web analytics

 

“Tauros’un dışında kalan Kilikya’ya gelince: onun bir parçası Trakheia ve diğeri Pedias olarak adlandırılır.”  Strabon, Gerographia:XIV, s.197

 “Kilikya’ya”[1] bir “foto safari” yapma fikri Mersin Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu’nun düzenlediği  “Antik dönemde Akdeniz’de Kırsal ve Kent yerleşimleri” sempozyumuna davet edilmem ile birlikte gelişti. ODTÜ’nden  sınıf arkadaşım Selami Gedik sempozyum organizasyonunu yapan eşi prof. Dr. Serra Durugönül’e yardımcı oluyormuş. Arkeolojik eserlere duyduğum ilgiyi bildiği için bana da davetiye yollamış. Bölgedeki antik eserleri ve doğal alanları seyahat notlarımı topladığım “Seyahatnâme” dizisi için keşfetmek ve tanımak amacıyla yola çıktım.

Bölgeyle ilgili öğrencilik yıllarımda  duyduklarım arasında antik çağ felsefesi[2] kapsamında stoacılar olarak bilinen bir grubun bir çok düşünürün bu topraklarda yetiştiği de vardı.  M.Ö. beşinci asırda  “Tarsus Okulu ” olarak bilinen akımın doğduğu coğrafya  Tarsus.: Aratos, Khrisippos, Areios, Hermonia  Athenedoros  ve stoacı  Zenon’un adları geçiyordu. Tarsuslu matematikçilerin ve  felsefecilerin Atina’da önemsendiği biliniyor. Genç yaşta Atina’ya giden Tarsuslu felsefeciler astronomi, fizik, tıp, vb. gibi alanlarda çalışırken Atina’da Kıbrıslı  Zenon tarafından geliştirilen  Stoacılık akımından etkilenmişler.  Stoacılığın ana fikri şöyle izah ediliyor:

  • Doğa Tanrıdır.
  • Doğa maddedir,
  • Bilgelik doğaya uygun davranma sanatıdır,
  • Yaşamın gayesi mutluluktur ve ancak bilge olan mutludur.

Kilikya ile ilgili ikinci duyumum ise  “acımasız ilkçağ korsanlarının yurdu” tanımları. Hitit, Asur, Pers hakimiyetlerinden sonra Helen, daha sonra da M.Ö. 100-63 yılları arasında korsanların egemen olduğu bir dönem var. Roma imparatorluğunun Küçük Asya kampanyasının önünde iki engel vardı. Pontus kralı VI. Mithridates ve acımasız Kilikya korsanları.

Roma lejyonları ve valileri  kırk yıldan fazla süren mücadelelerin sonunda her ikisini de yener ve Anadolu’da sekiz  farklı eyalet kurarlar: Kuzeyde Bithynia ve Pontus, Güneyde ise Lycia, Pamphylia,Cilicia. Doğuda Galatia ve Capadocia ve Commagene . Bu toprakların bir Roma eyaleti olmasının öncesinde yedi bin yıllık bir yerleşim bölgesinden söz ediyoruz.

Dağlık Kilikya Kronolojisi

Bölgeye gitmeden önce ciddi bir kütüphane taraması yapmaya karar veriyorum. Her zaman olduğu gibi tüm gezilerimde aradığım şeyi burada da arayacağım. Geçmişle bugünü birbirine bağlayan köprüleri ve ip uçlarını aramak çok heyecan verici olduğu kadar zaman zaman da hayal kırıcı olabiliyor.

Öncelikle Kilikya bölgesinin nasıl tarif edildiğine bakmak gerekli: Trakheia adı verilen Dağlık Kilikya bölgesi, Korakesion (Alanya) şehri ve Lamos (Limonlu)  Nehri arasında kalan bölgeye verilen ad olarak karşımıza çıkıyor. Lamos nehri ve Alexandria kat Isson (İskenderun) arasında kalan bölgeye de Ovalık (Pedias)  Kilikya adı veriliyor. Literatürde çok sık adı geçen Olba Teritoryumu da  Seleukeia (Silifke) merkez olmak üzere Kalykadnos (Göksu) ve Lamos akarsuları arasında kalan bölgeye verilen ad olarak karşımıza çıkıyor.[3]

Anadolu’da mimari açıdan bir karmaşa yaşandığı o kadar belli ki. Helen ve Roma dönemi  estetik ve mimari tarzının günümüz eklektik pragmatik yığma beton yapılarıyla karşılaştırılması hoş olmayan sonuçlara varmanıza sebep olabiliyor. Keçi ve koyunların otladığı antik şehirleri  gezerken yanınıza yaklaşan çobanın size sorduğu sorular yüzünüzü buruşturmanıza sebep olabilir. Her şeyden önce elinde kamera ve sırt çantasıyla antik şehirleri dolaşan bir kişiyi bölge insanı bir tehdit olarak  algılıyor. Bölge insanı dışarıdan gelen “turist” in öncelikle yabancı olduğunu düşünüyor. Tek veya gruplar halinde gözlerini dikerek taciz sınırlarını zorlayarak  sizi seyrediyor. Yanınızda bayan varsa meraklı kalabalığı daha da büyüyor. Yanınıza yaklaşanlar olursa ayrıca bir “Selamınaleykum” muhabbeti gidiyor ki sormayın. Bu selamlaşmayı bir Müslümanlık vurgusu adına kullananlar çok yanılıyorlar. Bu selam tarzının İslam ile en ufak bir alakası bile yok. Aslı İbranice “Şalom Aleküm” olan selamlaşma biçimi Yahudiler tarafından 2500 yıldır kullanılıyor. Arapçaya İbraniceden geçen bu selamlaşma biçimi Türkiye’de İslami bir selamlaşma biçimi cahi,l halk tarafından diğer yanlışlar gibi yaygın olarak kullanılıyor. Merhaba kelimesi de Farsça Kürtçe karışımı bir kelime. Sizi selamınaleyküm diye selamlayana “İyi Günler” diye karşılık verdiğinizde biraz bozuluyor. Bu karşılık öncelikle yabancı turist olmadığınızı vurguluyor. İkinci olarak şehirli ve okumuş yazmış biri olduğunuz mesajı karşıya gidiyor.Yöre halkı sizin bir tehdit oluşturmadığınızı kavradıktan sonra sizden bir şekilde bir çıkar sağlamak istiyor. Önce hangi gazeteden olduğunuzu soruyorlar. Özetle sizi keşif gezinizde rahat bırakmıyorlar. Bir insanın bilimsel veya kişisel merak amacıyla seyahat etmesini anlayamıyorlar. Hayal bile edemiyorlar. Anadolu kültür tarihini gezerek inceleyen ve seyahat notlarını  kitap  olarak yayınlayan bir çok yabancı seyyahın  aynı duyguları paylaştığını esefle okudum. Örneğin 1824 yılında kitabı yayınlanan William Martin Leake, Journal of a tour in Asia Minor, adlı kitabının önsözünde aynı şeyleri daha da güçlü olarak söylüyor.[4]

Kanytellis Çanakçı Nekropolis Kabartmaları 2

İnceleme seyahatlerinin  zorlukları arasında yerel unsurlar önde geliyor. Özellikle de insanların seyyahları algılama ve davranış biçimi. Ücra köylerde sizin elektrik ve su sayaçlarını okumaya geldiğinizi zannediyorlar. Son günlerde de artan terör olaylarından sonra güvenlik güçlerinin kimlik kontrolleri seyahatin tadını kaçırmıyor değil. Bütün bu engellere rağmen seyahatin çekiciliği kaybolmuyor. Antik tiyatroyu hayranlıkla gezerken yanınıza keçileriyle bir yaşlı kadın yaklaşıyor. Keçilerini otlatmasına engel olduğunuz için çok öfkeli. Aksanı o kadar güçlü ki, ne söylediğini güçlükle anlıyorsunuz. Nereden geldiğinizi merak ediyor. Bu eski taşlara neden ilgi duyduğunuzu anlayamıyor. Burada antik kentlerle iç içe yaşayan köylülerin eserlere verdikleri zarar sadece yoğun bir şekilde etrafa attıkları ambalajlarla sınırlı değil. Bahçe, ahır  ve ev  duvarlarını örmek için kullandıkları sütunlar, heykel kaideleri, üzerleri kitabeli mil ve ithaf taşları  hiç de az değil. Aslında buna engel olan da yok. SİT alanı, Koruma altında gibi ibareler sadece kağıt üzerinde. Hayata geçmemiş. Antik kentler korumasız. Tahribata ve hırsızlara açık. Çocuklar heykellere taş atarak oyun oynuyorlar.

Otomobille yapmayı planladığımız yolculuk tam 491 km. Manavgat, Alanya, Anamur, Silifke üzerinden Mersin’e varmayı hedefliyoruz. Yolun uzunluğu göz önüne alındığında yarı yolda bir gece konaklamanın daha akıllıca olduğuna karar verip Anamur çıkışında bulunan “Hotel Anemurion” da yer ayırtıyorum. Yol üzerinde Alanya’ya uğrayıp lise sınıf arkadaşım Ferhan Özgören’i de görmeyi akıl ediyorum. Görüşmeyeli neredeyse elli yıl oluyor. Aynı sırada oturduğum arkadaşım. Öğle yemeği sırasında hem köftelerimizi yiyor hem de sohbet ediyoruz.Yıllar dostlukların değerini daha iyi ortaya çıkarıyor. Yolda yanımda getirdiğim Kilikya ile ilgili dokümanlara  göz atmayı planlıyordum fakat yolculuk sırasında bunu yapmak mümkün değil. İstanbul trafiği gibi olsa okuyabilirsin ama bu yolculuk güzergahında muhteşem bir doğa içinden geçiyorsun. Mümkün değil. Otelde akşam saatlerinde azar azar okuyarak açık kalan soruların cevabını arıyorum.

Kanytellis Kilise N 1

Öncelikle Kilikya’da korsanlığın nasıl olup da yaşama biçimi haline geldiğini öğrenmek istiyorum. M.Ö. 100-63 arasındaki dönem. Otuz yedi yıllık korsan iktidarı nasıl oldu da oluştu? Bunun için Anadolu’nun siyasi tarihini yakından incelemek gerekiyor. Hitit ve Asur hakimiyetlerinden sonra Akhamenid (Pers) dönemi başlıyordu. Koropissos (Mut) da bulunan Akhamenid stilinde basılan gümüş Aspendos sikkelerinin M.Ö:380-330 yıllarına tarihlenmesi de bir kanıt olarak düşünebilir. İskender’in orduları Kilikya’yı Akhamenid’lerden teslim aldıktan sonra Soloi (Mersin) de merkez karargahını kurmuş oradan dağlık alanda yaşayan kabilelerle savaşmıştır. Sertavul geçidi civarında yaşayan savaşçı İsauria kabileleri de İskender’e boyun eğmek zorunda kalmışlardır. İskender’in ölümünden sonra generallerinin kutuplaşmasıyla ortaya üç farklı güç odağı çıkmıştır: Suriye merkezli Seleukoslar, Mısır merkezli Ptolemaioslar ve Makedonya merkezli Antigonoslar. Kilikya Seleukosların etki alanında kalır. M.Ö:300 yıllarında bölge kısa bir süre Ptolemaioslar’ın eline geçer. Bölgede kontrolü tekrar sağlayan Seleukoslar’ı Roma lejyonları yenilgiye uğratırlar. M.Ö. 188 yılında Roma ile Apamea anlaşması imzalanır. Bu anlaşmadan sonra Kilikya korsan şeflerinin kontrolüne girer. Romalı komutan Gnaeus Pompeius Magnus korsanlarla gidiği mücadeleden galip çıkınca Kilikya Roma eyaleti haline getirilir  ve Pax Romana (Roma Barışı)  başlar. M.S 260 yılında Parth-sasani kralı 1. Şapur Kilikyayı işgal edene kadar barış sürer. İsauriaların isyanları ve din savaşları bölgeyi kan gölüne çevirene kadar Kilikya en parlak dönemini yaşar. Günümüze kalan antik eserlerin çoğunun  bu dönemin ürünü olduğu ileri sürülüyor. Roma dönemi çok baskın. Helen döneminin üzerine inşa edildiği için tüm yapılar Helen değil Roma mimarisine göre restore edilmiş. Bizans daha çok dini yapıları kiliselere dönüştürmekle veya yenilerini inşa etmekle uğraşmış. Selçuklu kaleleri restore etmiş, kervan yollarına kervansaraylar ve hamamlar inşa etmiş. Osmanlı kısıtlı sayıda yapıyı  restore ederken İslam geleneklerine göre  dönüştürmüş. Günümüzde Geç Antik Dönem’den geriye kalan şehirlerin hepsi terk edilmiş ve harabeye dönüşmüş.

Yine Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kurt’un makalelerine baş vuruyoruz. Makalenin konusu : “Roma Cumhuriyeti Döneminde Kilikya Bölgesi ve Yerel Güçler.”[5]

M.Ö. 190 yılında Roma lejyonları Magnesia (Manisa) yakınlarında Seleukoslar kralı III. Antiokhos’u büyük bir yenilgiye uğrattılar. Apameia (Dinar)  Barışı adı verilen anlaşmayla Seleukoslar Dağlık Kilikya’yı  terk edip  limandaki tüm gemileri de bırakarak çekildiler. Roma senatosu elde edilen bölgeleri Rodos ve Bergama krallıkları arasında paylaştırdı. Dağlık Kilikya bölgesi Bergama Krallığının etki alanında kaldı. Fakat askeri deniz gücü kısıtlı olan Bergama krallığı bölgede korsanların çoğalmasına ve yuvalanmasına engel olamadı. M.Ö: 133 yılında vasiyeti gereği tüm Bergama Krallığını Roma’ya bırakan Bergama Kralı III: Attalos Anadolunun kapılarını  Roma lejyonlarına açmış oldu. Bir yandan Anadolu’nun işgaliyle meşgul olan Roma öte yandan iç karışıklıklarla boğuşuyordu.

Bu dönem  Kilikya korsanlarının güçlendiği ve 37 yıllık iktidarlarını kurdukları dönemdi.Her limanın ayrı bir korsan hakimi vardı. Korsanlar Akdeniz’deki ticaret yapan gemilere saldırıyor tüccarların mallarını gasp ediyor, tayfaları köle olarak satıyorlardı. Roma senatosu korsanlarla mücadele etmek üzere M.Ö. 77 yılında Romalı general Servilius’u tam yetkiyle bölgeye vali tayin etti. Uzun mücadelelerden sonra korsanların deniz gücünü kıran Servilius’dan sonra M.Ö. 75 yılında senato Lucius Octavius’u  Kilikya prekonsülü görevine atadı. Octavius korsan kabilelerle yaptığı bir savaşta öldürüldü. On yıl içinde korsanlar tüm Akdeniz bölgelerine hakim olmuşlar, saldırmadıkları liman kenti kalmamıştı. Roma senatosu Anadoludaki tüm askeri ve siyasi gücünü tek bir komuta altında toplayan yeni bir yasa çıkardı ve çok geniş yetkilerle general Pompeius’u korsanlarla savaşmak üzere göreve getirdi. Anadolu eyaletleri valilerinin yetkilerini  de Pompeus’a verdi. Roma imparatorluk tarihinde bu kadar yetkiyle donatılan bir başka general yoktur. Pompeius güçlü bir donanma oluşturdu ve mücadeleyi başlattı. Kırk gün içerisinde tüm bölgeyi korsanlardan temizledi. Korsanlar büyük bir filo toplayarak Korekesion (Alanya) önlerinde Pompeius’un filosuna saldırdılar. Zorlu geçen mücadelenin sonunda Pompeious donanması bin gemiden oluşan korsan güçlerini bozguna uğrattı. Çok kan döküldü. Pompeius korsanlara af çıkararak onların desteğini kazandı. Yerel güçlerle işbirliği yaparak teslim olan bazı korsan liderlerini Roma adına bölgelerinde vali olarak atadı. Yerel güçlerden aldığı destekle kısa sürede Kilikya’da Roma hakimiyetini sağladı. Tarkondimotos adlı korsan da bunlardan biriydi. Bugünkü Mersin yakınlarında bulunan Soli ‘nin adı Pompeipolis olarak değiştirildi. M.Ö. 56 yıllarında siyasi olarak Pompei’nin Kilikya eyaleti diğer Roma eyaletlerinden çok daha büyük ve etkiliydi. Kilikya askeri olarak Roma için stratejik bir öneme kavuştu. Şehirler onarıldı, ticaret canlandı yeni şehirler kuruldu. Korsanlık dönemiyle ilgili fazla bir bilgi yok. Öte yandan Roma kaynakları bir çok olayı imparatorluk bakışıyla yansıtıyor.

Kilikya eyaletinin Pamphylia ve Lycia’dan daha büyük bir öneme sahip olmasını konumu itibariyle söyleyebiliriz. Doğu ile Batı geçiş kapıları, ticaret yolları ağı kilit öneme sahipti. Bütün bunları kronolojik olarak gözden geçirdikten sonra yerleşimlerle ilgili bazı tespitlere bakabiliriz.

  1. Kurt’un analizine göre Pompei’den sonra bölgeye atanan Marcus Antonius yönetilmesi güç alanları yerel krallar ve derebeylere bırakmış, bu şekilde geleneksel Roma politikasına uygun olarak kukla krallıkların hakim olduğu bir modeli yaratmıştır. Bu model tüm Anadolu eyaletlerine yaygınlaştırılarak kişisel dostlukların etkili olduğu siyasi bir yapı meydana getirilmiştir. Roma cumhuriyeti bu modeli uzun bir süre başarıyla uygulamıştır.

Kilikya sadece Roma döneminde değil, her dönemde Anadolu Platosu, Kıbrıs, Suriye üzerinden Mezopotamya ve Mısır ile münasebetlerde kilit öneme sahip olmuştur. Bu önemde bir bölgede foto safari yapma fikri  arkeoloji sempozyumuna katılımla bütünleştiğinde gerekli kuramsal altyapıyı da oluşturabileceğimi düşündüm.   Yaklaşık dört beş bin yıllık bir tarihi perspektifle bölgeyi gezmek için çok araştırmak, çok okumak da gerekiyordu.

Diocaesarea Zeus Tapınağı_

Kilikya Tarihi

Silifke müzesinde arkeologlar tarafından duvara asılmış aşağıdaki kronolojik tablo bölge tarihi hakkında genel bir fikir veriyor.

Kilikya adı verilen Roma eyaletinin sınırlarını ve yer adlarını doğrulamak gerekiyor. Bunu da Doç. Dr. Mehmet Kurt’un Tarihin Peşinde dergisinde yayınlanan bir makalesinden okuyoruz:

“Antik kaynaklarda Korakesion (Alanya) dan İskenderun Körfezi’ne kadar olan ve kuzeyden de Toros dağlarıyla sınırlanan bölgeye Kilikya denilmekte idi (Strabon XIV 5,2), Ovalık Kilikya (Kilikia Pedias) ve Dağlık Kilikya (Kilikia Trakheria) olmak üzere iki bölümden oluşan Kilikya ….”

Amasyalı Strabon her yerde karşımıza çıkıyor. Bu seyahatim boyunca ancak Kilikia Trakheria yani Dağlık Kilikya’yı tanıma fırsatım olacak. Tarsus’dan ileriye geçmek için ikinci bir seyahati beklemem gerekecek. Dönem olarak da çoğunlukla M.Ö. 330- M.S. 395 ağırlıklı eserleri görmek mümkün.

Taradığım kaynaklarda Mersin Yumuktepe kazılarının bulguları proto-kalkolitik ve neolitik çağlarla tarihleniyor. Sekiz bin yıllık çok zengin bir tarih. Bir ömür araştırılacak kadar çok arkeolojik eserin bulunduğu Kilikya ne yazık ki hızla betonlaşıyor ve tarihi eserler tahrip ediliyor. Kilikya bölgesi tarihi son derece ilginç. M.Ü. ‘nin düzenlediği sempozyuma bölgeyle ilgili bilgilerimi artırmak üzere katılıyorum.

Antik eserlerin ötesinde dağlık Kilikya doğa yürüyüş parkurlarıyla ilgili bilgiyi de internet taramalarından elde ediyorum.[6] Detaylı trekking hiking parkur listesini ek olarak yazının sonunda alıntı olarak alıyorum.

Anamur – Anemurium

Anamur’u dağlık ve virajlı bir yolun inişinden sonra  görüyorsunuz. Yolun sağ tarafında inanılmaz çirkinlikte binalar yükseliyor. Kayalıklara yaslanan on, belki de on beş katlı Toki apartmanları. Antik kente ve denize çok yakın bu binaların hangi mimar tarafından yapıldığı çok  şüpheli. Anemurium şehrinin tarihi Hitit dönemine kadar gidiyor. Fenike, Asur, Helen ve Roma medeniyetleri de Anemurium şehrinin yaklaşık iki bin yıllık bir tarihi olduğunu söyleyebiliriz. Bölgede belli başlı akarsular Sultansuyu ve Dragon çayı. Dağlar ise Alamoz, Kınıldağ ve Naldöken dağları.

Türkiye’nin en Güney ucu Anamur Burnu. Eski kadim dilde (Luvi) “Rüzgarlı Burun” anlamında olduğu söyleniyor. Bizim orada bulunduğumuz gün hiç rüzgar yoktu. Pırıl pırıl bir günde antik kentin limanında denizle kucaklaştık. Limana bakan tepede bir kalenin  surları ve burçları göze çarpıyor.

Antik kente nekropol alanından giriliyor. Likya lahitlerinin aksine oda mezarlar, tonozlu iki katlı mezar yapıları  göze çarpıyor. Tiyatro hala toprak altından çıkarılmayı bekliyor. Sanırım kazılar sonuçlandırılmadan durmuş. Kilikya bölgesindeki antik şehirlerin hiç birinin daha ciddi bir kazım programı olmadığını okuyorum. Bu antik şehir de öyle. Odeon nasılsa iyi durumda. Bir parça da olsa restorasyon görmüşe benziyor.Tapınaklar, Hamam ve kilise binaları, agora henüz tümüyle ortaya çıkarılmamış. Yamaçlardaki antik yapılar yarı yarıya toprağa gömülmüş durumda. Yerel halkın tahribatından korumak için alınan bir tedbir. Eseri ortaya çıkarmak yerine şartlar daha elverişli hale gelene kadar toprak altında kalsın mantığı.

Günümüz Anamur’u bir  şehir olarak  çok kötü planlanmış. Daha doğrusu planlanmamış. Antik yerleşimden yaklaşık üç kilometre uzaklıkta asfalt yolun iki yanına yüksek apartmanların sıralanmasıyla oluşturulmuş çok çirkin bir şehir. Sanki burası elli yıl önce zevksiz  müteahhitler tarafından kurulmuş bir şehir gibi duruyor.

Hitit, Asur, Pers, Helen, Roma ve Bizans  uygarlıklarıyla yoğurulan bu antik şehrin kalıntıları Roma ve Bizans döneminden. Büyük bir olasılıkla kapsamlı bir kazı yapıldıktan sonra  ortaya diğer uygarlıklara ait kalıntılar da çıkacaktır.

Antik kenti dolaştıktan sonra şehir merkezine Anamur Müzesi’ni ziyaret etmek üzere gidiyoruz. Müze kapalı. Güvenlik görevlileri ve müze bürokratları oturmuş çay kahve içiyorlar. Müzenin neden kapalı olduğuyla ilgili hiçbir bilgileri yok. “Yukarıdan emir geldi.” diyorlar.

Kilikya Sempozyumu

Mersin Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu’nun düzenlediği “Antik Dönemde Akdeniz’de kırsal ve Kent” konulu sempozyum üniversitenin kampüsünde 7-9 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti.  Lykia bölgesi önemli bulgularından Patara Yol anıtı ve yol ağı konulu bildiri ile Doç. Dr. Fatih Onur ile başladı. Daha sonra kırsal ve kent yerleşimler konulu bildiriler birbirini izledi.  Sempozyumun iki ana amacı var anladığım kadarıyla. Kilikya bölgesi yerleşimleri konusunda yapılan akademik çalışmaları bir araya getirmek, yerleşim bölgelerinde görülen tarım ağırlıklı işliklerin Antik Çağ ekonomisi üzerindeki etkilerini tartışmak. Tarım işlikleri, maden ve taş ocakları, zeytinyağıve şarap  işlikleri, değirmenler, su kemerleri ve hayvan çiftlikleri yaygın bir şekilde antik yerleşimlerin civarlarında konumlandırılıyor. İki gün süren sempozyumda iki bildiri çok ilgimi çekti. Birincisi antik çağda tarımda kullanılan tohumlar ikincisi de tarım ürünlerini taşımak için kullanılan amphoraların çeşitliliği.

Kanytellis (Kanlıdivane)

Kanytellis Obruğundaki Rahip Ailesi Kabartması_

Antik şehir Kanytellis bir Helen yerleşimi. Mersin Silifke karayolundan üç kilometre  içeriye girilerek ulaşılıyor. Bir obruk (yer çöküntüsü) etrafında yer alıyor. Yerleşim ve obrukla ilgili bilgileri Mersin Üniversitesi arkeoloji bölümü öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu’nun editörlüğünü yaptığı Kanytellis adlı kitaptan alıyorum.[7] Uzun ekseni 142 m, kısa ekseni 95 m, çevresi 413 m, alanı 12000 m2 ve derinliği 50 m.

Obruk etrafında yürüyüş parkurları ve emniyet çitleri oluşturulmuş. Roma ve Geç Antik Dönem kalıntıları olarak tanımlanan yapılar arasında işlikler de göze çarpıyor. Örneğin, zeytinyağı atölyesi hala iyi durumda. Bu da Kanytellis’in önemli bir üretim merkezi olduğunu düşündürüyor.

On beşinci asırda bölgeye gelen Türkmen kabileleri terk edilmiş olan yapıları yerleşim yeri olarak kullanmışlar. Bunun en önemli kanıtı Müslüman mezarları ve mezarlık alanda bulunan iris çiçekleri. 1985 yılında bölgenin SİT alanı ilan edilmesine kadar yerli halkın serbestçe girip çıktığı alanlar artık koruma altına alınmış.

Yerel halkın tarihi eserlere verdiği zararı her yerde görmek mümkün. Özellikle lahitlere, kaya üzeri rölyeflere, heykellere taş atarak zarar veren, üzerine yazı yazan, dinamitle parçalayan  bilinçsiz halkın eğitilmesi imkansız görünüyor.

Obruğun kenarında bulunan kulenin en eski kalıntı olduğu belirtiliyor. Dik dörtgen prizma kulenin güneybatı köşesinde iki yazıt  (trikelis) bulunuyor. Birinci yazıtta:

“Tarkuaris oğlu rahip Teukros bu yapıyı Zeus Olbios’a sundu.”  İkincisinde ise:

“Pleistarkhos oğlu  Olbia’lı Pleistarkhos ‘un epistates olarak görev yaptığı sırada inşa edildi.”[8] 

Olba  adlı teritoryumun  MÖ.3. asırda Helen  Teukridler sülalesi tarafından idare edildiği kayıtlarda var. Bu kulenin de savunma amaçlı olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Olba teritoryumu iki önemli akarsu arasında kalan bölge olarak tarif edilmektedir. Lamos (Limonlu) ve Kalykadnos (Göksu) akarsuları. Bu bölgede Olba Tapınak Devleti’nin hakim olduğu bilinmektedir.[9] Helen yapıların Roma yapılarına dönüşümüyle tarihi döngü tamamlanmaktadır. Özellikle obruk kenarında kulenin tam karşısına gelen alanda kurulan büyük kilise bir çok ip ucu taşımaktadır. Elaiussa yakındaki bir liman kenti olması itibariyle Kapadokya kralı II. Arkhelaos tarafından yaz aylarında kullanılmış, Augustus döneminin siyaseti icabı imparatoru onurlandırmak üzere şehirn adına “Sebaste” sıfatı takılmıştır. Aynı sebeple inşa edilen Augustus tapınağı ve kamusal yapılar bugün ayaktadır. Limanın kum dolması nedeniyle Eleuasse Sebaste önemini kaybetmiştir.

Çanakçı nekropolü Kanytellis’in çok yakınında olması itibariyle orada görülen mezarlar ve rölyeflerin çoğunlukla Roma dönemine ait olduğunu söyleyebiliriz. Rölyeflerin atılan taşlarla kısmen tahrip edildiği ama yerden 3-4 metre yüksekte olması itibariyle büyük hasarlara uğramayıp günümüze kadar ulaştığı söylenebilir.

Olba tapınak mezar tipini  Dağlık Kilikya’da başta Elaiussa-Sebaste (Ayaş), Korykos (Kızkalesi) olmak üzere Imbriogon (Dösene), Kanytelis (Kanlıdivane), Cambazlı, Mezgitkale ve Olba Diokaisareia (Uzuncaburç) gibi pek çok yerde görmek mümkün. Bu mezar tipini M.S. 2. yy.’a tarihleyen arkeologların yanıldığını düşünüyorum. Kaya mezarları Anadolu’nun bir çok yerinde görülen çok yaygın antik eserlerden. M.Ö. 500 yıllarında bile örnekleri var.

Kanytellis acaba neden  kutsal bir merkez olarak nitelendiriliyor? Özellikle bugün hala kalıntıları görülen beş adet kilise bölgenin Geç Antik Dönem’de de kutsal alan olarak faal olduğunu  ispatlamaya yeter mi? Söylemesi zor. Helen döneminde kurulan bu şehir savunma kulesi ve zeytinyağı tesisleriyle bir üretim merkezi. Zaten liman kenti “Elauiussa”  da zeytin anlamını taşıyor. Demek ki bu bölge ve teritorium zeytin ve şarap üretilen bir yer. İhraç limanı da Elaiussa. Kronoloji olarak M.Ö. 500 – M.S. 700 yılları arasındaki zamanı düşündüğümüzde bu şehrin bölgedeki diğer antik şehirlerden bir farkı olmadığını söyleyebiliriz. Üstüne üstlük büyük kilisenin erken Helen döneminden kalma bir tapınaktan dönüştürüldüğüne dair kuvvetli kanıtlar var. Sunak taşı, sütun başlıkları, tonozlar. Bu yapının önceleri bir Zeus veya Apollon tapınağı olduğu daha sonra sinagoga dönüştürüldüğü, daha sonra da Bizans döneminde kiliseye dönüştürüldüğünü düşünüyorum. Bölgede büyük bir Yahudi nüfusun olduğunu kanıtlayan veriler arasında Mersin Mezarlığı’nın her üç dinden olanlar için ayırım yapılmaksızın nekropol alanı olarak kullanıldığını söyleyebiliriz.

Kanytellis obruğu içerisinde üç adet kabartma bulunuyor. Bunlardan biri “Aile Kabartması” olarak adlandırılmaktadır.[10] Kabartma altı insan figüründen oluşmakta. Yan yana ayakta duran üç kadın ve bir erkek figürünün yanında bir tahtta oturur vaziyette bir kadın ve bir erkek figürü. Yasta olan insanlar imajını vermek için kollarını başlarına götürerek “puciditia” motifi kullanılmış. Kadınlar başlarını örtmüş durumda (chimation). Bu kabartmadan başka iki tane mızrak ve kılıç tutan asker kabartması da bulunmaktadır. Bu kabartmaların hangi mezarlara ait olduğu bulunamamıştır.

Aile kabartmasının kitabesinde şu ifade yer almaktadır.

“Armazonsas’ın oğlu Hermias’ın babası ve onun karısı ile onların çocukları için ..” Ayrıca kabartmaya zarar verenin Zeus’a 1000 drahmi sunması gerektiği ifade edilmektedir.[11] Kabartmada ayakta duran erkeğin bir rahip olduğu,adının Hermias olduğu, ölmüş anne babası için kabartmayı yaptırdığı ortaya çıkmaktadır. Bir tür vefat ilanı gibi desek yanlış olmaz. Kabartma M:Ö: 1. yy’ a tarihlenmekte.

Obrukta bulunan bu kabartmanın dışında iki farklı asker kabartması daha var ama hepsi o kadar. Vadinin aşağısına doğru inerek nekropol alanını bulmak gerekiyor. Bu alanda kaya mezarlar çoğunlukta. Kaya içine oyularak yapılmış iki katlı mezarlar. Bazılarının üst kısmında rölyefler var. Bir sedirde uzanmış bir erkek figürü, ayakta duran bir asker figürü ve başörtü takmış yas halinde duran kadın figürleri. Yerden iki metre yükseklikte bulunan rölyeflerin yüzler hariç iyi durumda. Muhtemelen yerden atılan taşlarla yüzler tahrip edilmiş. Bazılarının kolları, bacakları hasar görmüş. Bu tahribat büyük bir olasılıkla SİT alanı ilan edilmeden önceye ait.

Bu bölgeye on beşinci asırda yerleşen Türkmen kabileleri çok farklı bir medeniyetle karşılaştılar. Hayvancılıktan başka üretim bilmeyen “yörükler” eğer bölgeye yerleşirken  Kanytellis’de zeytinyağı ve seramik atölyeleri çalışıyor idiyse ve bu atölyelerde çalışan Kanytellis halkı var idiyse durum farklı olurdu. En azından bu atölyeler bugün de bir şekilde işlevini sürdürürdü. Oysa bölgede birkaç köyde görülen bağcılık dışında zeytin tarımı yapılmadığı tespit edilmiştir. Oysa Göksu vadisi boyunca bağcılık ve zeytin yetiştiriciliği için çok uygun alanlar vardır. Günümüzde meyvecilik ve hayvancılık dışında bir faaliyet göze çarpmamaktadır. Bu da yörük halkın eski Kilikya halkıyla bir arada yaşamadığı tezini kuvvetlendirmektedir.

Geç Antik dönemde önemli bir zeytinyağı ve şarap üretim merkezi olan Kanytellis’de arkeologlar on altı zeytinyağı işleme atölyesi olduğunu tespit etmişlerdir.[12] Bu atölyelerde presleme ve kırma taşları kalıntılarına rastlanmıştır. Ayrıca işlenen zeytinyağı ve üzümün Elauise Sebaste limanı vasıtasıyla ihraç edildiğine ilişkin kuvvetli kanıtlar bulunmuştur. Zamanlama açısından bölgenin M.S 1. Ve 4. yy arasında altın çağını yaşadığı; üretim merkezlerinin sağladığı gelirlerin de şehirlerin kamu binalarının çoğalmasıyla açıklanmaktadır.

Olba teritoryumunda kayalara oyulan rölyeflere rastladık. Fotoğraflarını çektik. Nekropol lahitlerinin çeşitliliğini de yakından gördük. Hiç şüphesiz Kilikya mimari tarzı, Likya ve Pamphylia ve Pisidia bölgelerindeki mimari tarzlardan farklılık göstermekte. Akademik çalışmalar bunu daha yakından çalışacak ortaya daha sistematik bulgular çıkaracaktır. Üç yıldır gezip dolaştığım Likya ve Pisidia bölgelerinde gördüğümden çok farklı bir yer Kilikya.

CALYCADNUS Göksu Vadisi 2

 Calycadnus (Göksu) Nehri

Kilikya coğrafyasının ana oyuncularından biri de Kalykadnus nehri. Günümüzde Göksu nehri olarak bilinen akarsu Silifke yakınlarında bir delta yaparak denize dökülüyor. Göksu deltasını gidip görmeye bu seyahatte fırsatım olmadı. Üç yüzden fazla kuş türünün barınağı bu doğa harikasını bir daha gelişimde ziyaret etmek istiyorum. Göksu vadisi iki yüz elli kilometre uzunluğundaki akarsuyun olşturduğu  bir kanyona da ev sahipliği yapıyor. Kilikya kapıları olarak bilinen iki geçit stratejik öneme sahip. Birincisi Gülek Boğazı diğeri ise Setravul geçidi. Sertavul geçidi Göksu deltası içinde bugünkü Mut Karaman ekseninde 1650 metre irtifada yer alıyor. Göksu vadisinin muhteşem manzaraları bu geçit yolu üzerinde. İki bin yıldır orduların ve ticaret kervanlarının yolu buradan geçmiş. Haçlı seferleri sırasında da bu geçit orduların geçişi için kullanılmış.

Akarsuyun bir çok tarihi olayda adı geçiyor.Hitit, Asur,Pers, Helen, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı. Calycadnus nehrinin Haçlı seferleri sırasında bir kralın boğulmasında adı geçiyor.. Üçüncü haçlı seferi sırasında Alman  imparatoru Frederick Barbasossa’nın kalabalık bir orduyla Konya’yı ele geçirdikten sonra Kudüs’e gitmek üzere yola çıkardığı orduyla 1190 yılında  o zamanki adıyla Calycadnus, (Göksu) Saleph nehrini geçerken boğulması akarsuya tarihi  bir anlam da  katıyor.

Calykadnus nehrini izleyerek vadi boyunca Karaman Mut yolundan ilerliyoruz. Sertsavul geçidine doğru yükseliyoruz. Calykadnus (Göksu) kanyonu gözlerimizin önünde. Belki de hiçbir kanyon bu kadar geniş bir görsellik sunmaz. Kanyon zaman zaman yüz yüz elli metre derinliğe ulaşıyor sonra düzleşiyor. Calycadnus yeşil bir ejderha gibi uzanıyor denize doğru.

 

Tarsus ve Kydnos   Nehri

Tarsus sokaklarında geziyoruz. Fotoğraf arıyoruz. Ortaokul arkadaşım Şemi Ayatar bize rehberlik ediyor. St. Paul kilisesi, tarihi evler, Roma Yolu ve Tarsus şelalelerini görmeye vaktimiz var.  Tarsus neden bu kadar önemli bir şehir? Nasıl oldu da Roma Kilikya eyaletinin başkenti ilan edildi ? Daha önce okuduğum bir makaleyi bulup yeniden okuyorum.

“ Kilikia İ.Ö. 102 yılında, bu yılın praetorü Marcus Antonius’un (ünlü triumvir Marcus Antonius’un büyük babası) provincia’sı olarak, yani bir eyalet olarak değil bir magistratın görev-eylem alanı olarak tayin edilmişti. Henüz consullük yapmadığı halde proconsul olarak, yani consul yetkisiyle donatılmış olarak Kilikia’ya giden Marcus Antonius’a verilen görev, korsanIara karşı yapılacak savaşın komutanlığıydı. …. Akdeniz’ i korsanlardan temizleyen Pompeius, Kilikia Eyaleti ‘ni adını taşıdığı bölgeyle ilişkilendirdi. Her iki Kilikia (Pedias ve Trakheia), onun yaptığı düzenlemelerle Kilikia Eyaleti ‘nin parçaları oldular. Ancak o zaman eyaletin sınırları adını taşıdığı bölgeden daha büyüktü. Başkenti Tarsus olan eyaletin sınırları, Pamphylia bölgesi de içinde olmak üzere, Khelidonia (=Kırlangıç) burnundan lssos (=Yumurtalık)’a kadar tüm kıyı bölgesi ile iç kesimde lsauria’yı kapsıyordu”[13] .

Sonuç itibariyle Pompeius Kilikya eyaletinin Consül Sulla’dan sonra ikinci fatihi olarak eyalet sınırlarını düzenledi. Bir süre Kilikya Roma eyaletleri arasında en geniş topraklara sahip olan eyalet olarak kaldı fakat daha sonra idari parçalanmalar başladı. Bu parçalanmaların Roma’nın yerel kabilelerle ilgili siyasetiyle alakalı olduğunu söylemek gerekir. Bütün bu zaman içinde Tarsus hem lima hem de başkent olarak bütün zenginliklerden faydalandı. Roma medeniyetinin iki önemli unsuru su yolları ve döşeme yollar olarak özetlenebilir. Anadolu’nun Kuzey vilayetlerini Güney’e başlayan Roma yolu Tarsus’a on beş kilometre uzakta bulunan Sağlıklı köyü civarında bulunmaktadır. Köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya üzerinde taş levhalarla döşeli Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde olup, buradan Tarsus ve civarı sahile kadar görülebilmektedir. Yolun genişliği yaklaşık üç metredir. Döşeme yolun 3 km. lik kısmı sağlam durumdadır. Yolun her iki tarafında bulunan korkuluk duvarı yol boyunca devam etmektedir. Yol güzergahı üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım kitabeleri bulunmaktadır. Sözkonusu bu roma yolu üzerinde kemerli bir yapı vardır. Bu kapının zafer takı ve kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan yapılan kapının genişliği 8.80 m, yüksekliği ise 5.20 m.dir.

 

Bölgede ikinci stratejik aktör olan Kydnos yani Tarsus çayı stratejik olarak çok önemli bir rol oynuyordu. Tarım işliklerinden denize ticari malların taşınması, askeri malzemenin sevkiyatı için su yolu kullanılıyordu. Kynos çayının bugünkü yeri Justinyen zamanında yatağı değiştirilince ortaya çıktı.

Prokopius’a göre, Justinyen zamanında (İ.S.527–565) Tarsus Çayı Toros dağlarındaki karların birden erimesiyle taşmış ve şehirde ve civarında muazzam bir su baskını meydana getirmiş. Tarsus şehrinin bu sel baskınında çok hasar gördüğü kaydedilmiş; köprüler yıkılmış, birçok set çökmüş ve büyük can kaybı olmuş. Bu durum karşısında Jüstinyen kenti ikinci bir selden kurtarmak için Tarsus Çayının yatağını değiştirerek kentin etrafından geçirmiştir.

Jüstinyen’in Tarsus Çayının yatağın değiştirmesinden önce, Tarsus Şelalesinin bulunduğu yerde kaya mezarları ve mezar odaları vardı. Tarsus Çayının yatağının değiştirilip çayın buradan geçmesiyle, mezarlar su altında kalmış ve bugünkü şelaleyi oluşturmuştur. Suların çekildiği yaz aylarında yeraltındaki mezar odaları açıkça görülebilmektedir.
AMASYA’LI STRABON (M.Ö..64-M.S..23)  Tarsus Çayı konusunda şunları söyler: Ankhiale’den sonra Rhegma’ya yakın olan Kydnos’un döküldüğü yere gelinir. Burası içinde eski silah depoları bulunan göl şeklinde bir yerdir ve bunun içine kaynakları Tarsos’un yukarısındaki Tauros’ta bulunan, Tarsos’un ortasından akan Kydnos nehri dökülür. Göl aynı zamanda Tarsos’un donanma üssüdür. Tarsos’a gelince O, bir ovada uzanır. İo’yu araştırmak üzere Triptolemos’la birlikte dolaşan Argoslular tarafından kurulmuştur. Kent, Kydnos tarafından ortasından ikiye bölünmüştür.

Antik Tarsus ne kadar güzel bir şehirse bugünkü Tarsus da o kadar çirkin ve pis bir şehir. Bir zamanlar iki yüz bin kitaplık kütüphanesi, tiyatroları, hamamları olan şehir bugün çirkin betonlaşmanın kurbanı. Ayrıca şehir Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak bulunduğu bir yer olması itibariyle bir Arap şehri görünümünde. Kaldırımlarda seyyar satıcılar, ana yol kenarlarında taburelerde oturan işsiz ve meraklı  erkek kalabalığı.

Gerek Mersin gerekse de Tarsus hızla artan Suriyeli göçmen sayısıyla hızlı bir  kültürel değişim yaşıyor. Batılı Cumhuriyet değerleri yerini koyu taassuba ve Arap kültürüne bırakıyor. Arap yemekleri satan lokantalar hızla artıyor. Kısa sürede Mersin ve Tarsus nüfus yapısının değişeceğini sanıyorum.

Felsefenin ve bilginin merkezi Tarsus artık yok.

—————————————————————————————–

EK- 1

Dağlık Kilikya Doğa Yürüyüş parkurları[14]  

Mersin Ayvagediği’ndeki Çandır Kalesi’nin bulunduğu bölgede, görkemli bir kaya kütlesinin doğu tarafındaki antik oyma merdivenlerden yukarı çıkılır. Ayvagediği’nden kıyıya doğru gidilince Değirmendere ve Alaiye yoluyla Cehennemdere gidiş parkuru, ayrıca Fındık Pınarı ve Çağlarca arası, Lamas deresi Kanyonu boyunca Kızıl geçite kadar olan bölge yürümek için ideal bir yerlerdir.

1-Lamas Kanyonu (Erdemli): İki tarafı dik duvarlı bir kanyondur.Ortasında Lamas Çayı akar.Çay çeşitli bitki örtüsü ve sarmaşıklar arasında şelaleler yaparak akar.Kanyonun sol duvarında,bir zamanlar Korykos şehrine su taşıyan oyma kanalları görebilirsiniz.Patika bir yol kanyon boyunca uzanır.Yaz aylarında çayda yüzmek mümkündür.Kanyonda istenildiği kadar yürünebilir.

2-Ayva Gediği-Namrun Parkuru: Cehennem Deresinde piknik yapılarak yer yer Sedir ormanları içinde yürüyüşün mümkün olduğu bir parkurdur.2 günlük parkurdur.

3-Fındıkpınarı-Arslanköy: Bin metrenin üzerinde bir yürüyüş parkurudur.Toros Dağlarının muhteşem bitki örtüsü ve doğa güzellikleri arasında yürüyüş gerçekleştirmek mümkündür.2 günlük parkurdur.

4-Manavşa Parkuru: Yenişehir ilçesinin 21 km.kuzeyindeki Erçel(Değirmençay) beldesinin kuzeyinde çam ormanları içerisinde gidiş-gelişli bir parkurdur.Yürüyüş günlük olarak düzenlenebilir.

5-Çukurkeşlik parkuru: Portakal, Limon ağaçları ve doğal bitki örtüsü arasında bir vadi içerisinde yürüyüş tamamlanır.Günlük olarak düzenlenir.

6-Darboğaz-Namrun: Önce Bolkar Dağlarının kuzey sırtlarındaki 2200 mt.de Meydan Yaylasına çıkılıp kamp yapılır.Diğer gün Çinili Göl ve Karagöl’ün olduğu vadiden sırtlara çıkılır.Arada bir kamp daha kurularak Namru’a ulaşılır. Yürüyüş 3 günlük olarak düzenlenebilir.

7-Cehennem Deresi Vadisi: Cocak Vadisinden girilir.Ayvagediği altından çıkılır.Zorlu bir parkurdur.Yoğun ve yaşlı sedir ormanları ile kaplıdır.

8-Güzeloluk-Ereğli Parkuru: Torosların kısmen düz sırtından yürünür.Yaylalardaki Yörük obalarıyla karşılaşılan Torosları güneyden kuzeye kateden bir parkurdur.Yürüyüş 3 günlük olarak düzenlenebilir.

9-Dümbelek Düzü-Yıldız Dağı: Bilindiği gibi Bolkarlardan batıya doğru Toros Dağlarının üstü düzlüktür.Bu düzlükten güney-kuzey olarak Yıldız Dağına çıkılır.Bu mevkiinin rakımı 3150 mt.’dir.

10-Göksu deltası: Silifke ovasında kuş cennetinde Paragöl-Dalyan-Göksu Ağzı arasında 1 günlük ilginç bir doğa yürüyüşü gerçekleştirilebilir.

11-Göksu Nehri Yürüyüşü: Frederich Barbarossa Anıtından itibaren vadi içerisinde kuzey yönünde 1 veya 3 günlük yürüyüş yapılabilir.

12-Ermenek Çayı: Ermenek Çayı ve şelaleler içerisindeki manzarada yürüyüş 1 günlük olarak düzenlenebilir.

13-Dragon Çayı : Anamur ilçesi sınırları dahilinde akan Dragon çayı boyunca yürüyüş 2 günlük olarak düzenlenebilir.

14-Geçimli-Dişkeş-Köprübaşı-Kravga Parkuru: Mut ilçesinin kuzeyinde yukarı Göksu Vadisi çevresindedir.Köprübaşında 1 günlük konaklama yapılabilir.

15-Çömelek Yürüyüşleri: Muhteşem manzaralarıyla karşımıza çıkan Sason Kanyonu’nda zor ama heyecan verici bir günlük yürüyüştür.

Göğden Yaylası yürüyüşü Meyva bahçeleri arasında gidilen bir günlük yürüyüştür.

16-Doğu Sandal-Şahna Yürüyüşü: Sandal Köyü’nün doğusundan başlayıp Şahna’ya kadar uzanan bir yürüyüş parkurudur.

17-Kadıncık Vadisi Parkuru: Çamlıyayla Merkez ilçesine 10 km.mesafede yer alan Fakılar Köyünden inilen vadide Sedir,Karaçam,Meşe,Gürgen ağaçları yoğundur.Parkur içerisinde güneye inildikçe Kadıncık 1 Barajı ve gölünün muhteşem manzarası ile karşılaşılır.Doğal güzellikler içerisindeki vadide yürüyüş Fakılar köyü,Papazın Bahçesi ve mesire alanı,Çinli Dere, Tanzıt ve tescilli-koruma altındaki Ana Anrdıç’tan Çamlıyayla’ya dönülerek tamamlanır.

18-Atlılar (Sadiye) Köyü Parkuru: Kültür Turizmine elverişli bir köy olan Atlılar (eski adı Sadiye) Köyünden başlayan yürüyüş doğal güzellikler içerisinde Alanyalı ve Kızılkaya köylerinden geçilerek Cehennem Deresinin muhteşem güzelliğinde bitirilir.Yaklaşık 20 km.lik parkurun Atlılar bölümünde dağ evi şeklinde özel konaklama tesisi hizmet vermektedir.

19-Karakızderesi Parkuru: 1700 rakımlı bir yükseklikte bulunan parkur kış aylarında kar tutması nedeniyle kış turizmi içinde elverişli parkurlardan biridir.Parkur alanı içerisinde olta balıkçılığı,su sporları için ideal yerlerden biri olan Karakızderesi Göleti yer alır.Parkur Erdemli  ilçesine yaklaşık 30 km. kuzeyde ve Karahıdırlı Köyü hudutlarındadır.

20-Karagöl-Namrun Parkuru: Niğde İlinin sınırlarındaki Karagöl’den başlayıp Namrun (Çamlıyayla)’da son bulan parkur yaklaşık 20 km.dir.2700 m. rakımdan çeşitli tepe , düzlükler ve vadiler geçilerek Namrun’a inilir.Parkur 2 veya 3 günlük düzenlenebilir.İlk gün Meydan Yaylasında kamp atılır.Diğer gün sabah başlayan yürüyüş Karagöl,Çinili Göl istikametinden yürünerek boyun aşılır.Takiben ikinci bir yerde kamp atılır.Diğer gün ise Namrun’a inilir.

ANTİK İZLENİMLİ TRACKING PARKURLARI
1-Sağlıklı Köyü-Roma Yolu-Tarsus: Tarsus’un kuzeyindeki Sağlıklı Köyü civarında bir Roma Takının altından geniş ve gösterişli yola girilir.Yol Toros Dağlarını güney-kuzey aşıp İvriz’e iner.St.Paul’un 2.gezisinde bu yoldan Derbe’ye gittiği düşünülmektedir.Parkur,3 çadır konaklamalı bir parkurdur.

2-Şeytan Deresi Vadisi: Antik Olba’da Diocaiseria ve Ura şehirleri gezildikten sonra Aquaduck’ün altından vadiye girilir.Kaya mezarları ve değişik bitki örtüsü seyredilerek 7 km.yürüyüş olarak düzenlenir.Günlük parkurdur.

3-Ura-Korykos: Ura’dan Korykos Roma yolundan günlük düzenlenen yürüyüş parkurudur. Tercihen 2 günlük olarakta düzenlenir.

4-Kilikia Afrodisias Parkuru: Mersin-Antalya yolundan ayrılan 14 km.lik bir parkurdur.Orman,Dana Adası ve deniz manzaralarıyla bezenmiş parkurda yürüyüş Antik Şehire kadar uzanır.

5-Demircili (İmbrigon)-Sivri Kale Parkuru: Yoğun Antik Dönem kalıntıları arasında gerçekleştirilen yürüyüş günlük olarak düzenlenir.

6-Hançerkale-Gökburç-Tekkadın Örenyerleri Parkuru: Makilik bir alan içerisinde yoğun olarak Roma ve Bizans medeniyetlerinin görüldüğü güzel bir parkurdur.Yaklaşık 5 km.uzunluğundaki parkurda yürüyüş günlük olarak düzenlenir.

7-Karakabaklı-Işıkkale-Sinekkale Parkuru: Makilik alanda yoğun kalıntılar izlenerek yürüyüş tamamlanır.Yürüyüş günlük olarak düzenlenir.

8-Korykos Nekropol Yolu Ve Adamkayalar Parkuru: Çok miktarda kilise,lahit ve kaya mezarları arasında gerçekleştirilen yürüyüş günlük olarak düzenlenir.Yaklaşık 5 km.lik bir parkurdur.

9-Prensesin Ayak İzleri Parkuru: Silifke/Uzuncaburç ile Kızkalesi arasında yaklaşık 40 km.uzunluğunda antik kent ve kalıntılar arasında gerçekleştirilen bir parkurdur. Uzuncaburç’tan başlayan parkur güzergahında Uğuralanı-Cambazlı etabı 16 km., Cambazlı-Hüseyinler etabı 12 km., Hüseyinler-Kızkalesi etabı 12 km.’dir. Olba Kraliçesi Aba’nın yaşantısı ve hükümdarlığının geçtiği antik alanlarda düzenlenen parkurda yürüyüş 3 veya 4 günlük olarak düzenlenebilir.
[1] Antik Çağda adı Kilikya olan bölge (eyalet) Anamur’dan İskenderun’a kadar uzanan Doğu Akdeniz bölgesi olarak tarif ediliyor. Kilikya (Yunanca: Kilikia, Latince: Cilicia),Antik Cilicia Trachea (Dağlık Kilikya) ve Cilicia Pedias (Düzlük Kilikya) toprakları üzerinde,Tarsus başkent olacak şekilde düzenlenen antik Roma eyaleti.

[2] “Antik Çağ felsefesi, İ.Ö.700’lü yıllardan başlayıp İ.S.500’lü yıllara, yani Orta Çağ’a kadar uzanan tarihsel dönemdeki felsefe tarihini kapsar.  Bu 13 asırlık zaman dilimi felsefî düşüncenin ortaya çıkışı, oluşumu ve gelişimi bakımından yakınlıklar, benzerlikler, etkiler taşıdığı gibi, çatış­maları, aynı konu ve sorunların farklı, hatta karşıt açıklama ve yorumlarını da içerir. Ayrı­ca felsefi konu ve sorunların tek tek filozoflara göre açıklanıp yorumlandığı, birer felsefi ekol ve felsefi akımlar boyutu kazandığı da bir gerçektir.” Kaynak: http://gizliilimler.tr.gg/Antik-%C7a%26%23287%3B-Felsefesi–k1-Ancient-Philosophy-k2-.htm

[3] Deniz Kaplan, Silifke Müzesi Taş Eserler Kataloğu, 2013 Mersin Üniversitesi Yayınları, s.13

[4] William Martin Leake, Journal of a tour in Asia Minor, London, 1824, s.5

[5] Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kurt, Roma Cumhuriyeti Döneminde Kilikya Bölgesi ve Yerel Güçler. Sosyal Bilimler dergisi, Cilt XI, Sayı 1, 2009

[6] http://www.dogakolik.com/akdeniz-bolgesi-trekking-parkurlari/mersin-trekking-parkurlari/ Bak. Ek- 1

 

[7] Kanytellis, Dağlık Kilikya’da bir kırsal yerleşimin arkeolojisi, editör Ümit Aydınoğlu, Mersin Üniversitesi KAAM yayınları, Mersin, 2015

[8] Aydınoğlu, s.14

[9] Aydınoğlu s.14

[10] Serra Durugönül, Kanytellis kaya kabartmaları, Kanytellis, Dağlık Kilikya’da bir kırsal yerleşimin arkeolojisi, editör Ümit Aydınoğlu, Mersin Üniversitesi KAAM yayınları, Mersin, 2015, s.103

 

[11] Durugönül. S.107

[12] Aydınoğlu, Ü.-Mörel, A.,Zeytinyağı üretim merkezi Kanytellis, Makale. Kanytellis, Dağlık Kilikya’da bir kırsal yerleşimin arkeolojisi, editör Ümit Aydınoğlu, Mersin Üniversitesi KAAM yayınları, Mersin, 2015, s. 160.

 

[13] Doç. Dr. Mehmet Ali Kaya, Anadolu’da Roma Eyaletleri,

[14] Kaynak: http://www.dogakolik.com/akdeniz-bolgesi-trekking-parkurlari/mersin-trekking-parkurlari/

 

Kilikya Gezi Notları

Post navigation