Milli Park bir rehber olmadan gezilemiyormuş. Nedeni malum. Milli park değerlerine zarar verilsin istenmiyor. Ne kadar güzel ve asil bir düşünce. Öte yandan beş yüz bin ağacı kesecek olan maden ocağı şirketine ruhsat veren de aynı devlet. Ormanın sahibi hayvanları avlamaları için avcılara para karşılığı izin veren de aynı devlet. Bu paradoksu izah etmek için Türk siyasi tarihini iyi bilmek gerekiyor. Makyavelli yaşasaydı kahrından ölürdü.
Küre dağları milli parkında da durum böyleydi. Milli park girişinde giriş ücreti ödenirken park rehberi için de para ödeniyormuş. Tarife de oldukça yüksek. Milli parkı ancak parası olanlar gezebilecek demektir. Otomobil 27 TL., Rehberlik ücreti yürüyerek 490 TL , araçla 150 TL. Birkaç gün önceden otel vasıtası ile bir rehber talebinde bulunduk. Tecrübeli, yerel bir dergide editörlük yapan rehberimiz fotoğraf eğitmeniymiş. Fotoğraf çekebileceğimiz yerleri bulmamız daha da kolaylaşacak, rehberimizin entelektüel bilgilerinden yararlanabileceğiz. Sabah erken saatlerde rehberle buluşup günümüzü programlıyoruz.
Yıllardır kaz dağlarını daha doğrusu İda dağını uzaktan uzaktan içimde büyüttüm. ‘Düşle Gerçek arasında” adlı romanımda da mekan olarak yer vermiştim. Neredeyse mistik bir saklı cennet gibi algılamak istedim dağı. Mitolojinin getirdiği bir rüzgar denebilir. Kolay değil. İda Dağı, Troya ve Homeros yüklü bulutlardan söz ediyoruz. Tüm mitoloji yağmurlarının yağdığı yerdeyim nihayet.
Bu dağı bu kadar özel kılan nedir?
Dağ kült inancının hiyerofaniye dönüşümü İda dağı ile başlamamıştır. İda Dağı batı kültürünün en güçlü referanslarından biri olan Yunan (İon-Grek-Hellen) Mitolojisi ile birlikte yoğrularak destanlaştırılmıştır. Bunu yapan kişi de Homeros’dur. Kimine göre Homeros ağızdan ağıza dolaşan masalları kitaplaştıran tragedya yazarıdır. Kimine göre de ilkçağın en ünlü şairidir.
İlyada Destanı’nında Truva şehri, kentin yakın çevresi ve özellikle İda Dağı’ndan söz edilir. Dağın yüceliği, tanrısallığı, bitki örtüsü, su kaynakları, insanlar ve diğer canlılar için yaşam kaynağı olma vasfı destanın çeşitli kısımlarında anlatılır. Truva Savaşı’ndaki olayların azımsanmayacak sayıda İda Dağı ile ilgili olması dağın mitolojideki önemini gösterir.
Öte yandan yazarı belli olmayan (anonim) sözlü halk edebiyatında Tahtacı Türkmenlerinin de dağ kültü paralelinde kurguladıkları “Sarı Kız” söylencesi de vardır. Bu iki farklı “destan” iki farklı kültürü ifade ettiği gibi iki farklı zamana da aittir. Sarı kız efsanesinin başlangıç versiyonunu bulmak mümkün olsaydı yani yazılı bir metin olsaydı her şey çok daha kolay olurdu. Efsanenin ana teması bir mucizeye dayandırılmaktadır. Mekan aynıdır ama halklar farklıdır. İslam Sünni inancına ilişkin “Hacca giden baba”, “Abdest alma” gibi öğeler de hikayenin içerisinde yer alır. Tüm dağ kültlerinde olduğu gibi sarı kız “ermiş” mertebesine yerleştirilir. Dağın tepesinden kolunu uzatıp Edremit körfezinden bir bakraç su alır. İster inan ister inanma.
Sonuç itibarı ile “Dağ Kültü” yani dağın kutsallaştırılması sürecinde bir efsaneye ihtiyaç vardır. Sadece tek tanrılı dinlerde değil çok tanrılı inanç sistemlerinde de kutsal dağ inancı vardır. Dinler tarihçisi Mircea Eliade’nin incelediği bir konudur bu. Örneğin; Hintlilerin kutsal dağı olan “Meru” veya “Sumeru” dağı gibi bazı dağların dünyanın merkezi, Cennet ve yeryüzünü birbirine bağlayan bir döngüye sahip olduğu düşünülmüştür. Hindu Mitolojisinde 4 kıtanın “Meru” dağından dünyaya yayıldığı, bu dağın cennetten dünyaya uzandığına inanılmıştır. Babil mitolojisinde de “kozmik dağ” inancı belirgindir. Babil’in “Ziggurrat” kavramı dünya yaşamının görüntüsüdür. Tapınak kozmik kutsal dağı simgeler. “Keldani” inancına temel teşkil eden çok sayıdaki resimlerde , Tanrı tıpkı bir güneş tanrısı gibi iki dağ arasından çıkar gelir. Kutsal dağ, tam bir tahttır; çünkü “sahip tanrı”, yani evrenin yaratıcısı orada hüküm sürer. Tanrı dağları isminin de nereden geldiğini söylemek mümkündür.
Uzaktan İda Dağı ya da Kaz Dağı çok farklı algılanıyor. Mitoloji ile ilgili olmayanların bahçesinde yetişmeyen bir çiçek İda Dağı. Sünni İslam referanslı Sarı Kız efsanesinin yazılı bir metni olmamasının getirdiği zorluklar işimizi zorlaştırıyor. Kulaktan kulağa yöntemiyle her anlatıcı hikayenin bir bölümünü değiştiriyor. Efsanenin bir çok versiyonu anlatılıyor. Kaz Dağı eteklerindeki köylerin ahalisi artık yüz yüz elli yıl öncesinin değer yargılarıyla düşünmüyor. Gelenek ve görenekler giderek zamanın dişleriyle parçalanıyor. Anlatılan hikayeler de inanç ekseninden saparak mucize ile mitoloji sarmalında absürt bir öyküye dönüşüyor.
Birinci kilit noktası sarı kızın neden sarı olduğuyla ilgili. Bir versiyona göre köyün ahalisi sarı kızı yumurta yağmuruna tutarlar. O nedenle saçları yumurta sarısı gibi olur. Bu aslında “iffetsiz kadının taşlanması” temasının yumurtalı versiyonudur ve kesinlikle Sünni İslam referanslıdır. Sarı kızın neden köy ahalisi tarafından yumurta yağmuruna tutulduğu ise daha ağır bir önyargı taşımaktadır.
Söylenceye göre Sarı kız, çok güzel bir kadındır. Bütün köyün erkekleri onun peşindedir. Güzel bir kadının erkekleri cezbetmesi, ya da bir kadının çekici ve güzel olması köyün ahalisi tarafından bir tehdit olarak algılanıyor ve nedense bir “iffetsizlik” , bir “ayartma” teması güzel kadının üzerine yapıştırılıyor. Güzel bir kadının dağa sürgüne gönderilmesi teması ise büyük bir olasılıkla toplumda dışlanan bireylerin sürgüne gönderilmesi temelinde kadının aşağılandığı, çarşaf veya peçe ile gizlendiği Sünni İslam referansından kaynaklanıyor olabilir. Oysa ana tanrıça kültlerinin yaygın olduğu çağlarda kadının toplumdaki yeri düşünüldüğünde Sarı Kız efsanesinde verilmek istenen mesaj oldukça karmaşık bir yapıya dönüşür. Bu gelişme ne zaman olmuştur, kaç yıl sürmüştür bir bilgimiz yok. Efsanenin bugünkü ritüele dönüşen kısmında ise yine karmaşık mesajlar gizli. Ağustos ayının on beşinde başlayan Sarı Kız şenliklerinin ve izlenen ritüellerin “ermiş” bir insan ya da bir “tanrıça” mucizesi bekleyen insanlar tarafından icra edildiğini de unutmamak gerekir. İki hafta boyunca dağda kamp kuran yerel halkın katılımıyla anlamlanan şenlikler geçmişten günümüze kalan acaba hangi kültün ritüelleri olabilir. Bu da doğal olarak folklor araştırmacılarının ortaya çıkarması gereken bir konudur.
Homeros’un İlyada destanında Troia/Troya uygarlığına, Kral Priamos’a, Helen ve Paris’in aşkına ve on yıl süren Akalarla yapılan savaşa ilişkin detaylar anlatılır. Bu efsanede yer alan Troia şehriyle alakalı arkeolojik verilere Ekrem Akurgal’ın “Anadolu’nun Kültür Tarihi” eserinde de yer verilir.[1]
MÖ. 2500 yıllarında İda dağının eteklerinde kurulan Troya/Troia ‘nın bir efsane değil gerçek bir şehir devleti olduğu yapılan kazılarla ispatlanmıştır. Bu Homeros’un İlyada destanını bir “tarih” kitabı gibi okumamıza yetmez. Tanrılarla insanların karmaşık ilişkisini ortaya koyan destanlar Zeus’un kıskanç Hera tarafından nasıl aldatıldığını da anlatır. Destanda ölen iki yarı tanrı kahraman da vardır. Akilleus ve Hektor.
İda Dağı’nın bu iki efsaneyle sınırlı olmayan kültürel, doğal zenginliği içinde barındırıyor. Her şeyden önce orada dağda bir Milli Park var. Dağda oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Verilen resmi bilgiye göre milli park 21500 hektarlık bir alanla sınırlı. Bu alan Kaz Dağlarının tamamı[2] düşünüldüğünde acaba yüzde olarak kaçtır? Haritaya bakarak söylerse yüzde on civarında olduğu görülebilir. Bu sorunun doğru cevabını ancak haritacılar ya da coğrafyacılar verebilir. Altın madeni nedeniyle katledilen on binlerce ağaç skandalını örtmeye çalışan yetkili bürokratın verdiği cevap aslında yönetimin doğa bilinciyle ilgili anlayışını yansıtması açısından bir örnek olarak kullanılabilir:
“Maden ocağı sahası milli park sınırları dışında.”[3]
Milli park zaten giderek nüfusu artan köyler tarafından sıkıştırılmış durumda. Ormanlara gözünü diken bir grup insan her türlü yolu deneyerek doğal alanları zorluyor. Bunlar yeni Türkiye’nin yeni iş insanları: Ağacı kesip satmak. Ne bulursa talan etmek. Yağmalamak. Yok etmek. Kaz Dağları doğal yaşamını ve ekosistemini tehdit eden unsurların bilinmesine rağmen yetkili devlet organlarının tehditleri göz ardı ettiği ileri sürülmektedir.
Tehditleri Doğa Derneği özetliyor. Aktarıyorum:
“Kaz Dağı Milli Parkı Tehditler: Çanakkale–Çan Akışkan Yataklı Termik (Kömürlü) Santralı, ÇED raporu onaylanmış ancak Danıştay kararı gereği “ÇED Raporu Olumlu Belgesinin İptali Kararı” verilmiştir.
Ancak santral inşaatı bitmiş ve deneme üretimine başlamış durumdadır. Günümüzde birçok madencilik firması ÖDA’nın muhtelif yerlerinde maden arama ve işletme ruhsatı başvurusunda bulunmaktadırlar.
Yörenin çevresindeki fabrika atıkları sonucu oluşan asit yağmurlarının ÖDA’ya etkileri gözlenmektedir.
Yangınlar başta kızılçam olmak üzere dağın güney taraflarındaki ormanlar için tehdit oluşturmaktadır. Bunda alanda süren mülkiyet tartışmalarının önemli bir rolü vardır.
Alanın güney kısmına Zeytinli Barajı yapımı planlanmıştır. Barajın alandaki biyolojik çeşitliliği nasıl etkileyeceği bilinmemektedir. Havran ilçesinin dokuz kilometre doğusunda inşası devam eden Havran Barajı, Avrupa’nın en büyük yarasa kolonilerinden birinin bulunduğu İnönü Mağaralarını sular altında bırakacaktır.”[4]
Dağ kültleri binlerce yılda oluşuyor. Pagan inançları olarak din baronları tarafından küçümsense de dağa saygı duyulması, dağın kutsallaştırılması en azından dağın tahrip edilmesini önleyen güçlü bir inanç olarak karşımızda duruyor. Hiçbir yönetim kutsal kabul edilen bir dağda maden ocağına izin veremez. Kült mezhep, tapınma, rağbet-merak anlamlarına gelmektedir. Kült, ayrıca bir ibadet şeklini takip eden insan grubu, belirli bir toplumda, belirli dinin yerleşmiş formlarından ayrılan kişi gibi manaları da taşımaktadır. Bu durumda Sünni inancı öne çıkaran resmi din, yani Diyanet Başkanlığı kültleri kabul etmez. Din dışı ilan eder.
Bir çok inanç sisteminde dağ, genellikle gökle yerin birleştiği yer olarak kabul edilir; böylece dağ kutsal bir merkeze dönüşür. Bugün kutsal kabul edilen tüm ziyaret veya hac yerleri dağların zirvelerine yakın bölgelerinde bulunur. Kaz Dağlarında bulunan Sarı Kız ziyaret yeri de dağın zirvesinde bulunur.
Kaz Dağları Milli Parkı içerisinde herkesin ilgi alanına göre bir şeyler bulmak mümkün. Çok zengin bir floraya sahip olması itibariyle ve tam da çiçeklenme zamanında parkı ziyaret ettiğimiz için şanslıyız. Rehberimiz çiçekler konusunda da çok bilgili. Endemik türlerin fotoğraflarını çekmeye başlıyoruz. Kelebekler başımıza üşüşüyor. Bütün günümüzü böyle geçirebiliriz.
[1] Akurgal, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, TÜBİTAK, 1997, s. 13
[2] Alanın Tanımı: Kaz Dağı, Güney Marmara Bölgesi’nin batısında, Edremit Körfezi’nin kuzey kıyılarında yer alır. ÖDA’ya Çanakkale’nin Bayramiç, Yenice ve Ayvacık ilçeleri ile Balıkesir’in Edremit ilçesi ile Güre, Akçay ve Altınoluk beldelerinden ulaşılır. Kaz Dağları, yüksekliği ve bölgeye bereketli yağışları taşıyan hava akımları nedeniyle nemli bir iklime sahiptir. Alan bu nedenle doğal bitki örtüsü ve tarımsal ürün çeşitliliği açısından son derece zengindir. Avrupa – Sibirya ve Akdeniz bitki coğrafyalarının kesişim noktasında kalan ÖDA konumu ve bakirliği nedeniyle çok sayıda nadir türe ev sahipliği yapar. Kaynak Doğa Derneği
[3] Kaz Dağı ya da Kaz Dağları olarak iki biçimde adlandırılan dağ büyük ölçüde Biga Yarımadası’nda uzanmaktadır. Kaz Dağları, batıda Dede Dağı, ortada esas Kaz Dağı ve üç tepesi (kuzeyde Babadağ, ortada Karataş Tepe, güneyde Sarıkız Tepesi) doğuda Eybek Dağı, kuzey doğuda Gürgen Dağı ve Kocakatran Dağı’ndan oluşur. Kaynak: Vikipedya
[4] https://www.dogadernegi.org/kaz-daglari/