapılmaktaydı. Friglerin kayalara oyulmuş diğer bir dinsel yapı türü, genellikle doğuya bakan kaya merdivenlerdir. Bir çeşit oturma yerine doğru çıkan bu merdivenlerin sunak olarak kullanıldığına inanılır. Kybele aynı zamanda genç kızların da koruyucusudur. Tanrıçanın en büyük tapınma yeri, Pessinus’ta idi. Frigler bu tanrıçayı öyle benimsediler ki, tüm devlet ve ülkelerini Pessinus Kybele’nin mülkü saydılar. Bunun sonucunda, aslında çok köklü bir Anadolu tanrıçası olduğu halde Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti; kral Midas tanrıçanın oğlu ve Pessinus’taki tapınağın kurucusu sayıldı. Eskişehir ve Afyonkarahisar arasındaki kutsal platoya, M.Ö.8. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında, tanrıçanın tapınaklarını temsil etmek üzere, yapılmış olan bu kaya yapıları çok büyük bir emeğin ürünüdürler.
Bu kaya yüzeylerinden en ünlüsü, kuşkusuz ki, MIDAS=Midas adını içeren Frigce yazıtı nedeniyle Midas Mezarı denen, 17 m. yüksekliğindeki Yazılı Kaya Anıtı oluşturur. Ancak bu anıt bir mezar olarak değil, yine bir tapınma cephesi olarak kullanılmıştır. Öteki Frig oyma kaya cephelerinde olduğu gibi, M.Ö.8. yüzyılın ikinci yarısına ait olan “Midas Anıtı”nın yüzü de doğuya bakar. Bir kaya yüzeyinin, tepeden aşağıya doğru işlenmesiyle oluşturulmuş bulunan bu süslü cephe, semer damlı bir Frig tapınağının ön kesimini temsil eder. Bu cephenin en önemli bölümü, tanrıça heykelinin içinde durduğu kapı biçiminde bir kaya nişidir.
Bu anıt aslında, Frigler’in Büyük Tanrıça’sı adına yapılmış bir kutsal alandır. Bu nedenle, anıtın merkezi bölümündeki nişin içinde, Kybele’ye ait bir heykelin durduğu sanılır. Toprak Ana Kybele’nin en fazla tapınım gördüğü yer Pessinous (Ballıhisar) kentiydi. Bu kentte tanrıçanın gökten inmiş bir ilah olduğu inancı hakimdi. Yine bu kentte tanrıçanın sevgilisi Attis ile birleştiği ve bunun tabiata can verdiği kabul görmüştü.
Burası Frigler tarafından bir kült merkezi olarak benimsenmiş ve burada dini törenler düzenlenmiştir. Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi yakınlarındaki kentte tanrıçayı siyah meteorik bir taş temsil ediyordu. Frigler tanrıçaları için daha çok boğa kurban ederlerdi. Kütahya ve Eskişehir yakınlarındaki üçgen alınlıklı kimi kaya anıtları (Bakşeyiş, Maltaş, Deliktaş) bu türde kurbanlar için yapılmışlardır. Bir tapınak cephesini simgeleyen anıtların gerisinde derin bir kuyu bulunmaktadır. Tanrıça için kesilen boğaların kanı bu kuyularda biriktirilmiştir. Frigler bu tanrıçayı öyle benimsediler ki, tüm devlet ve ülkelerini Pessinus Kybelesi’nin mülkü saydılar. Bunun sonucunda, aslında çok köklü bir Anadolu tanrıçası olduğu halde Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti; kral Midas tanrıçanın oğlu ve Pessinous’taki tapınağın kurucusu sayıldı. Tapınımı Roma İmparatorluk Çağı’nın içlerine değin sürdü. Kybele, kutsal anıtları, genellikle dağlardaki kayalık alanlara yapılırdı. Kaya anıtları, tanrıçanın tapınaklarını temsil ederdi. Büyük emek ürünü bazı kaya anıtlarının cepheleri kabartmalarla süslenmiştir. Bunlar üzerinde geometrik, bitkisel, bazen de hayvan motifleri yer alırdı. Üzerinde MIDAI=Midas adını içeren Frigce yazıtı nedeniyle Midas mezarı denen görkemli anıt Eskişehir yakınlarında Midas’ın kenti diye bilinen yerde bulunmaktadır. Bu anıt bir mezar değil, bir tapınma cephesi (açık hava mabedi) durumundadır.
Midas Çağı’nın biri gömüt, diğeri tapınak işlevli olan iki en tanınmış olan anıtsal kaya yapıtı, Aslantaş ve Aslankaya, aslan ve Kybele birlikteliğinde birbirleriyle özdeştir. Aslanlar, kaya tapınağının “sella” anlamındaki mihrabı içinde bir kült yontusu gibi oturan Ana Tanrıça’yı her iki yanda arka ayakları üzerine kalkarak kuşatırlarken; mezar alnacında, gene her iki yandan, kapının ortasından yükselen soyut “Kybele” resmine uzanırlar. Aslankaya’nın tapınak olduğu kuşkusuzdur; Aslantaş’ın da gömüt odası olmasa, “tapınak” deneceğinden kuşku duyulamaz. Gerçekten de P.Z. Spanos’a göre, Aslantaş’ta “gömüt odası ikincil bir anlam içermektedir; bu nedenle de anıt, öncelikle dağların tanrıçası Kybele ya da orgiea thea’nın kült anıtı olmalıdır”
İki kaya anıtı arasındaki benzerlik, gömütün sol kaya duvarında bitmemiş bir aslan kabartmasının varlığıyla da vurgulanır; aslan, tapınağın sağ yan yüzünde de vardır. Tüm bu benzerlikler, işlevde de benzerliği düşündürürken, bey gömütünde tapınıma ilişkin bu beklentiyi damdaki sunu çanaklı basamaklı sunak döşemi karşılar; ölü kültüne ilişkin bir açık hava tapınma alanı. Sonuçta Aslantaş bir ölü tapınağı olarak saygı görür; tanrılaşmış yerel beyin kült anıtı olarak… Urartu’yla bağlantı, Atabindi Bey gömütünün damındaki kült döşemleriyle ve buradaki “kaya işaretli” sunakların Frig Hamamkaya tapınak gömütü arkasındaki kült alanına doğrudan etkisindedir ve köken, Hitit’in Gavurkale’deki kral/prens mezarına dek iner. Hellenistan’da benzeri yoktur; çünkü Yunan düşüncesinde bir ölümlü tanrılaşmaz, “heroize” edilir, kahramanlaştırılır. Bir başka önemli konuda Frigler’in Anadoluluğu belgelenmiş olur.
“W.M.Ramsay’in eski bir savına göre, ölüleri tanrılaştırmak ya da bir tanrıya benzetmek Frigya’da eski ve yaygın bir gelenekti. Her mezar bir tapınak gibiydi” diye başlar M.Waelkens bir makalesine ve sonuçta, “ne yazık ki geç dönem literatüründe de sıklıkla ortaya çıkan” bu epigrafik yorumu “yanlış” olarak değerlendirir. Ancak “yanlışlık”, Waelkens’in yöntemindedir; bir kökleşmiş Anadolu geleneği, “Yunan” düşüncesiyle değerlendirme tersliğinden kaynaklanır. Geç dönem Hellence yazıtlarda Frigliler’in “tanrılaşması” belli ki geleneğine sıkı sıkıya bağlılıktandır ve Frigliler’in yüreği Afyon çevresinde okunan bu yazıtların Ramsay yorumu, yukarda erken zaman için vardığım bilimsel sonucun en somut belgesidir. Destansal yüceliğiyle bir insandan farklılaşan Frig Kralı Midas, başkent Gordion’da görkemli bir tümülüs mezarla da farklıdır; tıpkı kendisinden 650 yıl kadar sonra Kommagene Kralı I.Antiochos’un Nemrud Dağındaki mezarı üzerindeki benzer yığma tepeyle farklı olduğu gibi. Ve o, “Theos Dikaios Epiphanes”, Fırat toprağında bir tanrı kraldır. Anadolu’nun geç tanrı krallarına tümülüsü özel bir mezar biçimi olarak sunan düşünce, onun bir “tapınak” olduğu düşüncesini de sunmuş olmalıdır; “tanrılara özgü” olduğu düşüncesini… Frigyalı Kibele rahipleri (Koribantlar), efsanelere göre tılsımlı taşlar kullanırlar, kehanet ustası, büyücü ve doktordular. Kybele kara taşı denilen taş ise tılsımlı taşların en ünlüsüdür. Pessinus kentindeki bu kara taş bir gök taşıydı ve M.Ö.204 de Roma’daki Platinus tepesindeki tapınağa taşınacaktı. Bu göktaşı hala orada durmaktadır. Koribantlar günahtan arındırma işlerini de yaparlardı. Kybele kabartmaları, Aslankaya gibi kayadan oyulmuş anıtsal eserlerin küçültülmüş bir modelidir ve bu yapıtlar Ana Tanrıça’nın rabı işlevindedir.Öte yandan Göynüş’teki Aslantaş kaya mezarı da öncelikle Kybele’nin Kült alanı olarak yorumlanmıştır. Aslında o bir ölü tapınağıdır. Kral tanrılaştığı için bir kayaya benzetilmiştir. Geç dönem Frig yazıtlarında ölülerin tanrıya, mezarların tapınağa benzetilmesi, ancak erken dönemlerdeki geleneğin devam etmesiyle anlaşılabilir.”
Strabon’un Pessinos şehri konusunda yazdıkları şöyle:
“Pessinos dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi olup, büyük saygı gören Tanrılar Anasına ait tapınak buradadır.Ona Agdistis derler. Eski devirlerde rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahipliğin sağladığı nimetleri onlar biçiyorlardı. Fakat şimdi ticaret merkezi hala ayakta durduğu halde rahiplerin yetkileri çok azalmıştır. Kutsal bölge Attaloslar tarafından kutsal bir yere yakışacak şekilde bir tapınak ve beyaz mermerlerden portikler ilave edilerek yapılmıştır. Romalılar tıpkı Epidauros’daki Asklepios’a yaptıkları gibi Kybele’nin kehaneti doğrultusunda oradaki tanrıçanın heykelini almak üzere girişimde bulunarak tapınağı ünlü kılmışlardır.”[7]
Ana Tanrıça kavramı
Antik çağ tarihçileri geçmişi daha iyi anlatabilmek amacıyla geçmiş zamanı belirli çağlara bölerek incelerler.
Anadolu antik coğrafyasını ve siyasi tarihini şöyle özetlemek mümkündür:
Anadolu tarihi |
Bronz Çağı |
Troya I-VIII yak. İ.Ö. 3000 – İ.Ö. 700 |
Hattiler yak. İ.Ö. 2500 – İ.Ö. 2000/1700 |
Akadlar yak. İ.Ö. 2400 – İ.Ö. 2150 |
Luvi Krallığı / Luviler yak. İ.Ö. 2300 – İ.Ö. 1400 |
Asurlar ticari koloniler yak. İ.Ö. 1950 – İ.Ö. 1750 |
Akalar Krallığı (münakaşalı) yak. İ.Ö. 1700 – İ.Ö. 1300 |
Kizzuvatna Krallığı yak. İ.Ö. 1650 – İ.Ö. 1450 |
Hititler yak. İ.Ö. 1680 – İ.Ö. 1220 |
Eski Krallık |
Orta Krallık |
Yeni Hitit Devleti |
Likya / Likyalılar yak. İ.Ö. 1450 – İ.Ö. 350 |
İyonya Gizli Anlaşması yak. İ.Ö. 1300 – İ.Ö. 700 |
Neo-Hitit Kralları yak. İ.Ö. 1200 – İ.Ö. 800 |
Frigya / Frigler yak. İ.Ö. 1200 – İ.Ö. 700 |
Karya / Karyalılar yak. İ.Ö. 1150 – İ.Ö. 547 |
Urartu yak. İ.Ö. 859 – İ.Ö. 595 / 585 |
Demir Çağı‘ dan Klasik Antik dönem‘e |
Lidya / Lidyalılar yak. İ.Ö. 685 – İ.Ö. 547 |
Persler‘in Ahameniş İmparatorluğu yak. İ.Ö. 559 – İ.Ö. 331 |
Büyük İskender İmparatorluğu İ.Ö. 334 – İ.Ö. 301 |
Selevkos İmparatorluğu İ.Ö. 305 – İ.Ö. 64 |
Pontus Hükümdarlığı İ.Ö. 302 – İ.Ö. 64 |
Pergamon Krallığı–Attalos Hanedanı İ.Ö. 283 – İ.Ö. 133 |
Ermeni Krallığı–Artaksiad Hanedanlığı İ.Ö. 190 – İ.S. 428 |
Roma Cumhuriyeti İ.Ö. 133 – İ.Ö. 27 |
Roma İmparatorluğu İ.Ö. 27 – İ.S. 330 |
Orta çağlar |
Bizans İmparatorluğu 330 – 1453 |
Anadolu Selçuklu Devleti 1077 – 1307 |
Klikya Ermeni Krallığı 1078 – 1375 |
Artuklu Beyliği 1101 – 1409 |
Trabzon İmparatorluğu 1204 – 1461 |
İznik İmparatorluğu 1204 – 1261 |
İlhanlılar 1256 – 1355 |
Osmanlı Devleti ve Türkiye |
Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuşu 1299 – 1453 |
Osmanlı Devleti yükselme dönemi 1453 – 1683 |
Osmanlı Devleti duraklama dönemi 1683 – 1827 |
Osmanlı Devleti gerileme dönemi 1828 – 1908 |
Osmanlı Devleti dağılma dönemi 1908 – 1922 |
Türkiye 1922 – Günümüz |
Kaynak: Vikipedi (Bağlantılar ilgili referanslara gönderme yapmaktadır.)
Anadolu antik tarihi için Bronz Çağı adı verilen dönem M.Ö: 3300 ile M.Ö: 1200 yılları arasındaki süreyi kapsar. Bu dönemde M.Ö. 1600-1150 Hitit uygarlığının etkilerini görürüz. Demirin icadıyla birlikte daha sağlam silahlara sahip olan kabileler diğerlerine karşı üstünlük sağlarlar. Böylelikle de Demir Çağı’na geçilmiş olur. Tüm Anadolu’yu etkisi altına alan Hatti’lerin yıkılışıyla Geç Bronz çağı sona ererken her yerde kurulan bronz imparatorlukların çöküşüne şahit oluruz. Erken demir çağının başlamasıyla birlikte özellikle Kuzeyden Anadolu’nun bereketli ovalarına göçler başlar. Tarım alanları zenginleşerek diğer bölegelere üstünlük sağlamaya başlarlar. Tarım alanlarında çalışanların köleler olduklarını unutmamak gerekir. Kölelik o dönemde savaş esirlerine verilen sosyal statü olarak şehir vatandaşlarını ve toprak sahiplerini ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir. Frigler de erken demir çağını yaşayan bir kabile olarak henüz Bronz Çağını yaşayan Anadolu’nun Eskişehir Afyonkarahisar bölgesini işgal ederek şehirler kurarlar. Frigler Hititler’in yıkılış sürecinde yerel halkla birleşerek daha da güçlenirler. Zaten Anadolu’da Neolitik çağdan bu yana var olan ana tanrıça inanışı Kalkolitik çağı, Bronz çağı ve Demir çağı boyunca devam eder. Bu oldukça uzun bir süreçtir. Kadının dişiliği ve doğurganlığına dayanan bu inanç Hellen ve Roma dönemlerinde de devam eder. Anadolu’da yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre ana tanrıçaya değişik adlar verilmiştir. Bu adları Tuba Efendioğlu [8] ve Canan Albayrak[9] iki farklı tezde şöyle sıralıyorlar.
- “Meter Alassene”
- “Meter Kadmene”
- “Meter Oreia”
- “Oinoanda”
- “Meter Kubeliya”
- “Meter Theon”
- “Kitanaura”
- “Korydalla”
- Sümer‟de; İnanna
- Babil‟de; İştar, Astarte
- Mısır‟da; İsis
- Suriye‟de; Atargatis;(Lat.)
- Kenan bölgesi ( Filistin)‟nde ve Fenike‟de ; Anat ve Astarte
- Girit‟te; Rhea103
- Kültepe tabletlerinde; Kubaba
- Hitit kaynaklarında; Hepat
- Hititler‟de; Arinna‟nın Güneş Tanrıçası
- Frigya‟da; Kybele, Agdistis104
- Lydia‟da; Kybebe, Kubebe
- Lykia‟da adı; Kybele
- Komana Pontika (Karadeniz Ereğlisi, Tokat bölgesi‟nin 9 km.
- kuzeydoğusunda) ve Kappodokiası‟nda; Ma105
- Efes‟te; Artemis
- Yunanistan‟da ve Roma‟da; Gaia, Rhea, Demeter, Mater, Magna
- Mater, Dindymos, Dindymene106
- İtalya‟da (Nemi gölü bölgesinde); Venüs, Vesta
- Ermenistan ve Arap kavimlerinde; Hubel ve Kıble
- Hindistan‟da; Aditi
Hitit panteonu oldukça zengindir. Eril ve dişi tanrılar yüzlerce yıl Hattiler’in inanç sistemini oluşturur. Hatti ana tanrıçası Kumbaba Frig döneminde Kybele adını alarak panteondaki yerini alır. Frigler açık hava tapınakları inşa ederler. Büyük kayaları oyarak iki boyutlu tapınaklar oluştururlar. Kybele tanpınakları Frig şehirlerinin vaz geçilmez tapınma merkezlerini oluştururlar. Yazılıkaya’yı ziyaret ettiğimde bu 17 metre boyunda 16 metre enindeki Kybele tapınağını gördüm. Gün batımında ve gün doğumunda fotoğraflarını çektim. Kahverengi tonlarından açık sarıya kadar binlerce ton kayanın üzerindeki geometrik biçimler üzerine yansıyor. Mabedin çatısı bir ev çatısını andırıyor. En yüksek noktada bulunan kabartma yok edilmiş. Belli ki o kabartma hırsızlar tarafından kim bilir hangi yöntemle çıkarılmış. Mabedin niş bölümü de tahrip edilmiş. Orada bulunan sunak ve heykellerin yerinde yeller esiyor. Törenlerin yapıldığı alandaki yapıların izleri bile yok edilmiş. Oysa sunakların bulunduğu alanda başka destek yapıların olması gerekirdi. Rahiplerin kaldığı kaya oyuklarının durumu daha da fena. Mabedin yan duvarları üzerinde Frig dilinde yazılar var. Taradığım kaynaklarda bu yazıların okunamadığı bilgisi var. Trajik olan konu bu kadar değil. Arkeoloji eğitimi veren üniversitelerde de bu kadar araştırmacı varken hiç biri Frig dilini öğrenmeyi düşünmüyor. Doğru ya nereden öğreneceksin? Kim öğretecek? Kybele törenlerinin M.Ö: 600-200 yıllarında nasıl yapıldığı konusunda hiç bir fikrimiz yok. Hipotezler var. O da Roma kayıtlarından elde edildiği kadarıyla ;olsa olsa metoduyla yapılan tartışılır yorumlar. Bölgeyi gezerken orada çalışma yapan arkeologların ne kadar işin başlangıcında olduklarını görmemek elde değil. Birincisi bölgedeki kalıntıların koruma altına alınmadığını görüyoruz. Yazılıkaya üzerine takılan “sarsıntı ölçer” düzeneğin alınacak tedbirlerden sadece bir tanesi olduğunu söylemek gerekir. Köyün tarihi kalıntıları bir hazine-değer olarak değil de imar için bir engel olarak gördükleri de bir başka gerçek. Derme çatma yapılmış uydu antenli kerpiç evlerin çoğu harabe halinde. Köylü bronz çağında yaşamakta ısrarlı. Aslında köyde yaşam ileriye gitmiyor. Görüldüğü kadarıyla büyük şehirlere göç buradan da yapılıyor. Giden yıkarak ve tahrip ederek gidiyor. Geri de dönmüyor.
Kamp alanında inanılmaz bir çöp dağıyla karşılaştık. Yakılan mangal ateşleri etrafında kümelenmiş plastik ve metal atıklar güzelim ormanın bir çöplük görüntüsü haline gelmesine neden olmuş. Kamp alanında tuvalet binası yapılmış ama çöp konteynerleri yok. Hep birlikte önce mıntıka temizliğine girişiyoruz. Yarım saat içinde bütün çöpleri toplayıp yanımızda götürmek üzere otobüsün bagajına yerleştiriyoruz. Çadırlar hızla kuruluyor. Gün batımını kaçırmak istemiyoruz. Kybele bizi gün batımı ayini için anıt tapınağın önünde bekliyor. Kameralarımızı kuşanıp kral yolundan anıtlara doğru tırmanıyoruz. Basamakların çoğu travers ile güçlendirilmiş. Tüm vadiyi gören tepeye vardığımızda güneş ufuk çizgisine iyice yaklaşmıştı. Frigya vadisi güneşin altın ışıklarıyla boyanmaya başlıyor. Kayalara vuran ışıklar turuncuya dönüşüyor. Bitmemiş anıt denen Batıya bakan anıtı 1826 yılında Laborde adlı bir arkeolog keşfediyor. Anıtı oluşturan boyutların orantısızlığına bakarak arkeologlar bu anıtın bitirilememiş olduğu yorumunu yapıyorlar. Yönü Batıya bakan anıtın yedi metre on santim yüksekliği, dokuz metre doksan santim genişliğinde, yerden yüksekliği ise beş metre elli santim olarak ölçülmüş. Anıtın yer aldığı tüf kütlesi boyu yirmi bir metre olarak ölçülmüş. Bu da alınlık potansiyelinin tamamının kullanılmadığını yarım kalan bir anıt olduğunu düşündürüyor. Ben anıtın yarım kaldığını düşünmüyorum. Doğuya bakan esas anıt Kybele için yapılmışsa Batıya bakan anıt ise daha az güçlü bir tanrı olan Men için yapılmış olabilir. Vadide görülecek o kadar anıt var ki, zaman yetmiyor. Sarnıçlar, Arezastis, Bahşayiş Anıtı, Aslantaş Anıtı, Aslankaya Anıtı, Maltaş Anıtı bunlardan sadece bir kaçı. İki bin beş yüz yıldır ayakta kalan bu anıtların hepsi bir şeyler anlatıyor. Bitmemiş anıt üzerinde Likya mezar taşları üzeride de bulunan altı yapraklı rozet figürünü görüyorum. Demek ki lotus (yaşam) çiçeği adını verdiğim bu süslemenin tarihi de çok eskilere kadar uzanıyor. Likya ve Frigya bölgelerinde taş üzerindeki süslemelerin sembolik anlamlarında bir ortak nokta var. Anadolu’da çok yaygın bir çiçek türü olan “çiğdem” bir süsleme sembolü olarak her kültürde kullanılıyor. Müzelerde teşhir edilen Frig eserlerini de görme fırsatı bulursam başka ortak noktalar yakalayabilirm diye düşünüyorum. Hava kararırken kampa geriye dönüp kamp ateşini yakıyoruz. Hava soğuyor. Güneş batar batmaz sıcaklık onlu derecelere düşüyor. İki bin beş yüz yıl önce insanların bu soğukta ne yaptıklarını düşünmeden edemiyorum. Üstelik kölelerin giysileri de yok. Kamp ateşinin etrafında toplanıp yemeğimizi yiyiyoruz.
Sonuç
İşte Frigya Likya ve Psidia bölgelerinde Antik çağda ana tanrıça kültünün varlığını hemen hemen her antik kentte görmek mümkün. Batı Anadolu bölgesindeki Antik kentlerin çoğu Grek ve Roma uygarlıklarının izlerini taşıyor. Bronz çağının 12. Yüzyıl öncesine uzanan dilimine “Karanlık çağ” adı veriliyor. Böyle nitelendirilmesinin nedenleri var. Öncelikle cumhuriyetin kültür politikalarının tesiri var. Anadolu’yu Türkleştirmek üzerine kurulu bir kültür politikasının 1923 öncesini bir kalemde silerek Orta Asya’dan at üzerinde gelen halk masalına herkesi inandırmaları bir yerde üzücü sonuçlar veriyor. Halk antik kentlere, kiliselere, havralara daha doğrusu 1923 öncesi her yapıya kuşkuyla yaklaşıyor. Bir keçisi için komşusunu öldürmekten çekinmeyen halk kendisinin olmayan tarihi hazineleri tahrip etmekten çekinmiyor. Aynı şekilde doğal kaynakları, suları ve ormanları hoyratça tahrip ediyor. Her gittiğim yörede halkın doğaya ve antik eserlere verdiği ağır zararı gördüm. Popülist politikalar uğruna en değerli varlıkların yok edildiği dekadans kültürü giderek yayılıyor. Devlet kendi öz varlıklarını korumak ve yaşatmak için hiçbir gayret sarf etmiyor. Lümpen kültürünün giderek çürüttüğü değerler bir daha geri gelmeyecek. Bu seyahatte Kybele’ye dokundum. Tapınağın kabartmalarına dokununca hadım rahiplerin boğa ve koçları nasıl kurban ettiklerini onların kanlarıyla nasıl yıkandıklarını hayal etmeye çalıştım. Güneş doğarken kesilen kurbanlardan akan kanın aktığı kanalları gördüm. Kybele güneşin ilk ışıklarıyla kucaklaştı.
Kaynaklar :
- http://www.yolculuk.com.tr/sayi_59/34_turkiye-defteri-sirlar-vadisi-daglik-frigya,
- http://www.frigvadisi.org/4-sayfalar-frigler.aspx,
- Frig Yürüyüs Yolu Projesi Sunum-Doç. Dr. Hüseyin Sarı,
- http://www.frigvadisi.org/4-sayfalar-frigler.aspx
- Kadriye BARAN,18/08/2010 Frigya Gezi Notları
- Fatma Birecikli; Ana Hatlarıyla Friglerde Din,
- Güllü Çintiriz, Frig Dini İnanç ve Adetleri , Gazi Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010
- Onur Tıbıkoğlu, Doğu Likya’da Artemis Kültü, Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Ana Bilim Dalı
- Tuba Efendioğlu, Yüksek Lisans Tezi ; Hellenizm ve Roma çağları Likya’sında Yerel Kültler, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antik Çağ tarihi, İstanbul, 2006
- Ömer Çapar, Roma Tarihinde Magna Mater (Kybele) tapınımı,
- Canan Albayrak, Anadolu’da Kybele-Attis Kültü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007
[1]Ezoterizm (Bâtıniye, içreklik): Kadim bilgelikle günümüze kadar gelen ve gerçeğin yalnızca
seçkin ve söyleneni anlayacak kişilere verilebileceği anlayışına dayalı bir öğreti biçimidir.
Toplumdaki akıldışı âdet ve bilgilerle çatışan ussal öğretiler zorunlu olarak içrekliği ve kapalı
olmayı, başka deyişle ezoterik (gizlemli) yapılanmaları gerektirmiştir. Akla dayalı bilgiye Zâhiri-bilgi, keşfe dayalı bilgiye ise Bâtıni-bilgi denmiştir. Zâhiri bilgi ilim, Bâtıni bilgi irfan diye adlandırılır. Zâhiri bilginin kanıtı akıl ve deney, bâtıni bilginin kanıtı ise zevk ve vicdandır. Zâhiri bilgi kavramlarla elde edilirken, Bâtıni bilgi simgeler, ritüeller aracılığıyla keşfedilir. Keşfedilen bilgi (irfan) kişinin kendisinde gizlidir (gömülüdür). Bu nedenle “Bilen başkasını bilir, keşfeden kendini keşfeder,” özdeyişi ünlüdür.Ezoterik bilgi, mistik bilgiden ayrılır; gerçi her ikisi de deneyime dayanır, ancak mistik deneyim düzensiz olduğu halde, ezoterik deneyim düzenli ve ritüeliktir. Kaynak: M. Bülent Gürkan, ANADOLU’DA EZOTERİK YAPILANMALAR, A N A D O L U A Y D I N L A N M A V A K F I
[2] Kimmerler halkının efsanevi komutanı. Dev gibi vücuduyla ve inanılmaz cesaretiyle bütün Kimmer halkını kendine hayran bırakan kral. Kralın hikayesi sinemaya “Conan the barbarian “ hikâyesiyle aktarılmıştır.
[3] Tarihsel ezoterizm çok eski zamanlara kadar uzanır. Kadim Mısır dini inisiyasyon törenleri kitabelerle belgelenmiş durumdadır. Ezoterizm daha çok dinsel kavramların dış yüzünden iç yüzüne geçmeyi dile getirir.
Kutsal olanın özüne bakıştır. Bu kadim gelenek, adaylara inisiyasyon (tekris) yolu ile aktarılır.
Yola girmek isteyene , tâlip, çırak ya da mürid (inisiye), yol gösterene de usta, mürşid (inisiyatör) denir.
[4] Makendonya Kralı İskender Pers İmparatorunu yendikten sonra kısa süre içinde topraklarını Suriye, Mısır ve Hindistan’a kadar genişletmişti. Zamansız ölümüyle bu geniş imparatorluk dört generali arasında pay edildi. (M.Ö. 323—M.Ö.63) Bunlardan biri de Selevkos i di. Selevkos imparatorluğunu Babil’de M.Ö. 312 yılında ilan etti. Anadolu da Selevkos İmparatorluk toprakları arasındaydı. Roma İmparatorluğu M.ö. 63 yılında son imparator Mitridates’i yenerek Hellen dönemini sonlandırdı Anadolu’da Roma hakimiyeti başladı.
[5] Güllü Cintiriz, s.4
[6] Cintiriz, Güllü, s. 40
[7] Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Geographica, XII,XIII,XIV,Çeviren Prof.Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1993, İstanbul , s.48
[8] Tuba Efendioğlu, Yüksek Lisans Tezi ; Hellenizm ve Roma çağları Likya’sında Yerel Kültler, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antik Çağ tarihi, İstanbul, 2006
[9] Canan Albayrak, Anadolu’da Kybele-Attis Kültü, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007