Türkiye Cumhuriyeti tarihi müdahalelerle dolu. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 tarihinden bu yana kaç müdahale olduğu ve bu müdahalelerin nedenleri çok kapsamlı siyasal analizleri yapmayı gerektiriyor. 12 Eylül darbesi yapıldığında Stockholm’deydim. Tüm dünya medya organlarında flaş haber olarak verilmişti. Meclis ve siyasi partiler kapatılmış, parti başkanları tutuklanmıştı. İsveç medyasına darbeyle ilgili yorum yaparak katkıda bulunmuştum. Aradan tam kırk beş yıl geçmiş. Geçen Cumartesi günü Kenan Evren’in de vefat haberi geldi. Darbeci general, müebbet hapse mahkum olduğu 12 Eylül davasında yargılanmıştı.
Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve ağır darbesinin sonuçlarını bir gazete şöyle özetliyordu:
- Bir milyon 683 bin kişi fişlendi, bir milyona yakın kişi gözaltına alındı.
- 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 517 kişiye idam cezası verildi. 50 kişi asıldı.
- 71 bin kişi irtica ve komünizm propagandası suçlamasıyla, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
- 50 binin üzerinde kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
- Yaklaşık 300 kişi gözaltındayken öldürüldü. 171 kişi işkenceden öldü.
- 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
- Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı.
- 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- Cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi.
Şimdi Kenan Evren’in vefatının ardından yazılanlara bakıyorum da iç karartıcı dengelerin ne kadar içine batılmış olduğunu görüyorum. Darbeci olarak mahkum edilen birine devlet cenaze töreni düzenlemek her halde bir başka ülkede olmaz. Bir hukuk sistemi düşünün ki, darbe yapmak suçuyla müebbet hapis cezası veriyor ama unvanlarını geri almıyor. Bir başka darbe davasında “Balyoz” ya da “Ergenekon” artık ne ad verildiyse önce kalabalık bir grup muvazzaf subaya müebbet hapis cezası veriliyor daha sonra berat kararı çıkıyor. darbe var mı yok mu diye tartışılan davaların yanında 27 mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri de fakta ortadayken tam bir yargılama yapılmıyor, gerçek suçlular işkenceciler toparlanıp hapsedilmiyor da iki general suçlu gösteriliyor. Bir yerde bir terslik olduğu kesin. Bakıyoruz şimdi de cenaze için devlet töreni yapılacak ama devleti temsilen ne hükumet ne de siyasi parti temsilcileri cenaze törenine katılmayacaklarını beyan ediyorlar. Bu nasıl bir hukuk düzeni diye sorgulamamak elde değil.
Osmanlı’nın darbe tarihi çok uzun. En bilinenlerden biri ise: 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Paşa ve arkadaşlarının Babı Âli’yi elde tabanca bastıkları darbe. Bu baskınla başlayan bir darbe geleneği, demokrasinin değil zorbalığın ve kaba gücün egemen olduğu bir siyasi akımın özellikle iktidar gücünü elinde tutanlarla onların rakiplerinin halkın katılımı olmadan giriştikleri mücadelelerin altyapısını oluşturduğu söylenebilir. İttihat ve Terrakki adı verilen siyasi akım aslında Jakoben yani buyurgan, katılımcı olmayan bir siyasi geleneğin benimsendiği bir grup askerin söz sahibi olduğu süreçte ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte o günkü savaş şartları ve dünya genel ekonomik ve siyasi konjonktürü dikkate alınarak yine halkın katılımcı olmadığı Jakoben devlet modeline geçilmiştir. Tek parti dönemi olarak adlandırılan bu dönemde ordu ve askerler ülke siyasetinde etkili olmuşlar, gerektiğinde müdahalelerde bulunmuşlardır. 1923-1946 dönemi siyasi analizini yapan onlarca bilimsel çalışma var. Cemil Koçak, Ahmet Demirel, Mete Tunçay, Çetin Yetkin, vb. gibi düşünür yazarların eserlerini her kitapçıda bulmak mümkündür. Burada özetle darbe geleneğinin sadece 1980 yılında ortaya çıkmadığını evveliyatının olduğunu söylemekle yetineceğim. Bir diğer önemli nokta da 1982 anayasasıdır. Halen yürürlükte olan bu anayasa bir türlü değişmemiştir. Seçim barajı, baskı kanunları özgürlüğü kısıtlayıcı maddeleriyle bir türlü değiştirilemeyen bu anayasa Kenan Evren anayasasıdır. Bugün hiçbir siyasi partinin bu konuda savunulacak bir yanı yoktur. İkiyüzlü bir siyaset yürüten günümüz siyasi partilerinin bu anti demokratik anayasadan nemalandıkları da unutulmamalıdır. Bugün meydanlarda halkın desteği, milli irade nutku atan siyasilerin halen yürürlükte olan Evren anayasasına sığınarak gerçek halk desteğini yok saydıkları, nispi seçim sistemiyle parti başkanı hegemonyasını sürdürdükleri ve kendi millet vekilini seçemeyen halkın bir kısmının oylarının heba olduğu bir başka seçime hazırlanıyoruz. Geçen dört yıl boyunca anayasayı değiştirme çabalarını bilinçli olarak baltalayan siyasi partilerin amacının mevcut bozuk düzeni sürdürmek olduğu aşikardır. Halkın özgürlük talepleri, demokratik hukuk devleti rüyası maalesef bir başka bahara kalmış görünüyor. Mevcut sıkı düzen yetmiyormuş gibi şimdi dikta heveslisi siyasilerin bir de başkanlık sistemi talebi gündeme oturmuştur. Demokrasi isteyen halkın karşısına başkanlık sistemi adı altında bir de tek adam idaresi sorunu çıkacaktır.
Soğuk savaş yılları Türkiye için felaketleri de beraberinde getirmiştir. İki kutuplu dünyada bir ileri bir geri giden demokratikleşme çabalarının sert darbelerle yok edildiği görülmüştür. Farklı görüşten olanlara tahammülün olmadığı bir atmosferi yaratan da darbeler ve baskı rejimleridir. Kenan Evren Türkiye’deki sol akımları bertaraf etmeyi kendisine görev edinmiş ve bunu da Atatürkçü, milliyetçi ve dindar bir nesil yetiştirme adına sert ve buyurgan toplumsal müdahaleler yaparak gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Hapishaneler işkence merkezlerine dönüştürülmüş, üniversitelerdeki demokratik hareketler asker ve polis kordonuna alınarak durdurulmuş, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları zararlı, kökü dışarda örgütler ve çeteler olarak ilan edilerek bertaraf edilmiştir. Toplumun en dinamik ve eğitimli kesiminden üç milyona yakın insanın yok edilmesi bazı güçlerin amaçladığı değişimi sağlamıştır. Demokrasi yerine dindarlık ve biat kültürünü aşılayan toplum mühendislerinin en büyük yardımcısı da bir şekilde sağlanan ekonomik refah düzeyiydi. Turgut Özal uluslararası sermayenin muhafazakar temsilcisi olarak fakir halka zengin olma yolları açıyor, birbiri ardından reformlar yapıyordu. Parlamenter sistem yine Kenan Evren anayasasıyla çalışıyordu. Aynen bugün olduğu gibi. Sağlanan göreceli ekonomik refahla Batıya açılınıyor ihracatta patlama yaşanıyordu. Demokratik talepler, özgürlük istekleri ağır şekilde cezalandırılıyor devlet dindar muhafazakar kadrolarla farklı bir mecraya dönüştürülüyordu.
İşte Kenan Evren bu dönüşüm süresince cumhurbaşkanlığı yapmış, onun emrindeki istihbarat güçleri sistematik işkencelerle ve tutuklamalarla her tür muhalefeti bastırmıştır. Medya bu dönemde el değiştirmiş yeni oluşumu destekleyen kalemşörler piyasaya çıkmıştır. Turgut Özal ve Kenan Evren hayranı bu kalemşörler methiyeler dizerek halka güllük gülistanlık ileriye giden bir Türkiye fotoğrafı sunmuşlardır. Kenan Evren ve Turgut Özal ‘ın korku üzerine kurulu idaresi , sendikalara, medyaya ve sivil toplum kuruluşlarına uyguladıkları baskıyla Türkiye siyasi gidişatının soldan sağa kaymasına neden olmuşlardır. Bugün eğer din üzerinden siyaset yapan birileri varsa bunun mucidi Turgut Özal’dır. Sağlanan ekonomik refah sürdürülebilir ekonomik refah değil dış sermayeye bağlı güdümlü ve göreceli bir refahtır. Toplumun belirli bir kesimi yolsuzluklarla, sahtecilikle zengin edilmiş çalışan ve vergi ödeyen kesimin yükü ağırlaştırılmıştır. Özal döneminde yapılan reformlar zaten liberal ekonomilerde olmazsa olmaz mekanizmalarla desteklenmek zorundaydı. Bu değişimi bir başarı, bir mucize gibi lanse eden ve duyuran medya sahipleri devlet banka ve fabrikalarını cazip kredilerle satın alıyor giderek zenginleşiyorlardı. İşte bu yeni Türkiye fotoğrafında eksik olan en önemli şey özgürlükçü bir anayasaydı. Yeni iktidar sahipleri bu anayasayı değiştirmek için ciddi bir çaba göstermediler.
Kenan Evren yargılandı mahkum oldu ama 12 Eylül iktidarının önemli oyuncuları yargılanmadı. Onlar hala serbest ve kilit noktalarda görev yapıyorlar. Savcılar 12 Eylül’ün gerçek suçlularını yargı önüne çıkaramadı. Sembolik olarak iki emekli generalin apoletlerini söküp müebbet hapse mahkum ettiler ama dava Yargıtay aşamasında onaylanmadığı için uygulama aşamasına geçemedi. Bir anda hukuk uygulanamadı. Şimdi Kenan Evren’in ölümüyle ortada suçlu da kalmadı. Türkiye cumhuriyetinin ve demokrasisinin bu kadar ağır bir yara almasına neden olanların adalet önüne çıkarılamadığı gibi verilen zararın da ne olduğu artık unutulmuş durumda. Yaratılan balık hafızalı toplum, dindar ve muhafazakâr kimliği kabullenmiş görünüyor. Özgürlük ve adalet isteyenler hemen cezalandırılıyor ve tasfiye ediliyor. Kenan Evren öldü ama 12 Eylül ruhu her yeri kaplamış durumda. Nefes almak çok zor.