Yukarıdaki fotoğrafı 27 Nisan 2015 gün batımında Kadıköy sahilinden çektim. facebook’da sayfamda yayınladım. Adını da “Konstantiniyye” olarak yazdım. Aman efendim bir tepki bir tepki. İstanbul’a Konstantiniyye denmesine tepki gösteren bir bayan hakaret boyutunda mesajlar gönderiyor. “Nasıl olur da İstanbul’umuza Yunan Konstantiniyye dersin lan.”diye kıyametleri koparan bir bayan ve bir bayın dışında herkes fotoğrafla ilgili olumlu yorumlarda bulunmuş ama bu ikisi çok sert sözler yazmışlar. Nedenini anlamaya çalışıyorum. . Açıkça Yunan düşmanlığı yaparak hakaret derecesine vardırdıkları eski fanatik ulusalcı bir tepki onlarınki. Farkında değiller. Bu durum onları anlayışla karşılamama yetmiyor. Kadıköy’e Kalkedon, Fethiye’ye Telmessos, Çavuşköy’e Adrasan, diye eski adlarıyla hitap etmek hoşuma gidiyor. Binlerce yıllık Anadolu tarihini kısaltmak isteyenlere ne diyebilirim ki? Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda başlayıp daha sonraki yıllarda devam eden isim değiştirme furyasına sıcak bakmıyorum. Yüzlerce yıl öncesinden gelen isimleri bir kalemde değiştirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Nedenlerine daha sonra değineceğim.
İstanbul isminin tarihi gelişimine değinen özet alıntı konuyu anlamayanlar için faydalı olabilir:
Byzantion İstanbul’un bilinen ilk adıdır. M.Ö. 667’de Antik Yunanistan’daki Megara kent devleti’nden gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bugünkü İstanbul üzerinde bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas veya Byzantas’ın şerefine Byzantion adını verdiler.
M.S. 337 yılında İmparator I. Konstantin’in ölümüyle kentin adı, onun şerefine “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’e çevrildi. Konstantinopolis, Doğu Roma İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı. 1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinden sonra bile, Konstantinopolis, Batı’da kullanılan en yaygın ad olarak kaldı
Kostantiniyye , Konstantinopolis’in Arapça şeklidir ve kentin İslam dünyasında bilinir hale gelen ve en çok kullanılan adı oldu. Yunanca’da “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’in aksine, Kostantiniyye Arapça’da “Konstantin’in yeri” anlamına geliyor.
1453 yılında fetihten sonra, kent Osmanlı İmparatorluğu’nun dördüncü başkenti ilan edilidi ve Kostantiniyye Osmanlı devleti tarafından kentin resmi adı olarak kullanıldı ve 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar, çoğu zaman bu ad kullanımda kaldı. Örneğin Osmanlı devleti ve mahkemeleri, Kostantiniyye’de yayımlanan resmi belgelerin kaynağını belirtmek için, “be-Makam-ı Darü’s-Saltanat-ı Kostantiniyyetü’l-Mahrusât
İstanbul adı, 10. yüzyıldan beri Arap kaynaklarında ve 11. yüzyıldan beri Türk kaynaklarında geçmektedir. Ayrıca İstanbul adı, 1453 fethinden önce bile Türkçe’de özellikle Türk halkı arasında kent için kullanılırdı. İstanbul, Osmanlı döneminde resmi ad olmasa da, resmi belgelere girdi ve sıkça kullanıldı.
Ancak, 28 Mart 1930 yılında Türk Posta Hizmet Kanunu ile kentin adı resmen değiştirilerek İstanbul adını almıştır. ” (Kaynak: http://www.mailce.com/byzantion-konstantinopolis-konstantiniyye-istanbul.html)
Bazı ulusalcı milliyetçi fikirlere sahip olan kişilerin verdikleri tepkinin ardında orta öğretim yıllarında beyinlere aşılanan Yunan düşmanlığı yatıyor. Osmanlı İmparatorluğuna 1821 yılında isyan eden Yunan aristokrasisinin önderliğindeki isyan hareketi 1829 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlanır. Yunan ve Osmanlı taraflarının karşılıklı görüşmeleri sonunda 1832 yılında İstanbul Anlaşması imzalanır. Buna göre Yunanistan bağımsız bir ülke olarak tanınır.
Osmanlı İmparatorluğunun önce Balkanlarda daha sonra da diğer cephelerde uğradığı ağır yenilgiler büyük toprak kayıplarına ve nüfus hareketlerine sebep olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu hikayesi “Yunan ordusunun İzmir’de denize dökülmesi” temasıyla işlenir genellikle. Ulusalcı söylem Ergenekon’la başlar, Malazgirt’le sürer ve Yunanlı’nın denize dökülmesiyle doruk noktasına varır. Bugün bu tepki verenlerin çoğu müsamerelerde gözlerinden yaşlar akıtarak şiirler okuyan milliyetçilerdir. Evrensel değerlere ulaşamamış bir propaganda enstrümanına dönüştüklerinin farkında olmayan kişiler.
Meselenin bir çok yönü var. Öncelikle Yunanlı ile Osmanlı Rum milletinin tefrik edilmesi gerekiyor. Bu da özellikle 1458 yılından 1832 yılına kadar olan süreç içerisinde (374 yıl) meydana gelen siyasi olaylara tarafsız bir gözle bakmayı gerektirir. Yunan ulusalcılarıyla Osmanlı Rum milleti arasında çok fark vardır. Aynı kefeye koyamazsınız. Balkan savaşlarından sonra yükselmeye başlayan milliyetçilik akımlarının faturası yaklaşık altı milyon insanın yaşadıkları topraklardan göç etmesine sebep olmuştur. Müslüman Türklerin Balkanlardan, Ortodoks Rumların ve Ermenilerin Anadolu’dan göç ettirilmeye zorlanması ise 19. yüzyılın başlarından itibaren görülür. Bu olaylarda kilisenin ve ruhani liderlerin önemli roller oynadığı bilinmektedir.
Osmanlı İmparatorluk vatandaşı olan Ortodoks Rum milletinin sadece din temelli bir ayırıma temel teşkil ettiğini unutmamak gerekir. Burada kilisenin oynadığı rolü de iyi analiz etmek gerekir.
Ortodoks Patrikhanesinin (Kilisenin) Rolü her şeyden önce Osmanlı imparatorluk “millet” sistemi içinde ele alınmalıdır. Millet sistemi Ortodoks patriğini tüm Ortodoks ahalinin idaresinde tek yetkili kılar. Fener patrikhanesi tüm Ortodoks milletin her türlü sorunundan sorumlu idi. Osmanlı idaresi kiliseye geniş yetkiler vermişti. Zaman içerisinde Ortodoks laik burjuvazi ve aristokrasi kilisenin bu rolüne karşı çıkmışlardır. Osmanlı bürokrasisinin en yüksek mevkilerine kadar yükselen Rumların milliyetçi akımlara itibar etmedikleri de görülmüştür. Zamanla zayıflayan idarenin yolsuzluklarla pençeleşme si sonucu Rumların etkileri azalmış onların yerime Müslümanların atandığı görülmüştür. İtibar kaybeden Rumların toplum içindeki konumları da değişmiş zamanla ikinci sınıf vatandaş, göçe zorlanan gayrimüslim azınlık haline dönüşmüştür.
Konstantiniyye ismine geri dönersek. İstanbul neresi? Kaç İstanbul var? 8000 yılllık tarihiyle bu şehir kimsenin içine hapsedeceği bir isimle ifade edilemez. Konstantiniyye derken o İstanbul’u yani Osmanlı’nın Bizans’dan devir aldığı ve dönüştürdüğü İstanbul’u düşünmek istersiniz. Topkapı Sarayı, muhteşem Ayasofya orada karşınızda durur. Yanı başında Bayazıt Kulesi ve Sultan Ahmet Camii . İşte bu silüet aslında Konstantiniyye’nin silüetidir. Tarihin tozlu sayfalarından gözlerimizin önüne gelen bir gölge gibi kaybolan ışıkların arasından parıldar durur. Bu gölgeyi göremeyenler ve hissedemeyenlerin yitirdikleri çok fazla.