Bu yıl da doğum günümde denize girerek kendimce bücürümlerimden arındım. Bu mevsimde (mart) suyun sıcaklığı yüzmeye elverişli olmamasına karşın yine de suya girmekten kaçınmadım. Bu vazgeçemediğim bir gelenek benim için. Kendimi daha iyi hissediyorum. Denizin (Akdeniz) sakin sularında ürpererek yüzüyorum. Suyun büyüleyici bir etkisi var. Bir tür “vaftiz” diyebiliriz. Zaten vaftiz Yunanca (βαπτίζω) suya batırmak, daldırmak anlamında değil mi?
Herman Hesse’nin Siddhartha romanını ilk okuduğumda sanırım 16 yaşlarındaydım. Vesudeva’nın kayıkçılık yaptığı ırmağın kıyısında gerçek bilgiye ve aydınlanmaya ulaşan Siddhartha’nın yaşamı beni çok etkilemişti. Vasudeva Siddhartha’ya ırmağın sesini dinlemeyi ve o seslerden bir şeyler öğrenmesini öğretir. Sonradan öğrendim Vasudeva, “ırmak tanrısı” anlamına gelmekteymiş. Zamanla kutsal sular, nehir tanrıları ve aydınlanma kavramlarını sürekli kafamda evirip çevirmeyi bir alışkanlık haline getirdim. Karadeniz’in “Fırtına’sı, Akdeniz’in Alakır’ı, Dersim’in Munzur’u beni hep kendine çekmiştir. Özellikle Munzur vadisi suların kutsallığının hissedileceği mükemmel bir yer. Bu XI. Seyahatnâme kitabımda da kutsal suları arayıp bulmaya ve elimden geldiğince anlatmaya karar verdim.
Bu binlerce yıldır kutsal kabul edilen akarsuların, göllerin, önemli doğa alanlarının hızla tahrip edildiğini görmek çok canımı acıtıyor. Doğanın bu kadar kolay tahrip edilmesine yol açan izinleri, ruhsatları verenlerin kimler oldukları devletin kayıtlarında görünüyor. Belki bir gün gerçek ve vatansever bir cumhuriyet savcısı bunun hesabını sorar diye umarak yazmaya ve gezmeye devam ediyorum.[1]
İlk zamanlardan[2] bu yana insan toplulukları, yerleşimlerini genellikle büyük nehir ve göl kenarlarına giderek akarsuların denize döküldüğü (deltalara) kıyılara kurmayı tercih etmişlerdir. Dünyanın coğrafi yapısı düşünüldüğünde doğu, Ortadoğu ve batı yönlerinin yanı sıra güney ve kuzey bölgelerinde de önemli uygarlıklar kurulmuştur.
Kadim yakın doğu coğrafyasında, Sümer, Mısır ve Mezopotamya gibi ilk medeniyetler de Nil, Dicle ve Fırat nehirlerinin havzalarında kurulmuştur. Uygarlıkların gelişmesine katkısı olan akarsular kentlerin de ticaret yoluyla zenginleşmesine neden olmuştur. Uygarlıkların gelişmesiyle inanç çeşitliliği de ortaya çıkmıştır. Eski dinler arasında yaygın olanların gizemler yarattıkları ve bunların zamanla dilden dile anlatılarak mitoslara dönüştüğü de açıktır.
Sümer mitolojisinde, tanrı Enki’nin bu kutsal nehirleri yarattığına inanılır. Efsaneye göre, baş tanrı Enki’nin suyu dünyaya taşımasıyla bereketli topraklar oluşmuş ve bu topraklarda ilk insanlar yaşamaya başlamıştır. Sümer mitolojisinde insanın tanrılara hizmet etmesi için yaratıldığı anlatılır.
Sümer dini çok tanrılı bir dindi. Dünyada görülen, hissedilen her nesnenin bir tanrısı vardı. Tanrılar insan görüntüsünde, fakat ölümsüz ve insanüstü güçlere sahipti. İnsanlar gibi onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir baş tanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirdi. Yer, gök, su, hava tanrıları yaratıcı, diğerleri ise yönetici tanrılardı.[3]
Efsaneye göre Enki’nin emriyle yaratıcı tanrılar Ninmah ve Nammu “derin suların üzerindeki” “balçığı” kararak şekil bakımından tanrılara benzeyen, ancak onların ölümsüzlük yeteneklerine sahip olmayan kusurlu insanı yaratmışlardır. İnsanın kusurlu bir varlık olduğu birçok inanç sisteminde (tek tanrılı dinler dahil) kabul edilmiştir.
Anadolu’da kurulan uygarlıklar da su kaynaklarını ve nehir kenarlarını yerleşim bölgesi olarak tercih etmişlerdir. Dolayısıyla nehir vadilerine yerleşmenin önemli katkılar sağladığı çok açıktır. Nehirlerin, tarih boyunca insan hayatında ekonomik, hukuk, politik, sosyal ve dini alanlarda da büyük etkisini görmekteyiz.
Kutsal kabul edilen akarsuların başında hiç şüphesiz Hindistan’daki Ganj (The Ganges) nehri gelir. Yerel dilde Ganga Ma (Ganj Ana) adı verilen akarsu, Hindu inanışına göre cennetten çıkan ve sularında yıkananların günahlarının af olacağı inancıyla kutsallaştırıldığı bir nehirdir. Ganj kenarında bulunan kadim Hindu kenti Varanasi, milyonlarca Hindu’nun hac yeridir. Hacılar yılın her gününde nehir sularında günahlardan arınma ritüelini uygularlar. Cenazelerin de yakılarak küllerinin Ganj nehrine atıldığı bir gelenek olduğunu söylemeliyiz.[4]
Doğu ve uzak doğunun kutsal akarsularını özel bir bölüm olarak anlatmak gerekir. Her akarsuyun çok özel bir ya da birkaç “mitos” u var. Özellikle Shinto, Hindu ve Buda geleneğinin binlerce yıl süreyle kültürel olarak anlamlandırıldığı uzak doğu coğrafyası özel bir ilgiyi hak ediyor. Japonya, Çin ve Hindistan insan nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı bu topraklar gerek kültür, tarih gerekse de jeolojik anlamda pek bilinmiyor. Batılı enteligensiya Hellen-Roma ve Hıristiyan odaklı birikime sahip olduğu için farklı coğrafyalardaki inançlara ilgi duymuyor. Anadolu aydını ise daha büyük bir karmaşanın içinde: Siyasi İslam, milliyetçilik ve fıkıh ağırlıklı tasavvuf sarmalında yıllar önce batıya döndüğü yüzünü anlamaya çalışıyor.
Ünlü dinler tarihi araştırmacısı M. Eliade’nin sular konusundaki sözleri akarsuların neden kutsallaştırıldığını yeterince açıklamaktadır: Ana maddenin ne olduğu konusu tüm ilkçağ felsefecilerinin ana teması olmuştur. Eliade bir ölçüde insanların sembolleştirdiği bir ana maddeden söz etmektedir.
“Water symbolises the whole of potentiality: it is the “fons et origo”, the source of all possible existence … water symbolises the primal substance from which all forms came and to which they will return” (Eliade 1979: 188).”[5]
Eliade suların kutsallığını kendi terminolojisiyle “hierofani” yani kutsalın oluşumu kuramıyla, Vedik felsefeye göre açıklar; Veda öğretisinde su en önemli element olarak ana rahmine benzetilir. Doğum ve ölüm sembollerinin birleştiği yerdir. Hindistan’ın yedi kutsal akarsuyunun analizini yapan Eliade “Sacred and Profane”[6] adlı kitabında suların ve akarsuların kutsallığını örneklerle açıklar.[7] Kutsal su sembolizması gerek pagan gerekse de tek tanrılı dinlerde örneğin ; “vaftiz”, “abdest” gibi ritüellerde kendini gösterir.[8]
Vedik mitolojiye göre tanrıça Indra tüm suları yutup kuraklığa sebep olan iblis Vritra ile gökyüzünde savaşır. Indra’nın şimşek şeklindeki mızrağı Vritra’nın karnına saplanır. Yeryüzüne yedi akarsu “sapta sindhu” olarak dökülen sular cennetin ırmakları olarak bilinir: Bu yedi akarsuyun adları ise, Sindhu, Sarasvati, Ganga, Yamuna, Narmada, Godavari ve Kaveri ‘dir.
Sembolik açıdan su simgesi; hayat, ölüm, şifa ve bilgelik gibi yönleri ile tüm inanç geleneklerinde yer alan temel unsurlardan biridir. Özellikle dünyanın kökenini ve hayatın başlangıcını açıklamaya yönelik tüm mit ve anlatılarda yaygın bir şekilde yaratılışın kaynağının su olduğuna rastlanır. Mitolojik bilginin yoğun olarak üretildiği çağlarda, insan, suyu yaşam ve canlılık kaynağı, kozmogonik ilksel unsur olarak düşünmüş ve suyla ilgili inanç ve ritüeller üretmiştir. Mitolojik anlatılarda kaosun simgesi olarak nitelendirilen su, çeşitli din ve inanç sistemlerinde kutsallık kazanarak mistik arınmanın temel aracı haline gelmiştir.
Suların kutsallığı konusu kadim Anadolu uygarlıklarının yabancı olduğu bir kavram değildir. Binlerce yıllık tarihinde uygarlıkların akarsularla ilişkileri kutsallık mertebesinde olduğu kadar ticaridir de. Anadolu’nun akarsuları hangi dönemlerde kutsal kabul edilirdi?[9] Halys’mi, Kestros mu? Harpasos mu, yoksa Euphrates mi? Kutsal kitaplara göre cennetten çıkan Anadolu topraklarında akan ırmaklar vardı. Fırat ve Dicle ırmakları da kutsallıklarını kutsal kitaplardan almışlardır.[10]
Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde suyun bir arınma aracı olarak benzer bir biçimde ritüelleştirildiği görülür. Yahudiliğin ana akımı içinde de cemaate yeni katılanlar için sünnet ve vaftiz şartı aranması dikkat çekicidir. Aday erkekse önce sünnet edilmekte, iyileştikten sonra, suyu özel hazırlanmış havuzda (mikve) iki din adamının nezaretinde çıplak halde üç defa suya dalıp çıkarak vaftiz edilmektedir. Suya girme işlemi putperestlikten temizlenmeyi ifade ettiğinden Musevi inancında bu şekilde Yahudiliğe geçen kişi de yeniden doğmuş kabul edilmektedir.
Vaftiz, Hristiyanlıktaki temel şartlardan en önemlisidir. Yalnızca yeni doğanlar ve dine yeni girenler için değil tüm Hıristiyanlar için geçerli olan, olmazsa olmaz bir uygulamadır. Dünyaya gelen bütün insanların günahkâr olarak doğduklarına inanıldığı için; asli günah doktrininden hareketle vaftiz ayini ile ruhun asli günahtan arınması hedeflenmektedir. Asli günah ise Âdem ve Havva’nın cennetten kovulma inancıyla alakalıdır. Bütün Hıristiyanlar günahkâr ve kusurlu kabul edilir. Ancak vaftiz ile bu günahdan aranılabilirler.
İslam dininde suyun manevi arındırıcılığına olan inanç o kadar güçlüdür ki, bazı tarikatlarda inananların mutlaka abdestli gezilmesi ve abdestli uyuması tavsiye edilmektedir.
Bir diğer inanç sistemi ise Sabiîlik’tir. Bu dinde suyun arındırıcı özelliği çok önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle de tarih boyunca Sabiîler sürekli akarsu kenarlarında yaşamaya önem vermişlerdir. Sabilere göre yeryüzündeki bütün akarsular, Ürdün, Fırat, Dicle ve Karu nehirleri hayat suyu, yani “Yardna” olarak kabul edilir. Yardnalar, Işık âlemi ile yeryüzü arasında mevcut olan bir köprü olarak görülürler. Dolayısıyla bu hayat sularına girip çıkmak şeklinde nitelendirilebilecek olan vaftiz, bir Sabiî için hayati önem taşımaktadır. Sabiîlik’te vaftiz olmak, fiziki kir ve pisliklerden temizlenmek ile ilgili değildir. Amaç, “süfli âleme” temastan kaynaklanan manevi kirlerden arınmak ve hayat suyu ile birleşerek “Işık Kralı”’nın bir parçası olabilmektedir.
[1] Kızılırmak’ta akmak – Seyahat Haberleri (hurriyet.com.tr)
[2] İlk insan olan Homo sapienslerin, 200.000- 300.000 yıl önce Afrika’da yaşadığını ileri süren evrim kuramına göre insanlar 70.000-100.000 önce Afrika’dan göç ederek yeryüzüne yayılmışlardır.
[3] Çığ, Muazzez İlmiye : Belleten: 0.37879/belleten.1994.685
[4] Microsoft Word – 5.cemil (10).doc (dergipark.org.tr)
[5] Su, başlangıcı ve sonu simgeler. Her şey sudan gelir, suya döner.
[6] Kutsal ve Kutsal Dışı (Mircea Eliade) – Fiyat & Satın Al | D&R (dr.com.tr)
[7] The Sacred and the Profane (csun.edu)
[8] “Sümer mitolojisinde yaratılışın tatlı ve tuzlu suların karışmasından meydan geldiğinin düşünülmesi, Hint düşüncesinde suyun varlığın kaynağı olarak kabul edilmesi, antik Yunan, Mezopotamya ve Mısır’da suyun bizatihi tanrılaştırılması, Sabilerin akarsu kenarlarında yaşamaları, Hristiyanlıkta vaftiz suyu ile temas etmeyenlerin dine girmiş ve İsa ile birleşmiş sayılmaması, İslam dininde maddi ve manevi kirlerden arınma noktasında abdestin çok önemli olması, dini gelenekler açısından suyun ne kadar mühim bir konumda olduğunu gözler önüne sermektedir.” Maksude KURT FİDAN: ILSAM-Maksude-KURT-FIDAN-Kutsal-Suyun-Izinde-Suya-Yuklenen-Dini-ve-Sembolik-Anlamlar.pdf (ilsamakademi.com)
[9] H. Malay ‒ F. Ertuğrul, “A Dedication to the River-God Harpasos from Bargasa in Caria”, Epigraphica Anatolica 47 (2014), 13-15.
L. Robert, A travers l’Asie Mineure (1980), 355-372.
- [10] Karadeniz’e ulaşan başlıca akarsular; Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Çoruh, Filyos
- Akdeniz’e ulaşan başlıca akarsular; Asi, Ceyhan, Seyhan, Göksu, Aksu
- Ege’ye ulaşan başlıca akarsular; Meriç, Gediz, Küçük Menderes. Büyük Menderes
- Marmara’ya ulaşan başlıca akarsular; Susurluk Çayı
- Basra Körfezine Ulaşan akarsular; Fırat, Dicle
- Hazar Gölüne ulaşan akarsular; Kura, Aras.