İçlerinde İzmir’in de bulunduğu 12 İon (İyon) kenti arasında Panionion adı verilen bir tür din birliğinin kurulduğunu ve toplantı yerinin Panionion antik kentinde bulunduğu bilgisini araştırdım. Birliğin inanç çekirdeğinin “Poseidon Helikonius” kültü olduğu ileri sürülmektedir. Priene’den gelen rahiplerin yönettiği şenliklerin Panionion (Davudlar-Güzelçamlı yolu arasında )’da yapıldığı ve şenlikler sırasında şehir temsilcilerinin ortak kararlar aldıkları biliniyor. Bölgede İon kolonisinin kurulma amacı ne? Kim bu İonlular? Nereden geldiler? Bu soruların cevabını Hülya Boyana’nın bir makalesinden okuyorum.[10]
MÖ. 9.yy. da Atina’dan Dor istilasından kaçan bazı kabilelerin Anadolu Ege kıyılarında yerli halkla karışarak kurdukları koloni şehirlerden söz ediyoruz. Bu bağlamda Karia’lı kadınlarla evlenen İon erkeklerin çocuklarının kurduğu bu şehirlerin mimari tarzları, dini törenleri ve diğer kültürel kalıpları ilkçağ gezginleri Strabon, Pausanias , ilkçağ ratihçileri Heredotos, Thukydides ve ilkçağ filozofları Platon, Aristoteles ve Vitrivius ‘un eserlerinden yola çıkarak araştırılmıştır. Genel olarak mimari eserlerin o yörede yaşayan insanların zihin haritasını yansıttığı düşünülür.
Göç eden İonların dört farklı kabileden oldukları söyeniyor. Geleontes (soylular), Aigikoreis (çobanlar), Argadeis (çiftçiler), Hopletes (savaşçılar). Bu kabilelere ek olarak köleleştirdikleri yerel unsurlar da var tabi. Alüvyonlu ovalara ve liman kentleri kurulabilecek arazilere kurulan koloniler kısa sürede bütün dünya ile ticaret yaparak zenginleşiyorlar. Çiftlikler kuruluyor ve şarap, yün, tarım ürünleri, seramik, mermer vb. gibi bir çok ürünün köleler marifetiyle üretilip kontrol ettikleri limanlardan ihraç ederek kısa sürede Miletos, Efesus gibi zengin şehir devletleri meydana getirdiklerini söyleyebiliriz.
Şimdi ilk ziyaret edeceğimiz antik şehir ünlü Miletos şehri. Miletos antik çağın en önemli şehirlerinden biri. Şehrin kuruluş hikayesi de Dorların Anadoluya gelişiyle bağlantılı. Bazı araştırmacıların söylediği gibi bunlar Hellen değil İon ve Kar karışımı. Helenlerin Iyonyada on iki şehir devleti kurduklarından söz edilir. MÖ. 1000 yıllarına tarihlenen bu şehirler şunlardır: Efes, Kolofon, Milet, Myndos, Priene, Teos, Erythrae, Klazemonai, Phokala(Foça), Smyrna (İzmir), Samos (Sisam), Khios(Sakız). Üç yüz yıl sonra MÖ.700 yıllarında Lidya kralı bu şehirlerin çoğunu fethetti ve kendi idaresi altına aldı. Bu şehirlerden kaçan Iyonluların Atina ve Isparta şehirlerini kurdukları söylenir. Ama bunun doğru olduğunu sanmıyorum. İlkçağ kronolojisinde Dor istilasından kaçan İon kabilelerinin Atina’dan göç ettikleri biliniyor. Tersine Atina’ya göç konusu için elde belge olması gerek. Benim taradığım belgelerde böyle bir kayıt yokç Miletus en önemli Iyon şehri olarak bir çok felsefecinin sanatçının doğduğu şehir olarak biliniyor. Miletos tipik bir İon kenti de değil. Pers istilası sırasında Atina Delos birliği’nin yenilgisinden sonra diğer on bir şehir devleti Sparta’dan yardım isterken Miletos ileri gelenleri Perslerle masaya oturmuş ve anlaşmışlardır.
Miletos (Milet)
Günümüzden 2000 yıl önce Söke ovası deniz, Bafa Gölü de Latmos körfezi idi. İşte bu denizin kıyılarında antik çağın en güzel şehir devletleri yer alıyordu. Miletos, Priene ve Didyma . Maiandros (Menderes) ırmağı önce Priene limanını daha sonra da Miletos limanını doldurdu. Arkaik dönemin en zengin kenti olan Miletos’un kalıntıları Roma döneminden kalmadır. Diğer yapılar ya toprak altında ya da yok olmuştur. Meandros halen her yıl kıyının 6 metre ilerlemesine neden olmaktadır. Bu da basit bir matematikle her 166 yılda 1 km. demektir. Bir İyon şehir devleti olarak MÖ. 1000 yıllarında kurulan liman şehri yoğun bir ticaret merkezi olmakta gecikmedi. Ticarette zenginleştikçe sanat, felsefe ve bilim alanında büyük bir gelişme gösterdi. Thales güneş tutulmasını hesapladı, Anaksimenes felsefeye yeni bir boyut getirdi. Hekataios coğrafya ve haritacılık alanında eserler verdi. Mimar Hippodamos[11] şehir planlamasında ızgara sistemini (Birbirine paralel ve bibirini dik kesen dikdörtgen) geliştirdi. Heredotos Karyalılar hakkında iyi konuşmamış ama Miletos ve İonlar hakkında ve meslektaşı Hekataios hakkında iyi şeyler söylüyor. Heredotos bugün ıkçılık olarak niteleyebileceğimiz koyu bir Atina taraftarıydı. Üstün medeniyet, üstün ırk olarak gördüğü soylu Atinalılara toz kondurmuyor. İonlular da Atina’dan geldiklerine göre onlara daha yumuşak davranabilir. Nitekim İon ve Miletos için şunları söylemiştir:
“Panion’da toplanan Ionlar, kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler ne daha güneyde kalanlar Ionia ile bir tutulamaz.”
Miletos’un bir çok ismi var: Millawanda, Plat, Palatia bu isimlerden bazıları. İlkçağın efsane kenti Miletos ‘u sağa sola dağılmış bir harabe halinde görüyoruz. Şehrin gözle görünür birkaç yapı içerisinde en belirgini Antik Tiyatro. İki bin yıl önce bu şehrin görüntüsü tamamen farklı olmalıydı. Örneğin gördüğüm çizimlerde Tiyatro’ya deniz yoluyla geliniyormuş. Bugünkü Söke ovası deniz Bafa gölü de körfez idi. Latmos körfezi. Maiandros (Menderes) nehri Söke ovasını da Latmos körfezini doldurunca bir zamanlar deniz kıyısında inşa edilen yapılar bataklık içinde kaldı. Tiyatro beş bin kişilik inşa edilmesine rağmen Roma döneminde kapasitesi on beş bine çıkarılmış. Tiyatro nun Roma döneminde gladyatör dövüşleri için kullanıldığı çok belirgin. Alt bölümde yer alan dehlizler ve koridorların ve çember biçimindeki sahnenin seyirciyle irtibatının kesildiği anlaşılıyor. Bazı özel koltukların üst kısımda kentin ileri gelenleri için ayrıldığı da belli olmaktadır.
Tiyatro binasının yaslandığı tepeye çıkıp Miletos şehrine bakıldığında insan biraz hayal kırıklığına uğramıyor değil. Bir zamanlar dünyanın belki de en gizemli şehri Miletos darmadağın olmuş, tüm yapılar kumlar altında kalmış. Bu şehir ki bir zamanlar entelektüellerin şehriydi. Miletoslu Thales bilim dünyasının bu dâhisi ilkçağda bir çok keşfe imza attı. En meşhur sözlerinden biri de “Kendini Bil.” İdi. Tarihçi Miletoslu Hekataios günümüze kadar ulaşan üç kitabıyla ilkçağ tarihine damgasını vuran yazarlardan biridir. Ayasofya’nın mimarı Isidoros ‘da, Didim Apollon tapınağı kehanet merkezinin mimarı Dapynis de Miletoslu. İon ve Karia halklarının karışımı bir halk olduğu söyleniyor. Bana kalırsa antik çağ Anadolu’sunu anlatan bazı arkeolog tarihçiler günümüz ulusalcı söylemlerinin de etkisiyle saf bir ırk arama peşine düşüyorlar. Bugün nasıl “saf” yani karışmamış bir ırk yoksa o zaman da yoktu. Latmos dağında sekiz bin yıl önce mağarada resim yapan insan da Miletos da tiyatro inşaatında çalışan işçi de bir karışım. İon kökenli geleontes (soylu) ne kadar saftı? Geldiği Atina bölgesinde halklar birbirine karışmadı mı? Heredotes’e bakarsak antik çağın ırkçı tarihçisi madalyasını kimseye bırakmıyor.
Bizans döneminde tapınakların kiliseye çevrilmesi ya da tapınağın yıkılarak yerine kiliselerin inşa edildiği görülüyor. Miletos’un ünlü Dionysos tapınağının yerinde yeller esiyor. Onun üzerine St. Mihail kilisesi inşa edilmiş. Ünlü kehanet merkezi Delphinion dan geriye hiçbir şey kalmamış. Oysa bu Apollon kutsal alanı dört bir yandan gelenlerin kurban kesip kehanet bekledikleri bir yerdi. Antik çağın efsane kenti Miletos’dan geriye çok az eser kalmış. Büyük bir bölümü yurtdışına kaçırılan bu eserlerin padişah fermanıyla Alman mühendis Carl Humann ve onun yetiştirdiği talebeleri ve yine padişah fermanıyla[12] Arundel Kontu tarafından gerçekleştirildiğini biliyoruz. Miletos’dan Didim’e kadar giden kutsal yolun iki yanında bulunan binlerce tarihi eser özellikle de heykel ve ziynet eşyası yurt dışına (Berlin ve Londra) kaçırılmıştır. Kazıları yapan Alman mühendisler arkeolog olmadıkları için tarihi eserleri çıkarırken bir çok esere de zarar vermişlerdir.[13]
Priene
Yağmur bulutlarıyla yarış ediyoruz. Sabah erkenden Panionion’daki Zeus mağarasında arındıktan sonra dönüş seyahatimiz başladı. Aslında özel tören günlerinde Zeus mağarasında arınan dindarlar yürüyerek Priene’deki Athena tapınağına kurban kesmek üzere gidiyorlarmış. Yolda çiselemeye başlayan yağmur zaman zaman şiddetini artırıyordu. Oysa dönüş yolumuzda bir kaç İyon antik kentini ziyaret ederek günümüzü değerlendirmek ve bol fotoğraf çekmek istiyorduk. Yağmur bulutlarının önüne geçerek Priene’ye ulaştık. Mykale (Dilek) dağının eteklerinde MÖ.12. yüzyılda Ionların kurduğu on kent arasında sayılan bir liman kenti olan Priene şimdi denizden çok uzakta. Meandros bu bölgenin kaderini değiştirmiş, değiştirmeye de devam ediyor. İlk çağda nehrin yani Meandros’un bir tanrı olduğuna inanılıyordu. Hiç bir insan ya da kral veya rahip/rahibe onun kadar güçlü değildi. Zaten güçlü olana tapınmak insanın tabiatında var. Tapınmanın ana tetikleyicisi korku aslında. Geçmişte de böyleydi şimdi de böyle. Değişen çok az şey var.
Broşürden okuduğumda çok sevindim. Bölgede Kybele tapınağı olan sayılı şehirlerden biri Priene. Kybele’nin izini her gittiğim yerde sürmeye devam ediyorum. Anadolu’nun bu eşsiz tanrıçası bu coğrafyada yaşayan insanların yarattıkları bir tanrıça.
Geometrik (Hippodamus)[14] planla kurulan kentin içinde bir çok tapınak merkezi var. Kybele Tapınağı, Demeter Tapınağı, Athena Polias tapınağı, Mısır Issis ve Zeus tapınakları dini hoşgörünün tam anlamıyla var olduğu bir şehri gösteriyor. Roma İmparatorluk döneminde beş resmi dinin tanındığı biliniyor. Bu tapınakların varlığı da bunu gösteriyor. İlkçağda bu tapınakların rahipleri tüm komşu şehirlerde de tören yönetmek üzere görevlendirilirlermiş. Nitekim Priene Bizans döneminde piskoposluk merkeziydi. Çift limanı vardı. Meanderos (Menderes) nehri her iki limanı da kapatınca denizden yaklaşık on km. uzağa düşerek önemini ve nüfusunun büyük bir kısmını kaybettiğini biliyoruz. Kybele tapınağının varlığı çok ilginç. Frigya buraya çok yakın. Ana tanrıça kültü Anadolu’nun yabancı olmadığı yüzyıllar boyunca farklı isimler altında bile olsa en yaygın inanç sistemi olarak çıkıyor karşımıza. “Kubaba” (Hitit), ya da Kybele (Frigya) bütün canlı varlıkların yaratıcısı, toprak ve bereket tanrıçası olduğu için bütün ekili toprakların onun koruması altında olduğuna inanılır. Her zaman bir aslanla birlikte görünür. Dağlar, kırlar, nehirler, kanyonlar onundur. Şelaleler , kayalar ve dereler onun yaşadığı yerlerdir. Kayalar ve taş tanrıçanın ruhudur. Tapınaklar kayalara oyularak yapılır. Kybele’nin o kayanın içinde yaşadığına inanılır. Kybele kültünde kayaya oyulan niş tanrıçanın giriş ve çıkış kapısı olarak kabul edilirdi. Niş, kutsalın kutsalıdır. Kybele’nin kült simgesi, heykel ya da fresk niş içinde mutlaka bulunurdu.
Antik kenti gezmeye otoparkın bitimindeki bilet gişesinden sonra dik bir yamacı tırmanarak başlıyoruz. Parke taş döşeli yolda yürümek çok heyecan verici. Bu yol en az iki bin yaşında. Parke taşlar zamana karşı var gücüyle direniyor. Belki de birkaç bin yıl daha dayanacak. Sabahın erken saati olmasına rağmen ünlü Athena caddesi emekli Alman turistlerle dolu. Parke taşlara takılmamak için çok dikkatli yürüyorlar. Parke taşlar ustalıkla dizilmiş ama zaman içinde yer yer bazı kısımlarını toprak ve otlar örterek tümsekleştirmiş. Önce tiyatro binasını ziyaret ediyoruz. Nedense antik kentlerdeki tiyatro binaları çok ilgimi çekiyor. Bu tiyatro Dyonisos’ a ithaf edilmiş. Dolayısıyla tüm oyunlar Dyonisos’u onurlandırarak oynanıyor. Helen tiyatrolarında alışıldık yarım çember biçimindeki sahne izleyicilerle aynı seviyede. Roma tiyatrolarının aksine Helen tiyatrolarında tiyatro eserleri oynanıyor. Şehrin ileri gelenlerinin koltukları tüm görkemiyle ve mermer işlemeleriyle göz kamaştırıyor. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen hala iyi durumdalar. Yaz mevsiminde öğle vakti bu koltuklara oturanların fırın üzerine oturmakla aynı işi yaptıkları söyleniyor. Bazı turistlerin aşırı sıcakta dinlenmek için koltuklara oturarak yaralandıkları bilgisi var. Ünlü mimar Pytheos’un birkaç eserinin bu şehirde olduğunu duymuştum. Halikarnas mozolesinden başka buradaki Athena tapınağını da onun yaptığı söyleniyor.
Euremos
Son durağımız Karia kentlerinden bir diğeri Euremos. Kentteki en önemli yapı Zeus Lepsynos tapınağı. “Memeli Zeus” heykelinin burada bulunduğu ve British Museum’a taşındığı söyleniyor. Anadolu’da en iyi korunan tapınaklardan biri olan Zeus Lepsynos tapınağı Korint düzeninde inşa edilmiş. Şehirle ilgili teknik bilgiler ihtiva eden bu alıntıyı yapıyorum.
“Tapınağın Korinth başlıkları gerek akanthus yapraklarının uzun ve yüzeysel biçimde basit olarak işlenişi, gerekse bu yaprakların aralarında gerideki kalathosun taş yüzeyinin görünmesi gibi stil özellikleri ile Aizonai’daki Zeus tapınağının kompozit başlıklarına benzerlik göstermekte ve bu nedenlerle Hadrian Dönemi içine (İ.S. 117-138) tarihlenmektedir.150 6×11 sütunlu peripteros tapınağın sütunlarından 16 tanesi günümüzde arşitravları ile birlikte ayaktadır. Tapınağın inşasının tamamlanamamış olduğu bazı sütunlardaki yivlerin tam işlenmemiş olduğundan anlaşılmaktadır.
Sütunların üzerinde adak yazıtları ( tabula ansata ) yer almaktadır. Tapınakta yapılan kazı çalışmalarında bulunan özellikle üst yapıya ait pişmiş toprak akroter parçaları bize Arkaik Dönem’deki Zeus Lepsynos tapınağı ile ilgili detaylı bilgiler vermiştir.151 Euromos’da son yıllarda yapılan kazı çalışmalarında Arkaik Dönem’e ilişkin 2 farklı yapıya ait mimari terrakottalar ele geçirilmiştir. Miletos’da ortaya çıkarılan Artemis Khitone(?) tapınağı Euromos’da I numaralı yapı arasında büyük benzerlik gösterdiği anlaşılmıştır. Kentteki diğer yapılar arasında büyük ölçüde tahrip olan tiyatro ile dört tarafı stoalar ile çevrili agora ve Hellenistik Dönem’de güzel bir taş işçiliği ile inşa edilmiş olan sur duvarlarına ait kule görülebilmektedir.”
Ormana doğru inşa edilmiş olan bu tapınak bence bölgede gördüklerim arasında iyi korunmuş denebileceklerden. Bu tapınakların inşası yüzyıllar sürdüğüne göre festivallerde acaba ne yapıyorlardı. Her şeyden önce bu bir tapınak olduğuna göre bir kutsal yazısı olmalı (lex sacra). Kirlenme (miasma) ve arınma (katharsis) usullerinin bu yasayla belirlenmesi gerekiyor. Kirlenmenin ana kaynağı ölüler olmaktadır. Ölülerle temas etmek bir kirlenme(miasma) nedeni olmaktadır. Her tapınağın kendi kuralları bulunmaktadır. Tapınağın restorasyonu sırasında bir kapı dikmesinde lex sacra yazıtı bulunmuştur. Epigrafların tercümesi ile kirlenme ve arınma konusunda kurallar şöyledir:
“Ey yabancı temiz bir kalbin varsa ve ruhunda adalet duygusu taşıyorsan bu kutsal yere girebilirsin. Ama adil biri değilsen ve kötü niyetliysen , ölümsüzlerden ve bu kutsal bölgeden uzak dur. Bu kutsal mekan kötüleri sevmez ve onları cezalandırır. Tanrı değerli insanlara değerli armağanlar verir.” Kaynak: H. Malay, Sosyal tarih ve Arkeoloji.
Tapınak çok etkileyici. Restorasyon işlemleri belli ki yavaş ilerliyor. Bazı yerlerde beton kullanıldığı dikkatimi çekti. Nedense bu restorasyon işlemini çok hafife alıyorlar. Bir çok yerde restorasyon faciaları yaşandı. Umarım bu güzelim tapınak ehliyetsiz kişilerin eline geçmez.
Kaynakça:
- Özer, Yasemin. Karia Coğrafyası ve Tarihi,Yüksek Lisan tezi, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ,Tarih Anabilim Dalı, Muğla, 2007
- Yılmaz, Yaşar, Anadolu’nun Gözyaşları, Yem Yayın, İstanbul, 2015
- Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli parkı, Orman ve Su İşleri bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, (Broşür)
- Milet, Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul (Broşür)
- Priene, Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul, (Broşür)
- Balamir, Ömer, Yeni arkeolojik ve Epigrafik Veriler Işığında Karia Bölgesi Tarihi Coğrafyası, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji Anabilim Dalı, Ankara, 2010
[1] Bugünkü adıyla Beşparmak Dağlarının bulunduğu coğrafyanın antik çağda adı Latmos olarak geçmektedir. Bugünkü Bafa gölü de Latmos körfezi’nin B.Menderes nehrinin alüvyonlarla körfezi doldurmasıyla lagünleşmesi,nden meydana gelmiştir.
[2] Paradoks, görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki oluşturması veya sezgiye karşı bir sonuç oluşturmasıdır. Türkçe’ye, Fransızca paradoxe sözcüğünden türeyerek giren paradoks sözcüğünün, etimolojik anlamda kökeni Yunanca paradoksos yani “karşıt-çelişen (düşünce)”dir. Paradokson, paradoks (karşıt düşünce) içeren iddia anlamındadır. (Yunanca para: Yan(ında), boyunca; üzerinden, dışa; karşı. Yunanca doksa: Düşünce; niyet. Ayrıca Yunanca dogma: Düşünce; karar; tez.) Bu Yunanca kökenli sözcüğün Latince’ye paradoxus olarak girmesi, sözcüğün daha sonra (17. yüzyılda) batı dillerinde yer almasını sağlamıştır. Kökende sözcük “kabul görmüş bir düşünceyle çelişen, karşıt bir ifade” anlamında kullanılır.
[3] Epigrafi, taş veya maden gibi dayanıklı maddeler üzerine yazılmış kayıtları inceleyen ve tarihe yardımcı olan eski yazıtlar bilimi. (Bu bakımdan, papirüs gibi dayanıksız maddeler üzerindeki kayıtları ve yazı şeklini inceleyen paleografi’den ayrılır.) Üzerine yazmak, kaydetmek anlamına gelen ‘Epigraphein’ fiiliyle yazıt anlamına gelen ‘Epigraphe’ sözcüklerinden gelir. Türkçe’ye yazıt bilgisi ya da yazıt bilim olarak çevrilmiş olan Epigrafi taş, metal, tahta, mermer, seramik gibi kalıcı ve sert maddeler üzerine eski Yunan ve Latin dillerinden birisi ya da ikisiyle yazılan yazılarla -sikke hariç- uğraşan bir bilim dalının adıdır. Epigrafi bilimiyle uğraşanlara Epigraf denir.
[4] Karia, güneybatı Anadolu’da günümüzde Muğla ve Aydın illerini kapsayan bölgeye antik dönemde verilen isimdir. Kuzey sınırını Büyük Menderes vadisi ve Messogis Dağı, doğusunu Salbakos Dağı, güneydoğu sınırını ise Indos (Dalaman Çayı)
belirler. Bölge Güney Anadolu’yu boydan boya kateden Toros Dağları silsilesinin bağlantısı olan dağ sıralarının Ege denizine dik olarak uzandığı dağlık bir bölgedir. Bu dağlar yer yer doğal ormanlar ile kaplıdır. Menderes nehrinin kıvrılarak aktığı verimli ovada dağ sıraları arasında yer alan üç nehir Morsynos (Dandalaz), Harpasos
(Akçay) ve Marsyas (Çine Çayı) birleşir. Kaynak: Ömer Balamir, Yüksek Lisans Tezi ,Ankara 2010
[5] Erken Tunç Çağı MÖ. 3000-2000, Orta Tunç Çağı MÖ. 2000-1750, Geç Tunç çağı MÖ.1750-1200
[6] Demir çağı MÖ. 1200-700
[7] Burada Rumca tanımını bilinçli olarak kullanıyorum. Anadolu’nun diller tarihi sürecinde Luwi , Kar, Likçe, vb. gibi dillerin yüzlerce yıl aynı potada eriyerek Rumca’yı oluşturduğunu düşünüyorum.
[8]Yılanbalıkları konusunda araştırma yapan Doç. Dr. Erol Kesici’nin tanıtımından alıntı yapıyorum:
“Yılanbalıklarının bilinen 19 türü söz konusudur. Bizim sularımızda bulunan yılan balıkları Avrupa Yılan balığı (Anguilla Anguilla)’dır. Yaşam süreleri 15-20 yıldır. Hayatlarının büyük bir bölümü yumurta göçü için yağ depoladıkları tatlı sularda geçer. Yılanbalıkları yalnızca bir kez ürerler ve yumurta bıraktıktan sonra ölürler.”
[9] Prof. Dr. Nuran Şahin, Kehanet ve Klaros, makale , Osmanlı Bankası arşivi.
[10] Hülya Boyana, Doç. Dr. Ankara Üniversitesi,DTCF tarih Bölümü,İonalılar ve İona daki kabile teşkilatlanması.
[11] Miletus doğumlu mimar Hippodamus, MÖ.498-408. Şehir planlamasında çağın en önemli eserlerini veren Hippodamus’un projeleri; Pireus, Rodos, Thurium, Halicarnassus, Alexandria, Antioch(Antakya), Miletus ve Priene.
[12] Bu fermanların rüşvetle alındığına hiç şüphe yok.
[13] Yaşar Yılmaz, Anadolu’nun Gözyaşları, Yurtdışına kaçırılan eserler,İstanbul, 2015
[14] Miletus doğumlu mimar