Dün başlayan kar yağışı hem beklenilen hem de beklenilmeyen bir zamanda geldi.
Şubat aylarında görmeye alıştığımız karın, Mart ayının ortalarına kaymasının mutlaka meteorolojik bir açıklaması vardır. Küresel ısınmaya daha ne delil arıyoruz ki? İstanbul’da 1987 yılında ciddi bir kar yağışı hatırlıyorum. On beş gün sürmüştü.
Bakalım bu kar yağışı medyadan ortalığa oluk oluk yayılan “pisliği” ve “kalitesizliği” örtebilecek mi?
Medyanın her saat başı yeni bir “pisliği” haber kanallarına taşıması artık ızdırap sınırını da geçti. Trajikomik bir sürece girdi artık kalitesizlik. Nedir bu kalitesizlik,hikmetsizlik?
Tariflere bakalım:
“Kalite bir ürün ya da hizmetin belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karşılama kaabiliyetine dayanan, özelliklerin toplamıdır. ”
Demek ki haber tüketicisi bu tür haberleri istiyor ve arzuluyor. Kim karışır? Kumaş bu…
Hikmetsiz bir çoğunluk giderek her şeyden uzaklaşarak apolitize oluyor. Bizi kalitesizlikten kurtaracak olan hikmettir.
Hikmet’i tarif edelim.
“Hikmet, bütün olup bitenlerin esasını bilmektir. bazı insanlar, özellikle de gazeteci O, hikmete ulaşmak için didinir durur. Hikmet, tümel bilgidir, yani her şeyi kuşatan bilgidir. Her şeyi ihtiva eden bir evrenin bilgisidir. Bu evrenin çatısı felsefedir. Hikmet ise evrenin bütünüdür.”
Hikmete yaklaşıyor muyuz, yoksa uzaklaşıyor muyuz?
İçimden karın tüm bu pislikleri örtmesini en azından masum çocukların bu etrafa saçılan pislikleri görmemesini diliyorum. Küçücük elleriyle paltolarına sarılarak koştukları eğitim kurumlarında acaba onları hangi yalanlar bekliyor? Kendilerine anlatılan yalanların farkına varabilecekler mi?
Yeni yıla girmemizle birlikte şiddetli bir “kalitesizleştirme,kalitesizleşme ” dönemine girdik. Seçim dönemi, karalama dönemi. Artık “rating” uğruna sırf eğlendirici olsun diye magazin haberciliği her alanda şiddetle kendini gösterir oldu.
Siyaset, medya, edebiyat sanat ve diğer kamusal alanlarda ciddi bir kalitesizlik akımı prim yapmaya başladı.
Bunu artık sanıyorum kimsenin de durdurmaya gücü yetmeyecek. Halkın çok uzağında bir yerlerde oynanan bir tiyatro bu.
Hiç bir birikimi (Hikmet fakiri) ve yeteneği olmayan kişilerin her gece ağızlarından tükürükler saçarak yaptıkları işe “gazetecilik, habercilik” demek nasıl mümkün olabiliyorsa, fiziki özelliklerinden dolayı seçilerek çıktıkları ekranlarda iki kelimeyi bir araya getiremeyenlere de “anchor” demek öyle mümkün olabiliyor.
Konuyla alakalı hiç bir bilgisi olmamasına rağmen önceden kurgulanmış fikirlere dehşetengiz yorumlar getiren “uzmanlar ordusu” kanal kanal gezmeye devam ediyor.
İlk ekrana çıktıkları gün giydikleri kıyafetlerin nasıl kısa sürede değiştiğini acaba kendileri de görebiliyor mu?
Siyasi liderlerin yatak odası maceralarının prim yaptığı kanallara bu haberleri kimler taşıyor, bu programları kimler izliyor? Kim istihbarat ajanı, kim değil….
Bu karlar hikmet olsa da insanların üzerine yağsa. Biraz olsun nefes almamızı kolaylaştıracak ortama kavuşsak.
Artık her şeyin birbirine karıştığı o rüzgarsız sularda seyreden bir yelkenli gemiyiz….
Hangi yöne gideceğimiz belli değil.
En iyisi edebiyata sığınmak. Büyük yazarların hikmet dolu cümlelerinde aramak huzuru….
James Joyce ‘un bir öyküsünden hatırladığım kadarıyla:
“The snow falling faintly through the universe … upon all the living and the dead”