Dersim Foto-Safari III
“Dersim dört dağ içinde/Gülü var bağ içinde/Dersimi hak saklasın/Bir gülüm var içinde”
Keban,
Harput’tan yola çıkıyoruz. Pertek feribotuyla Dersim’e geçeceğiz. Keban Gölü o kadar büyük ki bir yakasından diğer yakasına feribotla geçmek zorundasınız. Feribota yaklaşırken jandarma kontrol noktasından geçiyoruz. Artık OHAL coğrafyasındayız İçime bir ürperti geliyor. Bu coğrafyada herkese potansiyel “terörist” gözüyle bakılıyor. Aynı duyguyu Hakkari’de de hissetmiştim. OHAL bu bölge için gerekli miydi? Onu söylemek için daha çok bilgiye gerek var. O bilgi de bende yok. Valilik bir açıklama yayınlıyor:
“Valiliğimiz öncelikle vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması, mevcut huzur ve güven ortamının devam ettirilmesi maksadıyla; emniyet ve asayişi temin etmek için ilgili mevzuat çerçevesinde her türlü tedbiri almaya devam etmektedir. 2565 Sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun 32/A maddesi gereğince; 14.08.2018 tarihli ve 30 sayılı Cumhurbaşkanlığımız Kararı kapsamında 1 Temmuz 2019 tarihine kadar 31 bölgede ‘Geçici Özel Güvenlik Bölgesi’ kararı alınmıştır.”
Neresi bu bölgeler? Büyük bir olasılıkla bizim fotoğraf çekmeyi planladığımız bölgeler olmalı. Yani Dersim doğasının en güzel ve fotoğrafa uygun alanları.
“İl Merkezi; Bali Deresi, Kurutlu Deresi, Kutuderesi vadisi bölgesi, Tabantepe Bölgesi, Karameşetepe Bölgesi, Vazgürtepe Bölgesi, Ovacık; Eroğlu Mahallesi, Mercan Dağları, Kıran Deresi, Kınıkan Tepe , Golan yaylası, Eğreci Mahallesi, Dülbektaşı bölgesi, Yarpuzlu Mahallesi, Alisırtı Geçidi, Dalav Yaylası, Karagöl Yaylası, Kurugöl Yaylası, Kurt Yaylası, Bastır Yaylası, Çeşme Yaylası, Yel Yaylası, Ganekastik Bölgesi, Çığırlı Yaylası, Karadere Bölgesi, Aslıca Köyü bölgesi, Nazimiye; Tavuklu-Doğantaş köyleri, Dokuzkaya Bölgesi, Pülümür; Yoncalık Yaylası, Sarıgül Yaylası Hozat; Kinzir Ormanları.”
Bu bizim için ne demek diye düşünmeden edemiyorum. Eğer emniyet güçleri gerek duyarsa OHAL kanunu kapsamında bizi tutuklayıp istedikleri kadar tutabilirler. Fotoğraf çekim yasağı olan bölgeler var mı? Mutlaka vardır. Bilmeden bu hassas yerlerin fotoğrafını çekersek ne olacak? Ayaklarım geri geri gidiyor. Kimseye bir şey söylemiyorum ama ODTÜ yıllarımdan bu yana ben üniformalardan korkarım. Başına ne geleceği belli olmaz.
Bu düşünceler beynimde dans ederken feribota yaklaşıyoruz. Keban Barajı sanırım yetmişlerde devreye girdi. Fırat nehri üzerindeki ilk HES. Yöneticiler açılış törenini abartmışlar, sanki aya gitmiş gibi tavırlarla ve demeçlerle kamuoyunu etkilemişlerdi. Bayraklar, balonlar, kesilen kurbanlar, atılan nutuklar o kadar propaganda kokuyordu ki, hiç kimse baraj gölünün altında kalan köyleri, arkeolojik eserleri dile getirmeye cesaret edemiyordu. Sanki büyük bir zafer kazanılmış, fedakarlıkların da normal olduğu imajı yaratılmıştı. Medya iktidarın bu göz boyama oyununa bütün organlarıyla katılmış, ağır top kalemler aşk dolu yazılar döşenmişlerdi. Oysa HES’ler enerji kaynağı ve iş imkanı olarak gösterilmesine rağmen bir çok sakıncayı da beraberinde getiriyor. HES’ler birinci olarak yerleşme yerlerinin değişimine, kültürel alanların yok olmasına yol açar. İkinci olarak ise fiziki koşullarda kendini gösterir. Bunlar flora ve faunanın tahrip edilmesi ya da göç etmek zorunda kalması, tarım alanlarının daralması ve her türlü çevre kirliliğidir.
Barajla ilgili teknik verileri Elazığ Belediyesi web sitesinden alalım:
“Keban Baraj Gölü Türkiye’nin en büyük yapay gölüdür. Doğal Göller arasında 675 km2’lik alanıyla 3.sırada yer almaktadır. Baraj Gölünün Murat vadisi boyunca uzunluğu 125 km.dir. Genişliği yer yer değişmektedir. Keban barajının yapımından sonra 64.100 hektar büyüklüğünde bir baraj gölü meydana gelmiştir. 1965 yılında yapımına başlanılmıştır. 1974 yılında ilk 4 büyük tribünü, 1981 yılında da diğer 4 tribünü devreye girdi. Barajın toplam kurulu gücü 134 Megawatt olup yıllık enerji üretimi 7,5 Milyar KW/Saat dir. Kurulduğunda Türkiye’de üretilen elektriğin %20 sini tek başına karşılayan santral şu an tüketilen toplam elektriğin % 8’ini karşılamaktadır.”
Baraj gölleri göçlere sebep olmaktadır. Yarım alanlarının yok olmasının yanı sıra göl sularının kapladığı alanda yer alan köylerin ahalisi de göç etmek zorunda bırakılmaktadır. Örneğin Birecik barajının yapılmasıyla Zeugma (Gaziantep), Ilısu barajının faaliyete geçmesi ile beraber Hasankeyf (Mardin) ve Yortanlı barajının yapılmasıyla antik bir kent olan Allianoi (İzmir) antik kenti sular altında kalacaktır. Bu kaybolan değerlerin yerine konması imkansızdır. Günümüzde yöneticiler ve yerel halk bazı gerçeklerden uzak durmakta ve barajların ürettiği elektrik katma değeri üzerinde durmaktadırlar. Oysa bu sürdürülebilir bir enerji kaynağı değildir. Zaman içerisinde HES ömrünü tamamlayacak ve etkisiz hale gelecek ama doğaya verdiği tahribat kalıcı olacaktır. Bu tahribatlar konusunda bilimsel çalışmalar hjiç te az değildir. Benim yararlandığım kaynaklardan biri, Kilis Üniversitesi’nden Mehmet Emin Sönmez’in Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde yayınlanan “Barajların Mekân Üzerindeki Olumsuz Etkileri ve Türkiye’den Örnekler” adlı makalesidir.[1] Makalede önemle vurgulanan ekosistem tahribatının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Barajlar bölgedeki bitkilerin yok olmasına ve bu bitkilerle beslenen hayvanların da göç etmesine neden olmaktadır. Türkiye’de barajların yok ettiği bitki türlerinin uzun bir listesi vardır. Bir diğer önemli konu da “siltasyon” konusudur.
Nedir siltasyon?
Akarsuların taşıdığı alüvyonların baraj gölünü yavaş yavaş doldurması olayıdır. Akarsu ağızlarına inşa edilen limanlarda meydana gelen ciddi sorunlar baraj gölleri için de geçerlidir. Barajlar akarsu koşullarına adapte olmuş olan bölgenin ekosistemini tahrip etmekle kalmamakta, buna ek olarak erozyon, kütle hareketleri ve siltasyon ile baraj gölü 100 yıldan daha az bir süre zarfında hızla dolarak, özellikle sulama için gerekli olan suyun ve baraj gölünden elde edilen hidroelektrik gücün azalmasına ve böylece barajın ekonomik ömrünün erken tamamlamasına neden olmaktadır; baraj gölünde biriken bitkisel atıkların yarattığı metan gazının zehirleyici etkisi de bir başka sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük göllerde gün geçtikçe metan etkisi daha da artmaktadır.[2]
Feribota binerken hiç kimse bu konuları aklına getirmiyordu. Niye getirsin ki? Martılara simit atarak ve etrafı seyrederek yolculuk yapmak varken karalar bağlamanın alemi ne?
İlerde bir ada halinde Pertek kalesini görüyoruz. Martılar uçuşuyor. İşte bir isim daha: Pertek. Evliya Çelebi’ye göre pertek Moğolca bir isim imiş ve “Kara kuş” demekmiş. On altıncı asırda bölgeyi gezen Çelebi’nin görmeden duyduğu bir bu karakuş heykeli hikayesini aktarması da ilginçtir. Çelebi’ye göre görmediği kalede bir kara kuş heykeli varmış. Araştırmalarda böyle bir heykel bulunmamış. Zaten Pertek’in de kara kuş anlamına gelmediğini düşünüyorum. Çünkü Harput ismi etimolojisinde incelediğimiz gibi “pert” kelimesi Ermenice “kale” anlamına geliyor. Bu durumda Pertek Ermenice bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Çelebi nihayetind bir dilci değil. Bu konuyu atlamış olabilir. Kalenin altıncı yüzyılda savunma amaçlı olarak bölge derebeyi tarafından yapıldığı söyleniyor. Antik çağdaki adıyla Arsanias vadisi (bugünkü Murat vadisi) ne hakim olan Pertek kalesi tarihi aslında baraj gölü altında kalan arkeolojik kalıntılarıyla bir bütün teşkil ediyor. Gözümüzün gördüğü her karışta bir tarih yatıyor. Sular altında kalan bu güzelim Pertek kalesinin dili olsa da anlatsa diye geçiriyorum içimden. Antik çağ tarihçilerinin bildirdiğine göre Pertek kalesinin varlığı MÖ. Beşinci yüzyıldan bu yana biliniyor. Belki de kalenin tarihi daha eskilere kadar uzanıyor. Bilmiyoruz. Feribotumuz da kaleye uğramadan geçiyor. Belki de bir başka gezide bir motorla özel olarak Pertek kalesine gider fotoğraf çekeriz.
[1] Sönmez, Mehmet Emin, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2012 11(1):213 -231
[2] http://www.allianoi.org.tr, . http://www.dsi.gov.tr/ilisu/ilisu_yyp.pdf