web analytics

Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Sanki daha dün gibiydi. Onu Stockholm’ün binlerce göllerinden birinin kenarındaki orman evinde ziyaret etmiştim. Yetmişli yılların ortalarıydı. Sonbahar aylarıydı. Göl kenarına kadar yayılmış olan sapsarı yapraklı akçaağaçlar dikkatimi çekmişti. İsveççe adı Björk olan bu beyaz  gövdeli ağaçlar, özellikle sonbaharın bu kısa günleri sonunda  mistik bir  ortam yaratıyordu.

İsveç’in belki de en tanınmış, en tartışılan entelektüeli. Kimine göre solcu, kimine göre sağcı, kimine göre azılı komünist, Maocu, faşist, kafadan kontak, ve daha bir çok sıfatın yakıştırıldığı bir yazar.    

İsveç’te çok ama çok tanınmış politikacı bir ailenin ferdi. Biyografik eserlerinde anne babasını şiddetle eleştiren bir yazar.  

Nobel ödüllü diplomat, sosyolog ve politikacı   Alva Myrdal ve Nobel ödüllü ekonomist Sosyal Demokrat politikacı  Gunnar Myrdal’ın  Marksist-Leninist oğulları.

Jan Myrdal altmışlı yılların siyasi atmosferinde Sosyal demokrasiyi ve kapitalizmi ağır biçimde eleştiren yazılarıyla kısa sürede entelektüel çevrelerde tanınıyor. Siyasi polemikleri ustaca yönetiyor ve yeni bakış açılarıyla İsveçli sol eğilimli  gençliğe ışık tutuyor.

ABD’nin Vietnam savaşı süresince aktif bir biçimde uluslararası politika arenasında Anti-Amerikan yazılarıyla boy gösteriyor.

Ressam ve fotoğrafçı Gun Kesse ile  birlikte yaptıkları “Çin’e Yolculuk” kitabı uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırıyor. Myrdal’ın Çin ve Hindistan’a duyduğu ilgi o ülkelere yaptığı seyahatlerle ve seyahat sonrası yayınladığı kitaplarla da birleşince bazı çevreler tarafından “Maocu” olarak tanımlanmasına neden oluyor.

Stockholm’de yaşadığım yıllarda Sovyetler Birliği, Çin, Arnavutluk  gibi ülkelere yolculuk etmek özel izne bağlıydı. Bıktırıcı formaliteler yolculuk yapmak isteyen gazetecinin niyetini anlamak ve istenmeyen yazıların çıkmasını engellemeye yönelikti.

Jan Myrdal’in kendi gözlerinin gördüğünü aklının erdiğini yazma tarzı bir çok ülke tarafından hoş karşılanmıyordu.

Kütüphanesinde oturup konuşmuştuk. Kırk bine yakın kitabın bulunduğu  özel kütüphanesi Myrdal’ın çalışma alanıydı. Göl manzaralı çalışma masasında bir daktilo ve kağıtlardan başka bir şey yoktu. Keçe terlikler giyiyordu. Türkiye ile ilgili çok şey biliyordu. O dönemde Şili’de Yunanistan’da ve Türkiye’de dikta rejimleri bireysel hak ve özgürlükleri hiçe sayarak rejim muhaliflerini bertaraf etmek için türlü baskı yöntemleri kullanıyorlardı. İsveç siyasi göçmenlerin akın akın geldiği Almanya’dan sonra ikinci ülkeydi.

Myrdal kendi kurduğu sol eğilimli “Folket-i Bild Kulturfront” dergisinde zehir zemberek yazılar yazıyordu. Dikta rejimlerini eleştiriyor, Sovyetler Birliği’ni faşist ülke olarak tanımlıyordu. Her yazısı uzun süren polemikler yaratıyordu.

Jan Myrdal ile o gün uzun süre sohbet ettik. Eşi Gun Kesse çektiği fotoğrafları gösterdi. Uzak Doğuya kim bilir kaç kez gittiler diye merak ediyordum ama sormadım. Tüm seyahat notlarını zaten yayınlamışlardı. Çin’e ve Hindistan’a   en az yirmi kez gittiklerini biliyordum.

Onunla yaptığım söyleşi. Aydınlık gazetesinde yayınlandı. Gazeteyi ona ikinci ziyaretimde göstermiştim. Her cümlesini tercüme ettirmiş, tekrarlatmıştı. Bazı sözleri hatırlamadı. Hoşuna gitmeyen cümlelerdi.

Bana göre “anarşik” bir düşünce yapısı vardı. Her fikrin karşısına zıt bir argüman çıkaran analitik bir düşünce tarzı vardı. Çin’in ve Hindistan’ın ilerde süper güçler olarak dünya siyasetinde yer alacağını düşünüyordu.

Bugünkü duruma baktığımızda kırk yıl önce söylediği şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz. Yanılmıyordu.  

Jan Myrdal İsveç entelektüel yaşamının çok önemli bir üyesiydi.

Onu sevenler de vardı nefret edenler de.

Benim anılarımda hep o kütüphanesinde oturmuş göle bakarak yazı yazan, sohbetini özlediğim  bir dost olarak kalacak.

Jan Myrdal

Post navigation