El Libro di Arena
Yazarın kitabı ‘Kum Kitabı’ adıyla olarak Türkçeye çevrilmiş .
Doğumu 24 Ağustos 1899, Buenos Aires-Ölümü 14 Haziran 1986, Cenevre
Arjantin tarihinde önemli yeri olan İngiliz asıllı bir aileden geliyordu.
I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde (1914) ailesiyle Cenevre’ye göçtü. 1919’da buradan ayrılarak Mayorka ve İspanya’da birer yıl kaldı. 1921’de Buenos Aires’e döndükten sonra doğduğu şehri bir anlamda yeniden keşfetti.
1938’de dokuz yıl boyunca çalışacağı kütüphane memurluğuna başladı. Kurgular dizisi ve Alef adlı kitabında toplanan hikâyelerini kaleme aldı. Bu dönemde, H. Bustos Domecq takma adıyla dedektif hikâyeleri yazdı (Don Isidro Parodi İçin Altı Sorun – 1942).
1946’da Juan Peron’un iktidara gelişiyle, kütüphanedeki işinden atıldı.
1955’de Peron devrilince Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürlüğü’ne getirildi. Aynı sıralarda Buenos Aires Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı profesörlüğüne başladı.
Kalıtımdan gelen bir hastalık nedeniyle 1920’den beri görme bozukluğu çeken Borges bu yıllarda görme yeteneğini bütünüyle kaybetti. 1961’de Samuel Beckett’le birlikte Formentor Ödülü’nü kazandı.
Latin Amerika´nın ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden J.L. Borges, çok sayıda yazarın üslübunu, tekniğini ve edebiyat hakkındaki düşüncelerini neredeyse tek başına değiştiren, eserleriyle çağımıza damgasını vuran bir şair, öykü ve deneme yazarı.
Formenter Ödülü´nü aldığı 1961´den bu yana eserleri klasik sayılan ve giderek artan bir hayran kitlesi kazanan, defalarca Nobel Ödülü´ne aday gösterilen Borges, Poe, Kafka, H.G. Wells, Valery, Mallarme ve daha birçok yazardan etkilendi ve kendini her şeyden önce bir okur olarak gördü.
Dost canlısı ve bonkör bir kişiliği olan Borges´in metinlerini dergilere gönderirken fazla rahat davrandığı, eserlerine ilgi gösteren dostlarına öykülerinin teliflerini armağan ettiği, hatta bazılarıyla ortak öyküler yazdığı biliniyor.
İletişim Yayınları 1989´da kurulan Jorge Luis Borges Vakfı´yla yaptığı anlaşmaya uygun olarak, yazarın kimi zaman keyfi sıralamalarla derlenen öykü, düzyazı ve şiirlerini ilk basıldıkları halleriyle yayımlıyor.
Borges, 1930´larda, Arjantin´de çok satan Critica gazetesinin pazar ekine yazdığı yazıları, Alçaklığın Evrensel Tarihi´nde biraraya getirdi.
Gerçek ile hayalin birleştiği bu yazılarda, yaşamöykülerini bilerek çarpıttğı Keşiş Eastman,Kadın Korsan Çingi, Billiy the Kid gibi kötü şöhretli kimseleri anlatırken, kurgunun olgudan daha gerçek, daha inanılır olduğunu belirtmeyi hedeflemişti.
İlk kısa öyküsü ´Mahalle Kabadayısı´nın da yer aldığı bu kitabı Borges, 1954´te yazdığı önsözde, `öykü yazmayı göze alamayan, dolayısıyla da başkalarının masallarını bozup çarpıtarak kendini eğlendiren utangaç bir delikanlının sorumsuz oyunları` olarak nitelemişti. Buna karşılık kitap, Latin Amerika edebiyatını derinden etkiledi ve yayımlandığı tarih (1935) bu edebiyatın bir dönüm noktası olarak nitelendi.
Kitapları :
Alçaklığın Evrensel Tarihi
Alef
Atlas
Brodie raporu
Dantevari Denemeler Shakespeare’in Belleği
Evaristo Carriego
Ficciones Hayaller ve Hikâyeler
Kum Kitabı
Ölüm ve Pusula
Öteki Soruşturmalar
Sonsuz Gül
Yedi Gece
Yolları Çatallanan Bahçe
Dante ile ilgili tüm eleştiri ve yorumları okumuş değilim ( kimse de okumamıştır ), ama sanırım Cehennem’in sondan bir önceki ünlü kantosunun 75. dizesinin yorumunda ortaya sanatsallıkla gerçeklerin birbirine karıştırılmasından kaynaklanan bir sorun çıktığını söyleyebilirim. Bu dizede Ugolino de Pisa oğullarının Açlık Kulesi adı verilen zindanda nasıl öldüklerini anlattıktan sonra acının yapamadığını açlığın başardığını söylüyor ( Poscia, piu che’l dolor, poteil digiuno / …Acının yapamadığını açlık başardı sonunda ). Dante’nin ilk yorumcularını bu suçlamaları yapanlar arasına katmıyorum.Onlar dizede bir sorun görmüyorlar ve hepsi de dizeden acının Ugolino’yu öldüremediği ama açlığın öldürebileceği anlamını çıkarıyorlar. Canterbury Öyküleri’nde bu olayı kısaca özetleyen Geoffrey Chaucer de onlarla aynı fikirde.Sahneyi bir kez daha gözden geçirelim: Buzlarla kaplı Dokuzuncu Daire’de Ugolino, Ruggieri degli Ubaldini’nin ensesini kemiriyor, sonra da günahkarın kanlı saçlarıyla siliyor ağzını. Ağzını tiksinti verici yiyecekten uzaklaştırarak Ruggieri’nin kendisine ihanet ettiğini, oğullarıyla beraber zindana attırdığını anlatıyor. Düşünde, Ruggieri’nin Dağın yamacında, yanında aç çoban köpekleriyle bir kurt ve yavrularını avladığı geceye dek hücresinin daracık deliğinden bir çok kez ayın doğup batışını izliyor. Şafak vakti kulenin kapısına çekiç darbeleri indiğini duyuyor. Sonra bütün bir gün ve bir geceyi sessizlik içinde geçiriyorlar. Ugolini acı içinde ellerini ısırıyor; çocukları bunu açlıktan yaptığını düşünüyorlar ve babalarına onlara vermiş olduğu bedenlerini sunuyorlar. Ugolino beşinci ve altıncı günler arasında oğullarının birer birer ölümüne tanık oluyor. Sonra gözleri görmez oluyor, ölçüleriyle konuşuyor, ağlıyor, karanlıkta el yordamıyla onlara dokunmaya çalışıyor ama sonunda açlık acıdan üstün geliyor.Dante’nin ilk yorumcularının bu bölüme verdikleri anlamdan yukarıda söz etmiştim. Örneğin, XIV. yüzyılda Rambaldi de Imola: ” Demek istediği şu ki onca acının yenemediği ve öldüremediğini açlık teslim aldı. ” Çağdaş yorumcular arasında Francesco Torraca, Guido Vitali ve Tomasso Casini de aynı düşünceyi paylaşıyorlar. Bunlardan birincisi Ugolino’nun sözlerinde şaşkınlık ve pişmanlık seziyor; sonuncusu ise ” Çağdaş yorumcular Ugolino’nun sonunda oğullarının etiyle beslendiği savını uyduruyorlar; bu sav hem doğaya hem de tarihe aykırı” diye ekliyor ve bu konuda daha fazla tartışmayı yersiz buluyor. Bianchi de akla yakın gelen şöyle bir not düşüyor: ” Kimileri Ugolino’nun çocuklarının etini yediğini öne sürüyorlar, pek olası bir yorum değil ama tümden saf dışı etmek de doğru olmaz.” Luici Pietrobono dizenin bilinçli olarak yeniden yazıldığını söylüyor.Daha önce söylediğimi yineleyeceğim, bu olasılığı kararsızlık ve kuşkuyla aklımıza getirmeliyiz. Ugolino’nun korkunç suçunu kabul etmek veya yadsımak bu suçu hayal etmekten daha az dehşet verici.Kitabı kitap yapan içindeki sözcüklerdir diye ahkam kesmek tatsız bir gerçeği dile getirmek olarak algılanabilir. Ancak hepimiz şekilden farklı bir içerik olduğuna, Henry James ile on dakikalık bir söyleşinin The Turn of the Screw’un ” gerçek ” savını açıklayacağına inanmayı yeğleriz. Oysa ben gerçeğin bu olmadığını düşünüyorum; öyle sanıyorum ki Dante de Ugolino üzerine bu üçlüklerde anlattıklarından fazla bir şey bilmiyordu. Schopenhauer baş yapıtının ilk kitabında tek bir düşünceyi işlediğini ve bu düşünceyi aktarmak için daha kısa bir yol bulamadığını söylüyor. Dante ise bunun tam tersini yapabilir, yani Ugolino hakkında tüm düşündüklerini bu üçlüğe sığdırdığını söyleyebilir.Yaşanan gerçek zamanda, tarihte, insanlar birden fazla seçenekle karşı karşıya kaldıklarında birini seçer, diğerlerini yok sayar, böylece fırsatı kaçırmış olurlar. Sanatın umudu ve unutmayı andıran belirsiz zamanı içinde ise olaylar böyle gelişmez. Hamlet sanatsal zaman içinde hem akıllıdır hem de deli. Açlık Kulesi’nin karanlıklarında, Ugolino sevgili cesetleri hem yer hem yemez. Bu duygu kargaşası, bu belirsizliktir işte üçlüğü oluşturan tuhaf madde. Dante bu iki acıyı işte böyle, birlikte düşlemiş, bundan sonraki kuşaklar da böyle düşleyecekler.
Jorge Luis Borges-Dantevari Denemeler- Shakespeare’nin Belleği