web analytics

Dağ kült inancının hiyerofaniye dönüşümü İda dağı ile başlamamıştır. İda Dağı batı kültürünün en güçlü referanslarından biri  olan Yunan (İon-Grek-Hellen)  Mitolojisi ile birlikte yoğrularak destanlaştırılmıştır. Bunu yapan kişi de Homeros’dur. Kimine göre Homeros ağızdan ağıza dolaşan masalları kitaplaştıran tragedya yazarıdır. Kimine göre de ilkçağın en ünlü şairidir.

İlyada Destanı’nında Truva şehri, kentin yakın çevresi ve özellikle İda Dağı’ndan söz edilir. Dağın yüceliği, tanrısallığı, bitki örtüsü, su kaynakları, insanlar ve diğer canlılar için yaşam kaynağı olma vasfı destanın çeşitli kısımlarında anlatılır. Truva Savaşı’ndaki olayların azımsanmayacak sayıda İda Dağı ile ilgili olması dağın mitolojideki önemini gösterir.

Öte yandan yazarı belli olmauan (anonim) sözlü halk edebiyatında Tahtacı Türkmenleri’nin de dağ kültü paralelinde kurguladıkları “Sarı Kız” söylencesi de vardır. Bu iki farklı “destan” iki farklı kültürü ifade ettiği gibi iki farklı zamana da aittir. Sarı kız efsanesinin başlangıç versiyonunu bulmak mümkün olsaydı yani yazılı bir metin olsaydı her şey çok daha kolay olurdu. Efsanenin ana teması bir mucizeye dayandırılmaktadır.  Mekan aynıdır ama halklar farklıdır. İslam Sünni inanına ilişkin “Hacca giden baba”, “Abdest alma” gibi öğeler de hikayenin içerisinde yer alır. Tüm dağ kültlerinde olduğu gibi sarı kız “ermiş” mertebesine yerleştirilir. Dağın tepesinden kolunu uzatıp Edremit körfezinden bir bakraç su alır Sarı Kız. İster inan ister inanma.

   Sonuç itibarı ile “Dağ Kültü” yani dağın kutsallaştırılması sürecinde bir efsaneye ihtiyaç vardır. Sadece tek tanrılı dinlerde değil çok tanrılı inanç sistemlerinde de kutsal dağ inancı vardır. Dinler tarihçisi Mircea Eliade’nin incelediği bir konudur bu. Örneğin; Hintlilerin kutsal dağı olan “Meru” veya “Sumeru” dağı gibi bazı dağların dünyanın merkezi, Cennet ve yeryüzünü birbirine bağlayan bir döngüye  sahip olduğu düşünülmüştür. Hindu Mitolojisinde 4 kıtanın “Meru” dağından dünyaya yayıldığı, bu dağın cennetten dünyaya  uzandığına inanılmıştır. Babil mitolojisinde de “kozmik dağ” inancı belirgindir.   Babil’in  “Ziggurrat” kavramı dünya yaşamının görüntüsüdür.  Tapınak kozmik kutsal dağı simgeler.  “Keldani” inancına temel teşkil eden çok sayıdaki resimlerde , Tanrı tıpkı bir güneş tanrısı gibi iki dağ arasından çıkar gelir. Kutsal dağ, tam bir tahttır; çünkü “sahip tanrı”, yani evrenin yaratıcısı orada hüküm sürer. Tanrı dağları isminin de nereden geldiğini söylemek mümkündür.    

Uzaktan İda Dağı ya da Kaz Dağı çok farklı algılanıyor. Mitoloji ile ilgili olmayanların bahçesinde yetişmeyen bir çiçek İda Dağı. Sünni İslam referanslı  Sarı Kız efsanesinin yazılı bir metni olmamasının getirdiği zorluklar işimizi zorlaştırıyor. Kulaktan kulağa yöntemiyle her anlatıcı hikayenin bir bölümünü değiştiriyor. Efsanenin  bir çok versiyonu anlatılıyor.  Kaz Dağı eteklerindeki köylerin ahalisi artık yüz yüz  elli yıl öncesinin değer yargılarıyla düşünmüyor. Gelenek ve görenekler giderek zamanın dişleriyle parçalanıyor. Anlatılan hikayeler de  inanç ekseninden saparak mucize ile mitoloji sarmalında absürt bir öyküye dönüşüyor.

Birinci kilit noktası sarı kızın neden sarı olduğuyla ilgili. Bir versiyona göre köyün ahalisi sarı kızı yumurta yağmuruna tutarlar. O nedenle saçları yumurta sarısı gibi olur. Bu aslında “iffetsiz kadının taşlanması” temasının yumurtalı versiyonudur ve kesinlikle Sünni İslam referanslıdır. Sarı kızın neden  köy ahalisi tarafından yumurta yağmuruna tutulduğu ise daha ağır bir önyargı taşımaktadır.

Söylenceye göre Sarı kız, çok  güzel bir kadındır. Bütün köyün erkekleri onun peşindedir. Güzel bir kadının erkekleri cezbetmesi, ya da bir kadının çekici ve güzel olması köyün ahalisi tarafından bir tehdit olarak algılanıyor ve nedense bir “iffetsizlik” , bir “ayartma” teması güzel kadının üzerine yapıştırılıyor. Güzel bir kadının dağa sürgüne gönderilmesi teması ise büyük bir olasılıkla toplumda dışlanan bireylerin sürgüne gönderilmesi temelinde kadının aşağılandığı, çarşaf veya peçe ile gizlendiği Sünni İslam referansından kaynaklanıyor olabilir. Oysa ana tanrıça kültlerinin yaygın olduğu çağlarda kadının toplumdaki yeri düşünüldüğünde Sarı Kız efsanesinde verilmek istenen  mesaj oldukça karmaşık bir yapıya dönüşür. Bu gelişme ne zaman olmuştur, kaç yıl sürmüştür bir bilgimiz yok. Efsanenin bugünkü  ritüele dönüşen kısmında ise yine karmaşık mesajlar gizli. Ağustos ayının on beşinde başlayan Sarı Kız şenliklerinin ve izlenen ritüellerin “ermiş” bir insan ya da bir “tanrıça” mucizesi bekleyen insanlar tarafından icra edildiğini de unutmamak gerekir. İki hafta boyunca dağda kamp kuran yerel halkın katılımıyla anlamlanan şenlikler geçmişten günümüze kalan acaba hangi kültün ritüelleri olabilir. Bu da doğal olarak folklor araştırmacılarının ortaya çıkarması gereken bir konudur.

Homeros’un İlyada destanında Troia/Troya uygarlığına, Kral Priamos’a, Helen ve Paris’in aşkına ve on yıl süren Akalarla yapılan savaşa ilişkin detaylar anlatılır. Bu efsanede yer alan Troia şehriyle alakalı arkeolojik verilere  Ekrem Akurgal’ın “Anadolu’nun Kültür Tarihi” eserinde de yer verilir.[1]

 MÖ. 2500 yıllarında İda dağının eteklerinde kurulan Troya/Troia ‘nın bir efsane değil gerçek bir şehir devleti olduğu yapılan kazılarla ispatlanmıştır. Bu Homeros’un İlyada destanını bir “tarih” kitabı gibi okumamıza yetmez. Tanrılarla insanların karmaşık ilişkisini ortaya koyan destanlar Zeus’un kıskanç Hera tarafından nasıl  aldatıldığını da anlatır. Destanda ölen iki yarı tanrı kahraman da vardır. Akilleus ve Hektor.

İda Dağı’nın bu iki efsaneyle sınırlı olmayan kültürel, doğal zenginliği içinde barındırıyor. Her şeyden önce orada dağda  bir Milli Park var. Dağda oldukça geniş bir alanı kapsıyor. Verilen resmi bilgiye göre milli park 21500 hektarlık bir alanla sınırlı. Bu alan  Kaz Dağlarının tamamı[2] düşünüldüğünde acaba yüzde olarak kaçtır? Haritaya bakarak söylerse yüzde on civarında olduğu görülebilir. Bu sorunun doğru cevabını ancak haritacılar ya da coğrafyacılar verebilir. Altın madeni nedeniyle katledilen on binlerce ağaç  skandalını örtmeye çalışan  yetkili bürokratın verdiği cevap aslında yönetimin  doğa bilinciyle ilgili anlayışını  yansıtması açısından bir örnek olarak kullanılabilir:

“Maden ocağı sahası milli park sınırları dışında.”[3]

Milli park zaten giderek nüfusu artan köyler tarafından sıkıştırılmış durumda. Ormanlara gözünü diken bir grup insan her türlü yolu deneyerek doğal alanları zorluyor. Bunlar yeni Türkiye’nin yeni iş insanları:  Ağacı kesip satmak. Ne bulursa talan etmek. Yağmalamak. Yok etmek. Kaz Dağları doğal yaşamını ve ekosistemini tehdit eden unsurların bilinmesine rağmen yetkili devlet organlarının  tehditleri göz ardı ettiği ileri sürülmektedir.  

Tehditleri Doğa Derneği özetliyor. Aktarıyorum:

“Kaz Dağı Milli Parkı Tehditler: Çanakkale–Çan Akışkan Yataklı Termik (Kömürlü) Santralı,  ÇED raporu onaylanmış ancak Danıştay kararı gereği “ÇED Raporu Olumlu Belgesinin İptali Kararı” verilmiştir.

 Ancak santral inşaatı bitmiş ve deneme üretimine başlamış durumdadır. Günümüzde birçok madencilik firması ÖDA’nın muhtelif yerlerinde maden arama ve işletme ruhsatı başvurusunda bulunmaktadırlar.

Yörenin çevresindeki fabrika atıkları sonucu oluşan asit yağmurlarının ÖDA’ya etkileri gözlenmektedir.

Yangınlar başta kızılçam olmak üzere dağın güney taraflarındaki ormanlar için tehdit oluşturmaktadır. Bunda alanda süren mülkiyet tartışmalarının önemli bir rolü vardır.

Alanın güney kısmına Zeytinli Barajı yapımı planlanmıştır. Barajın alandaki biyolojik çeşitliliği nasıl etkileyeceği bilinmemektedir. Havran ilçesinin dokuz kilometre doğusunda inşası devam eden Havran Barajı, Avrupa’nın en büyük yarasa kolonilerinden birinin bulunduğu İnönü Mağaralarını sular altında bırakacaktır.”[4]

Dağ kültleri binlerce yılda oluşuyor. Pagan inançları olarak din baronları tarafından küçümsense de dağa saygı duyulması, dağın kutsallaştırılması en azından dağın tahrip edilmesini önleyen güçlü bir inanç olarak karşımızda duruyor. Hiçbir yönetim kutsal kabul edilen bir dağda maden ocağına izin veremez. Kült mezhep, tapınma, rağbet-merak anlamlarına gelmektedir. Kült, ayrıca bir ibadet şeklini takip eden insan grubu, belirli bir toplumda, belirli dinin yerleşmiş formlarından ayrılan kişi gibi manaları da taşımaktadır. Bu durumda Sünni inancı öne çıkaran resmi din, yani Diyanet Başkanlığı  kültleri kabul etmez. Din dışı ilan eder.

Bir çok inanç sisteminde dağ, genellikle gökle yerin birleştiği yer olarak kabul edilir; böylece dağ kutsal bir merkeze dönüşür. Bugün kutsal kabul edilen tüm ziyaret veya hac yerleri dağların zirvelerine yakın bölgelerinde bulunur. Kaz Dağlarında bulunan Sarı Kız ziyaret yeri de dağın zirvesinde bulunur.

Kaz Dağları Milli Parkı içerisinde herkesin ilgi alanına göre bir şeyler bulması mümkün. Yeter ki bir ilgi alanı olsun. Bütün ağaçlara çam, bütün çiçeklere gül diyen bir çoğunluğun ilgi alanlarını tespit etmesi de kolay değil. Milli park meraklıları için  çok zengin bir floraya sahip. Bazı türlerin  tam da çiçeklenme zamanında parkı ziyaret ettiğimiz için şanslıyız. Rehberimiz çiçekler konusunda da çok bilgili. Hangi türler endemik, hangileri genel tür bilgileniyoruz.  Endemik türlerin fotoğraflarını çekmeye çalışıyoruz. Doğal olarak bu zaman alan bir iş. Aracımız park edip endemik çiçek avına çıkıyoruz.  Kelebekler başımıza üşüşüyor. Bütün günümüzü böyle geçirebiliriz. Rehberimiz bize iki kitapçık hediye ediyor. Biri bakanlığın yayınladığı milli park haritası diğeri ise Edremit Ticaret Odası’nın yayınladığı Kazdağı endemik türleri kataloğu.

Milli parkta 800 tür bitki kataloğa alınmış. Bunlardan 31 türün endemik Kazdağı bitkisi olduğu ileri sürülüyor. Bildiğim kadarıyla Anadolu’da 12 000 den fazla bitki taksonu bulunuyor ve bunların yaklaşık üçte biri endemik. Bu sayılar yapılan keşiflerle değişiyor. Bu yaklaşımla Kaz Dağlarında daha fazla endemik tür olması gerekir. Milli park içinden bitkilerin dışarıya çıkarılması yasak olduğuna göre ve alan koruma altında olduğuna göre zaman içinde yeni keşifler yapılabilir.

Tanıdığım bitkiler var. Kekik, geven, yaban karanfili,  kantaron, ada çayı, sığır kuyruğu, eğrelti otu, muscari, çiğdem, vb. Şakayık ve anemon  zamanı geçtiği için onları göremiyoruz. Araçla gittiğimiz için ormanın derinliklerindeki çiçekleri görme imkanımız da yok.

Sarı Kız tepesini rotasının fotoğraf açısından pek ilgi çekici  olmadığını sanıyorum. Bu endişemi rehbere söylediğimde rota üzerinde birkaç seyir tepesi bulunduğunu, kaya formasyonları ve endemik orkidelerin fotoğrafını çekebileceğimizi söylüyor. Ama istersek Ayı Deresi rotasına girip derenin küçük şelalelerinin fotoğraflarını çekebileceğimizi söylüyor. Ama yol çok bozukmuş.

Sarı Kız tepesine giden yoldan değil de sağ taraftan Ayı Deresi yoluna sapıyoruz. Bozuk bir orman yolu. Rehberimiz genellikle bu güzergahtan uzak durulduğunu söylüyor. Aracımızı bu tür yollar için aldığımız için   tereddüt etmeden sallana sallana ilerliyoruz. Tam olmasa bile yarım “off-road” deneyimi de denebilir. Dokunulmamış bir doğal alan. Yolda birkaç endemik bitki, küçük şelale görüyoruz. Yaban karanfili, orkide, kekik, geven ve sığır kuyrukları her yerde  karşımıza çıkıyor. Kızıl çam ormanının derinliklerine doğru ilerliyoruz. Ayı Deresi  milli parkın çok önemli bir aktörü. Kızılkeçili deresiyle birlikte dar ve derin iki kanyon oluşturuyorlar. Kazdağları adı verilen bölge birkaç dağ kütlesinden oluşuyor. En yüksek yeri 1776 metre. O tepeye askeri bir tesis kondurulmuş. Dev bir futbol topuna benziyor. Haki renge boyanmış bir top. Bu dijital  çağda tesisin ne işe yaradığını anlamak zor. Soğuk savaş döneminden kalan bu teknoloji, bu tesis, bu prosedürler dizini gerekli mi acaba? Bence gerekli değil. Dünya yörüngesinde dönüp duran uzay istasyonları artık bu görevi en iyi şekilde yapıyor olmalı. Devletin karar alıcı yerlerinde oturanların çözmesi gereken bir denklem. Her bakımdan çağdışı bir üçüncü dünya ülkesi olmanın getirdiği sıkıntılar bunlar. Boşa giden kamu gelirlerine bir örnek de burada karşımıza çıkıyor. Milli Park yönetimi katı kurallar uyguluyor. Ama kime karşı? Bize doğaseverlere karşı. Öte yandan belirli bir zümreye ait kişiler ellerini kollarını sallayarak diledikleri gibi girip çıkıyorlar.  Parkın içi çöp dolu. Ambalaj atıklarının toplanmadığı belli oluyor. Madem ki bu parka rehbersiz girilmiyor öyleyse bu ambalaj atıklarını kim buralara atıyor acaba? Biz Ayı Deresi yolunda ilerlerken yanımızdan bir motosikletli geçiyor. Rehberin tanıdığı biri. Arıcılık yapıyormuş. Demek ki milli parkın içine arı kovanları olan kişiler girebiliyor. Hem de rehber almadan. Üçlü  standart uygulama  diye buna denir işte. Milli park koruyucularının yetkisi nerede başlıyor, nerede bitiyor acaba? Bu motosikletli arıcının kovanlarının bulunduğu yere uğradığımızda çöp yığınlarıyla karşılaştık. Sigara paketleri, izmaritleri, değişik plastik malzeme kapları, vb. Bu dekadans değil de nedir acaba? Milli park korucularının ne tür bir eğitim aldıklarını bilmiyorum ama Türkiye’de devlet memurlarında görülen birkaç olumsuz yönü onlarda da görmek mümkün. Milli Park kamu malı yani herkesin malı. Orayı koruyan kişi de orası sanki  kendi mülküymüş gibi  davranıyor. Yasakları tanıdıklarına, akrabalarına uygulamıyor. Bu yetkiyi bilinçli olarak, bir menfaat karşılığı esnetme hakkını kendinde görüyor. Onu gören iş arkadaşları da aynı şekilde davranınca ortaya yeni bir standart çıkıyor. Nereye hangi kamu kurumuna gitsek bu standardı görüyoruz.

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” standardı.

Ayı deresinde bir kamyonet dolusu ziyaretçi topluluğuyla karşılaşıyoruz. Oturmuş sigara içiyorlar. Kılık kıyafetlerinden ve düşmanca bakışlarından “Yeni Türkiye” ürünü olduklarını anlıyoruz. Başlarındaki rehber Arapça ağdalı bir aksanla  bol dini referans vererek saçma sapan bir şeyler anlatıyor. Rehberimiz bu rehberlerin yaz başında bir haftalık eğitimle göreve başlatıldıklarını söylüyor.

“Ben yirmi yıllık rehberim, bunlar kadar itibar görmüyorum”, diyor. 

Artık her yerde gördüğümüz kamu kuruluşlarının liyakat yerine siyasal atamalarla kalitesinin düşüşüne şahit oluyoruz. Büyük bir olasılıkla bunlar yakında milli park içerisine mescit yapılmasını da talep ederler. Daha sonra da ziyaretçilerini toplu halde mescide götürürler. Durum bunu gösteriyor. Giderek daralan bir yaşam tarzının habercisi bu görüntüler.

Ayı Deresi yolundan ana yola geri dönüyoruz kaçar gibi. Oysa yanımızda kahve ve meyve getirmiştik. Ayı Dersinde oturup bir kahve içecektik. Olmadı. Yol kenarında çeşmenin orada durup kahvemizi içiyoruz.

Yol levhalarına bakıyoruz.

  • Babadağ : 20 km.
  • Sarıkız: 17 km.
  • Tozlu : 12 km.
  • Yayla Kamp Alanı 900 m.

Babadağ askeri tesisin bulunduğu alanmış. Zirvelerden en yükseği 1774 m. Sarı Kız Tepe ise farklı yönde yaylanın güney tarafında bulunuyormuş. Onun yolu ayrıymış ama yürünerek çıkılıyormuş. Tozlu Yayla şenliklerin yapıldığı alanmış. Türkmenler, Karataş Tepenin eteğindeki Türkmen Yaylasına, Yörükler, zirveler düzlüğünün başlangıç yerinin sol tarafındaki Güllüce bölgesine çadırlarını kurmaktadırlar. Sarıkız, Türkmenler arasında çok özel bir yere sahiptir. Sarıkız ziyareti,   “Cılbağa gitmek” olarak ifade edilir. Ziyarete gidenlere “Cılbakçı”, Ziyaret arabasına da “Cılbak arabası”  derler. Türkmenler, cumartesi günü Sarıkız’a, pazar günü Baba’ya ve pazartesi günü de Şahtaşlarına olmak üzere üç gün hayır yaparlar. Yöredeki bazı köyler yalnız Sarıkız’a hayır yaparlar. Türkmen ve Yörük  ziyaretçiler 15 ağustos tarihinden 25 Ağustosa kadar bu alanda çadırlar kurup ateşler yakarmış.  Sarı Kız’a adak adama ritüelleri, çaput bağlama ve her yatır/ermiş türbesinde görülen şekliyle dualar edilir şarkılar söylenirmiş. Türkmenlerle Yörükler arasında kültürel farklılıklar ötesinde dinsel farklar da oluşmuş. Türkmenler ormandan geçimini sağlarken Yörükler hayvancılıkla uğraşırlarmış. Türkmenler Alevi inancına Yörükler ise Sünni inancına sahiplermiş. Kültürel olarak birbirine çok yakın olan bu iki grubun zaman içerisinde giderek ayrıştığı da söylenebilir. Rehberimiz yirmi yıldır bu şenlikleri takip eden bir insan olarak değişimi izlemiş. Tahtacı Türkmenlerin Alevi geleneklerinin gereği dini toplantıların da dağda yapıldığını söylüyor. Özel  bir Semah yapılıyor belki de. Sarı Kız Semahı. Bilmiyoruz.     

Önce Babadağ yoluna sapıyoruz. Askeri tesise giden yol yaz kış açık tutuluyormuş. Görevde olan personel için her halde. Hafta arası olduğu için ortada hiç kimse görünmüyor. Vadinin tabanından Ayı Deresinden yukarıya doğru bir sis kalkıyor yavaş yavaş. Sanki Çamlıhemşin yaylalarındayız. Duman geliyor duman.

Kartal Çimen ve Tozluca (Bokluca) yaylalarında çadır kuran Tahtacı Türkmenlerin  “cılbağa” gitmek olarak adlandırdıkları bu etkinlik aslında bir tür  kamp etkinliği. Zamanlama olarak da hasat sonu, bağbozumu şenliklerine benziyor. Araştırmak gerek. Her şeyden önce Yörük ve Türkmen arasında ne fark var ona bakmak gerek. Tahtacı Türkmenler kimdir? Sarıkıza neden kurban kesiliyor? Kurban kesilirken dualarda neler söyleniyor?

Bütün bu soruların mutlaka bir cevabı vardır. Kazdağları Tahtacı Türkmen Alevi topluluğu üzerine birçok araştırma yapılmış. Balıkesir üniversitesi yayını bir çok makale var.

Halil İbrahim Şahin’in[5] “Kazdağlarında Ayin ve Şiir” adlı makalesinde “sazandarlık, zâkirlik” mesleği üzerine yaptığı bir çalışma yer alıyor. Makalenin sonunda bir kaynakça da yer alıyor. Araştırma yapmak isteyenler için değerli bir başlangıç olabilir.

Ali Duymaz’ın[6] “Sarı Kız ve Kazdağı efsaneleri üzerine bir deneme” adlı makalesi var. Makalede  görüşünü paylaştığım araştırmacı Afrodit ve Zeus yani Sarı Kız ve babası varyantı ile ilgili senkretik bir varyanta dikkat çekiyor. Oldukça ilgi çekici. Mitolojinin sözlü bir gelenek olarak yaşatıldığı antik çağ Anadolusunda bölgede yaşayanlar İda Dağı efsanelerini kendi kültürlerine uyarladıkları da akla yakın bir kuram olarak karşımıza çıkar. O bölgeye yerleşen her yeni kültür bakarak ve dinleyerek öğrenir. Çoğunlukla hakim olan güç inançları dikte eder. Tam olarak bu geçisin nasıl olduğu konusu son derece karmaşık. Bugün gelinen noktada “Sarı Kız” kimin anlattığına bağlı olarak farklı anlamlar yüklenmiş hiyerofani katmanına geçmiştir. Bu kutsal kişiliğin orada yaşamış olup olmamasından bağımsız olarak inananların kutsallaştırdığı bir kişilik ortaya çıkmıştır. Bu efsanenin bin yılda uğradığı değişiklikler elde gerekli belgeler olsa ortaya çıkarılabilir. Ama bugün sadece “varyant” adı verilen bölgedeki güncel inançların etkilediği bir efsaneyi dinliyoruz. Her ağustos ayında “murat ve adak” amacıyla Sarıkız tepesi civarında kamp kuran Alevilerin inançları gereği semah dönmeleri, kurbanlar kesmeleri bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.     

Gördüğüm kadarıyla milli parkın bana göre en ilginç tarafı derin vadileri oluşturan derelerin kenarlarında bulunan kamp alanları. Özel tur şirketlerinin bu etkinlikleri organize ettiği birkaç günlük trekking turları yapılıyormuş. Büyük bir olasılıkla milli parkın tadı da o zaman çıkacaktır. Bizim yaptığımız araçla keşif turu doyurucu olmaktan çok uzaktı. Ama nihayetinde bunun bir keşif gezisi olması itibariyle sonbahar ve kış mevsimlerinde milli parkın çok daha farklı görünüme bürüneceği söyleniyor.

Kazdağlarında ikinci günümüzde “Sütüven Şelalesi” adı verilen şelaleyi görmeye gideceğiz. “Hasan Boğuldu” göletinin olduğu bölge. Buranın da bir efsanesi var. Zaten Kazdağlarında her yerin bir hikayesi var. Gölet de milli park sınırları içinde kalıyor. Erken saatte gitmemize rağmen yoğun bir trafik var. Genellikle Çanakkale ve Balıkesir plakalı otomobiller tıka basa dolu park girişinde sıra bekliyoruz. Kapıda orta yaşlı kaytan bıyıklı sert sert konuşan bir memur bilet kesiyor. Herkesi azarlıyor. Üzerinde üniforma da yok. Giriş ücreti otomobil 24 TL. Ödüyoruz. Park yeri dolu. Zorlukla bir yer bulup iniyoruz. İnanılmaz bir kalabalık var. Kadınlar küçük çocuklarıyla suya girmişler. Üstlerinde pardösü ve başlarında türban. Çoğunluk türbanlı. Fotoğraf çekmek için sakıncalı bir ortam. İnsanın girmediği bir kadraj yapmak çok zor. Tek bir açı yakalıyorum. O da zoom objektifle. Gölet kısmını fotoğraflamak ise imkansız olduğu için oradan kısa sürede ayrılıyoruz. Sonbaharda daha farklı olabilir diye bırakıp yolumuza devam ediyoruz.


[1] Akurgal, Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, TÜBİTAK, 1997, s. 13

[2] Alanın Tanımı: Kaz Dağı, Güney Marmara Bölgesi’nin batısında, Edremit Körfezi’nin kuzey kıyılarında yer alır. ÖDA’ya Çanakkale’nin Bayramiç, Yenice ve Ayvacık ilçeleri ile Balıkesir’in Edremit ilçesi ile Güre, Akçay ve Altınoluk beldelerinden ulaşılır. Kaz Dağları, yüksekliği ve bölgeye bereketli yağışları taşıyan hava akımları nedeniyle nemli bir iklime sahiptir. Alan bu nedenle doğal bitki örtüsü ve tarımsal ürün çeşitliliği açısından son derece zengindir. Avrupa – Sibirya ve Akdeniz bitki coğrafyalarının kesişim noktasında kalan ÖDA konumu ve bakirliği nedeniyle çok sayıda nadir türe ev sahipliği yapar. Kaynak Doğa Derneği

[3] Kaz Dağı ya da Kaz Dağları olarak iki biçimde adlandırılan dağ büyük ölçüde Biga Yarımadası’nda uzanmaktadır. Kaz Dağları, batıda Dede Dağı, ortada esas Kaz Dağı ve üç tepesi (kuzeyde Babadağ, ortada Karataş Tepe, güneyde Sarıkız Tepesi) doğuda Eybek Dağı, kuzey doğuda Gürgen Dağı ve Kocakatran Dağı’ndan oluşur. Kaynak: Vikipedya

[4] https://www.dogadernegi.org/kaz-daglari/

[5] Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir. hsahin@balikesir.edu.trolduğu bölge.

[6] Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir.

İda Dağı Efsaneleri

Post navigation