web analytics

 Ben bir seyahatnâme yazarıyım. Bu yazdığım onuncu (10) kitap olacak. Seyahatnamalerin, tarih yazıcılığına ışık tutabilecek kaynaklar arasında olup olmadığı akademik çevrelerde tartışma konusudur. Seyyahların sübjektif yaklaşımlar sergiledikleri gezdikleri coğrafyaları kendi kültürel bakış açıları ile yansıttıkları bir gerçektir. Bunun aksi de düşünülemez ve beklenemez kanımca. Herodotos’dan bu yana da bunun değişmediğini görürüz. Batılı seyyahların 16. Asırdan itibaren Anadolu’ya ve antik kentlere ilgi duyduklarını söyleyebiliriz. Çalışmalarını yakından izlediğim Ece Yüksel 2012 yılında yayınladığı yüksek lisans tezinde 16-17 yy. da Anadolu’yu ziyaret eden Frenk seyyahlardan söz eder.[1]  

Batı Anadolu bölgesinin  tarihsel süreç içinde farklı isimlerle anılması bir yana zenginliği ile de tüm dünyanın ilgisini çektiğini ileri sürer. Bu bağlamda Troya savaşına kadar süren mücadelelerde Akha tarafı pek başarılı olamaz.  “Troas” bölgesinde kurulan şehir devletleri bir ölçüde gerek teknoloji gerekse de kültür açısından daha gelişmiştir. Buralar Balkanlardaki şehir devletlerinin göz diktikleri yerler olmuştur. Bu bağlamda Troya savaşının ana nedeni Troyas’ın zenginliklerini ele geçirmekten başka bir şey değildir.

 Mysia bölgesi ise Dor’ların önünden kaçan Makedon ve  Balkan kavimlerinin yerleştikleri bölgedir. MÖ 2. Binin sonunda geldikleri Mysia’da uzun süre varlık gösterememiş birliklerini sürdüremeyip diğer kültürlere asimile olmuşlardır.

Aeolis kentlerinde iskân etmiş plan halklardan Aeoller’in Lidya’dan sonra Pers hâkimiyetine girdikleri ve sonradan MÖ 261-221 arasındaki dönemde Pergamon Krallığı’na bağlandıkları bilinmektedir. Bölgeye ait diğer bir uygarlık olan Lidyalıların, insanlık tarihi açısından en büyük icadı elektron sikkelerdir. Sikke üretimi, bu dönemdeki Lidya kentlerinin ekonomik yönden gücünü ve bağımsızlığını gösterir.

Dor istilasından kaçıp Batı Anadolu’ya yerleşen  Ionların kurdukları  şehirlerinin konfederasyonlaşması bu dönemin yönetimleri açısından önemlidir. Aynı zamanda Lidya ile İonia arasındaki ticari ilişkilerin yoğunluğu giderek bu iki toplumun çok yönlü bağlantılarını da ortaya koyabilmektedir. Ion kent devletleri Karadeniz bölgesinde de ticaret amacıyla koloni  limanları kurmuşlardır. Miletos’un doksana yakın koloni limanı kurarak zenginleştiği kayıtlarda vardır.

 Karia şehirleri, dil birliğine sahip kentlerden oluştuğu için özel anlamda kültürel bir yere sahiptir. Işıklar ülkesi anlamına gelen Likya, Akdeniz-Ege arasındaki geçiş bölgesi olduğundan her dönemde itibar görmüştür. Batı Anadolu’da kurulan kentler   antik dönemin zengin ve ihtişamlı kentleri olmaları sonucunda bugün tüm arkeoloji ve tarih araştırmacılarının gözü buradadır. Seyyahların ısrarla Ege ve Akdeniz kıyılarını ziyaret ederek keşifler yapmalarının dünya arkeoloji ve tarih çevrelerinde itibar görmesi boşuna değildir. Batı Anadolu tarihi ve antik kalıntıları dünya kültür mirası çapında kıymet biçilemez değerdedir.

Batı Anadolu kıyılarında bazı incelemeler yapmak üzere görevlendirilen İngiliz Kraliyet Donanması’na ait geminin adı Fredericsteen, kaptanının adı da Francis Beaufort idi. Yıl 1811. İki yıl boyunca Beaufort kıyılarda haritalama işlemi yaptı. Bu haritalarda antik kentlerin lokasyonu ile ilgili bilgiler ve çizimler de vardı. İrlandalı Beaufort İngiliz donanmasının en gözde subaylarından biriydi; günümüzde hala kullanılan rüzgar ölçüm sistemi onun buluşudur. Beauford 2 yıl süreyle batı Anadolu kıyılarında haritalama yaptı. İngiliz Kraliyet bilim akademisi 1818 yılında Beauford’un bu çalışmasını bir kitap olarak yayınladı. Kitabın adı “Karamania “idi.

 “Karamania Brief description of the south coast of Asia-Minor and of the remains of antiquity.”

Aşağıdaki linkten kitap indirilip okunabilir: Aslında bu kitabın ve buna benzer Frenk seyyahların kitaplarının Türkçeye tercüme edilmemesinin sebebini de anlamak mümkün değil.

 Bunu akademisyen bir tanıdığıma sorduğumda aldığım cevap daha da kafamı karıştırdı. Böylesine bir yaklaşımla “akademi” kurulmaz. Bilimsel çalışma hiç yapılamaz. Charles Texier’in iki ciltlik eseri nasıl olmuşsa çevrilmiş. Okudukça aydınlanan bir Anadolu tarihi çıkıyor ortaya. Dil bilmeyenler ne yapacak? Zaten dil bilenlerin oranı çok az. Ama hamaset üretmekte kimselerin ellerine su dökemeyen anlı şanlı akademisyenler aşağıdaki zavallı açıklamayı yapmayı uygun buluyorlar. 

“Bunlar casus. İngiliz, Fransız  casusu. Osmanlı’nın topraklarını paylaşmak için gerçekleri değil de amaçladıkları şeyleri yazmışlar. Bu kitapların bilimsel bir değeri olduğunu sanmıyorum. Belge niteliği taşımıyorlar. Türk toplumunu aşağılamaktan öte bir anlamları olmayan eserler.”  

https://books.google.com.tr/books?id=6c4GAAAAQAAJ&printsec=frontcover&hl=tr&redir_esc=y#v=onepage

Bilimsel çalışma yapmak üzere bir araya gelen “akademi” mensuplarının kalitesi her zaman tartışılır olmuştur. Örneğin dünya üniversitelerinin kalite sıralamasını ölçen kuruluşlar vardır. Kalite sorunu her alanda karşımıza çıkan bir virüs gibidir. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde yayılan bir virüs. Toplumun her kurumunda, her katmanında kalite sorunu belirli sonuçların ortaya çıkmasına neden olur. Üçüncü dünya ülkeleri yüzlerine çarpılan bu kalite sorununu kabul etmek bir yana tersini iddia ederek kendi kamu oyları nezdinde puan toplamayı tercih ederler.

Beuford ve diğer Frenk seyyahların eserlerinin ortaya koyduğu acaba bir kalite sorunu mudur?

Türk akademisyenlerinin arkeoloji alanında hakemli derilerde yayınladıkları bilimsel çalışmaların dünya arkeoloji literatüründeki yeri nedir?

Bu soruların cevapları aslında bir ülkenin akademik çalışmalardaki  insan kalitesi tartışmalarına ışık tutabilir. Arkeoloji veya diğer alanlarda çalışan akademik kadroların kalitesi yayınladıkları bilimsel makalelerle ölçülüyor. Eğer üniversitelerde kalitesizliğin geçerli olduğu bir sistemi ısrarla destekleyen bir siyasi erk etkinse ortaya çıkacak çalışmaların da uluslararası platformlarda değil dar bir alanda kalitesiz bir çalışma olarak kalacağı kaçınılmazdır. Nitekim Türkiye’deki üniversitelerde özerklik olmadığı için son belki de 30 yıldır akademik anlamda dünya bilimsel standartlarından uzaklaşma söz konusudur. Özellikle siyasi  çevrelerin baskısıyla bilimsel çalışmalar yerine hamaset üreten akademik unvanları tartışmalı kadroların sayılarında artış vardır.

İleri batı demokrasilerinin akademik kalitesinin arkeoloji alanında da açıkça görülmesinin nedenleri üzerinde durmak gerekir. Popüler Türk medyasının sakız gibi çiğnediği “muhafazakar, milliyetçi muhafazakar, dindar, dindar muhafazakar, vb.” gibi temelsiz kavramların içini boşaltarak  söylendiği gibi kabullenen eğitimsiz büyük bir kitlenin varlığı nedense inkar edilmektedir. Ne yaparsanız yapın ama sakın ha eleştirmeyin. Neden? Çünkü tahammülümüz yok. Çünkü biz eleştiri kabul etmiyoruz. Neden etmiyoruz? Biz kimiz? Ortak yanlarımız var mı? Varsa neler? Bir ulus olmak, bir millet olmak, bir anayasa etrafında birleşmek gibi kavramlar nedense bazılarına zor geliyor. Müslümanlık kimliği daha kolay geliyor. Bu kimliği tarif edemeyenlerin çoğunlukta olduğu eğitimsiz bir toplumsal sınıf ; Osmanlı imparatorluk tanımına göre “reaya”.

Kaptan Beauford Ege ve Akdeniz kıyılarında haritalama çalışmaları yaparken Osmanlı bahriyesi ne yapıyordu acaba? Her olayı kendi zaman dilimi içinde görmeye çalışırsak daha yararlı olacak.

Öncelikle 1811 yıllarında Ege ve Akdeniz kıyılarındaki siyasi, ekonomik ve kültürel tabloyu anlamaya çalışalım. İmparatorluk 1806 yılından itibaren Balkanlarda Rusya ile savaşmaktadır. Anadolu ise üçlü etnik yapısı ve Ayanlar idaresiyle sorunlu bir siyasi yapıdadır. Sık sık  merkezi idareye baş kaldıran despot ağaların  gerek merkezi idareyle gerekse de birbirleriyle savaştıkları anarşik bir ortamda halk korku içinde yaşamaktadır. Merkezi idarenin Ege ve Akdeniz kıyılarında olup bitenlere ayıracak ne vakti vardır ne de gücü.

Beauford bütün bu tarihi perspektifin farkındadır. Kitabının önsözünde de bunu açıkça belirtir. Her şeyden önce kitabın adının neden Karamania olduğunu açıklar. Bizim tarih kitaplarında yer alan Karamanoğulları beyliği topraklarını antik çağdaki coğrafi adlarıyla Likya, Pamphilia, Kilikya, Frigya toprakları olarak tarif eder. Karamanoğulları tarihi konusunda yeterli belge var mı bilmiyorum ama günümüz tarihçilerinin ısrarla Türk vurgusu yapmasının bir nedeni olmalıdır. Öte yandan Karamanoğulları  halkının Ortodoks Hıristiyan dinine mensup olmalarının ve mübadele döneminde Yunanistan’a gönderilmelerinin de bir izahı olmalıdır. Bu konu tarihçilerin belgeler ışığında tartışacakları ilginç bir konudur kanımca.

Beauford 1811 yılının temmuz ayında İzmir limanından demir alarak aşağıya Karamania kıyılarına yelken açtığını yazıyor. İlk durak Yedi Burun yani Ksantos ve Patara antik kentlerinin bulunduğu Anti Kragos (Akdağ) dağları etekleri. Bölgedeki siyasi yapıyı anlatıyor kitabında; özellikle de  “ağa” despotizminden söz ediyor. “Tüm idari görevler satın alınıyor, dolayısıyla ağa da bir yıllığına ağa olmak için para ödüyor” diyor. Hiç bilmediğim ve tarih kitaplarında sözü edilmeyen bir tarzda satın alınan pozisyonların olup olmadığını araştırmak lazım. Osmanlının genel hatlarıyla idari yapısı da bu akçeli işlere bağlı. Parayı ödeyen düdüğü çalıyor. Osmanlı idari yapısındaki rüşvet ağını söylemeye gerek yok. Tüm dünyanın bildiğini Beauford da kitabında kibarca söylemiş.

Karamania terimine geri dönersek. Bu terimin kullanılmasının ana nedeni bu bölgenin Karamanoğulları mülkü olmasından kaynaklanıyor olmalı. Anadolu tarihinin karanlıkta kalmış sayfalarından biri de Karamanoğulları  beyliğinin tarihidir.

KARAMANOĞULLARI BEYLİĞİ | ANADOLU BEYLİKLERİ #1 – YouTube

OSMANLI TARİHİ İLE GİZLENEN ANADOLU GERÇEĞİ KARAMANOĞULLARI! – YouTube

 Bu Anadolu beylikleri tarihi nedense Osmanlı tarihinin gölgesinde kalmıştır. Galiplerin tarihi yeniden yazdığı da doğrudur. Osmanlı tarihinin karanlıkta kalan yerleri aslında bu Anadolu beylikleri tarihleridir. 12. Yüzyıldan itibaren Selçuklu imparatorluğunun zayıflamasıyla ortaya çıkan beyliklerin gerçek tarihini öğrenmek için belgelere başvurmak gerekir.

Beauford kaptanlık yaptığı gemiyle İngiliz Kraliyet Donanması adına haritalama ve keşifler yapmak üzere gelmiş Anadolu kıyılarına. Haritalamanın ötesinde demir attığı kıyılara yakın antik kent ve limanlarını da keşfetmiş ve kitabında yer vermiş. Şimdi bu adam İngiliz casusu diye şark kurnazlığı yaparak puan toplamaya çalışanlara verilecek tek cevap var. O cevabı da onların anlayacağı şark ağzıyla söylemek lazım. “Yürü git”.    

BEAUFORT, Francis. Karamania, or a brief Description of the South Coast of Asia Minor and of the Remains of Antiquity …, in the Years 1811 & 1812…, Londra, R. Hunter, 1817. – GEZGİNLERİN BAKIŞI – Yerler – Anıtlar – İnsanlar Güneydoğu Avrupa – Doğu Akdeniz Yunanistan – Anadolu – Güney İtalya – 15. yüzyıl – 20. yüzyıl (travelogues.gr)

Kaptan Sir Francis Beaufort Ve “Karamania 1811-1812 ” Kitabında Mersin… Mehmet Mazak yazdı (inovatifhaber.com)

Sir Francis Beaufort describes Bodrum in Turkey in 1812 (petersommer.com)

 1818 Karamania or, A Brief Description of the South Coast of Asia-Minor and of the Remains of | Pingudu Müzayede (pingudumuzayede.com)

Yukarıda verdiğim linklerin her birini okuyup inceleyecek vakti olan okuyucu için biraz daha derine inmek istiyorum. Özellikle Türk araştırmacılar Karaman bölgesi ahalisinin hangi Türkmen aşiretinden olduğu üzerinde duruyor. Avşar diyen var Salur diyen var, var oğlu var. Okuyanlar da tüm bu bölgenin Türkmen halkı ile dolu olduğunu düşünebilir. Sanki bu muazzam coğrafya 12. asıra kadar  hiçbir halkın olmadığı, yaşamadığı bir yerdi. MÖ. 8-9 binlere kadar yaşam izleri bulunan antik çağda muazzam kentler kurmuş olan kültürler, halklar ve onların bıraktığı izler duman oldu uçtu onun yerine kahraman Türkmen çadırları kuruldu. Yeni bir dünya kuruldu. Türkmen dünyası. 1256 yılında kurulan Karamanoğlu beyliği bayraklarında sembol olarak Davut yıldızı kullanıyor ve Ortodoks Hıristiyan dinini benimseyen ama Türkçe konuşan bir halkı var.

tur (belleten.gov.tr)

Pulitzer ödülü sahibi Alfred Friendly’nin “Side’nin Dostları” adı verilen sosyal topluluk için hazırladığı Beauford bibliyografyası çok ilginç bilgilerle doludur:

“Beaufort, Kaş(Antiphellus), Kekova, Andraki, Finike’den geçerek Adrasan burnunu dolanır, buradan Tahtalı dağı (Olmpos) da Deliktaş’a gider, ve yanar denilen volkanik ateş yanına kadar uzanır; hatta bunun bir de resmini çizer. Ancak Antalya’da mahalli ileri gelenler arasındaki bir çatışmaya bulaşmaktan kendini alamaz. Frederickssteen 1812 yılının başında İzmir’e döner. “ Yazının devamı yukarıda verdiğim linkten okunabilir.

Antalya’da ne tür bir karmaşa yaşandığını bilmiyoruz. Bu karmaşanın büyük bir olasılıkla yerel idare ile (ağa otoritesi) halk arasında gelişen bir olumsuzluktan kaynaklandığını tahmin ediyorum.  Friendly bu konunun detayına girmiyor. Ama büyük bir olasılıkla bu karmaşanın ne olduğu Fredericsteen gemi seyir defterinde yazılıdır.

2252996 (dergipark.org.tr)

15_Durukan.indd (dergipark.org.tr)

Antalya karmaşasından sonra İzmir’e dönen gemi 1812 yılının başında yeniden kaldığı yerden devam etmek ister. Antalya ağası geminin limana girmesine izin vermez. Bunun üzerine Beauford daha güneye inip Side’ye demir atar. O yıllarda Side bugünkünden çok farklıdır. Türkmenlerin yerleşim yerleri dağların eteklerindedir. Limana yakın  olan antik kentlerde kimsenin yaşamadığı ama tüm Ege ve Akdeniz kıyılarında olduğu gibi gayri Müslimlerin ticareti yönlendirdiği depoların yer aldığı kıyılarda yoğun bir gemi trafiği göze çarpmaktadır. Şimdi ortaya çıkan tablo hiç te Osmanlı ya da cumhuriyet tarihçilerinin çizdiği gibi değildir. Gayrimüslim halk ticaret ve zanaat erbabıdır yerleşik düzende şehirlerde yaşamaktadır. Türklerin asker olanları ise zorbalıkla vergi toplayan despot sistemin temsilcileri olarak kaba güçle idarecilik yapan gruptur. Bu idari yapının nasıl kurulduğu konusundan çok Anadolu’nun gerçek nüfus yapısının ve kültürel değerlerinin neler olduğu konusunda en azından 1200’lü yıllardaki bilmek gerekiyor.

O yılların Anadolu siyasi haritasına baktığımızda Kuzeyde Bizans, Kastamonu bölgesinde Candaroğulları, Trabzon Rum İmparatorluğu, Çanakkale Balıkesir bölgesinde Karesioğulları, Söğüt, Bilecik bölgesinde Osmanoğulları, Kütahya da Germiyanoğulları, Manisa da Saruhanoğulları, Ankara, Tokat, Sivas, kayseri  bölgelerinde Eretna Beyliği, Aydın da Aydınğulları, Muğla da Menteşoğulları, Isparta, Antalya Hamitoğulları, Konya ve Karamanoğulları, Adana Ramazanoğulları, Maraş Dulkadiroğulları ve güneyde Memlukler.

Tam bir ortaçağ görüntüsü: beylikler ve güç mücadelesi. Nitekim kimin gücü varsa diğerinin kaynaklarına el koyuyor, yağmalıyor, öldürüyor. Her ne kadar silahlı birlikler birbiriyle savaşıyorsa da zarar gören yine halk oluyor. Nedense Anadolu ‘nun  MS. 1200-1500 yılları arasındaki üç asırlık beylikler döneminde  olup bitenler konusunda yeterli bilgiye erişemiyoruz. Örneğin aşağıda vereceğim linkte Karamanoğullarının tarihini anlatan akademisyen yeterince belge sunmuyor. Bir hikaye anlatıcısı gibi dinliyoruz onu da.

Karamanoğulları Beyliği (altayli.net)

Karamanoğullarının İlk Başkenti Ermenek – Karamandan.com

Karamanoğulları – Avşar Obası (avsarobasi.com)

(99+) XIII-XIV. Yüzyıllarda Karamanoğulları-Çukurova Ermenileri İlişkileri | Mehmet Ali Kapar – Academia.edu

Osmanlı İmparatorluğu 15.asırdan itibaren gerek Balkanlarda gerekse de Anadolu’da etkili olan beylikleri siyasi etkisi altına almıştır. Karamanoğulları beyliği de giderek güçlenen Osmanlı İmparatorluk askeri gücü karşısında teslim olmuştur. Osmanlı idari yapısı çerçevesinde Konya ve Ermenek de dahil olmak üzere Karamanoğlu beyliği topraklarının idaresi valilik tesis edilerek tam tabiriyle “uslu duran” Karamanoğlu beylerine bırakılmıştır. Burada valilerin baş etmesi gereken  üç ana konu vardı. Birincisi halkın “uslu” duracak sorun çıkarmayacak, ikincisi vergini zamanında ödeyeceksin, üçüncüsü de sana verilen sayıda askeri savaş zamanında Anadolu Beylerbeyi yani imparatorluk emrine vereceksin.

Beauford’un seyahat ettiği Karamania 1811 yılında acaba ne durumdaydı?  

Karamanoğulları Beyliği (semskiasireti.com)

Karamanoğullarında Bilinmeyenler | DüpeDüz Tarih (dupeduztarih.blogspot.com)

Beauford ve gemi mürettebatı  Mersin Yumurtalık Ayaş sahilinde bir dervişin yönlendirdiği halkın büyük bir tepkisiyle karşılaşmış. Kitapta anlattığına göre saldırganların elinden zor kurtulmuşlar. Bu saldırıda Beauford atılan bir taşla ağır yaralanmış. Bu saldırının hangi amaçla yapıldığı konusunda da bir bilgisi yok. Bölgedeki antik kent kalıntılarının etkili olması mümkün değil. Büyük bir olasılıkla “gavur” kavramı etrafında  bir dini lider tarafından organize edildiği bilgisi var. Kilikya  belki de Anadolu’nun en fakir ve en ulaşılmaz yerlerinden biri olarak biliniyor. Yüksek Toros dağları ve kesif ormanların örttüğü vadilerde yaşayan insanların çoğunun salgın hastalıklarla cebelleştiğini de biliyoruz. Bu hastalıkları getirenlerin de yabancılar olduğunu söyleyen bir dini liderin sözünü dinleyen halkın linç girişimleri de olabilir.  Beauford ve mürettebatı zar zor yaralı olarak gemiye dönüp hemen demir alıyorlar. Aşağıdaki linkte ilginç bir akademik makale Kilikya bölgesini ziyaret eden Frenk seyyahların keşiflerinden söz ediyor. Beauford’un katkıları da dikkat çekici.

02-E. Borgia (dergipark.org.tr) 

Beauford’un Karamania adlı kitabı bu bölümle sona eriyor. Keşif yapmaya gelen gemiye belki de ganimet elde etmek için saldıran cahil yerliler imajı kitabın sonunda okuyucunun beynine kazılıyor. Beauford sık sık Strabon ve Plinus’un eserlerinden alıntı yaptığı antik kentler keşiflerinde 1811-12 yıllarının Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayan fakir ve cahil halkı ve rüşvetle satın aldıkları makamda oturan ağaları da anlatıyor. Aradan geçen 2 yüz yılda neyin değiştiğini anlamak için Beauford’un seyahat güzergahını izlemek gerek.  


[1] Yüksel, Ece, Yabancı Seyyahların gözünden Batı Anadolu Antik Kentleri, YLT. Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın, 2012

Kaptan Beauford’un Karamania’sı

Post navigation